18 Kasım 2009 Çarşamba

ERZURUM KONGRESİ

KİTAP HAKKINDA

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgal etmeye başladılar. Bu işgaller, daha önce kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalara göre olmaktaydı. Rusya’da ihtilâl olunca, savaş dışı kalmış ve Osmanlı topraklarının paylaşımından yararlanamıyordu. Rusya’nın payına düşen Doğu Anadolu’nun Ermeniler’e verileceği söylenmekteydi. Bu haber duyulunca, İstanbul’da Doğu Anadolu İlleri Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyetin amacı, Doğu Anadolu’nun Ermeni değil, bir Türk yurdu olduğunu dünya kamuoyuna duyurabilmek, halkı aydınlatmak, Ermeni işgalini önlemenin çarelerini aramaktı.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın şartlarından birisi, ordunun terhis edilmesi idi. Bu amaçla ordu komutanları birer birer İstanbul’a çağrılmaktaydı. İngilizler, bunlardan bir kısmını tutuklatarak hapse attırmıştır. Her biri, kendi arkadaş grubu içinde, ülkenin geleceğini düşünmüş, kurtuluş çareleri aramıştır. Bu grupların en göze batanı, Mustafa Kemal Paşa ve toplanma yeri olarak da O’nun Şişli’deki evidir.
Bir gün Kâzım Karabekir Paşa, kendisini Erzurum’daki 15’inci Kolordu Komutanlığı’na tayin ettirir. İstanbul’dan ayrılırken de Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret eder. Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal Paşa’ya, en kısa zamanda Anadolu’ya geçmesini, Doğu Anadolu’ya gelmesini, başa geçmesini, kurtuluşun reisi olmasını ve kendisinin de kolordusu ile birlikte emrinde olduğunu söyler.
Bu görüşmenin üzerinden çok geçmeden, bir olay gelişir. Samsun ve çevresinde Rum çetecilerin yaptıkları karışıklıklar bölgenin huzurunu bozmuştur. Bunu yerinde incelemek gerekiyordu. Hükümet bu görevi Mustafa Kemal Paşa’ya verdi. Bu görev, hem Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uzaklaştırmak isteyen hükümet üyeleri için, hem de beklediği görevi olağanüstü yetkilerle elde eden Mustafa Kemal için çok uygundu. Çünkü Mustafa Kemal, her ortamda, hiç çekinmeden sert eleştirilerde bulunuyor, sözünü sakınmıyordu. Hükümet üyeleri bundan rahatsız oluyorlardı. Bu sebeple, Mustafa Kemal’i bir bahane ile İstanbul’dan göndermek, O’ndan kurtulmanın çarelerini arıyorlardı. General Mustafa Kemal için de bu uygun bir görevdi. Çünkü, O da Anadolu’ya geçmek, düşüncesindeki kurtuluş çarelerini uygulama ortamı bulabilmek için fırsat bekliyordu. Bu görev, bu fırsatı verdi. Hem de çok geniş yetkilerle.
Olayın bir önemli yönü de, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderen Damat Ferit Paşa’dır. Millî Mücadele yıllarında bu ikili hep karşı karşıya gelmiştir. Damat Ferit, hep İngiliz emirlerine uygun, onları üzmeyecek, sinirlendirmeyecek kararları almış, Kuvayı Millîye’ye karşı ise çok hırçın olmuştur. Mustafa Kemal de çok sevdiği askerlik mesleğinden ayrılmış, sivil bir vatandaş olarak Anadolu hareketinin başına geçmiş, arkadaşlarıyla, vatanın kurtuluşu için gece-gündüz çalışmıştır. O günlerde, Damat Ferit, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderdiğine, belki de bin pişman olmuştur.
19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan Müfettişlik görevi, bu bölgeyle sınırlı kalmadı. Mustafa Kemal, kısa sürede ve dikkat çekmeden iç bölgelere geçti. Bir ay sonra, Amasya’da, arkadaşları ile buluştu. Düşüncesindeki kurtuluş reçetesini görüştü. Görüşme sonunda kabul edilen metin, “Amasya Tamimi” olarak bütün Anadolu’ya duyurulmuştur. Bu, Millî Mücadele hareketinin temel düşüncelerini açıklayan önemli bir belgedir. Buna göre, Sivas’ta millî bir kongre yapılması haber veriliyor ve davetiye niteliği de taşıyordu. İşin garip olan tarafı, genelgeye imza atanlar, mevcut İstanbul Hükümeti’ne bağlı askerlerdi. Hükümet’in alamadığı kararları, Hükümet’e rağmen ona bağlı askerler alabilmekteydi.
İngilizler’in baskısı arttıkça Mustafa Kemal ve karargâhı Erzurum’a kadar geldiler. Burada, askerliğe son noktayı koydu. Baskılar sonucu istifa etmek zorunda kaldı. Mustafa Kemal, bu istifaya çok üzüldü; ama her işte bir hayır vardır derler; bu işin de hayırlı yanı, Mustafa Kemal’in Millî Mücadele hareketinin lideri olarak ortaya çıkmış olmasıdır. O güne kadar gayrı resmî olarak yürüttüğü reisliği, bu günden sonra resmen ve fiilen üstlenmiştir. Bu görev, Erzurum Kongresi Başkanlığı’na seçilerek başlamıştır.
Millî Mücadele hareketinin en önemli olaylarından birisi Erzurum Kongresi’dir. Bu kongre, doğrudan doğruya Doğu Anadolu Bölgesi’nin yiğit Türk evlâtlarının kendi haklarını, kendi topraklarını savunmak arzusuyla düşünülmüştür. Bu amaçla da Erzurum’da toplanmıştır. Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin organize ettiği ve doğudaki bütün illerin temsilcilerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur.
Daha önceden kararlaştırılan toplanma tarihi 10 Temmuz’dur. Ancak, bazı delegelerin Erzurum’a gelememeleri üzerine kongrenin toplanma günü ileri bir güne ertelendi. Bugünlerde Mustafa Kemal Paşa, çok sevdiği askerlikten istifa etmişti. Erzurumlular, kongre öncesi bir güzellik yaptılar. Mustafa Kemal Paşa’yı Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Erzurum şubesinin başkanlığını teklif ettiler. Mustafa Kemal kongreye katılmak ister, ama delege bile değildir. Bu ara, cemiyetin Erzurum şubesinin kuruluşunda çok büyük çaba harcayan Cevat Dursunoğlu delegelikten istifa ederek yerine Mustafa Kemal atanır. Mustafa Kemal askerdir. Çocukluk yaşlarından beri asker elbisesi giymektedir. O gün için, Erzurum’da da üzerinde general elbisesi vardır. Yanında sivil elbisesi yoktur. O’nun kongreye katılmasına karşı çıkanlar, açıktan bir söz söyleyemeseler de bir bahane bulmuşlardı: Asker elbisesi ile sivil bir kongreye katılması dışarıya karşı hoş olmaz! Bu problemin çözümü çabuk bulunmuştur. Erzurum Valisi’nin bir elbisesini giyinerek kongreye katılmıştır. Resimlerde görülen elbise, bu elbisedir.
Mustafa Kemal, başkan seçildikten sonra uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşma, başlı başına bir belgedir. Bu konuşma çok dikkatli okunmalıdır.
Erzurum Kongresi, 16 günlük çalışmalarından sonra çok önemli kararlar alarak dağılmıştır. Kongre’nin aldığı kararlar, Anadolu hareketinin temel yapı taşlarını ortaya koymuştur.

Halil İbrahim YILDIRIM






















































ERZURUM KONGRESİ

İtilâf (Anlaşma) Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra topraklarımızı işgal etmeye başladılar. Bu işgallerin paylaşımı daha önceden yapılmıştır. Bunların içinde sadece Rusya dışarıda kalmıştır. Bunun sebebi de, savaş sonuçlanmadan bu ülkede ihtilâl çıkmasıdır. Rusya’nın hissesine düşen topraklarımız Ermeniler’e verilmek istenilmiştir. Bu haber, Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki insanlarımızı rahatsız etmiştir. Bu amaçla “Vilâyat-ı Şarkiye-i Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti” kurulmuştur. Basın, mektup, miting ve kongreler yoluyla Doğu Anadolu’nun Türk toprağı olduğunu, Ermenistan olamayacağını dünya kamuoyuna duyurmak amacıyla çalışmalara başladılar.

VİLÂYAT-I ŞARKİYE-İ MÜDAFAA-İ HUKUK-I MİLLİYE CEMİYETİ’NİN
(DOĞU İLLERİ MİLLÎ HAKLARI KORUMA DERNEĞİ’NİN)
KURULUŞU

Eski valilerden şair Süleyman Nazif, Bitlis eski Valisi Harputlu Nedim Bey, Beyrut eski Valisi Diyarbakırlı İsmail Hakkı Bey, Diyarbakır Milletvekili Feyzi (Pirinççioğlu) Bey, Sivas Milletvekili Rasim (Başara) Bey, Sivaslı Yedek Subay Abdülmuttalip (Öker) Bey ve Diyarbakırlı Cavit (Ekin) Bey İstanbul’da bir araya gelerek 04 Aralık 1918 tarihinde “Vilâyat-ı Şarkiye-i Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti” (Doğu İlleri Millî Haklarını Koruma Derneği)’ni kurdular. Bu cemiyet, öncelikle Doğu Anadolu’daki Ermeni Hınçak Cemiyeti’ne karşı kurulmuştur. Çünkü İngiltere ve Fransa, bu bölgeyi Ermeniler’e vermek istiyorlardı. Vermeyi düşünmeseler de, Ermeniler’i sürekli olarak kullanabilmek amacıyla onları bu vaat ile oyalıyorlardı. İkinci iş olarak yörede bir Kürt devleti kurulmasını amaç edinen Ayan üyesi Seyid Abdülkadir’in başkanı olduğu “Kürt Teali Cemiyeti”ni etkisiz hale getirmek için faaliyete geçmiştir.
Doğu Anadolu illerini korumak amacıyla yola çıkan bir avuç vatansever insan, ilk önceleri Türk ve Kürt diye bir ayırım yapılmasının anlamsız olduğunu, birbirlerine kardeş olduklarını ileri sürerek kendilerinin bütün yöre halkının haklarını savunduklarını açık yüreklilikle söylediler. Ermeni istilâsına karşı bu birliğe kesinlikle ihtiyaç vardı. Bunlar toplu ve birebir görüşmelerde anlatılmıştır. Ama İngilizler’in de faaliyetlerini kışkırttığı bu zararlı cemiyetin idarecilerini aralarına almak mümkün olamamıştır.
Cemiyet kültür, propaganda ve yayın yoluyla haklılıklarını dünya kamuoyuna duyuracaktı. Doğu illerinin bir Türk yurdu olduğu, Ermeniler’in bölgede küçük bir azınlık teşkil ettiği anlatılacaktı. Ermeniler bölgede azınlık olmalarına rağmen emperyalist devletleri yanlarına alarak buralara egemen olmak istiyorlardı. İngiliz ve Fransız himayesini devam ettirebilmek için eşkıya çeteleri ile cinayetler işliyorlardı. Cemiyet bunları dünya kamuoyuna basın yoluyla duyurmak ve aydınlatmak amacıyla Fransızca bir gazete çıkarılması kararlaştırıldı. Bir başka karar ise “Hadisat” adlı bir gazete yayınlanmasıdır. Ancak, ateşkes günlerinin İstanbul’unda bu girişimler fazla bir etki yaratmadı.
Cemiyet, kuruluş amaçlarına uygun olarak, bölgeyi Ermeniler’e karşı savunmak kararlılığını göstermiştir. Doğu Anadolu illeri bir Türk memleketidir. Ermeniler ise bu bölgede, çok uzun yıllar bir azınlık olarak yaşamışlardır. Hınçak ve Taşnak Cemiyetleri’nin kurulmasıyla beraber bölgede isyanlar, katliamlar ve cinayetler hep birlikte başlamıştır. Ermeni çeteleri, bölgedeki Türk ve Müslüman ahaliyi katletmekte hiç tereddüt etmemişlerdir. Bölge insanı ise daima savunmada kalmıştır. Ermeni cinayetlerinden korunmanın yollarını aramışlardır.
Doğu Anadolu Müdafaai Hukuku Millîye Cemiyeti, yaptığı toplantılarda bu gerçekleri savunmaya karar verdi.
Mustafa Kemal Paşa, bu cemiyeti şöyle anlatmaktadır:
“Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti’nin kuruluş gayesi (tüzüğün 2’nci maddesi) Doğu illerinde yaşayan bütün unsurların dinî ve siyasî haklarının serbestçe kullanılmasını sağlayacak meşru yollara teşebbüs etmek, bu illerdeki Müslüman halkın tarihî ve millî haklarını, gerektiğinde medeniyet dünyası karşısında savunmak, Doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin sebep ve âmilleri ve yapanlar ve sebep olanlar hakkında tarafsız soruşturma yapılarak suçluların bir an önce cezalandırılmalarını istemek, unsurlar arasındaki anlaşmazlığın giderilmesiyle eskisi gibi iyi ilişkilerin sağlamlaştırılmasına gayret etmek, savaş halinin Doğu illerinde yarattığı yıkıntı ve sefalete çare aramaktan ibaretti.
....................
Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyetinin İstanbul’daki idare merkezinin, medenî ve ilmî yollardan gayeye varılabileceği hakkında fazla iyimser olduğu anlaşılıyor. Hakikaten bu yolda çalışmaktan geri durmuyor. Doğu illerinde Müslüman unsurların haklarını savunmak için (Le Pays) adında Fransızca bir gazete yayınlıyor, “Hadisat” gazetesinin imtiyazını alıyor. Bir taraftan da İstanbul’daki İtilâf Devletleri temsilcilerine ve İtilâf Devletleri başbakanlarına muhtıra veriyor. Avrupa’ya bir heyet göndermeğe teşebbüs ediyor.
Bu izahlardan kolayca anlaşılacağını zannederim ki, Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti’ni vücuda getiren asıl sebep ve endişe, Doğu illerinin Ermenistan’a verilmesi ihtimali oluyor. Bu ihtimalin de, Doğu illeri nüfusunda Ermeniler’in çoğunluğa sahip gösterilmesine ve tarihî haklar bakımından onlara öncelik tanınmasına çalışanların, ilmî ve tarihî vesikalarla dünya kamuoyunu aldatmak hususunda başarı kazanmaları ve bir de Müslüman halkın Ermeniler’i katliâm eder vahşiler olduğu iftirasının bir hakikat gibi kabulü halinde gerçekleşebileceği düşüncesi hakim oluyor. Bu itibarla cemiyet aynı sebep ve vasıtalara dayanarak millî ve tarihî hakları savunmağa çalışıyor.”
Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti başkanlığına Mahmut Nedim Bey getirildi.
Bu kuruluş yaptığı birkaç toplantıdan sonra aşağıdaki esasları savunmağa karar verdi: 1-Doğu vilâyetleri bir Türk memleketidir. Bu bölgede Ermeniler öteden beri çok küçük bir azınlıktır. 2-Elli yıldan beri Ermeniler bu bölgede çeşitli siyasî öldürmeler ve komitecilikle Müslümanlar’ı müdafaa zorunda bırakmışlardır; teşebbüs ve öncelik onlardan gelmiştir.
Cevat (Dursunoğlu) Bey, cemiyetin çalışmalarını İstanbul’dan Erzurum’a taşımak istiyordu. Erzurum, doğunun merkezi olarak, cemiyet çalışmalarına daha uygun idi. Ayrıca, Doğu Anadolu Bölgesi’nin illerini savunmak hakkı, bu bölgenin insanlarının olmalı idi. Bu sebeple Cevat Bey, cemiyet merkezinden Erzurum’da bir şube açabilme yetkisini aldı. Şubat 1919’da bunu gerçekleştirebilmek üzere Erzurum’a geldi.
Cevat Bey, burada girişimlerde bulundu. Yaptığı görüşmeler sonunda, 06 Mart 1919’da Doğu Anadolu Müdafaayı Hukuku Milliye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi Geçici Kurulu ilk toplantısını yaptı. Kuruluş ve amaçlarını anlatan bir bildiri yayınladılar.
“Vilâyat-i Şarkiye Müdafaayı Hukuku Cemiyeti” (Doğu Vilâyetleri Millî Hakları Koruma Derneği)’nin Erzurum Şubesi, 10 Mart günü Valilik iznini alarak resmen açıldı.
Geçici Kurul, 06 Mart toplantısında hazırlanan bildiriyi Valiliğin izninin alındığı 10 Mart’ta bütün Doğu illerine göndermiştir.Bildiride Doğu illeri üzerinde Ermeniler’in hak iddiaları, nüfus, kültür, tarih ve coğrafya bakımından red edilmekte, iddia edildiği üzere Doğu’da Ermeniler’in değil, Türkler’in zulüm gördüğü özellikle vurgulanmaktadır.
İtilâf Devletleri tarafından “Vilâyat-ı Sitte-Altı İl” (Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarıbekir ve Sivas) Ermeniler’e vadedildiği için, cemiyet tarafından önce bu illerde teşkilât kurularak düşünce ve eylem birliği sağlanmasına çalışıldı. Geçici Kurul üyesi Süleyman Necati (Güneri) Bey’in yayınlamakta olduğu “Albayrak” gazetesi, her sayısında Türk-Kürt birliğini, gelecek felâketin her iki kardeş kavmi yok edeceğini savunmuştur. Bu aşamada, bölgedeki askerî birliklerin komutanları ile de temas sağlanarak amaca ulaşmada silahlı savunmanın temeli atılmıştır.
Tüzüğünün 2’nci maddesine göre cemiyetin amacı aşağıda gösterilmiştir:
“Kanun çerçevesi içinde bütün ahalinin millî ve siyasî haklarının serbestçe gelişmesini hazırlamak, Müslüman ahalinin tarihi haklarını medenî dünya önünde savunmak, işlenen cinayetlerin tarafsız bir şekilde soruşturulmasını ve kabahatlilerin cezalandırılmasını sağlamak...”
Cemiyetin Erzurum şubesi kurulunca, çalışmalarını çevredeki il ve ilçelerine duyurdu. Fakat kurucular ekseriya yaşlı kişilerden oluştuğu için cemiyet çalışmaları ağır gidiyordu. Bunun üzerine üyeler yeniden toplanarak konuyu görüştüler. Toplantıda bulunan Baytar Nedim Bey, cemiyetin yeni ve genç arkadaşlarla güçlendirilmesini teklif etti. Nedim Bey’in bu teklif kabul edildi. Yaşlı üyeler üyelikten çekildiler. Cemiyetin yeni yönetim kurulu şu kişilerden yeniden kuruldu:

Reis : Raif Efendi
Kâtip : Dursunoğlu Cevat
Muhasebeci : Emekli Binbaşı Süleyman
Üye : Emekli Binbaşı Kâzım
Üye : Albayrak Gazetesi sahibi Necat (Kiğılı)
Üye : Namık Efendioğlu Ahmet
Üye : Avukat Hüseyin Avni (Kiğılı)
Üye : Hacı Recepoğlu Hacı Hafız
Üye : Kırbaş Fevzi
Üye : Eski Evrak Müdürü Maksut
Üye : Avukat Nedim
Üye : Baytar Nedim.




MUSTAFA KEMAL PAŞA SAMSUN’DA

Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra, İngilizler’in baskısıyla ordu komutanlarımız İstanbul’da toplandı. Komutanlar bu durumdan hoşlanmadılar. Sık sık bir araya gelerek vatanın ve milletin kurtuluşu için neler yapılabileceğini görüştüler. Bunlar arasında Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları önemli bir gruptu. Bu konuşmalar arasında en önemli konu, İstanbul Hükümeti’nin görevini yapamadığı, vatanın kurtuluşu için milletin teşkilâtlandırılması ve bunun için Anadolu’ya geçilmesi idi.
Kâzım Karabekir Paşa, kendisini Erzurum’da bulunan 15’inci Kolordu Komutanlığı görevine tayin ettirdi. İstanbul’dan ayrılmadan önce Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret etti. Erzurum’a gideceğini söyledi. Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’e, “Anadolu’ya geliniz. Başımıza geçiniz. 15’inci Kolordu ile emrinizde olurum” diyerek ayrıldı.
Bu günlerde Samsun ve çevresinde bazı eşkıyalık ve cinayet haberleri İstanbul’a geliyordu. Bu haber, İngilizler’i ve Osmanlı Hükümeti’ni rahatsız ediyordu. Konuyu yerinde incelemek kararı alındı. Damat Ferit Paşa Hükümeti, bu konuyu incelemesi için Mustafa Kemal Paşa’yı görevlendirdi. Bu konuda bazı tavsiyeler önemli rol oynamıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın her ortamda, düşüncelerini yüksek sesle söylemesi, hükümet üyelerini rahatsız etmekteydi. Mustafa Kemal’i İstanbul dışına göndermek için bir bahane arıyorlardı. O bahane de bulunmuştu.
Mustafa Kemal Paşa bu görevi memnuniyetle kabul etti. Halbuki daha önce İngiliz Generali Allenby’nin, Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın yerine teklif ettiği 6’ncı Ordu Komutanlığı görevini kabul etmemişti. Ama, Anadolu’ya geçeceği için Samsun bölgesindeki görevi kabul etmekte bir sakınca görmemiştir ve hiç tereddüt dahi etmemiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da rahat gezmesi, İtilâf Devletleri’nin dikkatini çekmeden olayları incelemesi için kendisine 9’uncu Ordu Müfettişliği görevi verildi. Mustafa Kemal Paşa’nın şahsî gayretleriyle Müfettişlik yetkileri oldukça geniş tutuldu. Doğu’da pek çok ilin yöneticisine ve oralarda bulunan komutanlıklara doğrudan emir verebilecekti. Mustafa Kemal Paşa, bu yetkileri, Anadolu’da Millî Mücadele hareketini başlatmak amacıyla kullanacaktı.
Mustafa Kemal Paşa, Müfettişlik Karargâhı’nı kurup, 16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan ayrıldı. Bandırma Vapuru ile yapılan 3 günlük zorlu yolculuktan sonra 19 Mayıs Perşembe günü Samsun’a geldi. Samsun, ilk işaretin verildiği yerdir. Mustafa Kemal Paşa, burada gelişmeleri inceledi, gerekli yerlere raporlar ve talimatlar verdikten sonra, kendisini ve arkadaşlarını güvene almak amacıyla Anadolu içlerine doğru hareket etti. 25 Mayıs günü Havza’ya hareket etti. Havza, Samsun’dan sonraki ilk durak ve önemli kararların alındığı bir merkezdir. 28 Mayıs genelgesi önemli bir belgedir. Milletin kaynaşması, galeyanı, milletin bir bütün olarak tek hedefe yönelmesini sağlamıştır. Mustafa Kemal Paşa, Havza’dan itibaren askerî birliklerin başında bulunanlarla haberleşti, yaptığı yazışmalarla halkı uyarmış, milletin teşkilâtlanması için çaba harcamıştır.
İngilizler, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da kalabalık bir karargâh ile gezmesini tehlikeli gördükleri için İstanbul’a çağrılmasını istediler. Bu baskı üzerine Harbiye Nazırlığı (Savaş Bakanlığı), kendisini İstanbul’a çağırdı.
Mustafa Kemal Paşa 12 Haziran 1919 günü Amasya’ya geldi. Amasya, Millî Mücadele’nin temel kararlarının alındığı bir yerdir. Amasyalılar Mustafa Kemal Paşa’yı coşkuyla karşıladılar. Sevgilerini açıklamaktan korkmuyorlardı. 13 Haziran günü Sultan Bayezıt Camii vaizi Abdurrrahman Kâmil Efendi, “Tek kurtuluş yolu, halkın doğrudan doğruya egemenliğini eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın çevresinde toplanarak yurdu kurtaracağız” diyerek Mustafa Kemal Paşa’yı kurtarıcı ve başbuğ olarak göstermiştir.
14 Haziran günü Amasya’da Müdafaai Hukuk Cemiyeti kuruldu.
21/22 Haziran gecesi ise Millî Mücadele’nin temel kararlarının alındığı toplantı yapıldı. Toplantı sonunda “Amasya Tamimi” hazırlanarak yayınlandı. Bu toplantıya Mustafa Kemal Paşa, Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Bey katılmışlardır. Kâzım Karabekir Paşa katılamamış, ama haberleşilerek alınan kararlar duyurulmuştur. Ayrıca burada alınan kararlar arasında en önemlisi, askerî ve millî teşkilâtın hiçbir suretle yürürlükten kaldırılamayacağı, yok edilemeyeceği kararıdır. Buna göre, komuta hiçbir suretle terk ve başkasına bırakılmayacaktı. Silah ve mühimmat elden çıkarılmayacak, vatanın herhangi bir yerinde olabilecek düşman işgali karşısında birlikte hareket edilecekti.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 26 Haziran’da Amasya’dan ayrıldı. Olaylı bir Sivas yolculuğundan sonra 28 Haziran günü sabahı Erzurum’a doğru yola çıktı. 2 Temmuz günü, 1918’de kaçan Ermeniler’in yaktığı, Müslüman ahaliyi katlettiği, şimdi harabeye dönmüş gibi görünen Erzincan’a geldi. Burada, Padişah’tan, İstanbul’a dönmesini isteyen bir telgraf aldı. Mustafa Kemal Paşa yolundan dönmedi. Kâzım Karabekir Paşa’ya bildirdiği gibi 3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a geldi.

MUSTAFA KEMAL PAŞA ERZURUM’DA

Mustafa Kemal Paşa, 15’inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir’in Erzurum’a gelmesi için yaptığı çağrıya uyarak, 03 Temmuz günü Erzurum’a geldi. Yanında Hüseyin Rauf (Orbay), Albay Kâzım (Dirik), Dr. Refik (Saydam), Hüsrev (Gerede), Süreyya (Yiğit), başyaver Cevat Abbas (Gürer), yaver Muzaffer (Kılıç) ve diğer Müfettişlik Karargâhı elemanları vardı.
15’inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Erzurum Valisi Münir (Akkaya), Doğu Vilâyetleri Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Başkanı Hoca Raif ve cemiyet üyeleri, Mazhar Müfit (Kansu) ve Erzurum’un ileri gelenleri Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını Ilıca’da karşıladılar.
Ilıca’da otomobilinden inen Mustafa Kemal Paşa, Lâzım Karabekir’le kucaklaştıktan sonra, karşılayıcılarla birlikte birer birer tanıştırıldı.
Cevat Dursunoğlu o günü şöyle anlatmaktadır:
15’inci Kolordu Erkân-ı Harbiye’siyle birlikte Müdafaai Hukuk Heyeti Mustafa Kemal Paşa’yı ve yanındakileri Ilıca’da karşıladı.
Erzurum’un ananeleşmiş, eski ve güzel bir adeti vardı. Batı semtinden gelen misafirlerini şehrin göründüğü nokta olan Ilıca’da karşılar. Ovanın başından Kale’ye kadar kendisine yol arkadaşlığı eder. O gün de öyle oldu. Mustafa Kemal Paşa arkadaşları ile birlikte ikindi üstü Ilıca’ya varmışlardı. Kaplıcaların önündeki birkaç cılız söğüdün gölgesinde misafirlere kahve sunuldu.
Buradaki sohbette Mustafa Kemal Paşa sözü hep millî hareket etrafında dolaştırıyordu. Gözleri Ilıca’nın batısındaki sırtlara kaydı. Buradan aşağı inen bir adam güneşle birlikte irileşip heykelleşiyordu. Mustafa Kemal’in dalarak oraya bakması üzerine herkes aynı noktaya döndü. Bu heykelleşmiş gövdenin ardından beş on kağnı ile kadınlı erkekli 30 kişilik bir muhacir kafilesi belirdi. Önde yürüyen adam yaklaştı. Gür ve ak sakalı göğsünü kaplayan dinç bir ihtiyardı bu. Yaklaştı, yaklaştı... Misafirlerin yanında durdu. Mustafa Kemal Paşa, ayakta tunçlaşmış gibi duran ihtiyarın hatırını sordu ve aralarında şu konuşma geçti:
-Ağa, böyle nereden geliyorsun?
-Paşa’m, Rus gelirken muhacir olmuştum, Çukurova’da idim. Şimdi köyüme dönüyorum.
Mustafa Kemal Paşa burada bir an durdu, düşündü ve durumun nezaketini anlatarak kendisinin Erzurum’da sıkıntı çekeceğini anlatmak istedi. Bunun üzerine şöyle devam etti.
-Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi?
Ağa derhal karşılık verdi:
-Hayır Paşa’m, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz biçiyor. Allah millete zeval vermesin. Bize tarla da verdiler, çayır da... Hamdolsun uşaklar da çalışkandırlar. Değil Çukurova’da taştan bile ekmeklerini çıkarırlar. Geçimimiz Padişah’ta bile yoktu. Rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki, İstanbul’daki “ırzı kırıklar” bizim Erzurum’u Ermeniler’e vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu “namertler” kimin malını kime veriyorlar?
Bu söz üzerine Mustafa Kemal Paşa yanındakilere dönerek:
-“Bu milletle neler yapılmaz?” dedikten sonra ihtiyarla vedalaştı. Bu ihtiyar, Erzurum’un 1903 ve 1906 ihtilâllerine adı karışmış yiğit Mezararkalı Mevlût Ağa idi.
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’a gelişlerini şöyle anlatmaktadır:
“Bir haftalık yorucu bir otomobil yolculuğundan sonra, 03 Temmuz 1919 günü halkın ve askerin cidden samimî gösterileri arasında Erzurum’a girildi.”
Ilıca’daki karşılamadan sonra hep birlikte Erzurum’a geldiler.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Erzurum’da bir görüşme yaparlar. Bu görüşmede, millî hareketin şartları ve “lider”liği konuşuldu. Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmeyi şöyle anlatır:
“Komutan, Vali ve Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Erzurum şubesiyle temasa gelindi.
Vali Münir Bey, İstanbul’ca azledilmişti. Hareket etmeyip Erzurum’da kalması hakkında gönderdiğim haber üzerine henüz Erzurum’da bulunuyordu. Bitlis Valiliği’nden ayrılıp İstanbul’a gitmek üzere Erzurum’dan geçen Mazhar Müfit Bey de, aynı şekilde Erzurum’da beni bekliyordu.
Bu iki Vali Beyler ile 15’inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve beraberinde bulunan Rauf Bey, eski İzmit mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhıma mensup Kurmay Başkanı Kâzım Bey ve Kurmay Hüsrev Bey, Doktor Refik Bey arkadaşlarımla ciddî bir görüşme yapmayı uygun buldum. Kendilerine umumî ve hususî durumu,tutulması mecburî olan yolu anlattım. Bu münasebetle en elverişli durumları ve umumî, şahsî tehlikeleri, her ihtimale karşı katlanılması zarurî olan fedakârlığı izah ettim. Bir de “millî gaye için ortaya atılacakların bugün yok edilmesini düşünen yalnız Saray, hükümet ve yabancılardır. Fakat bütün memleketin aldatılmasını ve aleyhimize çevrilmesini de ihtimal dahilinde görmek lâzımdır. Lider olacakların, her ne olursa olsun, gayeden dönmemesi, memlekette barınabilecekleri son noktada son nefeslerini verinceye kadar, gaye uğrunda fedakârlığa devam edeceklerine işin başında karar vermeleri icab eder. Kalplerinde bu kuvveti hissetmeyenlerin teşebbüse geçmemeleri elbette daha hayırlıdır. Zira bu takdirde, hem kendilerini, hem de milleti aldatmış olurlar.
Bir de söz konusu görev, resmî makam ve üniformaya sığınarak, el altından yürütülebilir cinsten değildir .Bu tarzın bir derecesi olabilir. Fakat, artık, o devir geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve milletin hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün milleti, bu sese iştirak ettirmek lâzımdır.
Benim azlolunduğuma ve her türlü akıbete mahkûm bulunduğuma şüphe yoktur. Benimle açıkça işbirliği yapmak, aynı akıbetleri şimdiden kabul etmek demektir. Bundan başka, bahis konusu ettiğimiz şartların istediği adamın, bir çok bakımlardan da, mutlaka benim şahsım olabileceği gibi bir iddia mevcut değildir. Yalnız, herhalde, bu memleket evlâdından birinin ortaya atılması zarurî olmuştur. Benden başka bir arkadaşı dahi düşünmek mümkündür. Yeter ki o arkadaş, bugünkü durumun kendisinden istediği tarzda hareketi kabul etsin!” dedim.
Bu açıklama ve izahlardan sonra, hemen karar vermek doğru olamayacağından bir müddet düşünmek ve özel görüşmeler yapabilmek için müzakereye son verdiğimi bildirdim.
Tekrar toplandığımızda, işin başında benim devam etmemi ve kendilerinin bana yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir arkadaş, Münir Bey, ciddi mazereti dolayısıyla bir zaman için kendisinin fiilî vazifeden affını rica etti. Ben şeklen vazife ve askerlikten istifa etmiş olsam bile bundan sonra da, tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi üst komutanmışım gibi emirlerimin yerine getirilmesinin, başarı için temel şart olduğunu belirttim. Bu nokta, tamamen tasvip ve tasdik olunduktan sonra toplantıya son verildi.

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLİK
GÖREVİNDEN AYRILMASI

Mustafa Kemal Paşa’nın kalabalık bir Müfettişlik Karargâhı ile Anadolu’nun iç bölgelerinde gezmesi, komutanlara, valilere, mutasarrıflara genelgeler yayınlaması İngilizler’i rahatsız etti.Bu hareket, açıktan açığa İngilizler’i ve Fransızlar’ı hesaba almamak idi. Vatanın her köşesini işgal etme yetkisini kendisini görenlere ve işgal edenlere karşı bir isyan idi. İngilizler, Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne baskı uygulayarak Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geri çağrılmasını istediler. Haziran ayında Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı), Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) ve Padişah imzasıyla bu istekler Mustafa Kemal Paşa’ya duyuruldu. Bu telgraflar geldikçe Mustafa Kemal Paşa Anadolu içlerine doğru hareket etti. Son olarak Erzurum’a geldiği gün, Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Vekili Saffet Bey, Sadaret (Başbakanlık) Makamı’na bir yazı göndererek İngiliz Yüksek Komiserliği’nin Birinci Yardımcısı Huller’in, Ordu Müfettişlikleri’nin kaldırılmasını, Samsun’a gönderilen Mustafa Kemal Paşa ile Konya’da bulunan Cemal Paşa’nın geri çağırılmasını istediğini bildirdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da başlattığı hareketin en önemli silahı telgrafhaneler idi. Bu haberleşme ağı sayesinde Anadolu hareketinin önderi olmuştur. Her köşe ile yakın temas kurabilmiştir. Oralardan haber alıp talimatlar vermiştir. Ayrıca Refik Halit’in bir kararı üzerine İstanbul ile Anadolu’nun resmî haberleşmesini kesmişti. Telgrafhaneleri serbestçe kullanması, Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit (Karay) Bey’i huzursuz ediyor ve sıkıntı veriyordu. Bu sebeple İçişleri Bakanlığı’ndan, hiç beklenmeden ve derhal bu durumun sona erdirilmesini istedi.
Mustafa Kemal Paşa Erzurum’a gelişinin ertesi günü, yani 4 Temmuz 1919 günü, Sultan Vahdettin’in tahta geçişinin birinci yıldönümünü tebrik etmek için telgraf çekmek istedi. Erzurum Telgrafhanesi’ne Başyaveri Yüzbaşı Cevad Abbas (Gürer) ile bir telgraf gönderdi. Ancak Erzurum Telgrafhanesi Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafını kabul etmedi. Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit’in emrine uyan Erzurum Posta ve Telgraf Başmüdür Vekili Hâlid ve Telgraf Müdürü İbrahim Efendiler Mustafa Kemal Paşa’nın bu “Tebrik Telgrafı”nı kabul etmediler. Bunun üzerine, her ikisi de tevkif edilip, Kolordu “Divan-i Harbi”nde sorguya çekildiler.
Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin’in tahta çıkış yıldönümünü tebrik eden telgrafını almayan Erzurum Telgrafhanesi’ni Valiliğe şikâyet etti.
Bu günlerde İngilizler’in ve İstanbul Hükümeti’ nin baskılarına dayanamayan 2’nci Ordu Müfettişi Cemal Paşa İstanbul’a dönmüştü. Arkasından Refet Bey görevini bırakıyordu. Mustafa Kemal Paşa, 05 Temmuz günü, Ankara’da 20’nci Kolordu Komutanlığı’na gönderdiği şifre ile hiç kimsenin görev yerini terk etmemesini istedi.
Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey, 06/07 Temmuz gecesi makine başında görüştüler. Refik Halit, “Mustafa Kemal Paşa’nın icabına bakıldı. İstanbul’a getirilecek. Cemal Paşa’nın da hakkında yapılacak muamele hazırdır.” Dedi.
Bu görüşme, 09 Temmuz günü Konya’daki İkinci Ordu Müfettişliği Şifre Müdürü Hasan Bey aracılığıyla Mustafa Kemal Paşa’ya bildirildi.
Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da Ali Fuat Paşa’ya, 07 Temmuz günü, Anadolu’da ve Rumeli’de bulunan bütün ordu ve kolordu komutanlarına, ilgililere bir genelge göndererek bazı önemli açıklamalarda bulundu. Mustafa Kemal Paşa bu genelgesiyle İstanbul ile Anadolu arasındaki çizgiyi daha belirli olarak çizmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın genelgesi şöyledir:
“1-İstiklâlimizi korumak uğrunda kurulmuş ve teşkilâtlanmış olan Millî kuvvetlere hiçbir şekilde müdahale edilemez. Devlet ve milletin mukadderatında, millî irade söz sahibi ve hâkimdir. Ordu, bu millî iradeye tâbi ve onun hizmetindedir.
2-Müfettiş ve komutanlar, herhangi bir sebeple komutanlıktan uzaklaştırıldıkları takdirde, yerlerine geçecek kimseler, birlikte çalışabilecek vasıflara sahip bulunursa, komutayı bırakacaklar, fakat selâhiyet bölgelerinde kalarak millî vazifelerini yapmaya devam edeceklerdir. Aksi takdirde, yeni bir ikinci İzmir hadisesine meydan verebilecek kimselerin tayini halinde komutanlık asla terk olunmayacak ve bütün müfettiş ve komutanlar tarafından, kendilerine emniyet ve itimat edilmediği ileri sürülerek, yapılan tayin reddolunacak ve kabul edilmeyecektir.
3-Memleketimizi kolayca işgal maksadıyla İtilâf Devletleri tarafından yapılacak baskılar neticesinde, hükümet, herhangi bir askerî birliği ve millî teşkilâtımızı dağıtmak için emir verirse, kabul edilmeyecek ve yerine getirilmeyecektir.
4-Hedef ve gayesi, millî istiklâlini kurtarmak olan Müdafaa-i Hukuk-i Millîye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nin ve teşebbüslerinin zaaf ve başarısızlığına sebep olacak herhangi bir tesir ve müdahaleyi ordu kesinlikle önleyecektir.
5-Devlet ve milletin istiklâlini kurtarmak uğrunda devletin bütün sivil memurları, Müdafaa-i Hukuk-i Milliye ve Redd-İlhak Cemiyetleri’nin ordu gibi meşru yardımcılarıdır.
6-Vatanın herhangi bir bölgesine saldırılması halinde, bütün millet, haklarını savunmağa hazır bulunduğundan, bu gibi hadiseler olduğundan, işbirliği için derhal her taraf birbirini süratle haberdar ederek müşterek hareket edilmesi sağlanacaktır.”

Bu genelge, millî hareketin temel ilkelerini açıklaması açısından önemlidir. Milletin geleceği konusunda millet karar verecektir. Millî kuvvetlere karışılamaz. Komutanlar görevlerinden ayrılmayacaklar- dır. Devletin ve milletin geleceğini kurtarmak için bütün sivil memurlar millî derneklerin yardımcılarıdır. Bölge savunması yerine ülke savunması yapılacaktır.
Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul arasındaki haberleşmeler sonuç vermedi. İngiliz baskısına dayana- mayan hükümet Mustafa Kemal Paşa’yı ısrarla İstanbul’a çağırdı. Kâzım Karabekir Paşa’ya tutuklanarak gönderil- mesi için emirler verdi. Mustafa Kemal Paşa gitmemek için direndi. Kâzım Karabekir Paşa da, Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanamayacağını bildirdi.
Mustafa Kemal Paşa 08/09 Temmuz gecesi İstanbul ile yaptığı son haberleşmeler sonunda çok sevdiği askerlikten istifa etti. 09 Temmuz günü, sivil bir vatandaş olarak uyandı. Hiçbir rütbe ve makamı kalmamıştı. Kendisinin en büyük korkusu; rütbesini kaybettikten sonra kamuoyunda öneminin azalması, liderlik özelliğinin ikinci plâna itilmesi gibi duygu dolu düşünceler ve insanların “rütbe”ye verdiği değerdi. Mustafa Kemal bunda haksız da değildi. İşte daha ilk gün, ilk hayal kırıklığını yaşadı; korktuğu başına geldi.
Mustafa Kemal, Kurmay Başkanı Albay Kâzım (Dirik) Bey’le oturmuş, resmî telgrafları elden geçiriyorlardı. İş bitip de Mustafa Kemal kahve ısmarladığı sırada, Kâzım Bey ayağa kalkarak sükûnetle: “Paşam”, dedi. “Ordudan istifa etmiş bulunuyorsunuz, artık sizin yanınızda göreve devam edemem. Müsaadenizle, Kâzım Karabekir Paşa’ya, bana başka bir askerî görev vermesini rica edeceğim. Bu evrakı kime devredebilirim?”
Mustafa Kemal’in yüzü bembeyaz oldu. Kâzım Bey’in bu davranışı onu öylesine sarsmıştı ki, sadece “Öyle mi, Beyefendi?” diyebildi. “Pekâlâ Beyefendi. Evrakı Hüsrev Bey’e devredebilirsiniz.” Sonra, çıkıp gidebileceğini söyledi.
Kâzım Bey, bir kabadayı davranışıyla, rap rap yürüyerek kapıdan çıktı. Mustafa Kemal büyük bir üzüntü içerisinde koltuğuna çökmüştü. Rauf Bey’e dönerek: “Görüyor musun, Rauf?” dedi. “Hakkım yok muymuş? Mevki ve rütbe sahibi olmanın ne kadar önemli olduğunu görüyorsun. Yanımda o kadar ciddiyetle çalışmış olan bir adamın şu davranışı, düşüncemin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor... Kendisini uzun zamandan beri gayet yakından tanımışımdır. Hiç bu kadar endişeye kapıldığını görmemiştim.”
Rauf Bey, onu yatıştırmaya çalıştı. Ordudan ayrılmış olması, ne kendisine karşı duyulan saygıyı,ne de etkisini azaltabilirdi. “Mücadelemize girişmeden önce bu çeşit zayıf unsurlardan kurtulmamız daha iyi olur” dedi.
Mustafa Kemal: “Duygu bakımından belki haklısın.” Diye cevap verdi. “Ama pratik noktadan değil. İnşallah bu, buna benzer hareketlere bir başlangıç teşkil etmeyecektir.” Hiç âdeti olmayan bir umutsuzlukla ilâve etti: “Seninle bana, yapılacak bir tek iş kalıyor. O da ayaklar altında ezilmemek için emin bir yere çekilip saklanmak.”
Rauf Bey böyle düşünmüyordu. Ordudan istifası, Mustafa Kemal’in itibarını daha da arttırabilirdi. Kâzım Karabekir Paşa ona, kendilerine önderlik edebilecek tek adam olarak bakıyor, şimdiye kadar olduğundan daha fazla sevgi ve saygı gösteriyordu. Ama, Mustafa Kemal derin bir umutsuzluğa kapılmıştı. “İnşallah öyle olsun” diye cevap verdi. Sonra birden patlayarak: “Şu Allah’ın belâsı Amerikan mandası mıdır, nedir, varsın bir ayak önce kabul etsinler de memleket bu karışıklıktan kurtulsun!” dedi.
Yaveri içeri girerek Kâzım Karabekir Paşa’nın kendisini görmek istediğini söyledi. Mustafa Kemal’in gözlerinde endişeli bir bakış belirdi. Harbiye Nezareti’nin kendinden boşalan yeri Kâzım Karabekir Paşa’ya teklif etmiş olduğunu biliyor ve şimdi bunu kabul etmiş olmasından çekiniyordu. Acı acı gülümseyerek Rauf Bey’e: “Görüyor musun, hakkım varmış?” dedi. Yavere de, Paşa’yı içeri almasını söyledi.
Kâzım Karabekir, odaya, âmirinin karşısına çıkan bir subay tavrıyla girdi. Mustafa Kemal’i hazır ol durum alarak, resmî şekilde selâmladı. Sonra: “Size maiyetimdeki subay ve erlerin saygılarını iletmeye geldim” dedi. “Geçmişte olduğu gibi, şimdi de saygı değer komutanımızsınız. Size makam arabanızı ve süvari muhafız kıtanızı getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz, Paşam!”
Mustafa Kemal Kâzım Paşa’yı kucakladı, iki yanaklarından öptü, üst üste teşekkür etti.
Aynı anda, iki Kâzım tarafından sergilenen bu olay, Anadolu hareketinin geleceğini şekillendirmiştir. 15’inci Kolordu Komutanlığı’na atandığı zaman İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ederek Anadolu’ya gel, başımıza geç, diyen Kâzım Karabekir idi. İstanbul’dan getirdiği Kurmay Başkanı Kâzım (Dirik) Bey’in “birlikte çalışamayız” diyerek bozduğu moralini, hemen az sonra gelen Kâzım Karabekir Paşa’nın “Hepimiz emrinizdeyiz” sözleriyle düzeltmiştir. Mustafa Kemal, bu andan itibaren Millî Mücadele’nin sivil lideri olarak görevini yapacaktır.

KONGRE KARARI

Erzurum Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti, kendi kongresini yapmadan önce, 30 Mayıs 1919 tarihinde, Doğu illerinin birliğinin sağlanması için bir kongre yapmasını teklif etti.
Erzurum Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti; Trabzon Muhafazai Hukuku Milliye Cemiyeti ile Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis, Van, Erzincan Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti şube başkanlıklarına gönderdiği yazıda, birlik içinde olunması için doğu illerinin Erzurum veya diğer bir yerde kongre için toplanması gereğini bildirdi. Erzurum’un Ermeniler’e bırakılacağı söylentilerine karşılık kongrenin bu şehrimizde yapılmasını Trabzon Cemiyeti’nin teklif etmesi üzerine kongrenin Erzurum’da yapılmasına karar verildi. Bu karar diğer doğu illerine bildirildi.
“Vilâyat-ı Şarkiye-i Müdafaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti”nin Erzurum Şubesi’nin Birinci Kongresi 17 Haziran’da yapıldı. Kongre, çalışmalarını 25 Haziran’da sona ermiştir.
Bu kongreye Erzurum’a bağlı “sancak ve kazalardan gelen” 21 delege katılmış ve bunlara Erzurum merkezinin hazırladığı bir rapor sunulmuştu. Bu raporda iç ve dışta yapılan Ermeni propagandası ile Kürdistan hürriyeti meseleleri incelenmekte ve İstanbul’da Noradonkiyan adındaki Ermeni’nin başkanlığında toplanmış olan ilmî bir cemiyetin iddiaları çürütülmekte idi. Çünkü Noradonkiyan’ ın başkanlığındaki bu cemiyet, Ermeniler’le Kürtler’i bir ırktan sayıyor ve Kürtler’e Ermeni harflerini kabul ettirme gayretini güdüyordu. İşte Erzurum’da toplanan ve beş gün çalışan bu kongre Ermeniler’in bu iddialarını da tartışmış ve “Osmanlı camiasından” ayrılmamak, bunun için her türlü fedakârlığa katlanmak, Ermeni istilâsını şiddetle karşılamak, bu sebeple de, “Bekçi teşkilâtı adı altında halkı silahlamak,” köylerin ve mahallelerin 1884-1894 doğumlularını “seyyar kuvvet”, 1869-1884 doğumlularını ise “sabit kuvvet” olarak teşkilâtlandırmak, bunlardan vakti hali yerinde olmayanlara silah verilmek, düşman istilâsından dolayı dağılmış olan okulları ve bu arada öğretmen okulunu yeniden açmak ve Müslümanlar’ın bulundukları topraklardan göç etmelerini önlemek gibi önemli kararlar almıştı.
Bu kongre Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin Erzurum şubesinin kongresidir. Bu kongre, Erzurum ilinin kongresidir. Daha sonra yapılması düşünülen kongre ise Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki illeri içine alan bir bölge kongresidir. İstanbul Hükümeti ve İngilizler bu kongrenin toplanmasını istemiyorlardı. Engellemek için bazı girişimlerde bulunabilirlerdi. Öyleyse buna karşı boş bulunulmamalıydı. Bazı tedbirler alınmalıydı. Mustafa Kemal 09 Temmuz günü, herhangi bir İngiliz müdahalesine karşı polisin ve jandarmanın tedbir almasını, hazırlıklı bulunmasını Mazhar Müfit Bey’den istedi.
Mustafa Kemal, Mazhar Müfit Bey’e şu görevi verdi:
“Şimdi sen çık, polis müdürü ile jandarma kumandanını gör. Kongrenin yarın toplanamayacağı muhakkak olmakla beraber, yarın veya herhangi gün toplanacak olursa olsun İngilizler tarafından müdahale vâki olduğu takdirde mâni tedbir almalarını kendilerinden talep et. Bununla beraber ben şahsen müdahale ihtimalini zayıf görüyorum. Bilhassa bunun içindir ki, işi abartmadan anlat, anlamalarını temin et ve mahremi- yetine dikkat göstermelerini de hatırlatmayı unutma.”
Daha önce plânlandığı için Erzurum Kongresi 10 Temmuz’da toplanması gerekiyordu. Ama bazı delegeler yetişemediği için ertelendi. Bu ertelenme, Erzurum’da bir güzel olayın oluşmasına sebep oldu. Bugün, Mustafa Kemal’e, Vilâyatı Şarkîye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi’nin başına geçmesi istendi.
Mustafa Kemal bunu şöyle anlatmaktadır:
“Efendiler, askerlikten istifamdan sonra, Erzurum halkının tamamı ve Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin Erzurum şubesinin hakkımda pek bâriz bir surette gösterdikleri itimat ve samimiyetin bende bıraktığı unutulmaz hatırayı, burada alenen zikretmeği bir vecibe addederim.
Cemiyetin Erzurum şubesinden aldığım 10 Temmuz 1919 tarihli tezkerede “Cemiyetin başına geçmemi ve heyeti faale riyasetini kabul etmemi” teklif ediyorlar ve beraber çalışmak üzere tayin ve tefrik ettikleri beş zatın isimlerini bildiriyorlardı.

Bu beş zat Raif Efendi, emekli binbaşı Süleyman Bey, emekli binbaşı Kâzım Efendi, Albayrak gazetesi Müdürü Necati Bey, Dursun Beyzade Cevat Bey idi. Bahsettiğim tezkerede, Rauf Bey’in de heyeti faale riyaseti saniyeliğine intihap edildiği bildiriliyordu.”
Mustafa Kemal, cemiyet üyesi ve başkanı olduğuna göre, birkaç gün sonra toplanacak olan kongre konusunda fikir birliği sağlamak, yapılacak çalışmalar konusunda program yapmak gerekiyordu. Bunun için beş kişilik bir arkadaş grubunu toplayarak görüştü. Mustafa Kemal, aralarında Rauf Bey ve Cemiyet Kâtip üyesi Cevat (Dursunoğlu) Bey’in bulunduğu beş kişiyle görüştü.
Bu beş kişiden Sayın Cevat Dursunoğlu toplantıyı şöyle anlatmaktadır:
“Paşa o gün (10 Temmuz 1919) saat on altıda bu heyeti kalmakta olduğu evin büyükçe bir odasında genişçe bir masanın etrafında topladı. (Bu toplantıya Kâzım Karabekir Paşa da katılmıştı.) Masanın üzerinde bir Avrupa haritası ile birlikte her üyeye birer tane genelgeden birkaç nüsha vardı. Hepimiz bu yazıyı birer defa okuduk ve yerlerimizi aldık. Paşa masanın üstündeki haritanın başında bize dünyanın o günkü askerî ve siyasî durumunu en ince noktalarına kadar anlattı. Açıklama- larını bitirdikten sonra da Türkiye’nin o günkü durumuna geçerek Anadolu’da bir millî mukavemetin çok geçme- den başarıya erişeceği düşüncesi üzerinde ısrarla durdu. Paşa bu beyanında iki noktaya dayanıyordu: Birincisi Türk milletinin bağımsız yaşamak hususundaki azmi, ikincisi de büyük bir savaştan henüz çıkmış olan o zamanki galip devletlerin ikinci bir dünya savaşına giremeyecekleri düşüncesi idi. Paşa dört saat kadar süren bu oturumda sorulan çeşitli sorulara inandırıcı cevaplar verdi.
Mustafa Kemal Paşa; “...memleket ve Osmanlı İmparatorluğu batmıştır. Bir kısmı düşmanlar tarafından istilâ edilmiştir, bir kısmı da istilâ edilmek üzeredir. İstanbul’daki hükümetten bekleyecek bir şey yoktur. Eğer iyi bir mukavemet teşkilâtı kurabilirsek, elimizdeki orduyu da iyi düzenlersek, üç seneye kalmaz düşmanı denize dökeriz!” şeklinde konuşur. Orada bulunanlardan biri “Paşam, bunu gayet güzel buyurdunuz, elimizden geleni yapacağız. Ancak karşımızda bir dünya var, bir husumet dünyası var. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, diğer küçük devletleri saymayalım, bunlar kâfi. Bütün bunlara nasıl mukavemet edeceğiz. Anadolu’nun ise hali belli. Memleket yanmış yıkılmış, halk aç, ordusu dağılmış, silahı elinden alınmış, bunu nasıl becereceğiz?” diye sorar. Mustafa Kemal, gülümseyerek, “Zannettiğiniz gibi karşımızda bir husumet dünyası yoktur. Amerika çekildi. İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlara gelince, bunların hükümetleri de millî iradeye boyun eğer, yani bugünkü manası ile demokratik birer teşekküldür. Millî iradeye boyun eğen hükümetler, milletlerinin arzusu haricinde bir iş yapamazlar. Milletler de,savaştan bıkmışlardır. Ve biz de üç sene içerisinde Yunanistan’ın hakkından geleceğiz” cevabını verdi.
Erzurum Kongresi 10 Temmuz günü toplanacaktı. Ancak, çoğunluk sağlanamadığı için 23 Temmuz’a ertelendi.
Kâzım Karabekir Paşa, kongrenin ertelenişini şöyle anlatır:
Kongre Mustafa Kemal Paşa’nın idaresi ve Rauf Bey’in de dahil olması hakkındaki kararımız müşkülâta tesadüf etti ise de tavassutumla sona erdirildi.
Bu müşkülât şudur:
10 Temmuz 1919 Perşembe Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Erzurum Kongresi’ne girmek arzusuna karşı Erzurum’da toplanan delegeler itiraz etmişler. Ve benimle irtibat görevini yapan Hoca Raif Efendi’yle Necati Bey’i bana göndermişlerdir. Bu zatlar bana şunu söylediler:
1-Mustafa Kemal Paşa Hazretleri kongreye girmeleri arzusunu, heyetimiz kabul etmiyor. Sebebi; sineyi millete iltica ettiğini söylemesine rağmen henüz üniformasını arkasından ve Padişah yaveri kordonunu çıkarmıyor. Kongre üniforma ile idare edilecekse o makamda sizi görmek isteriz.
2-Henüz İstanbul Hükümeti’ne karşı cephe almıyor, onu tanıyor. Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul Hükümeti tard ettiğini ilân ediyor bu vaziyet nasıl uzlaşma olabilir.
Kendilerine şu cevabı verdim:
1-Daha ilk günden söylediğim gibi millî hareketimizin milletimizin ruhundan çıktığını medenî cihana göstermek lâzımdır. Sorumluluğunda askerî sıfatı bulunan bir zatın kongreyi idaresi bir generalin ayaklanması ile medenî milletler huzurunda kıymet ve ehemmiyet verilecek bir olay telâkki olunmaz. Henüz İstanbul Hükümeti’ne karşı cephe almamak noktai nazarında da bu şekil doğru olmaz. Bunun için Komutan olarak emrinizde sorumluluğuma düşen görevi yapmak millî harekâtın bir prestiji ve muvaffakiyetim bakışından da çok mühimdir. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne gelince askerlikten istifa etmiş bulunduğundan aramızda görev alması bu sakınılacak bir sebep değildir. Üniforma meselesi kendilerine nazikane söylenebilir.
2-İstanbul’un telâkkisine gelince aleyhimize bir sonuç vermez.
Bu konuşma Erzurum Mevkii Müstahkem Karargâhı’nda misafir bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın odasında bir kenarda ve odada Mustafa Kemal Paşa ve Rauf bulunurken hafif sesle Müdafaa-i Hukuk delegeleriyle aramda cereyan etmiştir. Raif Efendi ve Necati Bey kongre delegelerinin reyini almak için gittiler. Bu fasıla sırasında Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’e kongre heyetinin itirazlarını açıkça söyledim.
Çok meyus oldular (ümitleri kesildi):
“Dün askerî görevimden ayrıldım. Bugün de millî bir göreve alınmıyorum. Şu halde alelâde bir fert kaldım.” Kederli olmamalarını ve kendileri gibi bir enerji sahibini millî uğraşımızda ihmal edemeyeceğimizi söyledim.
Delegeler döndüler ve şu cevabı verdiler: Heyet reyini size vermiştir. Kararınız bizim için geçerli olacaktır.
Şu cevabı verdim:
Heyetimizin teveccühüne teşekkür ederim. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri gibi bir enerji sahibini millî uğraşımızda ihmal etmek doğru olamaz. Aranızda halledilebilir. Paşa’yı ve Rauf Bey’i delegelere takdim ve kongreye gireceklerini müjdeledim.
Ve delegeler in huzurunda millî harekâtımızın başından sonuna kadar bizden ayrılmayacakları hakkındaki vaatlerinin tekrar edilmesini rica ettim. Söz verdiler.
Ben de kendilerine bu vaatlerini senet kabul ettiğimizi bildiren bir mektup verdim. Kongrenin bugün açılması kararlaştırılmış idi. Ve delegelerin önemli bir kısmı da Erzurum’a gelmişti. Ancak Trabzon delegeleri 11 Temmuz 1919’da gelebileceklerdi. Daha uzaktakilerin de gelmeleri beklenerek Meşrutiyet’in ilân edildiği 23 Temmuz 1919’a bırakılması uygun bulundu.
Kâzım Karabekir Paşa, 13 Temmuz günü, Erzurum Kongresi öncesi Mustafa Kemal ve Rauf Bey’e birer yazı göndererek bağlılığını, sevgi ve saygılarını bildirdi.
“Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Hizmetleri ve özverisi bütün dünyaca kabul edilmiş bulunan ve ordu ile milletin övünme sebebi olan yüce kişiliğinizin görevden ayrılma zorunda kalışınızdan dolayı ben ve kolordum son derece üzgünüz. Yalnız kutsal millî davamız için savaşmaktan hiçbir an geri durulmayacağı yolunda verdiğiniz yüksek sözlerle teselli bulduğumuzu arz ile vatan ve milletimiz için her türlü çalışmada Yüce Tanrı’nın başarılar bağışlamasını diler, kolordumuzun özel yüksek saygılarını sunarım, efendim.
15. Kolordu Komutanı
Kâzım Karabekir.”

Erzurum’da yayınlanan Albayrak Gazetesi, 14 Temmuz günü, Mustafa Kemal’in istifasını duyurdu. Onun milletin bir ferdi olarak halkının arasına girmesini Kiğılı Süleyman Necati şöyle anlatıyordu:
“Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin yukarıya dercettiğimiz istifanamesi bir azim ve iman belgesidir. Millete henüz eski kanın sönmemiş olduğunu gösterir muazzam hüccettir. Anafartalar’da Doğu millî tarihinin nesli hazırda beklemekte olduğu mukaddes görevi âlâ ve yücelten bu muhterem komutanı bugün millî mücadelenin başında görmek mesut bir sahnedir. Kemali azim ve imanla Müdafaai Hukuki vatana hasrı vücut eden Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında millet pak, nezih, parlak bir hâle teşkil etmektedir. Böyle temiz ve fedakâr ruhların birleşmesinden milletin hürriyet ve istiklâli gibi iki mukaddes nurun doğacağı şüphesizdir. Azim ve iman, her güçlüğe hiç düşünmeden saldırmaya kâfidir.”
Şimdi Erzurum’da, daha sonra Sivas’ta yapılacak kongreler için 3. Kolordu çok önemli idi. Refet Bey bu önemli birliğin komutanlığını Selâhattin Bey’e bırakıp Sivas’tan ayrılmıştır. Mustafa Kemal de bu kritik ortamda 3’üncü Kolordu’ya güvenmeliydi. Bunun için Albay Selâhattin Bey’in düşünceleri önemliydi. Karar vermek için bu gerekliydi. Mustafa Kemal, bunu Refet Bey’den istedi.
Konya Valisi Cemal Bey, İstanbul Hükümeti’nin adamı idi. Erzurum Kongresi hakkında kendisine bazı bilgiler gelmişti. Bu bilgileri teyit etmek için, 19 Temmuz günü, İkinci Ordu Müfettişliği’ne gönderdiği yazı ile Doğu’da bir kongre toplanacağı haberi konusunda açıklama istedi.
Konya Valisi Cemal Bey, aynı gün bu bilgiyi Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya haber verdi. Sadrazam Damat Ferit, Konya Valisi’nin Anadolu’da bir kongre toplanacağı haberine vakit geçirmeden cevap vererek, böyle bir toplantının men edilmesini istedi.
Sadrazam Damat Ferit Paşa, Cemal Bey’e verdiği cevapta, Paris’te bulunduğu süre içinde Anadolu’da meydana gelmiş olan karışıklıktan dolayı teessüflerini bildirdi ve Anayasa’ya göre Yasma Meclisi’nin ancak İstanbul’da Padişah’ın “Marifetiyle küşad edilmesi” lâzım geldiğini, bunun dışındaki hareketlerin Padişah’ın arzularına ve vatanın yüksek menfaatlarına aykırı olduğunu bu sebeple de men edilmesi gerekeceğini açıkladı.
Erzurum’da kongre hazırlıkları sürüyordu. Mustafa Kemal, Hüseyin Rauf Bey ile kongreye katılmak istiyordu. Ancak delege olmadığı için bu mümkün değildi. Fakat çaresiz de değildi. Kongre üyesi Cevat (Dursunoğlu) Bey ve Kâzım (Yurdalan) Bey 20 Temmuz günü, Erzurum Temsilciliği görevinden istifa ettiler. Yerlerine Mustafa Kemal ile Hüseyin Rauf Bey seçildiler.
Cevat Dursunoğlu, bu olayı şöyle anlatmaktadır:
Mustafa Kemal Erzurum’a geldiği vakit Vilâyat-ı Şarkiye Kongresi’nin toplanmasına karar verilmiş ve temsilciler seçilmişti. Bu konuşmasında Paşa Kongre’ye Erzurum merkezinden temsilci seçilmek arzusunu göstermiş, fakat seçim yapılmış iş bitmişti... Tartışma biraz uzun sürdü. Bu tartışmadan Paşa’nın sıkıldığını hissettim. Tek çare aramızdan birinin istifa ederek Paşa’nın seçimini temin etmekti. Aynı zamanda Rauf (Orbay) Bey’in de seçimine bir imkân vermek gerekiyordu. Hemen orada, heyette bulunan Kâzım (Yurdalan) ile birlikte istifa ederek onların kongreye girmesini, seçilmesini sağladık. Paşa memnun olmuştu. Ama toplantıdan ayrılırken beni bir köşeye çekerek:
-“Kongre’ye sizlerin de katılması çok elzemdir. Şimdi ne yapacağız?” dedi. Ben de:
-“Paşa’m, sizin için istifa ettim. Elbet benim için de bir istifa eden bulunur” dedim ve ertesi gün Hasankale’ye giderek orada yakından tanıdığım Derviş Efendioğlu Ahmet adındaki arkadaşımı üyelikten istifa ettirdim. Ve Hasankale temsilciliğine seçilerek kongreye katıldım.
Damat Ferit Paşa Hükümeti, Erzurum Kongresi’nin toplanacağını öğrenince tedbir almak istedi. Yapamadı. Toplantının engellenmesi için emirler verdi, olmadı. Hükümetin Anadolu’da gücünün kalmadığı ortadaydı. Ama 20 Temmuz günü, bir genelge yayınlayarak Erzurum Kongresi’ni kanun dışı ilân etti. Bununla bazı kararsız insanların zihinlerini karıştırmak istedi. Sadrazam aynı gün Dahiliye Nâzırı’na, Mustafa Kemal’i tutuklatma emrini verdi.
Refet Bey, 22 Temmuz günü, Sivas’tan gönderdiği şifre ile Selâhattin Bey ve diğer gelişen olaylar konusunda açıklamalarda bulundu. Selâhattin Bey’in millî gaye uğrunda çalışacağını, bu insanın boşuna ürkütülmemesini istedi.

1-Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne:
Telgrafınızı Selâhattin Bey’den ayrıldıktan sonra aldığım için kendisine veremedim. Selâhattin Bey’i herkes gibi siz de çok iyi tanırsınız. Kararsız tabiatlı bir kimse. On günden fazla bu bölgede kalmamak niyetiyle gelmiş. Az kaldı, komutayı almadan geri kaçacaktı. Kendisini ikna ve tatmin ederek vatanî görevini hatırlattım. Memleketini herhalde sever ve fakat vakitsiz iş görmeğe gelemez. Aşağı yukarı Vali Reşit Paşa’dan biraz daha iyi. Onüçüncü Kolordu’dan geçen silahlardan haberi olduğu gibi, bu işi halletmek için İstanbul’da da çalışmış ve muvaffak olmuş. Buraya, Cevat Paşa tarafından seçilerek gönderilmiş. Bu itibarla gaye için zararlı olamaz ve hiçbir halk topluluğunda amaca aykırı tek bir söz söylemez. Aksine millî gaye uğrunda ve fakat sessiz bir şekilde çalışmayı vadetti. ...
2-Samsun’a çıkarılan taburun buradaki Hintli Müslümanları değiştirmekle beraber, bilhassa Sivas’ta bulunduğunu zannettikleri zâtı âlilerine karşı bir tehdit maksadıyla çıkarıldığını, İngilizler’le temasımda anladım. Beni İstanbul’a gitmeğe razı etmek için, Kavak’ta bulunduğum zaman bir İngiliz binbaşısı geldi. İngilizler’e gösterdiğim direnmeyi bahane ederek ve fakat zâtı âlilerinin kuvvetini zaafa uğratmak için beni vazifeden aldıklarını açıkça söyledi. Zâtıâlilerinin dayandığı diğer şahsiyet Kâzım Karabekir Paşa imiş, bundan dolayı Kâzım Paşa İngilizler’in ısrarına yol açacak görünürde bir vesile yaratmamalıdır. Ferit Paşa’nın, istifanız üzerine Kâzım Paşa’yı vekil olarak tayin etmesi, İstanbul’dakilerden bir kısmının fena bir maksadı olmadığını gösteriyor. Fakat İngilizler’in ısrarı karşısında bir şey yapamazlar. Kâzım Paşa’nın vekil olarak tayini de, Selâhattin Bey’in Sadık Bey hesabına buraya gelmediğine delildir.
3-Benim İstanbul’a gönderilmem için İngilizler’in resmî olarak İstanbul Hükümeti’ne baskı yapmaları pek muhtemeldir. Çünkü benimle İngilizler’in arasında resmî bir münasebet var(!). Bu baskı artarsa Selâhattin Bey’i güç durumda bırakmamak için izimi kaybettireceğim.
4-Hamit Bey’in değiştirileceği söylentisi henüz gerçekleşmedi. Onun yerinde bırakılması için gerek Selâhattin Bey ve gerekse İngilizler İstanbul’a müracaat ettiler. Kendisinin değiştirilmesi teşebbüsü, Dahiliye Nezareti ile kavga etmesinin neticesidir. Selâhattin Bey’in yerine, Konya’da Sedat Bey’in geldiği de doğru değildir. Her ne kadar Hamit Bey bütün komutanların değiştirileceğini haber aldığını yazıyorsa da Kâzım Paşa’nın vekil olarak tayini bunun aksini gösteriyor.
5-Sivas Kongresi hakkında Sadrazamlık’tan doğruca vilâyetlere tebliğ olunan 20 Temmuz 1919 tarihli telgrafı gördünüz mü? Karahisar’daki Tümen Komutanı, bu kongreye temsilci seçilmemesi için buralara beyannâme yayınlamış. Bu hareket tarzını yerinde buluyor musun? Almanya ile yapılan barış antlaşması ve Doğu’daki sükûnet, bir yandan durumun gelişmesini beklerken, öte yandan bizim de ihtiyatlı bulunmaklığımızı gerektirmiyor mu? Şahsım hakkında hiçbir endişem olmadığını artık anlamışsınızdır(!). Yalnız kararsız ve programsız hareketlerle amacı çıkmaza sokacağız. Ya ihtiyatlı olalım veyahut hemen işi açığa vuralım. Fakat ikisinden birini yapalım. Sivas Kongresi’nden bugün için bir fayda ümit ediyor musunuz? Bugünkü duruma göre, bu kongrenin Sivas’ta ve herkesin gözü önünde yapılmasını tehlikeli bulmuyor musunuz? Güney taraflarından Sivas’a gelecek bir darbe, bilhassa bu vilâyet halkının kansızlığı sebebiyle, Anadolu’yu ikiye ayırır ve çok tehlikeli olur. Bunun için bu vilâyetin son zamana kadar adeta tarafsız görünmesi pek ziyade önemlidir. Bu kongrenin mutlaka toplanmasına lüzum varsa, aldığınız haberlere göre, temsilcilerin gelmesi mümkünse, acaba bunun, Doğu’da bir başka yerde toplanması daha doğru olmaz mı?
6-Sivas ve Amasya şehirleri halkı pek bayağı, kazlarda, köylerdeki halk bunlara göre pek çok iyi. Bundan sonra çalışmalarımı ona göre ayarlayacağım.
7-İstanbul’dan aldığım haberde, buradaki Millî Mücadelenin hiçbir parti veyahut bir şahsın kendi ihtiraslarını tatmin maksadıyla olmayıp, sırf milletin selâmet ve istiklâlini temin gayesini güttüğü hakkında zâtıâlileri tarafından beyannâme yayınlanarak İngilizler’in yatıştırılması tavsiye olunuyor. Buna lüzum görüldüğü takdirde ben, bunun zâtıâliniz tarafından bir beyannâme şeklinde değil, belki Erzurum Kongresi’nin kararlarına dahil edilerek yayınlanmasının uygun olacağını zannediyorum.
8- Ajanslar, Meclis-i Mebusan seçimlerinden bahsediyorlar. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? (Refet)
Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı
Zeki.”

İngiliz Albay Rawlinson, Mustafa Kemal’i Erzurum’da ziyaret etti. Erzurum Kongresi üzerine görüştüler.
İstanbul’da Amiral Calthorpe, Damat Ferit Paşa’dan, Mustafa Kemal’i İstanbul’a getirmesi ya da O’na karşı gerekli önlemleri alması için sıkıştırıyordu. Erzurum’da da Lord Curzon’un yeğeni olan İngiliz Albayı Rawlinson, Kongre’nin açılmaması isteğiyle Mustafa Kemal’e başvuruyordu. Mustafa Kemal ile Rawlinson arasında şu konuşmalar oldu:
“R- İşittiğime göre yarın burada bir kongre açacakmışsınız?
MK- Evet, milletçe açılması kararlaştırılmıştır.
R- Açılmaması daha uygun olacaktır. Hükümetim buna izin vermeyecektir.
MK-Kongre kesinlikle toplanacak ve gününde açılacaktır. Millet buna karar vermiştir. Açılmamasını isteyişinizin sebeplerini sormaya bile gerek görmüyorum. Ne hükümetinizden, ne de sizden izin istemedik ki böyle bir iznin verilip verilmeyeceği konu olsun.
R- Kongreden vazgeçmezseniz, zor kullanarak toplantının dağıtılması zorunluluğu doğacak.
MK-Öyleyse biz de, zorunlu ve kaçınılmaz olarak güce güçle karşı koyar ve her halde milletin kararını yerine getiririz. Neye mal olursa olsun. Kongreyi açacağız. Görüşmemiz bitmiştir.”

ERZURUM KONGRESİ

İstanbul Hükümeti’nin kendi çapında yaptığı engellemeler ve İngilizler’in baskıları bir işe yaramadı. Karşılıklı yazışmalar ve verilen emirler ışığında 23 Temmuz’a gelindi. Kongre toplanacak, doğu illeri adına önemli kararlar alacaktı. Kongreye Mustafa Kemal ile Hüseyin Rauf Beyler de katılacaklardı. Ancak, Mustafa Kemal’in üzerinde halâ asker elbisesi vardı. Bu durum kongre öncesinde hoş karşılanmadı. İstifa ettiği halde neden asker elbisesi ile geziniyor diyenler, bu insan hiç sivil olmadı ki diyemediler. Mustafa Kemal, bu tepki karşısında Erzurum Valisi’nden aldığı sivil elbiseleri giyerek kongreye katıldı.
Mustafa Kemal ve beraberindekiler, saat on buçuğa doğru kongre salonuna geldiler. Cevat Dursunoğlu Mustafa Kemal’in kongreye gelişini şöyle anlatmaktadır:
Ben Paşa’nın kongreye gelişini o zaman şu cümlelerle not etmiştim: “O gün saat on buçuğa doğru kongre binasının kapısında kolordunun muhteşem arabası önde olmak üzere 3 araba durdu. İlk arabadan Mustafa Kemal ile Kâzım Karabekir ve bir yaver indiler. Arkadaki arabalardan da Rauf Bey’le birlikte Mazhar Müfit (Kansu) ve İbrahim Süreyya Bey’ler indiler. Mustafa Kemal caketatay giyinmiş başına ala yakın bir fes örtmüştü...”
23 Temmuz günü başlayan Erzurum Kongresi 16 günlük çalışma ile 07 Ağustos tarihine kadar devam etti.

Kongre’de o zamanın yönetim bölümlenmesine göre Doğu Anadolu’yu oluşturan Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Mardin illerinin hepsi temsil edilemedi. Çünkü Elazığ, Mardin ve Diyarbakır temsilcilerini, oraların valileri Erzurum’a göndermemişti. Buna karşılık kongrede Sivas da temsil ediliyordu. Kongreye Doğu illeri temsilcisi 54 delege katılmıştır. Bu temsilcilerin toplum içi durumlarını incelemek, ihtilâlin ilk millî toplantısının yapısını belirlemek bakımından gereklidir. Bu 54 delegenin meslekleri bakımından sınıflandırması şöyle idi: 17 çiftçi ve tüccar, 6 din adamı, 4 emekli sivil memur, 5 öğretmen, 5 hukukçu, 5 emekli subay, 4 gazeteci, 3 eski milletvekili, 2 mühendis, 1 doktor, 1 general (Mustafa Kemal) ve 1 eski bakan-asker (Rauf Bey). Kongreye çağrılan iller yedi tane idi: Erzurum, Diyarbakır, Elâzığ, Van, Bitlis, Sivas, Trabzon.
Kongre’de Kiğılı Süleyman Necati Güneri ve Cevat Dursunoğlu kâtiplik yapmışlardır. “Erzurum Kongresi Nizamnamesi” Süleyman Necati tarafından hazırlanmıştır.
Müdafaai Şarkiye Müdafaai Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi İdare Heyeti Reisi Mehmet Raif Dinç Efendi’nin “En Yaşlı Mümessil” olarak Erzurum Kongresi’ni açış nutkuyla başladı.
Erzurum Kongresi, Mustafa Kemal’i 38 oyla Kongre Başkanlığı’na seçti.
Mustafa Kemal, kongre başkanlığına seçildikten sonra, genel durum hakkında ve takip olunan yol konusunda geniş açıklamalarda bulunan bir konuşma yapmıştır. Konuşması şöyledir:
“Muhterem Delege Efendiler!
Kongremiz Heyeti, başkanlığına beni seçmek suretiyle gösterilen güvene ve yakınlığa hassaten teşekkür ederim. Bu münasebetle bazı açıklamalarda bulunmak isterim.
Efendiler!
Tarih ve olayların sürüklenmesiyle, bilfiil içine düştüğümüz bugünkü kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan heyecanlanmayacak ve üzülmeyecek hiçbir vatanperver tasavvur edilemez.
Genel Savaş’ın sonlarına doğru, milliyetler esasına dayanan vaatler üzerine Hükümeti Osmaniye’miz de hakça bir barışa kavuşmak için emeliyle mütarekeye talip oldu. İstiklâl uğrunda namus ve yiğitçe dövüşen milletimiz, 30 Ekim 1918’de imzalanan ateşkes ile silahını elinden bıraktı.
Devletlerin manevi şahsiyetine ve imza koyan delegelerin kendi namusları zaman ve kefaletinde bulunan işbu antlaşma şartları bir tarafa bırakılarak İtilâf Devletleri kuvayi askeriyesi saltanatın başkenti ve hilâfetin merkezi olan İstanbul’umuzu işgal etti. Gün geçtikçe artan bir şiddetle hilâfet ve saltanat hakları, hükümetin şerefi, millî onurumuz tecavüz ve saldırılara uğradı. Osmanlı vatandaşı olan Rum ve Ermeni unsurları gördükleri teşvik ve korumanın sonucunda da namusu millimizi yaralayacak taşkınlıklardan başlayarak nihayet hazin ve kanlı safhalara girinceye kadar küstahane tecavüzata koyuldular. Fakat, derin bir acıma ile itiraf etmeliyiz ki, bu cür’etler, sekiz aydan beri, birbirini takiben mevkii iktidara geçen, millet denetiminden yoksun hükümatı merkeziyenin, birinin diğerinden daha fena olarak gösterdiği zaaf ve aciz arasından ve payitahtta ve bazı matbuatta görülen pek aşağılık ihtirasattan ve vicdanı millinin inkâr, kuvayı milliyenin ihmal olunmasından dolayı fırsat bulmuştur.
İşte bu sebeple ve payitahtı saltanatın da mahsur ve tamamiyle denetlemeye tâbi kalması yüzünden artık bu vatanda mukaddesat ve mukadderata sahip bir kudret ve millî ülkünün mevcut olmadığı asılsız kanaati hükümran olmuş ve cansız bir vatan, kansız bir millet neleri hak eder ise çekinmeden onların tatbikatına İtilâf Devletleri’nce başlanmıştır.
Parçalanmış vatan söz konusu ve karar olarak Doğu illerimizde “Ermenistan”, Adana ve Kozan havalisinde “Kilikya” namlarında Ermenistan, Garbî Anadolu’nun İzmir ve Aydın havalisinde Yunanistan, Trakya’da başkentimizin kapısına kadar kezalik yine Yunanistan; Karadeniz sahillerimizde “Pontus” Krallığı ve ondan sonra vatanın geri kalan yerlerinde de yabancı işgal ve himayesi gibi artık 650 seneden beri müstakilen saltanat sürmüş ve tarihin kaydettiği hakseverliğini ve adil yiğitliğini vaktiyle Hindistan hududuna, Afrika’nın ortasına ve Macaristan’ın batısına kadar yürütmüş olan bu milletin esarete, kölelik rütbesine indirilmesi ve nihayet bu devletin tarih sayfalarındaki yerini kapatarak sonsuzluğun mezarına defnetmek gibi insaniyet ve medeniyetle ve en çok milliyet kurallarıyla bağdaşmayan emeller kabul edilmiş ve uygun bulunmuş ve görülüyor ki, tatbikat devresi de başlamıştır.
Bu tatbikat bu anda gözümüzün önünde hazin bir surette cereyan ediyor. İzmir, Aydın, Bergama ve Manisa havalisinde şimdiye kadar binlerle anaların,babaların, kahramanların ve çocukların revan olan akan temiz kanları, Aydın gibi Anadolu’muzun en güzide bir şehrinin Yunanlılar’ın zâlim ve yangınına ve yağmasına kurban oluşu, yurdun bir çok parçası İtalyan ve saire işgali altına alınışı ve dahilde elîm bir surette göç yapılması elbette Tanrı’ya ve milletin gücüne dokunmuştur.
Efendiler!
Bilinen gerçeklerdendir ki: tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Bundan dolayı böyle bir körleştirici bir perdenin arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak iflâs etmeye mahkûmdur! Ve işte bütün bu iğrenç zulümlerden ve bu bahtı kara beceriksizlerden, tarihimize karşı reva görülen haksızlıklardan müteessir olan vicdanı millî nihayet uyanış sesini yükseltmiş ve Müdafaai Hukuku Milliye ve Muhafazai Hukuku Milliye ve Müdafaai Vatan ve Reddi İlhak gibi muhtelif namlarla ve fakat aynı mukaddesatın korunması için ortaya çıkan millî fikir akımları, bütün vatanımızda artık bir elektrik şebekesi haline girmiş bulunuyor. İşte bu millî teşkilâtların vücuda getirdiği yiğitlik ruhudur ki, mübarek vatan ve milletin mukaddesatını kurtarmayı ve korumayı sağlayan son sözü söyleyecek ve hükmünü tatbik ettirecektir.
Efendiler !
Dünyadaki ve yurttaki durum hakkında cümlenizce malûm olan bazı konuları burada tekrar hatırlatmayı yararlı buluyorum:
a)Dört aydan beri Mısır’da istiklâli millînin temin ve geri alınması için pek kanlı karışıklıklar devam ediyor. Nihayet İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya götürülmüş olan delegeler serbest bırakılmış ve Paris Konferansı’na katılmalarına muvafakate mecbur olmuşlardır.
b)Hindistan’da istiklâl için geniş ölçüde ihtilâller oluyor. Maksadı millilerine ulaşmak için bankalar, Avrupa kurumları, demiryolları bombalarla tahrip ediliyor.
c)Afganistan ordusu da İngilizlerin milliyeti imha siyasetine karşı harbediyor. İngilizlerin bel bağladıkları sınır kabileleri dahi Afganlılar’a iştirak ettiğini ve bu yüzden İngiliz askerlerinin dahile çekilmeğe mecbur olduğunu gazeteleri itiraf etmişlerdir.
d)Suriye’de ve Irak’ta İngilizler’in ve ecnebilerin zorbalık ve idaresinden bütün Arabistan hâli galeyandadır. Arabistan’ın her yerinde ecnebi boyunduruğu reddolunuyor. Yalnız refah ve saadeti memleket için ecnebilerin iktısadî, bayındırlıkla ilgili, medenî araçlarından yardıma rıza gösteriliyor.
Bağdat ve Şam toplantılar her tarafa bu kararı neşretmiştir.
e)Son zamanlarda devletler arasında meydana gelen rekabet münasebetiyle İngilizler’in Kafkasya’dan tamamen çekilmesine karar verilmiş ve tatbikat bir müddetten beri başlamıştır. İtalyan kuvvetlerinin Batum yoluyla Kafkasya’ya gelmesi şüphesiz ise de İtalya’daki ve Kafkasya’daki iç durumlar münasebetiyle bu kararın tatbikatından korkuyorlar.
f)İstiklâli millilerini tehlikede gören ve her taraftan istilâya maruz kalan Rus milleti bu yoğun zorbalığa karşı bütün efradı milletinin kudreti müşterekesiyle çarpışıp ve umumun malûmu olduğu veçhile bu kuvvet kendi memleketleri dahilinde galebe çalmış ve kendi üzerine belâ olan milletleri de etkisine ve yayılma bölgesine almakta bulunmuştur.
g)Kuzey Kafkas, Azerbaycan ve Gürcistan birbirleriyle anlaşarak mevcudiyeti milliyeleri aleyhine yürümek isteyen Denikin ordusunu savaşarak sıkıştırmış ve Karadeniz sahiline sürmüştür.
h)Ermenistan’a gelince: Bir saldırı ve yayılma fikri besleyen Ermeniler, Nahcivan’dan Oltu’ya kadar bütün Müslüman halkı sürerek ve bazı mahallerde katliam ve çapulculukta bulunuyorlar. Hudutlarımıza kadar İslâmlar’ı mahva mahkûm ve göçe mecbur ederek vilâyatı şarkiyemiz hakkındaki emellerine doğru emniyetle yaklaşmakta ve bir taraftan da 400 bin olduğunu iddia eyledikleri Osmanlı Ermeni’sini bir dayanak noktası olmak üzere memleketimize sürmek istiyorlar.
Karadeniz’in batı tarafındaki olaya gelince, Macar ve Bulgarlar memleketlerinin mühim kısmını istilâ etmek isteyenlere karşı mevcudiyeti milliyeleriyle çarpışıyorlar.
Meriç nehri garbinde yani Balkan Harbi’nden evvel devletimizin malikânesi olan Batı Trakya’nın Bulgarlar’dan alınarak Yunanlılar’a verilmesi Düveli İtilâfiye’ce karara bağlanmış olmasından ötürü işgal hareketi başlamış ve Yunan işgal kuvvetlerine karşı Bulgar kuvayi milliyesi tarafından takviye edilen Bulgar kuvvetleri Batı Trakya mıntakası dahilinde verdikleri muharebat neticesinde müteaddit Yunan tümenlerini defetmiştir.
Bizim durumumuza gelince: Daha İstanbul’dan çıkmadan evvel vatan ve milletin kurtuluş çareleri hakkında birçok ricali mes’ule ve sorumlu ve yetkili kimselerle konuşuldu. Başkentteki aydınların ve din ile devlete hizmetleri geçmiş önde gelen kişilerin yaptıkları çalışmalar kıymettar olmakla beraber tesir ve denetim altında mahsur bir muhit; kendilerini daima tehdit ve sonsuz üzüntü vermektedir. Her halde mukadderata hâkim bir iradei milliyenin müdahaleden masun bir surette ortaya çıkması ancak Anadolu’dan beklenmektedir. Buna istinadendir ki, bir millî danışma kurulu vücudunu ve ancak kuvvetini iradei milliyeden alacak mes’ul bir hükümetin mevcudiyetini talep etmek bilhassa son zamanlarda payitahtın hemen bütün düşünürleri için bir fikri sabit (değişmez düşünce) halini almıştır.
Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz edeyim ki,memleketimizde çokça yabancı parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye pek bellidir ki, hareketi milliyeyi verimsiz bırakmak,millî çalışmaları felce uğratmak, Yunan, Ermeni isteklerini ve bazı yurdumuzun önemli parçalarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktır. Bununla beraber her devirde, her memlekette ve her zaman ortaya çıktığı gibi bizde de kalp ve âsabı zayıf, sinirleri zayıf, anlayışı kıt insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refah ve kendi çıkarlarını vatan ve milletinin zararında arayan pek alçak ve aşağılıklar da vardır. Doğu işlerini çevirmekte ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mahir olan düşmanlarımız memleketimizde bunu âdeta bir teşkilât haline getirmişlerdir. Fakat kutsal varlıklarının kurtarılması amacıyla çırpınan bütün millet işbu tariki direnme ve savaşma çabasında her türlü engelleri, muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir.
Bütün bu gayeleri gerçekleştirmek için bütün varlığını ortaya koyan soylu milletimizin içinde bir ferdi millî gibi çalışmaktan alınacak zevk ve gururu burada şükran ve övünerek arz eylerim.
En son olarak yakarışım şudur ki, Cenabı Vahibülâmâl Hazretleri Habibi Ekremi (Sevgili Peygamberimiz) hürmetine bu mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyaneti Celilei Ahmediyenin ilâ yevmül kıyam hârisi esdaki olan milleti necibemizi (yüce Muhammet dininin kıyamete kadar en sadık koruyucusu olan soylu milletimizi) ve Halifeliğin ve Saltanatın yüce makamını her türlü belâdan korusun ve bütün kutsal varlıklarımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvaffak buyursun. Amin.”
Mustafa Kemal, kongre çalışmaları yanında günlük çalışma temposuna aynı yoğunlukla devam etti. Mustafa Kemal, bugün Refet Bey’in sorularına, uzun bir cevap gönderdi.
23 Temmuz 1919 gerçekten önemli bir gün. İstanbul Hükümeti’nin bütün engelleme girişimlerine rağmen Erzurum Kongresi çalışmalarına başladı. Damat Ferit ekibinin, İngilizler’in baskısıyla Mustafa Kemal’i tutuklamaya varıncaya kadar götürdükleri inatlaşma ve bir dizi tedbirlere rağmen Mustafa Kemal Erzurum Kongresi başkanlığına seçilmiştir. Bu, o günler için çok önemli bir olaydır. Erzurum Kongresi, Erzurumlular’ın organize ettiği, Doğu illerini bir araya getiren bir kongredir. Hükümetin, özellikle Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Doğuda bir Ermeni muhtariyetine izin verecekleri yolundaki haberler üzerine bu kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. Bu kongre, bir bölge, Doğu Anadolu Bölgesi’nin hareketidir. Anadolu’nun büyük bir bölümünü “Müfettiş” olarak gezen Mustafa Kemal, sivil hayata adım attığı bu ilk günlerde Erzurum Kongresi’ne katılmış ve başkanı olmuştur.
Mustafa Kemal, ayrıca, Refet Bey’e gönderdiği uzun cevabında Sivas Kongresi’nin mutlaka toplanacağını bildirmiştir. Mustafa Kemal, “Sivas Kongresi’nden pek çok fayda beklerim” diyerek bu kongrenin gerekli olduğunu vurgulamıştır.
Erzurum Kongresi’nin toplandığı gün, Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa, 23 Temmuz günü, genel durumumuz hakkında bir bilgi yayınladı. Bu genelge, o gün için içinde bulunduğumuz siyasî durumumuzu bütün çıplaklığıyla ortaya koymakta idi.
“23 Temmuz 1919’da vaziyeti umumiye
1-Ermenistan hükümet toplantısının bir nutkunda Kafkasya’da bulunan Ermeni muhacirlerinin Türkiye’ye geri dönmeleri için Ermeni Ordusu’nun yardımına ihtiyaç olduğunu zikretmesi şayanı dikkattir.

2-İbnissuudun Şerif ile harpte olduğu ve Taif civarında Şerif kıtalarının mağlûp ettiği yabancı basınında okunmuştur.
3-Bugün Hicaz’da bir hükümet, Şam’da Faysal idaresinde ayrı bir hükümet vardır. Sahil tamamıyla Fransızlar’ın elindedir. Faysal, İngilizler’den kuvvet alarak Hicaz ve Suriye’nin hattâ Kilikya’nın bir idare altında birleşmeyi talep etmekte, Şam ve Balebek’te amâli siyasetine itaatli olmayan gençleri idam etmektedir. Fransızlar, Fransa’nın Suriye üzerindeki siyasi haklarından vazgeçmeyeceğini söylemektedirler. Diğer taraftan Şam’da uzun zamandan beri yerleşmiş Türkler, Araplar tarafından pek kısa sürelerle mal ve emlâklerini ellerinden çıkararak vatanı terke zorlanmaktadırlar.
4-Fiyuma’da İtalyanlar’la Fransızlar arasındaki kanlı müsademereler olmuştur. İtalya-Fransa münasebatının ehemmiyetli surette gergin olduğu görülmektedir. 02 Temmuz’da sekiz Fransız zabitiyle 28 Fransız askeri yaralanmış. Temmuz’un 6’sında vaziyet daha ziyade vahamet kesbetmiştir. .... namındaki İtalyan zırhlısı karadaki Fransız karakollarına ateş açmış ve Fransızlar’dan 15 ölü, 111 yaralı vuku bulmuştur. Japonya-Almanya arasında bir gizli anlaşma bulunduğu yabancı gazetelerinde görülüyor.
5-Belâgün idaresindeki Macar Bolşevik Ordusu Rumenler’e karşı muharebeye devam etmektedirler. Barış antlaşmasının tatbikinden dolayı heyecanlar ademi memnuniyetler Almanya’da devam etmektedir.
6-Her hükümette az çok askerin terhisi devam etmekte olduğu halde Yunanlılar mütemadiyen seferberliklerini genişletme ve bizzat arazimiz dahilindeki Rumlar’ı da silah altına almaktadır. Memleketimiz dahilindeki Yunan kuvveti, Ayvalık, Bergama havalisinde dördüncü Akdeniz, birinci ve sekizinci Girit adaylarından mürekkep bir tümen, Aydın, İzmir, Manisa havalisinde iki ilâ üç tümen tahmin olunmaktadır. Buna mukabil Kuşadası, Söke, Fethiye, Antalya, Burdur havalisinde 33 ve 34’üncü alayları vardır.
Genelkurmay Başkanı
Cevat.”

Erzurum Kongresi, çalışmalarının ikinci gününde, 24 Temmuz günü bir bildiri yayınlayarak, Damat Ferit Hükümeti’nin, kongreye ve Mustafa Kemal’e karşı takındığı tutuma tepkisini bütün dünyaya ilân etti. Başta Padişah olmak üzere Sadrazam’a, Belediye Başkanları’na, Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Dernekleri’ne, sivil yönetim görevlilerine ve büyük komutanlara seslenen bildiri şunları vurguluyordu:
“Kongrenin bir ayaklanma ve anayasaya aykırı olarak bir meclis toplama niteliği taşıdığı, Padişah’ın haklarıyla yurdun yüksek yararlarına karşı olduğu, sivil ya da askerî devlet görevlilerince engellenmesi gerektiği yolundaki hükümet bildirisi Kongre’ce tam bir şaşkınlık ve derin üzüntüyle karşılanmıştır. Bu bildiri, sanki yurdumuzun barış antlaşmasının 24. maddesi kapsamına sokularak işgal edilmesini sağlayıp kolaylaştıracak nitelikte olup, devlet ve ülkenin tam sorumluluğunu taşımakta olan bir kişinin ağzından yayınlanması ise milletçe bağışlanması ve üzücü sonuçlarının giderilmesi imkânsız bir durumdur. Gerçeğe tam anlamıyla aykırı olduğu yabancılarca da doğrulanan bu iddianın, devletin ağzından kesin olarak yalanlanmasını dileriz. ... Doğabilecek sonuçların ürküntü verici korkunçluğu karşısında milletin duygu ve düşüncelerini belirtmek üzere toplanan ve ilgili illeri tam olarak temsil eden Kongre’yi Meclis-i Mebusan gibi gösteren,oysa kendisi anayasanın ilgili maddesine aykırı davranan hükümetin milleti haksız yere suçlaması, gerçeğin ne denli çarpıtıldığının açık örneğidir.
Sivil ve askerî hükümet görevlilerinin de millî amaçlar için ellerinden gelen yardım ve kolaylığı göstermeleri gerekirken, güç kullanarak yasaklamaları, insanlarca iyi niyete yorulmasına imkân bulunmayan bir şeydir.
Millet, söz konusu bildirinin düzeltilip yalanlanmasını ve millî hakların savunulmasında uzak görüşlülükle davranılmasını, Millet Meclisi’nin de artık vakit geçirilmeden toplanmasını, herkesçe bilinen doğal hakkına dayanarak dilemektedir, sevgili Padişahımız.”
Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu), hiçbir şey yapamamanın ezikliği içinde son olarak yeni bir kozunu ortaya çıkardı. Bakanlar Kurulu, bu sefer 29 Temmuz 1919’da, İngilizler’in teşvikiyle Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması kararını verdi.

K A R A R
Tarih : 29 Temmuz 1919
HARİCİYE, HARBİYE VE DAHİLİYE (NEZÂRETLERİNE)
DIŞİŞLERİ, SAVAŞ VE İÇİŞLERİ
(BAKANLIKLARINA)

Mustafa Kemal ve Rauf Beyler’in hükümetin karar ve emirlerine aykırı hareketlerde bulunarak, kışkırtmalara ısrarla devam etmekte oldukları, imzaları altında yayınladıkları bildiriler ile mahallerinden gelen yazılardan anlaşıldığından, adı geçenlerin derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri hakkında Harbiye Nezâreti tarafından mülkî memurluklara telgrafla acele bildirilmesi ve Hariciye Nezâreti’ne bilgi verilmesi kararlaştırıldı.

Damad Ferid Mustafa Sabri Ali Rıza Âdil Said
Abuk Ahmed Mehmet Hamdi İzzet Mustafa
Tevfik Nâzım.

Sadrazam Damat Ferit Paşa, kendi eliyle Anadolu’ya gönderdiği Mustafa Kemal’in kendi başına bela olacağını tahmin edemezdi. Ama bu düşüncelerini açıkça söyleyemiyordu. Ya da söylemek istemiyordu. Bir başka düşünce de, Mustafa Kemal’in liderliğindeki hareketin önemini kavrayamamış olmasıdır. Temmuz ayı içinde, Fransız Le Temps gazetesinin İstanbul muhabirinin “Mustafa Kemal hareketinin mahiyeti nedir?” sorusuna, “.. bir saman alevi gibidir” cevabını verdi. Sadrazam Damat Ferit Paşa, muhabire verdiği cevapta:
“Bu hareket askerî bir mahiyeti haiz değildir, millete dayanmaktadır, savaş sırasında subay olan ve herhangi bir sanata girmek için Anadolu’ya dağılmış bulunan bir takım gençler bir hareket yaratmak üzere teşviklerde bulunuyorlar. Fakat bu bir saman alevi gibidir; alevler de söndürülmüştür” demiştir. Paşa devamla:
“Şunu da söylemek lâzımdır ki bugün Anadolu hareketini kuvvetlendirmek için büyük miktarda para sarf edilmektedir.(!) Bu para için, savaş sırasında ne kadar büyük servetler toplandığını bildiğiniz İttihat ve Terakki’nin uğursuz (!) eli vardır.
Bununla beraber her taraftan aldığımız telgrafnameler, ahalinin sadakatini bildirmektedir. Ahali ‘merkez hükümetini’ tanımakta, hükümetin emrine itaat etmekte hanedana, hükümete sadık bulunmaktadır.
Tabiî bu durum ancak Konya’dan ileridedir. Oradan beride, İzmir cihetinde bir takım çeteler vardır. Fakat İzmir’de Yunan işgal sahasını ‘Hudutlandırma Komisyonu’ işe başladığı zamandan beri vaziyet iyileşmektedir. Yakında her şey tabiî haline geri dönecektir.”
Ferit Paşa’dan sonra Harbiye Nazırlığı’na gelen Nâzım Paşa, Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararı uygulamak için, 30 Temmuz günü, 15’inci Kolordu Komutanlığı’ndan, Mustafa Kemal ve Refet Bey’in yakalanarak İstanbul’a gönderilmesini istedi. Nazım Paşa’nın talimatı şöyledir: “Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümetin kararları aleyhinde faaliyet ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri Babıali’ce uygun görülüp, mahalli memurlara gerekli emirler verildiğinden, Kolorduca ciddi yardımda bulunulması ve neticesinden bilgi verilmesi rica olunur.”
Bu karar uygulanabilir miydi? Çok zor. Çünkü İstanbul Hükümeti Anadolu’daki nüfuzunu kaybetmişti. Emirlerini yerine getirecek komutan ve yönetici hemen hemen kalmamıştı. Şimdi de en önemli görevi Kâzım Karabekir Paşa’ya verilmekte idi. Halbuki, daha İstanbul’dayken Mustafa Kemal’i Anadolu’ya davet edip, gel, başımıza geç diyen insan, Kâzım Karabekir Paşa’nın ta kendisidir. Peki, Kâzım Karabekir Paşa bu görevi yerine getirebilir miydi? Mustafa Kemal’i nasıl tutuklayabilirdi? Tabiî ki tutuklayamazdı. Bu noktada, Kâzım Karabekir Paşa işi yokuşa sürerek zaman kazanacaktı. Kâzım Karabekir Paşa, 30 Temmuz’da, Harbiye Nezâreti’ne gönderdiği cevabında, Mustafa Kemal’in tutuklanmasının uygun olmadığını bildirdi. Kâzım Karabekir Paşa, her ne kadar hükümetin siyasetinin ne olduğunu bilmesem de, Mustafa Kemal’in davranışlarında kanunlara aykırı bir durum görmediğini vurguladı:

“HARBİYE NEZÂRETİ’NE
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in hükümet kararlarına aykırı fiil ve hareketlerinden ötürü tutuklanmalarıyla İstanbul’a yollanmaları hakkında görev yerlerine emir verildiğinden kolorduca önemli yardımda bulunulması emir buyuruluyor.
Hükümet’in kararları ve siyasetinin ne olduğunu bilemiyorsam da Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın fiil ve davranışlarında vatan ve milletin amaç ve çıkarlarına ve var olan kanunlara aykırı olarak düşünülecek hiçbir durum ve davranışı olmadığını görüyorum. Adı geçen kişi, ülke ve milletin mutluluk ve esenliğiyle ilgili her vatansever kişi gibi yaşamaktadır. Pontos Hükümeti kurma hayaliyle Trabzon ve Samsun yöresine göçmen adıyla akın akın silahlı Rum çeteleri çıktığı ve Ermeniler’in “Büyük Ermenistan” hayalini besledikleri ve sınırlarımıza kadar her türlü yürekler acısı durumu ve alçaklığı yapmakta ve Sivas’a diye bağırmakta oldukları ve İtilâf ilişkilerinde bunlara gizli ve açık her türlü yardım ve korumada bulundukları herkesçe bilinmekte ve bu durum İstanbul gazetelerinin bile yayınlarıyla belirleştiği halde hükümetin varlığımız zararına hazırlanan bu korkunç tehlikeden habersiz durumda kalarak millete hiçbir umut ve tatmin vermemesi ve bilâkis aydın ve değerli kişi ve komutanların birer yol ve sözde sebeple millet arasından tecrit ve tutuklanmaları bir yandan da silah ve benzerlerinin alınması, özellikle tehlikeyi çok yakın gören, hayat ve namusunu koruma endişesi ile çırpınan bu bölge halkında çok haklı olarak, Ermeni ve Rumlar’ın, İzmir gibi ansızın buraları işgal edeceği ve tüm Müslümanlar’ın ayaklar altında çiğneneceği kanaatini doğurmuş. Ve bundan dolayı da millet, kendi kuvvetine dayanarak bu duygularını yüce hükümete duyurmaya ve bunun için her fedakârlığı yapmaya ve her ümitten yoksun bir durumda namussuzcasına Ermeni ve Rumlar’ın süngü ve baltaları altında ölmektense namusluca savunmaya karar vermiş olduklarını önceden arz etmiştim. Geçenlerde ortaya çıkarılan sürgü kolu ve kamaların gönderilmesine engel olan durumlarda böyle bir azim ve kararın sonucu olduğuna şüphe yoktur.
Üçüncü Tümen Komutanı Yarbay Halit’in de göz altında olarak gönderilmesinin kamuoyu üzerinde çok kötü etkiler yapacağı ve belki de Tümeni’nin engellemesini ve ayaklanmasını doğuracağını arz etmiştim.
Mustafa Kemal Paşa gibi ülkede namusuyla ve seçkin askerlik hizmetleri ve yurtseverlikleriyle tanınmış ve tüm askerlerinde pek ziyade özel saygılarını kazanmış ve üstelik henüz 20 gün önce ülkenin yarısına komuta etmiş olan, durum ve tutumunda yurt ve millet yararlarına aykırı hiçbir şey duyulup görülmeyen bir kişinin tutuklanmasına kanunî bir sebep olamayacağı ve yukarda belirttiğim durum dolayısıyla halk ve ordu gözünde de iyi bir davranış olarak kabul edilemeyeceği sebebiyle adı geçen kişinin tutuklanmasına ve kolorduca da bunun için yardımda bulunulmasına durumun kesinlikle uygun olmadığını arz ederim.
Üstelik de ülkeyi yok olma ve dağılma tehlikesinden kurtaracak tek çarenin işi Tanrı’ya bırakmakla değil ancak milletin hak ve ruhunu tabiata karşı açığa vurma ve sağlamlaştırma kanaatinde olan doğu illerinde daha Ermeni süngü ve baltalarının namus kırıcı acılarını unutmamış bir tek insan bulunmayan bu çevrede böyle bir teşebbüsün yapılması değil sezdirilmesi bile büyük kötülükleri doğurur.
Doğrusu, günden güne daha belirgin ve çok geniş bir biçim almakta olan millî tasayı rahatlatacak özlü ve ilmî tedbirlerin alınması ve buna, hususiyle, sizler gibi dinine bağlı ve namuslu tanınmış bir değerli devlet adamının söz geçirme ve uyarmada bulunması pek yüce ve tarihi bir girişim olur.
Kesin bir ihtimalle buradaki durumun İstanbul’da ters anlaşıldığını sanıyorum. Hükümet’in en içten bağlı ve saygılı bir parçası olduğundan kesinlikle kuşkulanılmayan ben Anadolu’ya İstanbul’dan bu kadar yanlış ve yanılgılı gözlerle bırakılmamasını, çünkü bu bakış sonuçlarının pek acı ve pişmanlığa sebep olacağı kanaatini yeri gelmişken, tekrar belirtmeyi millî bir şeref gereği ve bir namus borcu sayarım. Bugün ben de kuşku ve bilhassa içerisinde bulunduğumdan genel siyasetimizden Hükümet’in istediği amaçlar ve aldığı karardan bilgi verilmesini dilerim.
15’inci Kolordu Komutanı
Tuğgeneral
Kâzım Karabekir.”

15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir, 01 Ağustos’ta, Harbiye Nezareti’ne, “Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in vatan ve milletin menfaatine aykırı hiçbir hal ve hareketlerini görmüyorum” diye yazdığı cevabı, Kolordulara ve bölgesindeki valilere de tamim etti.
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Vis-Amiral Calthorpe, 01 Ağustos’ta, Lord Curzon’a gönderdiği raporunda, Erzurum Kongresi hakkında bilgi verdi. İngilizlerin kongre hakkında bir bilgileri olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak ortaya koydukları kanaat oldukça ilginçtir:
“... Bu yetersiz hükümete karşı Erzurum kongresi var. Onun hakkında yalnız şunu biliyoruz. Kongre bu kumarcı gibi her şeyi bir atışta bağlamak isteyen atılgan, genç ordu mensuplarının tahakkümü altındadır. Daha hür bir saha bulmak ve Ermenistan’ı İzmir’in akıbetinden korumak maksadıyla mücadele sahalarını kasten doğu ve kuzeye yaymış bulunuyorlar.”
Damat Ferit Paşa, nasıl karar alırsa alsın, Mustafa Kemal’i engelleyemiyordu. Tutuklansın denildi, bir sonuç alınamadı. Bu kararını 03 Ağustos günü, Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa’dan istedi. Damat Ferit, Kuvayı Milliye hareketinin durdurulması için tesirli tedbirlerin alınmasını ve Mustafa Kemal Paşa’nın kongre toplamak ve bütün memleketi hükümet aleyhine tahrik edecek surette beyannameler neşretmek gibi hareketlerine derhal engel olmasını emretmiştir. Süleyman Şefik Paşa bu emri her tarafa tamim etti.
İş gittikçe ciddileşiyordu. Hükümet günden güne baskıyı artırıyordu. Kâzım Karabekir Paşa Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa’ya 05 Ağustos’ta gönderdiği şifrede, Erzurum Kongresi’ni Mustafa Kemal’in toplamadığını, o henüz İstanbul’dayken plânlandığını, kongreyi doğudaki illerin halkının ortak olarak topladıklarını açıkladı.
“... Bu münasebetle, tekrar arz ediyorum ki, Doğu illeri Erzurum Kongresi’ni bölgenin milleti toplamıştır. Bugün halen yetmiş kadar üyesi ile Erzurum’da toplantı halinde bulunan kongre, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Beyler Henüz İstanbul’da iken ve hatta isimleri burada işitilmemiş iken büyük ve kanlı tehlikelerin vukua geleceğini muhakkak olarak kabul eden Doğu bölgesi halkının karar ve teşebbüsleriyle vukua gelmiştir.
Doğu illerinde hayat endişesinden doğmuş olan bu milli cereyanın gelişmesine ve bu günkü durumuna Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in zerrece tesirleri olmadığı ve âhiren kongrede herkes tarafından büyük bir hürmet ve kendilerine lâyık ağırlama ile kabul edilen bu iki zâtın... Kongrenin genel kurulu ve gerekse Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey hakkında İçişleri Bakanlığı’ndan illere yazılan tamimler kamuoyunda iyi tesir yapmamıştır.”
Bu ara kongre çalışmaları sona doğru gelmekteydi. Erzurum Kongresi adına iş görecek bir Heyeti Temsiliye kurulacaktı. Mustafa Kemal arkadaşlarının düşüncelerini öğrendikten sonra Heyeti Temsiliye’ye girme kararı aldı.
Mustafa Kemal’in Heyeti Temsiliye’ye girip girmemesi üzerinde 05 Ağustos 1919 günü maiyetindekilerden ve arkadaşlarından İbrahim Süreyya (Yiğit), İbrahim Talî (Öngören), Albay Kâzım (Dirik), Hüsrev (Gerede) ve Müfit (Kansu) Beyler’in bulundukları bir toplantıda yaptırdığı yazılı gizli ankette, Albay Kâzım Bey’in cevabı şu olmuştu:
“Mustafa Kemal Paşa Hazretleri hedef teşkil ettiği cihetle, Heyeti Temsiliye’ye girmemesi, eğer Kongre üyesi ekseriyetle adı geçenin seçimine talip ise mutlaka kabul ile reddolunmaması ve Rauf Beyefendi, Heyeti Temsiliye’ye girerek manzume-i dahiliyeyi elinde tutması ve dağılmak tehlikesine karşı bulunması (her halde bu noktada adı geçene fedakârlık düşer) ve bu suretle Heyeti Temsiliye’de cereyan eden malûmat ve mukadderata daima heyeti mahsusamızca vakıf bulunulması ve yabancıların müracaatına karşı söz söyleyebilen ve ünlü bir simanın görünmesi.”
Mustafa Kemal, bu kararını şöyle açıklar:
“Arkadaşlarım, ben mutlaka Heyeti Temsiliye’ye dahil olmalıyım. Kongre bu güne kadar cereyan eden görüşmeleri ile bir çok mühim kararlar almıştır. Gerek bu kararların tatbiki gerek milli hayatımızı ilgilendirecek ehemmiyetli işleri ve faaliyetleri nizamlamayı şunun bunun anlayışına ve tesadüflere terk edemeyiz.”

Sadâret Makamı, üç gün arayla Harbiye Nezareti’ne gönderdiği tezkere ile Mustafa Kemal’in derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmesini bir kere daha istedi

HARBİYE NEZÂRETİ YÜKSEK MAKAMINA

Üçüncü Ordu eski müfettişi Mustafa Kemal Bey’in askerlik mesleğinden istifasının kabulü hakkında, sizden önceki Harbiye Nâzırı tarafından düzenlenerek ve resmi yazı ile gönderilmiş olup, o sırada Bakanlar Kurulu’nun değişmesi sebebiyle, usûlüne göre makamları tarafından imzalanıp geri gönderilmek üzere diğer bazı evrak arasında elden yüksek şahsiyetlerine verilmiş olan Pâdişâh Buyruğu tasarısı henüz değiştirilip, geri verilmediğinden, resmi işlemlerinin tamamlanması gecikmeye uğramıştır. Halbuki adı geçen, Anadolu’da kargaşalık ve anlaşmazlıklara yol açan birtakım uygunsuz hareketlere kalkışarak, bu hususta kendi imzası altında bir de bildiri yayınlanmış ve hükümet tarafından kendisine defalarca yapılan tebliğlere ve tavsiyelere aykırı olarak, devamlı kışkırtmalarını sürdürmekte olduğunun görülmüş olmasıyla, isyan mahiyetinde bulunan inatçı hareketlerinden dolayı yakalanarak, İstanbul’a gönderilmesi, Bakanlar Kurulu’nca karar altına alınarak, makamınıza bildirildiği gibi, Dahiliye Nezâreti tarafından vilayetlere de telgrafla bildirilmiştir. Buna rağmen adı geçenin askerlik mesleğinden çıkarıldığının resmen ve bir an evvel ilân edilmesi gerektiğinden kendisinin sâhip olduğu nişanlarının alınması ve üzerinde bulunan fahrî yâverlik rütbesinin kaldırılması bu defa sözlü olarak aldığım Pâdişâh Buyruğunun gereği olduğundan, bu hususta gereken Pâdişâh Buyruğu tasarısının acele olarak arz edilmek üzere süratle düzenlenerek gönderilmesi hususuna gayret gösterilmesi yolunda uygun olarak Sadâret tezkeresi yazıldı efendim.
Sadrazam emirleri gereğince.
06 ağustos 1919

Her türlü engellemelere, baskılara, tehditlere rağmen Erzurum Kongresi çalışmalarını tamamladı. Mustafa Kemal, kongre sonunda bir konuşma yaptı. Konuşma şöyledir:

“Muhterem Efendiler,
Milletimizin kurtuluş ümidi ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakâr saygıdeğer kurulunuz her türlü eziyete katlanarak burada, Erzurum’da toplandı. Hassas ve necip (yüce) bir ruh ve pek sağlam bir iman ile vatan ve milletimizin kurtuluşuna ait esaslı kararlar aldı. Bilhassa bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini (varlığını) ve birliğini gösterdi. Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir. Saygıdeğer arkadaşlarımın, hakkımda gösterdiği samimî muhabbet ve itimatlarına buradan alenen teşekkür etmeyi bir vecibe addederim. Bu kurtuluş ile süslenmiş toplantımız, sona ererken Cenabı Vâhibül’âmal Hazretleri’nden yol göstermesini ve Peygamberi Zîşanımızın ruhu pür zaferlerinden feyzü şefaat niyaziyle vatan ve milletimize ve devleti ebed müddetimize sonuçlar temenni ederim.”

ERZURUM KONGRESİ BİLDİRİSİ
Erzurum Kongresi sona erdiğinde, Kongre heyeti, 16 günlük çalışmasının sonucu olarak bir bildiri yayınladı ve alınan kararları açıkladı.

DOĞU ANADOLU VİLÂYETLERININ ERZURUM KONGRESİ BEYANNAMESİDİR
(BİLDİRİSİDİR)

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra gittikçe artan antlaşma dışı hareketler İzmir, Antalya, Adana ve havalisi gibi memleketimizin önemli parçalarının fiilen işgali ve Aydın vilâyetinde yapılan tahammülsüz Yunan faciaları ve Ermeniler’in Kafkasya dahilinde hudutlarımıza kadar dayanan katliam ve Müslümanları yok etme siyasetiyle istilâ hazırlıkları ve Karadeniz sahilinde Pontus hayalini tahakkuk ettirmek gayesiyle hazırlıklar yapılması ve sırf bu maksatla Rusya sahillerinden akın akın muhacir namı altında gelen yabancı Rumlar’ın ve bu arada da silahlandırılmış eşkıya çetelerinin sevk ve celp edilmesi gibi hadisât karşısında mukaddes vatanın bölünme, dağılma tehlikesini gören milletimiz hiçbir millî iradeye dayanmayan hükümeti merkeziyemizin bu bu belirti ve facialara çareler bulucu olamayacağına emsali uğursuzluğuyla kani ve bir çok müessirat tahtında ihtimal ki daha elim ve hazmedilemez ve kabul edilen kararlara da baş eğeceğinden tamamıyla tasalı bulunuyor. Bundan dolayı kendini en yakın ve en kanlı tehlikeler karşısında gören Doğu Anadolu illerinin mukadderatını bizzat muhafaza gayesiyle her taraftan millî vicdandan doğmuş cemiyetlerin katılımı sonucu toplanan Erzurum Kongresi 07 Ağustos 1919 tarihinde çalışmalarına son vererek Allah’ın lütfu ile aşağıda olan kararları kabul etti:
1-(Trabzon ili) ve (Samsun sancağı) ile Doğu Anadolu illeri (Erzurum, Elâzığ, Van, Bitlis, Sivas) ve bu bölgedeki bağımsız livalar; hiçbir sebep ve bahane ile birbirlerinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılması mümkün olmayan bir bütündür. Mutlulukta ve felakette ortaklığı kabul eder ve aynı amacı hedef edinirler.Bu bölgede yaşayan bütün müslümanlar birbirlerine karşı fedakârlık duygusu ile doludurlar, soy ve sosyal durumlarına saygılı özkardeştirler .
2-Osmanlı vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının sağlanması, saltanat ve hilâfet makamlarının korunması için millî kuvvetleri yapıcı duruma getirmek ve milli iradeyi egemen kılmak esastır.
3-Her türlü işgal ve müdahale Rumluk, Ermenilik teşkili amacına yönelme sayılacağından bilikte savunma ve karşı koyma esası kabul edilmiştir. Siyasî egemenliği ve sosyal dengeyi bozacak surette, Hıristiyanlar’a yeni imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir.
4-Hükümetin buraları bırakmak veya buralarla ilişiğini kesmek zorunda kalması ihtimaline karşı saltanat ve hilâfete bağlılığı ve milli hakları koruyucu tedbşrler ve kararlar alınmıştır.
5-Vatanımızda, ötedenberi birlikte müslüman olmayan kimselerin,kanunlarla pekiştirilmiş müktesap haklarına tamamiyle uyarız. Mal, can ve ırzlarının korunması, esasen dinimizin, milli geleneklerimizin ve yasaklarımızın gereği olduğundan, bu esas, kongremizin genel kanısı ile de sağlamlaştırılmıştır.
6-İtilaf devletlerinden; Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı 30 Ekim 1918 günüdeki sınırlarımız içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi, Doğu Anadolu İllerinde, büyük çoğunluğu İslâm olan ve kültürel, ekonomik üstünlüğü Müslümanlar’a ait bulunan birbirlerinden ayrılmaları imkânsız öz kardeş, dindaş ve soydaşlarımızın oturduğu memleketlerimizin bölünmesi düşüncesinden vazgeçerek, varlığımıza ve tarihî, ırkî, dinî haklarımıza saygı gösterilmesi ve bu suretle hak ve adeletle dayanan bir karar verilmesi beklenir.
7-Milletimiz, “insanı ve asri” amaçları yüceltir. Fen, sanayi ve ekonomik bakımından ihtiyaçlı durumumuzu takdir eder. Bundan ötürü; devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı, vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak üzere, altıncı maddede açıklanmış olan sınırlar içinde, milliyet esaslarına uygun ve memleketimize karşı istilâ isteği olmadan herhangi bir devletin fenne, sanayie, ekonomiye ait yardımlarına hoşnutlukla karşılarız. İnsanlığın esenliği ve umumun huzuru adına böyle insancıl ve adaletli kuralları kapsayan bir barışın tez elden kararlaştırılması en büyük millî arzumuzdur.
8-Milletlerin kaderlerini kendilerinin çizdiği bu tarihî çağda İstanbul Hükümetinin de milli iradeye boyun eğmesi zorunludur. Çünkü milli iradeye dayanmayan milletlerin kendi başlarına verdikleri kararlara milletçe uyulmadığı gibi, bu kararların dışında da itibarı olmadığı ve olmayacağı şimdiye kadar ki olaylar ve sonuçlarıyla ispatlanmıştır. Bundan ötürü, milletin, içinde bulunduğu korkulu durumdan ve kuşkudan kurtulma çarelerine başvurmasına hacet kalmadan hükümetimizin hemen millî meclisi toplaması ve bu suretle milletin kaderi hakkında alacağı bütün kararları millî meclisin denetiminden geçirmesi zorunludur.
9-Vatanımızın karşılaştığı üzücü olaylar ve aynı amaçla millî vicdandan doğan derneklerin anlaşma ve birleşmeleri ile meydana gelen kitle bu “Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” adında bir topluluk haline getirmiştir. Cemiyet her türlü particilik akımlarının dışındadır. Bütün Müslüman yurttaşlar deneğin tabiî üyesidir.
10-Kongre tarafından seçilen bir Heyeti Temsiliye (Temsilciler Kurulu) kabul edilmiş ve köylerden il merkezlerine kadar olan millî kuruluşlar birleştirilmiş ve sağlamlaştırılmıştır.
07 Ağustos 1919
Kongre Heyeti”

Gerçekten Erzurum Kongresi, Trabzon ilindeki Rum (Pontus Devleti) tehlikesi de hesaba katılırsa, Ermeni ve Rum’a karşı bölgesel bir direnmeyi öngörmektedir. Kongre kararının ikinci maddesinde, “Her türlü işgal ve müdahaleyi, Rumluk ve Ermenilik kurma amacına yönelmiş sayacağımızdan, birlikte savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir.” denilmektedir. Direnme, doğrudan doğruya İngiltere’ye ve öteki İtilâf Devletleri’ne değil, Rumluk ve Ermenilik kurulmasına karşıdır.
Erzurum Kongresi, doğu illerinin meselelerini ele alan bir kongre olduğunu yayınladığı bildirisinde de açıklamıştır. Bu bölgede, adı ne olursa olsun yapılacak işgalleri Rumluk ve Ermenilik kurmaya yönelik olduğu kabul edilerek birlikte savunma kararı alınmıştır. Kongre, millî iradenin egemen kılınması esasını kabul ederek bağımsızlığımızın korunması şartıyla yabancı yardımını kabul edebileceklerini açıkladı. Bu madde, manda taraftarlarını pek memnun etmeyen bir açıklama idi. Böylece, umduklarını bulamadılar. Erzurum Kongresi kararları, Millî Mücadele’nin temel fikirlerini ortaya koyan bir belgedir.

HEYETİ TEMSİLİYE
Kongre nizamnamesi gereğince 07 Ağustos’ta, Erzurum Kongresi Heyeti Temsiliye’si seçildi. Kongre Umumî Heyeti’nce seçilen 9 kişilik ilk Heyet-i Temsiliye şu üyelerden ibaretti:
1-Mustafa Kemal Paşa: Eski 3’üncü Ordu Müfettişi, askerlikten istifa etmiş.
2-Hüseyin Rauf Bey: Eski Bahriye Nâzırı.
3-Hoca Raif Efendi: Eski Erzurum Mebusu.
4-Eyuboğlu İzzet Bey: Eski Trabzon Mebusu.
5-Hacısalihoğlu Süleyman Servet Bey: Eski Trabzon Mebusu.
6-Şeyh Hacı Fevzi Efendi: Erzincan’da Nakşî Şeyhi.
7-Tokatlı Bekir Sami Bey: Eski Beyrut Valisi.
8-Sadullah Efendi: Eski Bitlis Mebusu.
9-Hacı Musa Bey: Mutki’de aşiret reisi.
Nizamnamede 9-16 kişiden kurulabileceği belirtilmiş olduğundan, önce 9 kişi seçilerek kurulan bu ilk Heyeti Temsiliye, aynı zamanda Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin kurucuları sayılmıştır. Bu Heyeti Temsiliye, Doğu illerinde mevcut bütün millî kuruluşların yaşamasını ve devamını sağlayacak tedbirleri almakla görevliydi. Gaye, bütün Millî Mücadele kuruluşlarının bu Heyeti Temsiliye çevresinde toplanarak, aralarında ahenkli bir bağ kurulması ve böylece millî hedefe hızla ve kolaylıkla erişmenin gerçekleştirilmesi idi. Nizamname, vatanın bütünlüğü ile milletin bağımsızlığını sağlamak yolunda Heyeti Temsiliye’ye çok geniş yetkiler veriyor, her türlü siyasî ve idarî tedbir ve karar almak hakkını tanıyordu. ... Mustafa Kemal Paşa yakın silah ve mücadele arkadaşı Refet Bey’in davranış ve yazılarına zaman zaman sinirlenmişse de zekâ, kabiliyet ve çalışmalarından umumiyetle memnun olacak ki, nizamnamenin teşkilât bölümündeki 7. Madde ekinde bulunan hüküm gereğince, yanındaki dört Heyeti Temsiliye üyesi ile Samsun adayı gösterilen Boşnakzade Süleyman ve Refet Beyler’den, Refet Bey’i ittifakla üye seçtirerek sayılarını 10’a çıkarmışlardır.

Mustafa Kemal, kongre çalışmalarını tamamlayarak, önemli bir dönemi geride bıraktı. Ama İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’in peşini bırakmıyordu. Harbiye Nezareti, bu konuda 07 Ağustos’ta, Sadâret Makamı’na, bir yazı göndererek, Mustafa Kemal’in yakalanarak İstanbul’a gönderilmesi konusunun ilgili komutanlıklara duyurulduğunu ve meslekten çıkarıldığı için rütbelerinin kaldırılmasını ve taşıdığı nişanlarının alınmasını bildirdi.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, 07/08 Ağustos gecesini kongrenin yorumunu yaparak geçirirler. Süreyya Yiğit ve Mazhar Müfit Kansu ile yaptığı görüşmelerin ilerleyen saatlerinde, sabaha karşı, gelecekle ilgili düşüncelerini açıkladı. Mazhar Müfit Kansu, bu görüşmeyi şöyle anlatmaktadır:
Mustafa Kemal, Mazhar Müfit Kansu’ya sordu:
-“Söyle bakalım, kongre kararlarını sen nasıl buluyorsun?”
Düşünmeden:
-“Muhakkak ki çok iyi. Ancak, Doğu vilâyetine mahsus bir program halinde. Bakalım Sivas’ta ne olacak, ne şekil alacak?..”
Diye cevap verdim. Ayağa kalktı. Bir elini pantolonunun cebine soktu. Bir eli ile de bıyıklarını burarak:
-“Evet düşüncen doğrudur. Ancak umumî kongre mahiyetinde bir bünyeye sahip bulunacak olan Sivas Kongresi için bir esas hazırlanmış oldu.”
Diyerek, izahatına devam etti:
-“Bu esaslar tabiî Sivas’ta işlenecek ve genişleyecektir. Fakat, ana dava aynıdır.
Erzurum Kongresi her şeyin başında Doğu vilâyetlerinde muhtelif âmillerle teşekkül etmiş bulunan cemiyetleri “Doğu Vilâyetleri Müdafaai Hukuk Cemiyeti” çatısı altında bir araya toplanmış oldu. Bu çok mühim bir noktadır. Sivas’ta da aynı hedefi tahakkuk ettirmek, memleket müdafaasına ait olarak teşekkül etmiş bulunan bütün cemiyetleri birleştirmek muvaffakiyetini elde etmek lüzumu var. Biliyorsunuz ki bugün muhtelif yerlerde kurulu olarak faaliyette bulunan ondan fazla cemiyet vardır. Münferit çalışmalar yerine toplu mesaiyi ikame etmekle hem muvaffakiyet gücümüz artacak,hem de millî irade ve millî mücadele ruhunun sevk ve idaresi bir dimağ noktasına bağlanmış olacaktır. Erzurum Kongresi’nin en bariz vasıflarından biri de millî iradeyi her şeye hakim ve her şeye üstün kılma kararıdır.
Vatanın müdafaasını ve millî istiklâli iradei milliyeye tabi kılmak ve kuvayı milliyeyi bu hüküm altında tutmak prensibi belki birden ehemmiyeti kavranmayacak basit bir ifade zannolunur. Hakikatte bu, büyük, her türlü zan ve tahminin üzerinde büyük bir davadır.
.......
Demin de söyledim: En mühimmi ‘iradei milliye’ prensibinin kavranması ve benimsenmesidir. İradei milliyeyi millet işlerinde hakim kılmak birinci gayemizdir.
Bu şuur, kongrede bütün hakimiyetiyle kendisini gösterdi.”
Paşa, bu sözleri söylerken tekrar coşmuştu:
-“Erzurum’da ve kongrede gördüğüm samimiyet, mertlik ve fedakârlık, azim ve iman, beni doğrusu çok cesaretlendirdi. Memleketimi kurtarmak yolundaki cesaretimi arttırdı.
Erzurum’a ilk geldiğim günkü vaziyetimi biliyorsunuz. Ben burada rütbemi, Yaveri Hazreti Şehriyarîliği, resmî mevkiimi, üniformamı attım ve bütün kâinata sinei millette bir ferd olduğumu ilân ettim.
Arkadaşlarım da böyle. Üniformalı olanlar üniformalarını, memur olanlar memuriyetlerini terk ettiler. Hepsine minnettarım ve hepsinin takdirkârıyım. Şu halde ihtirassız, yalnız vatan ve memleket selâmetini gaye edinen insanlar olarak çalışıyoruz. Allah koruyucumuzdur. Mutlaka muvaffak olacağız.”
Süreyya Yiğit’in:
-“Muvaffak olduktan sonra dahi iş bitmiyor Paşam, memleketin bitmez tükenmez çalışmaya ve inkılâplar vücuda getirmeye ihtiyacı var.”
Şeklindeki mütalâası ile mevzu memleketin sosyal bünyesine intikal etti. Paşa vatanın kurtulmasından sonra Cumhuriyet ilânının şart olduğu hakkındaki mütalâa ve inanını bir kere daha sağladıktan sonra:
-“Mazhar not defterin yanında mı ?..”
Diye sordu.
.............
-“Amma bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu...”
Dedi. Süreyya da, ben de :
-“Buna emin olabilirsiniz Paşam,”
Dedik. Paşa, bundan sonra:
-“Öyle ise önce tarih koy !..”
Dedi. Koydum: 07/08 Temmuz 1919. Sabaha karşı.
Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce:
-“Pekâlâ... yaz :”
Diyerek devam etti:
-“Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sorunuz üzerine söylemiştim. Bu bir.
İki: Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuyordu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
-“Neden durakladın ? “ Deyince:
“Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var.”
Dedim. Gülerek:

-“Bunun zaman tayin eder. Sen yaz...”
Dedi .Yazmaya devam ettim:
“Beş: Lâtin harfleri kabul edilecek.”
“Paşam kâfi... kâfi...” dedim. Ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış insan edası ile:
“Cumhuriyet ilânına muvaffak olalım da üst tarafı yeter.” Diyerek defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam tavrı ile:
“Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz, hoşça kalın,” diyerek yanından ayrıldım.
Erzurum Kongresi sona ermişti. Şimdi sıra Sivas Kongresi vardı. İstanbul’un ve İngilizler’in baskılarından bunalan, aksi propagandaya aldanan bazı vatanseverler, Sivas Kongresi’nin gereğine fazla inanmıyorlardı. İnanmamalarındaki tek bahane de Sivas’ın yeterince güvenli olup olmadığı konusudur. İşte bu duyguların yaşandığı günlerde, 9 Ağustos günü 20’nci Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey, Sivas Kongresi ile ilgili olarak, İstanbul’dan alınan bilgileri Mustafa Kemal’e bildirdi.
“1- İstanbul temsilci göndermiyor. Oradaki işleri tasvip etmekle beraber cüretli bir duruma girmeyi arzu etmiyor.
2- İstanbul’dan temsilci göndermek imkânı yoktur. Teklif olunan kimseler, orada verimli, başarılı iş göreceklerinden emin olmadıklarından dolayı boşuna masraf etmemek ve yolculuk sıkıntılarına katlanmamak için hareket etmiyorlar.”
İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’e karşı hiçbir yaptırımı gerçekleştiremeyince, askerlikten istifa eden Mustafa Kemal’in askerlikten çıkarılmasına karar verdi. Bu karar ile ilgili olarak Mustafa Kemal’in askerlikten çıkarılması, nişanlarının geri alınması ve Padişah’ın fahrî yaverliğinin kaldırılması hakkındaki Padişah iradesi 09 Ağustos’ta açıklandı.
Bir gün sonra da, 3’üncü Kolordu Komutanı Selâhattin Bey, Kâzım Karabekir’den, Sivas Kongresi’ne gerek olup olmadığını sordu. Yine aynı gün, Sadâret Makamı, Harbiye Nezâreti’ne gönderdiği yazı ile Mustafa Kemal Paşa’nın askerlik mesleğinden çıkarılması ve taşıdığı nişanların kendisinden alınması, üzerindeki Fahrî Yaverlik rütbesinin kaldırılması hakkında Padişah Buyuğu’nun çıktığını ve gereğinin yapılmasını istedi.
Ali Fuat Paşa, 14 Ağustos günü, Mustafa Kemal Paşa’ya önemli bir haber gönderir. Bu haberde, hükümet, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i ölü veya diri ele geçirmek için 3-4 kişilik çeteler halinde 30 Kürt ve Arnavut subayını görevlendirdiğini bildirdi. Bedirhani ve Şeyh Abdülkadir de ihanet halindeydi.
Harbiye Nazırı Süleyman Şefik ise, 15 Ağustos’ta, Kolorduların kendi aralarında şifre ile haberleşmelerini yasakladı. Ancak Harbiye Nezareti’yle şifre ile muhaberede bulunabileceklerini bildirdi.

“15. KOLORDU KUMANDANLIĞI’NA
Kolordu Kumandanlarıyla kolordu asker alma başkanları ancak Nezaret’le şifre ile muhabere edeceklerdir. Bunlar bir diğeri ile şifreli haberleşme için Nezaret’in aracılığına müracaat mecburiyetinde olduklarından aralarında şifre ile haberleşme edecekleri önemli konuları doğrudan doğruya Nezaret’e yazacaklardır. Savaş durumu geçici olduğu sebebiyle komutanlar maiyetleriyle şifre ile haberleşemeyeceklerdir. Açıklanan konulara önemle dikkat ve tevfik hareket olunması tamimen tebliğ olunur.
Harbiye Nazırı Süleyman Şefik.”

Mustafa Kemal, 16 Ağustos’ta, İstanbul Hükümeti’ne karşı taktik değişikliği yaptı. Onlara iki önemli teklifte bulundu. Mustafa Kemal bu konuda Paris’ten eli boş dönen Ferit Paşa’ya yazdığı telgrafında, hükümetin Kuvayı Millîye’ye dayanmasını ve Meclisi Mebusan’ın en kısa zamanda toplanmasını istedi.
Erzurum: 16 Ağustos 1919
“SADRAZAM FERİT PAŞA HAZRETLERİ’NE

Bir zaman için ortaya çıkan görüş farklarını yeni yönlendirmelerin yok edeceğine inanarak yüce kişiliğiniz için saklı tuttuğum saygılarımdan yararlanarak kalblerimizin ortak bir bağ ile çırpındığı amacın son safhasına, bir kerre daha yüce dikkatlerinizi çekerim.
Mösyö Clemenceau’nun, siz Sadrazam Hazretleri’nin yüksek şahsiyetlerine olan uzun cevabını, ben âcizleri son günlerde okuyunca, İstanbul’a nasıl acı ve elemler içinde döndüğünüzü takdir ediyorum. Altı buçuk asırlık saltanat süren ve dünyanın dört bucağında bağımsızlık tarihi bilinmekte olan devlet ve milletimize karşı pek açık bir dille çizilmiş bölme ortadan kaldırma inancını bu kadar açık ve onur kırıcı gösteren bir anlatış karşısında titremeyecek ince ruhlu bir insan düşünemem.
Cenab-ı Hakk’a binlerce şükredelim ki, milletimiz; ruhundaki kahramanlık azmiyle, tarihi hayat ve varlığını ne işi oluruna bırakmak, ne de böyle cellâtça hükümlere hiçbir zaman kurban etmeyecektir.
Genel olaylar ve gelişmeleri ve vatan ve milletimiz hakkında yabancıların menfaat uyuşmazlıklarını bütün millet anlıyor ve izliyor.
Şimdi pek eminim ki, siz Sadrazam Hazretleri’nin yüksek şahsiyetleri, bugünkü genel durumu ve devlet ve milletin gerçek menfaatlerini (çıkarlarını) üç ay önceki sözlerle görmüyorlar.
Dokuz aydan beri işbaşına gelen hükümetlerin daima birbirlerinden fazla zaafa uğraması ve nihayet maalesef artık tamamen iş göremez bir hâle düşmesi, milletin yüksek haysiyeti (onuru) karşısında cidden pek üzücü oluyor.
Kesin bir gerçektir ki, vatan ve millet mukadderatı (alın yazısı) adına içerde ve dışarıda sesini duyurmak ve söz sahibi olmak için mutlaka milli iradeye dayanmak şarttır.

Özellikle “Mandaterlik” söylentileri başlayalı beri bütün devlet ve milletler mukadderat konusunda ancak milletimizin sesini duymak istiyorlar.
Kurtuluş ruhu etrafında toplanan bütün milletin isteği ve dileği; vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı, Padişahlık ve Halifelik Makamı’nın korunmuş olmasıdır.
Bu esaslar değil yalnız Doğu Anadolu’da, aynı teşkilâta sahip olan bütün vatanda bütün gücüyle geçerlidir.
Hayat ve istiklâl hakkı için çalışan milletin asil ve ciddi gayesine karşılık, Hükümet, mülkî ve askerî görevlilere yapmış olduğu gizli bildirilerle millî birliği kırmak, millet varlığının kurtuluşuna yönelik millî girişimleri sonuçsuz bırakmak, özet olarak millete karşı düşmanca durum almak yolunu gerekli sayıyor.
Bu hareket tarzı elbette ki, büyük bir üzüntü doğuruyor.
Milleti, İstanbul Hükümeti’ne karşı, arzu edilmeyen hareketlere sürükleyecek mahiyettedir. Gayet samimi arz edeyim ki, millet her türlü iradesini kullanmağa muktedirdir.
Teşebbüslerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet mevcut değildir.
İstanbul Hükümeti’nin olumsuz teşebbüsleri hiçbir tarafta ve hiçbir kimse tarafından uygulama imkânı bulamamaya mahkûmdur.
Millet, çizdiği program çerçevesinde gayet kesin ve açık adımlarla hedefine yürümektedir. İstanbul Hükümeti’nin şimdiye kadar olan engelleyici teşebbüslerinin, hiçbir tarafta, hiçbir tesir yapmamakta olmasıyla hakikî durumun takdir buyurulmuş olacağına şüphe yoktur.
İngilizler’in gösterdikleri yolda, kurtuluş çaresi aramak dahi boşunadır ve sonu hüsrandır.
Bununla beraber İngilizler de, en sonunda kuvvetin millette olduğunu takdir ederek, hiçbir dayanağı olmayan ve millet adına hiçbir taahhütte bulunamayan ve bulunsa bile milletçe kabul edilemeyecek olan bir hükümetle neticeli bir işe girişmek mümkün olamayacağına inanmışlardır.
Bu bölgede İngiliz temsilcisi olan Yarbay Rawlinson da bu gerçeği bizzat bana söylemiştir. Bundan başka dünyadaki durumun Sadrazam’a yaraşır kişiliğinizce bilindiği gibi, bugün almış olduğu ve daha da alacağı renk ve cereyan sebebiyle ve milletimizin birlik ve engelleri yenme kararı karşısında yabancıların tehditlerini,maddî olarak uygulamaya güçleri kalmamaktadır.
Bütün temenniler şu merkezdedir ki, yüce hükümetimiz, meşru olan millî cereyana (akıma) karşı olmayanları, geçici de olsa günahsız olan görevlileri haksızlığa uğratmaktan vazgeçerek, bilakis Kuva-yı Millîye’ye dayansın ve her türlü teşebbüsünde milli gayeyi rehber kabul etmelidir.
Bunun için de, milli varlığı ve milli iradeyi temsil edecek olan Meclisi Mebusan’ın Padişah’ın kutsal emel ve dileklerini güçlendirmek üzere en kısa bir zamanda toplanmasını sağlamalıdır.
Başvurulacak tek yüce makam sahibi olan şahsınıza yönelik bu asîl hareket ile devletin ve milletin, Saltanat ve Hilâfet Makamı’nın tarihi,yeni bir safhaya sokulmuş ve bugün bozulmuş olduğuna şüphe olmayan yüksek Hükümet bağları karşılıklı bir içtenlikle iyileşme sistemine dönüştürülecek ve bu suretle içe ve dışa karşı da bir haysiyet (onur) görüntüsü belirmiş olacaktır.
Elinizde bulunan ulu iktidarda bu son uzlaştırma gücü vardır.
Bunun gerçekleşmesini çok bağlı olduğum vatan ve milletin selâmeti ve hep saygılı olduğum en kutsal kişinin (Padişah’ımızın) esenlik ve yardıma kavuşmaları adına temenni eder ve saygılarımın kabulüne müsaade buyurulmasını dilerim.”
Üçüncü Ordu Müfettiş Vekili Kâzım Karabekir Paşa, 16 Ağustos 1919’da, Sadâret Makamı’na yazdığı yazıda, Erzurum Kongresi’nin çok önceleri kararlaştırıldığını, Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in sonradan gelip katıldıklarını bildirdi.

SADÂRET (BAŞBAKANLIK) YÜKSEK MAKAMINA

Erzurum Kongresi hakkında son arzlarımızla durumu âcizâne aydınlatmağa çalıştığımızı ve bununla büyük bir görevi yerine getirmiş olduğumu sanıyorum.
Bu vesile ile de tekrar arz ediyorum ki, Erzurum Kongresini, Doğu Vilâyetlerinin halkı toplamıştır. Bugün, 70 milli üye ile Erzurum’da toplantı halinde bulunan kongre, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in henüz İstanbul’da oldukları sırada ve hattâ burada isimleri bile işitilmemiş iken, büyük ve kanlı tehlikelerin meydana geleceğini muhakkak sayan Doğu Vilayetleri halkının karar ve girişimleriyle meydana gelmiştir. Bu toplanışta, siyasi ve şahsi hiçbir tesirin var olmadığı kesinlikle anlaşılmıştır. Uyanışını kesin şekilde felâketten alan, milletin ruhundan kopan bir heyecan ve kuvveti, yabancılar bir iki şahsa bağlamak suretiyle, milletin ruh varlığını inkâr yolunu tutmakla, kendi milletlerini aldatarak, bu şekilde menfaatlerini genişletmeye ve elde tutmaya çalışıyorlar. Vatan ve Milletimiz için karşılanması imkansız zararlara sebep olan bu görüş ve telkinin bizzat hükümetimiz tarafından dahi bilinmeyerek kabullenildiği ve ısrarla yabancıların emellerini kolaylaştırdığını görmek, herkesi üzmekte ve içten yaralamaktadır. Doğu Vilâyetlerinde hayat endişesinden doğmuş olan bu milli akımın gelişmesine ve şimdiki duruma Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in zerre kadar etkileri olmadığı ve sonradan, Kongreye herkes tarafından hürmet ve saygıyla kabul edilen bu iki mevki sahibi siyâsîmizin durumu daha ziyâde bilmelerinden, bilâkis hükümetimizin mevkiini düşünerek, mevcut milli kuvvetleri daha sâkin ve merkezâne bir şekle sokarak, iyi bir şekilde idare ettikleri açıkça görülmektedir. Bunun üzerine kongrenin genel heyeti ve gerekse Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey hakkında Dahiliye Nezâreti’nden vilâyetlere yazılan genelgeler millet önünde iyi etkiler yapmıştır. Can ve nâmus endişesinden doğan milli akım, coşku halinde olup, sükûnete kavuşturulması ve fikirlerin yatıştırılması için yegâne çarenin hemen ve fiilen milli meclisin toplanmasının sağlanması olduğunu ve ağır davranıldığı takdirde milli olayların kendi kendine bu sonuca varacağını yüksek görüşlerinize sunmayı vazifemin gereği sayarım. Çünkü, burada görülen ve hissedilen milletvekillerinin kanaat ve onayına dayanmayacak herhangi bir siyaset ve kararın kabule değer görülemeyeceği ve sürekli olmayacağı, bu büyük tarîhî sorumluluğun belirli birkaç kişinin hamiyetli omuzlarına yüklenmesinden çok, milletin istek ve düşüncelerine dayandırılması merkezindedir. Hatta, eğer şimdiki şartlar içinde milli meclisin İstanbul’da yabancı kuvvetler karşısında toplanmasının mahzurlu görülmesi yüzünden .... önemli şartlar şimdiye kadar geciktirilmiş ise, Anadolu’nun Bâbı-Âli’ce uygun görülecek ve Pâdişâh tarafından da emir buyurulacak bir yerinde toplanması için söz verildiğinin bile söylenmekte olduğunu, sırf vatanperverlik duygum ve görev dolayısiyle arz ediyorum.
16 Ağustos 1919
Üçüncü Ordu Müfettişi Vekili
Kâzım Karabekir

Mustafa Kemal, 16 Ağustos’ta, İstanbul’daki bazı kişilere genel durumu açıklayan bir mektup gönderdi. Bu mektubun gönderildiği kişiler arasında Abdurrahman Şeref, Kara Vasıf, seyit, Cami (Bozkurt), Rıza Beyler’le Ahmet izzet, Reşit Akif, Sulh ve Selamet Fırkası lideri Ferit (Harbiye Nazırı olmuştu) Paşalar’a ve Halide Edip Hanım da bulunuyordu.
Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa’nın, kolorduların birbirleri ile şifreli haberleşmesini yasaklaması üzerine, Mustafa Kemal, 18 Ağustos’ta, alınması gereken tedbirleri komutanlara bildirdi.
“Merkezi hükümet millî girişimlere engel olmak için önlemler almakta diretiyor. Bu diretmenin kendi güçsüzlüğünü arttırmakta olduğuna kuşku yoktur. Ancak Posta ve Telgraf Başmüdürü Refik Halit Bey’in ötedenberi millî dernek merkezlerimiz arasındaki haberleşmeyi önlemek için telgraf müdürlerine buyruklar verdiği bilinmektedir. Son zamanlarda .. yalnız telgraf haberleşmesi değil, posta gönderileri bile denetim altına alınmıştır.
Ordunun da haberleşmemize yardımcı olduğu sezildiğinden, onun da haberleşmesinin sınırlanması için Harbiye Nezareti işe karışmıştır.
Millî derneklerin haberleşmesi ve böylece değişik kurullar arasındaki ilişki kesilmiştir. Bu durum sürecek olursa millî kurtuluşumuzun örgütlenmesi imkânı ortadan kaldırılmış olacak ve dernek millete ve yurda karşı olan görevini zamanında yerine getiremeyecektir. Bu sebeple telgraf ve posta haberleşmesini sağlamak, derneğimiz için hayati bir konudur. Bu amacın elde edilmesi için en etkili yola başvurmak zorunludur.
Bu konuda akla gelen yol, bütün telgraf merkezlerinin, ordunun da sınırsız yardımıyla halk tarafından işgal edilmesidir; merkezi hükümetten de, davranışı cinayet olan Refik Halit Beyi, Savaş Mahkemesine vermek üzere hemen görevinden almasını, ... telgraf ve posta haberleşmesini en kutsal ve zorunlu görev saymasını istemektir; istenen hususların sağlandığı kanısı gerçek anlamında oluşuncaya kadar da bütün haberleşmeleri kesmektir. Bu durumda yalnızca Heyeti Temsiliye sakınca görmeyeceği makamlarla haberleşmeye izin verilir.
Millî bir görev niteliğinde olan bu davranışın oraca nasıl karşılandığını, ne ölçüde uygulama imkânı bulunduğunu, bu yolda akla daha yatkın, ama macı sağlayabilecek etkin başka önlemler düşünülmekte olup olmadığını, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri yönetim kurullarının görüşleri de alınarak, acilen bildirilmesini rica ederim.”

Erzurum Kongresi tüzüğü gereğince seçilen Heyeti Temsiliye üyelerinin ad ve kimlikleri 24 Ağustos günü Erzurum Valiliği’ne bildirildi.

“ERZURUM VİLÂYETİ ALİYESİNE

Şefkatli Efendim Hazretleri

Doğu Anadolu’da mevcut olup aynı maksat ve gaye ile şimdiye kadar teşekkül etmiş olan bilcümle millî cemiyetler Erzurum’da akdettikleri malûm Kongre kararıyla “Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” namı müştereki altında ittihat ve ittifak eylemişlerdir.

Cemiyetimizin merkezi halen Erzurum’dur. Heyeti idaresi demek olan “Heyeti Temsiliye”si üyesinin isim ve hüviyetleri aşağıda olduğu gibi yazılıdır ve basılı tüzüğün aslından nüshası birlikte takdim edilmiştir. Cemiyetler Kanunu’na uygun olarak ilmühaberinin tarafımıza verilmesi amacıyla işbu beyannamemiz makamı âlilerine takdim olunur. Olbapta emrü irade hazreti menlehülemrindir.
Mustafa Kemal.”

“Mustafa Kemal : Eski Üçüncü Ordu Müfettişi,
askerlikten ayrılmış.
Rauf Bey : Bahriye eski Nâzırı (Bakanı)
Raif Efendi : Erzurum eski Mebusu.
İzzet Bey : Trabzon eski Mebusu.
Servet Bey : Trabzon eski Mebusu.
Şeyh Fevzi Efendi : Erzincan’da Nakşi Şeyhi.
Bekir Sami Bey : Beyrut eski Valisi.
Sadullah Bey : Bitlis eski Mebusu.
Hacı Musa Efendi : Mutki Aşiret Reisi.”

Erzurumlular, bir gün sonra Mustafa Kemal’e Erzurum hemşehriliğini teklif ettiler. Mustafa Kemal, Erzurumluların bu teklifine 27 Ağustos’ta Erzurum hemşehriliğini kabul ederek cevap verdi.

“Bismillah 27.08.1919

Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
Erzurum Heyeti Merkeziyesi’ne

Erzurum Hemşehrîliği’ni teklif suretiyle hakkımda bu kerre de gösterilen benzer muhabbet ve samimiyyetin, müteşekkiriyim.Tarihî olan Erzurum’un, bu Erler Yatağının Hemşehrîleri arasında bulunmak, âcizleri içün en büyük saâdetdir. Erzurum Nüfusu’na kaydımın icrâsı içün, (Nüfus kâğıdı, Yaver Cevat Abbas Gürer’le Nüfus Müdürlüğü’ne gönderilerek) icâb eden muâmeleye tevessül edildiğini beyân ve kalpten bağlılığımı ve samîmânemi te’yid eylerim.
Şarkî-Anadolu Müdafaa-i Hukuuk Cemiyyeti
Heyeti Temsiliyesi Azâsından
Mustafa Kemal.”

Cevat Dursunoğlu, bu konuyla ilgili hatıralarını şöyle anlatır:
Cemiyetimizin yazdığı Hemşehrilik Teklifi Mektubu’na, 27.08.1919 tarihinde Yaver Cevat Abbas (Gürer) Bey, şu cevabı getirdi:
“Türklüğün Anadolu’daki en eski Kale’sine, en Kahraman Şehri’ne, Asrın En Büyük Türk’ü Hemşehri olmuştur!”

KAYNAKLAR

Akbulut, Yılmaz, Bingöl Tarihi, T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları/ 1688, Ankara, 1995.
Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele Mutlakıyete Dönüş (1918-1919), Cem Yayınları, İstanbul, 1992.
Altuğ, Prof. Dr. Yılmaz, Türk Devrim Tarihi Dersleri (1919-1938), 4. Baskı, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1980.
Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, C. 1-2, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı 1000 Temel Eser Yayınları, Birinci Basılış, İstanbul, 1973.
Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, C. 3
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 1-2-3, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1989.
Atay, Falih Rıfkı, Çankaya,
Avcıoğlu, Doğan, Millî Kurtuluş Tarihi 1838 DEN 1995 E, Birinci Kitap, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974.
Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, C. 1-2, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, C. 7, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.
Baykal, Prof. Dr. Bekir Sıtkı, Heyet-i Temsiliye Kararları, TTK Yayınları, XVI.Dizi Sa: 23 Ankara, 1974.
Belen, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 542, Ankara, 1983.
Bıyıkoğlu, Tevfik, Atatürk Anadolu’da (1919-1921)-I, 2. Baskı, Kent Basımevi, İstanbul, Ekim 1981
Bircan, Osman, Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
Cebesoy, Ali Fuat, Millî Mücadele Hatıraları,
Cemil, M., Lozan, C. 1,
Çağlar, Behçet Kemal, Bugünün Diliyle Atatürk’ün Söylevleri, Türk Dil Kurumu Yayınları: 277, Ankara, 1968.
Çavdar, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara, 1995.
Çoker, Fahri, Türk Parlamento Tarihi Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919-1923, c. 1, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı Yayınları No: 4, Ankara, 1994.
Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Politikasında 50 Yıl-Kurtuluş Savaşımız (1919-1922), Ankara, 1973.
Eroğlu, Hamza, Atatürk Hayatı ve Üstün Kişiliği, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları
İğdemir, Uluğ, Sivas Kongresi Tutanakları,
Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum Kongresi’nden Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, c. 1-2. Baskı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları XVI. Dizi-Sa. 6, Ankara, 1986.
Karabekir, Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1969.
Karabekir, Kâzım, İstiklal Harbinin Esasları, İstanbul.
Kırzıoğlu, Prof. Dr. M. Fahrettin, Bütünüyle Erzurum Kongresi, c. 1-2, TC. Ziraat Bankası Armağanı, Kültür Ofset Ltd.Şti, Ankara, 1993.
Kocatürk, Dr. Utkan, Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara.
Kocatürk, Dr. Utkan, Atatürk’ün Toplanmamış Telgrafları
Köstüklü, Yrd. Doç. Dr. Nuri, Millî Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1217, Ankara, 1990.
Kutay, Cemal, Türk Millî Mücadelesinde Amerika, Boğaziçi Yayınları: 49, İstanbul, 1979.
Mango, Andrew, Atatürk, Yenibinyıl Sabah Kitapları: 109, İstanbul, 2000.
Mersin Kuvayı Milliye Cemiyeti, Kurtuluş Savaşı’nda İçel, İstanbul, 1971.
Mikusch, Dagobert von, Gazi Mustafa Kemal Avrupa ile Asya Arasındaki Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.
Mumcu, Prof. Dr. Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İnkılâp ve Aka Basımevi, İstanbul, 1981.
Onar, Mustafa, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, C. 1, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları/ 1739, Ankara, 1995.
Ozankaya, Prof. Dr. Özer, Cumhuriyet Çınarı, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları/ 1711, Ankara, 1997.
Önder, Mehmet, Atatürk’le Adım Adım Türkiye, Kültür Ofset Araştırma Yayınları: 1, Ankara, 1984.
Öke, Doç. Dr. M. Kemal, Ermeni Meselesi, Fatih Yayınevi Matbaası, İstanbul-1986.
Öke, Doç. Dr. M. Kemal, İngiliz Ajanı Binbaşı EWC Noel’in “Kürdistan Misyonu” (1919), 3. Baskı, Boğaziçi Yayınları: 96, İstanbul, 1990.
Özalp, Kâzım, Millî Mücadele, C. 1
Özçelik, Doç. Dr. İsmail, Millî Mücadele’de Güney Cephesi Urfa (30 Ekim 1918-11 Temmuz 1920), Kültür Bakanlığı Yayınları: 1418, Ankara, 1992.
Sonyel, S. Ramadan, , Türk Kültürü, C. 8, S. 85.
Şimşir, Bilâl N., Ankara... Ankara Bir Başkentin Doğuşu,
Tansel, Dr. Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 1, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 2262, Ankara, 1991.
Tansel, Dr. Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 2, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 2262, Ankara, 1991.
TC. Başbakanlık, Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921 Tarihleri Arasına Ait 106 Belge),T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:1-Gn. No: 060, Ankara, 1982.
TC. Genkur, Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara,
TC. Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbi, C. III., Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara,
Terzioğlu, Said Arif, Yazılmıyan Yönleriyle Atatürk, Ak Kitabevi, İstanbul, 1963.
Tevetoğlu, Dr. Fethi, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 757, Ankara, 1987.
Bardakçı, İlhan, “Tarih’ten Bugün’e Karabekir Belgesi.” Tercüman Gazetesi, 28 Ekim 1984.
Gazeteciler Cemiyeti, Millî Egemenlik, 23.04.1985, Yıl. 1, S. 1.
Göyünç, Doç. Dr. N., “50. Yıldönümü Münasebetiyle Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nin Türk ve Dünya Tarihindeki Önemi.” Türk Kültürü, C. 10, S. 118.
Ünal, Tahsin, “Millî Mücadele’de Ekonomik Durum”, Türk Kültürü, C. 10, S. 118,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder