18 Kasım 2009 Çarşamba

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI BAŞLARKEN

KİTAP HAKKINDA

1914 yılında, sömürge sahibi Avrupalı devletler, hem kendi aralarında gizli bir yarış halindeydiler, hem de sömürge yapabilecekleri topraklar azalmıştı. Bunlar her fırsatta, sömürgelerine yeni sömürgeler eklemenin planlarını yapıyorlardı.
Sömürgeci devletler içinde en büyüğü İngiltere idi. Almanya ise sömürgeciliğe daha sonra başlamıştı. Ama önemli topraklar elde etmişti. Kısa sürede dikkatleri üzerinde toplamıştı. Bu sebeple Almanya ile İngiltere arasında ortaya çıkmayan, gizli bir rekabet yaşanmaya başlandı.
Avrupa’da devletler arasında da gizli rekabet vardı. İngiltere-Fransa-Rusya üçlüsü kendi aralarında iyi ilişkiler içindeydiler. Buna karşılık Almanya ile Avusturya-Macaristan arasında dostluk vardı. Bu ikili Osmanlı Devleti’ni de aralarına almak istiyordu. Almanya, Hicaz Demiryolu inşaatı ve Türkiye’ye gönderdiği askerî heyet ile önemli adımlar atmış, Osmanlı’ya onlardan daha çok yaklaşmıştı.
Bu cepheleşme, 28 Haziran 1914 günü patlayan bir silah ile gerçeğe dönüştü. Avusturya Sırbistan’a savaş ilân edince, İngiltere, Fransa ve Rusya Sırbistan tarafında yer aldılar. Doğal olarak Almanya da Avusturya’yı destekledi.
Osmanlı Hükümeti tarafsız kalacağını açıklamasına rağmen Almanya hayranı Enver, Talât ve Cemal Paşalar’a Sadrazam Sait Halim Paşa da katılmak zorunda kalınca, savaşın dışında duramadık. Osmanlı’nın tarafsızlığı dört ay sürebildi.
Halbuki hiç kimsenin aklına gelmeyen bir konu vardı: Ordu hazır mıydı? Kıyafeti, silahı, cephanesi var mıydı? Hazine savaşa uygun muydu? Biz savaşa girersek kaç cephede savaşacağız? Bunu hiç düşünen olmadı. Almanya’nın parıltılı vaatlerine kanarak kolay şöhret peşindeydiler.
İttihat ve Terakki, Meşrutiyet’e nasıl hazırlıksız koştuysa, savaşa da hazırlıksız olarak koşmuştur. Sofya Ataşemiliteri olan Mustafa Kemal, arkadaşlarını birkaç kere uyarmasına rağmen, dinleyen olmadı.
Savaş bizim için önemlidir. Savaşa girdiğimiz zaman, bir devletin sonunu hazırladığımızı fark edemedik. Bu kitap, savaş öncesi gelişmeleri incelemektedir. Özellikle Osmanlı Devleti açısından; savaşan taraflar olarak İtilâf ve İttifak cepheleri ve bizim için yine önemli olan Ermeniler açısından gelişmeler gözler önüne serildi.
Savaşa nasıl girdiğimizi, tüylerimiz diken diken olmadan öğrenemeyiz. Hele bizi savaşa sürükleyen Almanya’nın dost olmaktan öte, bizi bir sömürge gibi görmesi, yöneticilerimizin bunu fark edememesi çok acıdır.
Osmanlı Devleti Almanya yanında değil de İngiltere yanında savaşa girse ne olurdu? Osmanlı Devleti’nin bu cephede savaşa giremeyeceği ortada idi. Çünkü bunlar, gizli anlaşmalarla Osmanlı topraklarını kendi aralarında pay ediyorlardı. Osmanlı bu payın dışında olmalıydı. İçinde olsa paylaşılamazdı.
Bu da gösteriyordu ki, Osmanlı Devleti’nin kimin yanında olması önemli değildi. Hangi tarafta yer alsa, sonuçta yıpratılacak ve paylaşılacaktı.
İşte burada, Haziran 1914 ile Kasım 1914 tarihleri arasındaki savaş öncesi olayları gelecek nesillerin bilgisine sunmak istedim. Geçmişinden ders almayanlar, geleceğini yönlendiremezler.

Halil İbrahim YILDIRIM














BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI BAŞLARKEN

Osmanlı ülkesinde istibdadı yıkıp hürriyeti getiren İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu ortama biraz hazırlıksız yakalandı. Çünkü Kanunu Esasî (Anayasa) yürürlüğe girince yaşanan çok partili Meşrutiyet rejiminin gereklerini yerine getiremediler. Yapılan seçimleri kazandılar, açılan Meclis’te çoğunluğu sağladılar, kurulan hükümetlerde etkili olmaya çalıştılar. Hükümetin başına geçemediler. Sultan Abdülhamit’in ihtiyar vezirlerinden biri gelip, diğeri gidiyor, hükümetler değişiyor, ama İttihat ve Terakki iktidar olamıyordu. 1914 yılı, İttihat ve Terakki için iktidar olma yolunun açıldığı bir yıl oldu. Sait Halim Paşa’nın Sadrazamlığı’nda Talât Bey Dahiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) olarak görev yapıyordu. 1914 yılının ilk günlerinde Enver Paşa Harbiye Nâzırı yapılarak hükümet içinde güçlerini artırdılar. Hükümet olmanın yanı sıra iktidar olmanın da kapısını araladılar.
Enver Bey Bingazi’deki hizmetlerinden dolayı eklenen üç yıl kıdemli Albaylığa ve Balkan Harbi’ndeki fedakârlığına mükafat olarak üç sene daha ekleme ile Tuğgeneralliğe terfi ettirilerek Nâzırlık için uygun duruma getirilmişti. Enver Bey bir anda günün adamı olmuştu. Üç rütbe yükseltilerek “Paşa-General” yapılması, arkasından da Harbiye Nezareti’ne (Savaş Bakanlığı’na) getirilmesi bütün dikkatleri üzerine çekmişti. Daha önceleri “Hürriyet Kahramanı” olarak adını duyuran Enver Bey, İttihat ve Terakki içinde Talât Bey ile sözü geçen bir kişi iken, şimdi hükümet içinde de aynı etkisini sürdürecekti.
Enver Bey’in bir anda “Paşa” yapılarak Nâzır olması Rus Büyükelçiliği tarafından yakından izlendi. Büyükelçi M. Giers Enver Paşa ile yakın ilişkiler kurmağa çalıştı. Enver Paşa’ya “geleceğin adamı” olarak bakıyorlardı. Bu sebeple onunla yakın olmak, Rus menfaatleri açısından yararlı olacaktı. Ruslar Enver Paşa’yı iyi tahlil etmişler, onun hırsını, ihtirasını görmüşlerdi. İstanbul’daki Ruslar’a göre: “Enver Paşa Türkiye’de bir dikta rejimi kuracak ve hattâ Osmanlı sülâlesini ve hilafeti kaldıracaktı.”
Bu günlerde Mustafa Kemal Sofya’da Askerî Ataşelik görevindeydi. Enver ve Talât, İttihat ve Terakki içinde kendilerinin öne geçebilecek biri olarak gördükleri için Mustafa Kemal’i bu göreve göndererek İstanbul’dan uzaklaştırmışlardı. 11 Ocak günü de Sofya Ataşemiliterliği’ ne ek görev olarak Bükreş, Belgrad ve Çetine Ataşemiliterlik görevleri de Mustafa Kemal’e verildi.

MUSTAFA KEMAL TERFİSİNİ BEKLİYOR

Mustafa Kemal Sofya’da başarılı çalışmalar yapıyordu. Enver Bey üç kademe terfi ettirilirken, Mustafa Kemal hakkı olan albaylığa dahi terfi ettirilmiyordu. Ayrıca aylardır maaşını alamıyordu. Bu gurbet elinde ekonomik sıkıntılar içinde kaldığı otel odasına kapanmıştı. Parası olmadığı için annesiyle kız kardeşine de para gönderemiyordu. Bu duruma daha fazla dayanamayarak, İttihat ve Terakki’nin üçüncü güçlü adamı Nafia Nâzırı (Bayındırlık Bakanı) Cemal Paşa’ya 17 Ocak’ta bir mektup göndererek içinde bulunduğu sıkıntıları ve serzenişlerini dile getirdi.
Mustafa Kemal’in Cemal Paşa’ya gönderdiği mektup şöyledir:
“M. Kemal
Sofya, 17 Ocak 1914
Muhterem Paşa Hazretleri,
İlk ve son arizalarımın cevabı olmak üzere lütfen gönderdiğiniz 20 Aralık tarihli seçkin iltifatnamenizi aldım.
Bugün ordunun başına geçirdiğiniz genç arkadaşımızdan (Enver Paşa), hakikaten, buyurduğunuz gibi, çok şeyler bekleyebiliriz; artık zat-ı âlileri de hükümetin başına geçerek yalnız ordunun değil, memleketin her bakımdan muhtaç olduğu faydalı faaliyet ve ciddiyet sahasını açarsınız.
Bizim burada kim bilir ne kadar zevkli bir hayat geçirmekte olduğumuzu -Fethi Bey’le olan mektubunuzda- tahmin buyuruyorsunuz. Hakkınız var. Zaten böyle bir hayatı yaşayabileceğimizi tahmin ederek değil mi idi ki buraya gelmemizi uygun görmüştünüz. Gerçi buraya geleli iki ay olduğu halde henüz Kasım maaşımdan başka beş para alamamış olmaktan ve ilk günü kapandığımız Splandid Oteli’nin dördüncü kat odasında, her onbeş günde bir takdim olunan hesap pusulalarını birbiri üzerine yığmaktan az zevk mi olur? Öteki hükümetlerin askerî ataşelerinin ve diğerlerinin davetlerine karşılık verme sırası gelince ortadan kaybolmak, lâzım geldiği için dahil olunan kulüplere usulen ödenmesi gereken paraların yatırılması hakkındaki mektupları cevapsız bırakmak, cidden, bir Türk ataşemiliterinden beklenen hususlardandır!
İstanbul’da iken memleketin bin türlü sıkıntı ve felâket içinde koşturduğu bu devirde, mesainizi hangi işlere harcadığınızı düşünmeyerek, aileme yegâne sığınak olabileceği fikriyle, önce eniştem Lütfi Efendi hakkında, sonra da Sofya’da içine düştüğüm maddi, manevi ıstırabların hafifletilmesine yardımcı olmanız konusunda istirhamlarda bulunmaktan hakikaten utanmıştım. Son iltifat mektubunuz gelmeseydi ve “Senin aylıklar konusunda bir şeyler yapmak isterim” vaadinde bulunmamış olsaydınız, sizi artık kesinlikle rahatsız etmemeye karar vermiştim.
Bendeniz şimdilik hakiki bir Osmanlı askeri ataşesine lâyık olabilecek vaziyeti almak için ihtiyaç bulunan hususları değil, burada aç ve sefil kalmamanın çaresini düşünmek mecburiyetinde olduğum için vaad buyurduğunuz işi Kasım ve Aralık muhassasatlarımın bir an evvel gönderilmesine ve bundan sonra da muntazaman tesviyesini sağlamaya ayırırsanız pek ziyade minnetdarınız olurum; çünki şimdiye kadar karnımızı doyuran Fethi Bey gidiyor, alacağını istemekte amansız davranıyor, Selânik’te valide ve hemşire çırpınıyor, İstanbul’da enişte sefil sürünüyor.
İltifatnamenizin zarfında “Comm...” (yarbay rütbesini kastediyor) yazacak yerde “Colonel” (albay) yazmışsınız. Bunun dalgınlık eseri olduğunu tahmin etmek güç olmadığı halde bilmem ne gibi yanlış düşünceler bendenizi şu suretle düşündürdü: Derne’deki hizmetimden naşi Enver’in vaktiyle takdim eylediği defterde ismimin hizasında “Terfi ve nişan ile taltife hak kazanmıştır” denmişti. Son zamanlarda Akdeniz Komutanlığı’ndan da resmen verilen defterde de “mutlaka terfi ettirilmelidir” kaydı vardı. Bu kayıtları tabii ki, devletin eski idarecileri göremezdi. Fakat bugün orduyu gençleştirmek üzere iktidarı alan dostlar için bu belgeler aranılıp bulunamayacak fırsatlardan değil midir? Her ne hal ise, adam olanlar maddi olarak küçük kalarak da vatana borçlu oldukları büyük fedakârlıkları yapmanın yolunu bulurlar! Hürmetle ellerinizden öperim efendim.
Mustafa Kemal.”

Bu mektubun etkisi 01 Mart günü görüldü. Mustafa Kemal Yarbaylığa terfi etti. Sofya’da bulunduğu süre içinde kendisini kabul ettiren Mustafa Kemal’e Fransa Hükümeti Lejyon Donör nişanı vermek istiyordu. Durum Babıâli’ye bildirildi. Sadrazamlık Makamı da 12 Mart günü Harbiye Nezareti’ne yazdığı yazıda, Sofya Askerî Ataşesi Mustafa Kemal Bey’e Fransa Hükümeti tarafından verilen Lejyon Donör nişanını kabul edilmesini, gerektiğinde takılmasına Padişah tarafından uygun görüldüğünü bildirdi.

TÜRK-RUS YAKINLAŞMASI

Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Giers, Enver Paşa’yı tahlil eden bir raporu 06 Mayıs 1914 Çarşamba günü Petersburg’a gönderdi. Buradaki teşhisi Rusya için önemlidir: “Enver Paşa idare edilemez ise Rusya için tehlike olabilir.”
Bu günlerde Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki ilişkiler yakın ve samimiydi. Rus Çarı II. Nikola Nisan ayı sonunda Kırım’daki Livadia sarayına geldi. Burası eskiden beri Çarlar’ın dinlenme yeri idi. Çarlar buraya geldiklerinde, Sultan Abdülaziz’den beri bir heyet hoş geldin demek için Livadia’ya gönderildi. İttihat ve Terakki Hükümeti de Rusya ile iyi ilişkiler kurmak için buraya bir heyet göndermeye karar verdi.
Çarı’nın yanında Başbakan Goremikin ve Dışişleri Bakanı Sazanov vardı. Sadrazam Sait Halim Paşa’nın gidemeyeceği anlaşılınca, Rus Büyükelçisi Giers, Talât Bey’in gitmesinde ısrar etti. Çünkü Talât Bey, Yeni Türkiye’nin, sözü geçen, bir numaralı adamıydı. Heyet 10 Mayıs günü Rus Çarı’nı selâmlamak üzere Livadia’ya gitti.
Türk heyeti Rus Çarı’nı selâmladı. Karşılıklı olarak saygı dolu sözler söylendi. Osmanlı heyetinin ayrılacağı gün Ertuğrul yatında bir veda yemeği verildi. Yemekte Sazanov Talât Bey’in yanında oturuyordu. Tam sofradan kalkılacağı sırada Talât Bey, Sazanov’un kulağına doğru eğildi:
“Size önemli bir sözüm var” dedi ve ekledi:
“Rusya Hükümeti bizimle bir ittifak yapabilir mi?”
Sazanov:
“Bu önemli sorunuzu münakaşa için bir çok boş vaktimiz vardı. Sorunuzu neden böyle son dakikaya bıraktınız?” dedi.
“Maksadım sizin şahsi fikrinizi öğrenmekti.”
Sazanov da:
“Madem ki öyledir. Üç güne kadar elçimiz İstanbul’a dönecektir. Bu önemli mesele için ortam hazırlansın, uyuştuğunuz noktaları da elçimiz bana bildirsin. Ben de ona göre bir karara varırım. Herhalde meseleyi esas itibariyle reddetmiyorum.” Cevabını verdi. Daha sonra Rus elçisi Talât Bey’in bu konudaki düşüncelerini Sazanov’a bildirdi. O da bunu iyi karşıladı. Ruslar İttihat ve Terakki’nin bazı üyeleri arasında Alman hayranlığı olduğunu biliyor, Rusya bunun önüne geçerek bir ittifak imkânını gündeme getirmişti. Ama bu iyi ilişkiler nereye kadar gidecekti? Bunu gelişen olaylar gösterecekti.
12 Mayıs günü yeni Askeralma Kanunu (Mükellefiyeti Askeriye Kanunu) çıkarıldı. Bu kanunla kolordular bölgesinde ve emrinde askerlik daireleri ve şubeleri kurulmak suretiyle askeralma usulleri kolaylaştırılıyordu.
Yine bu günlerde Osmanlı Devleti altı ilde yapılacak ıslahat konusunda iyi niyetini gösterme gayretindeydi. Batılılar’la yapılan anlaşmaya göre iki gözlemci görevlendirildi. Bunlar Norveçli Binbaşı Hoff ve Hollanda Sömürge Bakanlığı’ndan Vestenengen idi. Osmanlı Hükümeti 25 Mayıs günü bu sömürge kontrol memurlarına biner altın maaş bağladı. Yaklaşık 90.000 dolar karşılığı olan bu maaşlar karşılığında Hoff ‘un görev alanı Bitlis, Harput ve Diyarbakır; Vestenengen’in ise Trabzon, Erzurum ve Sivas illeridir. Üçer aylık maaşları peşin ödenir. Dünya Savaşı çıkınca bu iş de yarıda kaldı.
Avrupa’da büyük devletler arasında bir çekişme vardı. İngiltere ile Almanya arasında bir gizli rekabet vardı. Fransa ve Rusya İngiltere’yi desteklemekteydi. Almanya’da Avusturya-Macaristan dostluğu ile karşı cepheyi oluşturmaktaydı. İtalya bu ortamda tarafsızlığını koruyordu. Bütün devletler emperyalist duygularını düşünceden eyleme geçirebilmek arzusundaydılar. Bu arzunun büyük bir bölümü de Osmanlı’nın geniş ve verimli topraklarını ele geçirmeye çalışıyordu. Osmanlı üzerinde Almanya bir adım öndeydi. Burada pek çok subayı bulunuyordu. Osmanlı ordusunun önemli görevlerinde Almanlar bulunuyordu. Bunlardan biri de General Bronzard idi. General Bronzard 07 Haziran günü bir seferberlik plânı hazırladı. Osmanlı Genelkurmayı’nca kabul edilen bu plâna göre birlikler ortalama 20 günde seferber olacakları düşünülmekteydi. Fakat sonraları bu sürenin 40-45 gün ve hatta daha fazla olacağı görüldü.
Almanya Büyükelçisi Von Wangenheim, Osmanlı Devleti’ni kendi saflarına çekmekle görevliydi. Ama Wangenheim, Osmanlı Devleti’nin kendilerine yararlı olmayacağı kanaatindedir. 18 Haziran tarihinde Almanya Dışişleri’ne gönderdiği raporunda “Türkiye, hiç şüphesiz şimdilik müttefik rolüne asla yakışmaz. Bu devlet kendi müttefiklerine hiçbir yarar vadetmedikten başka, üstelik onların yükünü de arttırır” diyerek düşüncelerini belirtir.

İLK KIVILCIM: SARAYBOSNA

28 Haziran 1914 tarihinde Saraybosna’da patlayan bir silah sesi, bütün Avrupa devletlerini birbirine düşürdü. Şimdiye kadar görünmez bir el tarafından yapılan cepheler, şimdi açıktan açığa ve düşmanca niyetlerle yapılıyordu.
28 Haziran günü Saint-Guy yortusu günüdür. O gün Sırplar için önemli bir gündü. 28 Haziran 1389 yılında Kosova’da Türkler’e yenilmişlerdi. Bu sebeple o gün Sırplar için o zamandan beri millî matem günüdür. Sırplar, atalarının mahvedildiği bu günü her sene törenle anarlardı. Pazar günü yapılan törenlere Avusturya-Macaristan Veliahdı Fransuva Ferdinand ile karısı Kontes dö Hohenberg de katılmıştı. Avusturya-Macaristan Veliahdı Arşidük Ferdinand ile karısı, Saraybosna’da Sırp milliyetçilerinden Gabriel Pirençip adlı bir genç tarafından öldürüldü.
Sırp milliyetçileri her yıl muhakkak olaylar çıkarır, suikastlar düzenlerlermiş. Polisin yaptığı inceleme sonunda veliahdı koruyacak hiçbir tedbirin alınmadığı görülmüştür.
Avusturya-Macaristan İmparatoru yaşlı Fransuva-Josef, kendisinden sonra tahta geçecek olan Fransuva Ferdinand’ı sevmez; taht için fikirlerini tehlikeli görürmüş. Saraybosna’da her yıl olay çıktığı konusunda Viyana ikaz edildiği halde İmparator, Ferdinand’dan bu törenlere katılmasını şahsen istemiş.
Aile içi bir hesaplaşmanın sonuçları dünya çapında olmuştur. Savaşın ateşi bir anda Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasındaki savaştan bütün dünyaya sıçramıştır. Almanya, Rusya, Fransa, İngiltere savaşan devletlere eklenmiş, daha sonra da Almanya’nın teşvikiyle Osmanlı Devleti de bu oyuna katılmıştır.
Talât Bey, savaşın asıl sebebini şöyle açıklamaktadır:
Dünya Savaşı’nın çıkış sebepleri ve hazırlanışı üzerinde, aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen tefsirler, münakaşalar, suçlamalar halâ devam etmektedir. Bunlar arasında hakiki sebep, savaşı çıkaranların ihtirasları, yüzkarası olduğu için söylenmiyor, saklanıyor. Fakat biz, Türk milleti olarak gerçek sebebi bilmeye, unutmamaya ve gelecek nesillerimizi benzer felâketlerden masun tutabilmek için daima hatırlamaya ve hatırlatmaya mecburuz.
Dünya Savaşı’nın asıl sebebi, “hasta adam”ın, yani bizim Osmanlı Devleti’mizin bunca zamandır yağma edilmesine rağmen, hala üç kıtanın en zengin topraklarının taksimi üzerindeki ihtilâf ve hırs kavgasıdır.
Dünya Savaşı başlarken gelişen olayları;
a)Osmanlı Devleti açısından,
b)İttifak Devletleri olarak Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu açısından,
c)İtilâf Devletleri olarak İngiltere ve Rusya açısında,
ç)Ermeniler açısından ele alarak inceleyelim.

OSMANLI AÇISINDAN

Avusturya Macaristan Hükümeti Dışişleri Bakanı Berthold, 14 Haziran günü Alman Dışişleri Bakanı Jagow (Sagow)’a, Osmanlı Devleti’nin de ittifaka katılmasını önerdi.
Fransa’yı ziyaret etmekte olan Osmanlı Bahriye Nâzırı Cemal Paşa, 15 Haziran günü önce Fransa Başbakanı Viviani, sonra da Siyasî İşler Müdürü Margerie ile görüştü. Cemal Paşa, Fransa’dan, Yunanistan ve İtalya ile olan meselelerin, özellikle de Adalar Meselesinin çözümü için yardım talebinde bulundu.
Mustafa Kemal, 16 Haziran’da Harbiye Nâzırı Enver Paşa’ya gönderdiği raporda, Bulgarlar’ın büyük Bulgaristan emellerini açıkladı.
Mustafa Kemal, Sofya’daki gözlemlerine dayanarak, Bulgarlar’ın büyük Bulgaristan tasarılarını gerçekleştirmek umuduyla, gittikçe Avusturya’ya yaklaşmakta olduğunu bildirmişti. Mustafa Kemal, onların bununla yetinmeyeceklerini de ileri sürüyordu. Doğu’ya doğru da genişlemek isteyeceklerdi ki, bu da ancak Türkiye’nin zararına olarak gerçekleşebilecek bir şeydi. Onun için Mustafa Kemal Türkiye’nin hareketsiz durmasını tehlikeli buluyordu. Bulgarlar’ın çeşitli yollarla Türkler’in güvenini kazanmaya çalışacakları belli bir şeydi. Bu arada her hangi bir Batılı grupla bağlantısı olmayan Türkiye’nin, Bulgaristan’la dost geçinir görünmesi kendi yararına olurdu. Ama, Mustafa Kemal’in önceden gördüğü gibi, savaşa katılmak zorunda kalacak olursak o zaman da “Bizim için yapılacak şey, bir bahane uydurup Bulgaristan’ı işgal etmekti.” Bu çeşit bir siyaset, Türkiye’nin Yunanistan’daki çıkarları bakımından da yararlı olurdu.
Doğu’da Ruslar, Ermeniler ile her zamankinden daha fazla ilgileniyorlardı. 3’üncü Ordu Komutanlığı, savaş başlarsa, Ruslar’ın Ermeniler’i Türkler aleyhinde kullanacağını açıklayan istihbarat raporunu İstanbul’a gönderdi.
Bu günlerde Almanya boş durmadı. Osmanlı Devleti’ni kendi yanına çekmek için girişimlerde bulundu. Görüşmeler Sadrazam Sait Halim Paşa’nın Yeşilköy’deki yalısında yapıldı. Antlaşma metninin ana hatları kararlaştırıldı. Hazırlanan bu metin taslağı Berlin’e gönderildi.
Sadrazam, 01 Ağustos gecesi Enver, Cemal Paşalar, Talât, Cavit ve Halil (Menteşe) Beyler’le bir toplantı yaptı. Toplantıda, Osmanlı Ordusu’nun seferber hale konulması ve savaşta tarafsız kalacağına, durumun savaşan devletlere duyurulmasına karar verildi. Seferberlik 03 Ağustos 1914 Pazartesi günü başlatılacaktı.
Harbiye Nâzırı Enver Paşa, Fransız ve Rus Büyükelçileriyle görüştü. Rus Büyükelçisi, Alman heyetini öne sürerek bu durum Ruslar’a güvenlik vermediğini bildirdi. Enver Paşa da gereğinde geriye gönderilebileceğini söyledi. Halbuki bu heyetin başkanı Korgeneral Liman von Sanders, Berlin’in kendisine Türkiye’de kalması emir verdiğini söylemekteydi.
Savaş arifesinde Osmanlı Devleti, Almanya’ya dostluk antlaşması yapalım diye teklifte bulunur. Almanya, “Ayağımıza bağ olur” diye kabul etmez. Ama İngiltere-Fransa ve Rusya çemberi içinde kalınca, Alman İmparatoru İstanbul’daki elçisi Wangenheim’e gönderdiği talimatta: “Osmanlılarla bir an evvel ne pahasına olursa olsun, Almanya’nın çıkarları yönünde antlaşma yapılmasını” emreder.
02 Ağustos’ta imzalanan Osmanlı Devleti ile Almanya arasındaki antlaşmanın şartları şöyledir:
1-Avusturya-Sırbistan muharebeleri başlayalı 4-5 gün olmuştu. Almanya ile Türkiye tarafsız kalacaklardır.
2-Eğer Rusya savaşa müdahale ederse Almanya Avusturya’ya, Türkiye’de Almanya’ya yardım edecektir. (Bu madde bizi savaşa sokacaktır.)
3-Türkiye savaşa girerse, Türk ordusunun emir ve komutası Alman askerî heyetine verilecektir. (Bu madde savaş süresince Alman subaylarının tahakkümüne yol açtı).
4-Almanya İtilaf devletlerine karsı Türkiye’nin mülkî tamamiyetimizi tanıyacaklarını vaad ediyorlardı. (Bütün gaye mülkün tamamiyeti ise bunun için savaşa lüzum yoktu. Bu iş savaşsız da olabilecekti. Mülkî tamamiyetimize saldıran olursa o zaman saldırmayan tarafla anlaşıvermek savaşa bu taktirde girmek mümkün ve en mantıki yol idi).
5-Anlaşma 31 Aralık 1918’e kadar muteber olacaktır.
6-Anlaşma 6 ay evvel taraftarlarca feshedilmezse, kendiliğinden 5 sene daha temdit edilmiş, addedilecektir.
Osmanlı Hükümeti, 03 Ağustos günü seferberlik başlattı. 4 milyon asker seferber etti. Avrupa’daki savaşta da tarafsız kalacağını açıkladı. Bu açıklama Almanya’yı kaygılandırdı. Hemen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin Çanakkale yönünde hareket etmesini emrettiler. Gemiler yola çıkınca, İngilizler bu iki Alman savaş gemisini izlemeye başladılar.
Osmanlı Devleti’nin donanma gücü çok zayıftı. Karadeniz’de Rus donanması güçlüydü. Bir savaş olduğu takdirde tehlike büyüktü. 04 Ağustos günü Avusturya donanmasından bir kısmının gelmesi istendi. Ama kendi kıyılarını koruyacaklarını söyleyerek olumsuz cevap verdiler.
Sadrazam Sait Halim Paşa, tarafsız kalma konusunda Almanya Büyükelçisi Wangenheim’e bilgi verdi. Rus Büyükelçisi Giers, Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalacağına inanıyordu. Fransız Büyükelçisi ise, Sadrazam’a, Alman askerî heyetinin kalması ile tarafsızlığın nasıl bağdaştığını sordu. Sadrazam da çok faydalı olan bir heyeti geri göndermek için hiçbir sebebin olmadığı cevabını verdi.
Bu günlerde Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın girişlerine torpiller atıldı. Boğazlar mayınlanmaya başladı. Sadece Osmanlı kılavuzları tarafından sevk edilecek ticaret gemileri için birer kanal bırakıldı.
3’üncü Ordu Kurmay Başkanı Alman subayı Yarbay Guze, ordu birliklerinin sevk idare ve kontrollerinin daha yakından yapılabilmesi için, 07 Ağustos’ta ordu karargâhının Erzurum’a alınmasını teklif etti. Ordu Komutanı da bu teklifi uygun görerek telgrafla Başkomutanlık Vekâleti’ne bildirdi.
Meşrutiyet’in gelmesiyle kaldırılan sansür 07 Ağustos’ta tekrar geldi. Osmanlı Başkomutanlığı, bir resmî bildiri yayınlayarak basın ve haberleşmeye sansür getirdi. Osmanlı Hükümeti de, Müslüman olmayan ve kırk yaşını aşmış kişilerden askerlik hizmeti karşılığı para bedeli alınmasını kararlaştırdı.
Liman von Sanders, Çanakkale Müstahkem Mevkiler Komutanı Weber Paşa’ya gönderdiği şifrede: “Goeben ve Breslau ihtimal bugün gelirler. Bütün kuvvet ve araçlarınızla Boğaz’dan girmelerine yardım ediniz” emrini verdi. Enver Paşa’nın da haberi olduğunu bildirdi.
Karargâhtaki nöbetçi Yüzbaşı Tevfik Bey buna engel oldu. Bunun üzerine Enver Paşa: “08/09 Ağustos 1914 Almanya Hükümeti’nin Goeben ve Breslau ismindeki savaş gemilerinin düşmanla muharebeye tutuşmuş olması muhtemeldir. Adı geçen gemiler Boğaz’a sığınırlarsa, gemilerine müsaade ve kabul ediniz.” Emrini verdi. Bundan başka, mayın hatlarının bozulduğu ileri sürülerek yabancı vapurların Boğazlar’dan çıkmaları yasaklandığı gibi, geçidin açık bulundurulması, Goeben ve Breslau hakkında Devletler Hukuku’na göre işlem yapılması ve başka devletlere ait savaş gemileri Boğaz’a zorla girmek isterse karşı konması istendi.
İngiliz gemilerinden kaçan Alman gemileri 10 Ağustos’ta Çanakkale Boğazı’ndan geçtiler. Gemilerin Boğazlar’dan içeri girmesi, devletler hukukuna, Boğazlar rejimine ve tarafsızlık kaidelerine aykırı idi. Ya gemileri 24 saat içinde kara sularımızdan çıkmaya mecbur etmemiz veya gemileri silahtan tecrit, mürettebatını tevkif etmemiz icabediyordu. Her iki şıkka da Alman Elçisi Wangenheim şiddetle itiraz etti:“Müttefik değil miyiz?” dedi.
Alman askerî heyetindeki subaylardan biri olan Hans Kannengiesser, Türkiye için son derecede vahim sonuçlar doğuracak bir kararı Enver’in bir çırpıda verdiği tarihî sahneyi şöyle anlatır:
“10 Ağustos 1914 günü, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın yanında bulunuyordum. Görüşmemizin orta yerinde, göreneğe aykırı olarak hademe içeri girdi ve (daha sonra Süveyş Kanalı seferini yönetecek olan) Yarbay Kress’in görüşmek istediğini haber verdi. Herhalde çok acele bir durum söz konusuydu.
Kress: Çanakkale müstahkem mevkii, Alman savaş gemileri Goeben ve Breslau’nun Boğaz girişinde bulunduğunu ve serbest giriş izni istediğini bildiriyor. Boğaz Komutanlığı, Kumkale ve Seddülbahir tabyalarına derhal bildirilmek üzere verilecek direktifi rica ediyor.
Enver: “Buna şimdi karar veremem. Önce Sadrazamla görüşmeliyim.”
Kress: “Fakat hemen telgraf çekmek zorundayız.”
Her zaman, çok çabuk karar verme gücünü göstermiş bulunan Enver için gerçekten zor bir karar anıydı. Dıştan pek belli etmemekle birlikte, içinden zorlu bir savaş veriyordu. Sonunda:
“İçeri bıraksınlar” dedi.
Maliye Nazırı Cavit Bey, Alman gemilerinin Boğazlar’dan girişini Sadrazam’ın yanına gittiğinde öğrendiğini söylüyor. Anılarında, “10 Ağustos 1914 gece Sadrazam’a gittiğim zaman garip bir haber aldım. Goeben ve Breslau, tabii bizim tarafımızdan hiçbir mukavemete uğramaksızın Çanakkale’den girmişler. Tarafsızlığı bu derece ihlal edecek bir vaka olamazdı.
11 Ağustos’ta Batılı devletlerin elçileri hükümeti sıkıştırdılar. İki Alman gemisinin Türk sularından çıkarılmasını istediler. Bakanlar, Sadrazam’ın yalısında toplandılar. Görüşmeler sabahın üçüne kadar devam etti. Toplantıya biraz geç gelen Enver Paşa içeri girince “...bir oğlumuz dünyaya geldi... Goeben ve Breslau’ın bu sabah Çanakkale önüne gelmiş ve İngiliz donanması tarafından takip edilmekte olduğundan bahisle Boğaz’dan içeri girmeğe müsaade istemiş olmaları üzerine müttefik devletlerine ait savaş gemilerini muhakkak bir tehlikeden korumak için girmelerine muvafakat edilmesi emrini verdim. Gemiler Boğaz’ın beri tarafında Boğaz istihkamlarının himayesinde bulunuyorlar, fakat biz de bunun sonucu olarak bir siyasi mesele karşısında kalmış olduk. Bu gece bu meseleye bir karar vermek lazım geliyor.”
Almanlar, Osmanlı Devleti’ni bir an evvel bizi savaşa sevk etmek konusundaki planlarını tam bir dikkatle takip ediyorlar. Dostluk antlaşması imza etmiş oldukları için dost evine girmeye kendilerinde hak buluyorlar. Önceden düşünmeyenler şimdi düşünüyorlardı. Görüşmeler sonunda ya silahların teslimine, yahut çekilip gitmesine karar verildi. Almanya elçisi Wangenheim’e haber gönderildi. Geldi, önce kendisi ile Sadrazam görüştü. Görüşme sırasında, gemilerin zahiren silahtan tecrit edileceğini bildirdi. Elçi kabul etmeyince bir sonuç alınamadı. Elçi, pek kırgın olduğunu bildirdi. Alman gemilerinin silahlarını teslim etmeyeceğini, bizim isteğimizle gelmiş olduğunu açıkladı. Fransızlar’dan, İngilizler’den korkarak sözlerinizi yerine getirmek istemiyorsunuz dedi. Tehdit etmekten de kendisini alamadı: Böyle hareket ederseniz Ruslar’la birleşir, Türkiye’yi taksim ederiz. Bu olay İtilâf Devletleri’yle savaşı icap ederse bunu kabul etmek lâzımdır.
Sadrazam, görüşmeden çok üzgün bir şekilde döndü. Bu sefer Halil ve Talat Bey’ler elçiyi iknaya gittiler. O esnada gemilerin devletçe satın alınmış olması fikri hatıra geldi ve elçiye bu yeni düşünceyi söylediler. Elçi, İmparatora müracaat ederek izin istemeye mecbur oldu; imparator da gemilerin Türkiye’ye satılmış olduğunu ilâna izin vermiş ve Amiral Souchon’un askerî hizmete alınmasını şart koşmuş. Onlar bizi olupbitti karşısında bırakmışlardı. Hükümet de Almanlar’ı bu oyunun dışında kalmalarına izin vermeyerek, iki gemiyi 80 milyon marka satın alındığını gazetelere bildirdi.
Batılı elçilere, Talât Paşa’nın bulduğu formül ile “gemileri satın aldığımızı” bildirdik. Tabii inanmadılar. “İçindeki mürettebatın Alman olduğunu” ileri sürerek cevabımızı kabul etmediler. Bunun üzerine Alman mürettebata Türk elbisesi ve fes giydirdik. Gemilerin isimlerini değiştirdik. Goeben’e Yavuz, Breslau’a Midilli isimlerini verdik. Devletler bu hileli satışa inanmış göründüler.
İngilizler, bu sahte gemi satışını kabullenemedi. Hemen karşılığını vermekte gecikmedi. İngiliz tezgahlarına sipariş edilmiş olan ve son taksidi yarım saat evvel verilmiş olan Sultan Osman Dretnotu ile Reşadiye dretnotuna Türk sancağının çekilmesine mani olarak bunlara el koydu.
11 Ağustos 1914 günü gerçekten önemli olaylara şahit oluyordu. Osmanlı Hükümeti, Alman savaş gemilerini satın aldığını açıkladığı gün İngiliz donanmasına ait bir filo Çanakkale önlerine geldi.
Petersburg’daki Türk Maslahatgüzarı, yarı resmî olarak, Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov’a, “Türkiye topraklarını genişletmek düşünce ve eyleminde değildir. Fakat yalnız kendi ülke bütünlüğünün garanti edilmesini istiyor.” dedi. Sazanov, bu görüşmeyi İstanbul’daki elçisi Giers’e bildirdi.
İttihatçılar’ın sözcüsü Tanin gazetesi, 12 Ağustos günkü sayısında Yavuz ile Midilli’nin gelmesini “Büyük Başarı!” başlığı ile verdi.
12 Ağustos günü Karadeniz Boğazı Komutanlığı’na da, yeni tedbirlerin alınması konusunda talimat verildi. Buna göre her gece Boğaz dışına çıkılarak Ruslar’ın Boğaz ağzını mayınlarla kapamaları önlenecekti. Buna teşebbüs edilen gemiler de hemen batırılacaktı. 13 Ağustos’ta ise Çanakkale Boğazı’na üçüncü mayın hattı döşendi.
Almanya, vaatlerini yerine getirmeyince, Osmanlı Hükümeti, 14 Ağustos günü Almanya’ya, savaşa girmek için her şeyden önce seferberliğin tamamlanmasını, Bulgaristan ve Romanya’nın durumlarının açıklanması ve para sağlanması konularının çözümlenmesini gerekli gördüğünü açıkladı.
16 Ağustos’ta Harbiye Nezareti’nde, Enver Paşa ile Alman Elçisi Wangenheim, Liman von Sanders Paşa, Bronzat Paşa, Amiral Souchon, Albay von Cress, Alman askeri ataşesi ve Hafız Hakkı Beyler, Türkiye’nin savaşa girmesi ve bu durumda oluşacak stratejik durum konularını görüştüler.
Almanya’daki Türk Ataşemiliteri Cemil Bey, 16 Ağustos’ta Enver Paşa’ya yazdığı şifrede, Almanlar’ın, Goeben ve Breslau’nun Karadeniz’e çıkması fikrinde olduklarını bildirdi.
Almanlar, attıkları her adımda, Osmanlı Devleti’ni savaşa girmesini düşünüyorlardı. Bunun için gerekeni yaptılar. Gemilerini Türk sularına girdirdiler; Osmanlı’nın tarafsızlığını bozdular; şimdi de Alman Akdeniz Filosu Komutanı Tümamiral Wilhelm Souchon’u, 16 Ağustos günü Türk Donanması’na komutan olarak tayin ettirdiler.
Üçlü İtilâf Devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya), Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalınması konusunda teklif ve gerekli teminatları vadettiler: “Osmanlı topraklarının bütünlüğünü korumaya, ekonomik ve adli alanda yapılması istenen konuları dostça incelemeye hazır olduklarını” bildirdiler. Ayrıca Yavuz (Goeben) ve Midilli (Breslau) savaş gemileriyle Alman subay ve erlerinin ve Alman askerî heyet üyelerinin gönderilmesini istediler. İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti ile Almanya arasındaki antlaşmadan haberleri yoktu. Haberleri olsa bu teminatı vermezlerdi. Osmanlı Hükümeti ayrıca, halâ tarafsız kalabilmek amacıyla seferberlik yaptığını da ileri sürmekteydi.
Osmanlı Hükümeti, İtilâf Devletleri’nin teklifini 17 Ağustos’ta görüştü. Cevap olarak da, Yunan işgalindeki adalarla Mısır ordusunun halli, Rus saldırısına karşı teminat verilmesi ve memleketin iç işlerine karışılmaması şeklinde karşı teklifler ileri sürüldü.
Almanlar 18 Ağustos’ta, Yavuz ve Midilli’nin Karadeniz’e çıkarak Rus donanmasını batırıp limanlarını yakmasını tavsiye ettiler. Osmanlı Hükümeti kabul etmedi.
19 Ağustos günü, Yavuz ve Midilli savaş gemilerine Türk Bayrağı çekildi.
20 Ağustos günü, Enver Paşa, Ermeni Patriği’ni uyardı. Enver Paşa, Ermeni Patriği’ni çağırarak, kendisine: “Bu savaşta Ermeni vatandaşlarından sadakat beklerken, silahlarıyla birlikte taşraya kaçmış olan Ermeniler’in köylere hücum edip memurları öldürdüklerinin resmî raporlarında açık olarak anlaşılmakta olduğunu” bildirdi ve bundan sonra patriğe iyi nasihatlarda bulunmasını tavsiye etti.
Enver Paşa gayet açık bir şekilde; hareket genel bir hal aldığı takdirde askerî hükümetin en sıkı tedbirleri almak mecburiyetinde kalacağını söyledi. Patrik: “Bu çeşit rezaletleri yapmaya cesaret edenlerin komite üyesi olduklarını, kendisinin ise Ermeni halkına komite harekâtını tavsiye etmediğini” söyledi.
Enver Paşa aynı gün Genelkurmay 1. Başkan Yardımcısı Alman generali Bronsart von Schellendorf Paşa’ya sefer planı hazırlattı.
Aynı gün, Maliye Nazırı Cavit Bey, İngiliz ve Fransız elçilerini ziyaret etti. Cavit Bey elçilere istikraz (borç para, faiz karşılığı para) teklifinde bulundu. Cavit Bey ayrıca “Türkler’in Ruslar’dan korkmakta ve onlara güvenmemekte olduklarını” söyledi.
Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın, Kurmay Başkanı Bronsart Paşa’ya gizli olarak hazırlattığı savaş planından alınan bir rapor, 21 Ağustos’ta Bronsart Paşa tarafından Almanya Genel Kurmay Başkanı General Moltke’ye gönderilerek onayı alındı.
1-Filo, harp ilân edilmeden Karadeniz’deki Rus filosunu batırarak deniz üstünlüğünü kazanacaktır. Harekât zamanı Amiral Souchon’a bırakılmıştır.
2-Harp ilânından sonra, Padişah hazretleri müttefiklerin düşmanlarına karşı mukaddes harp (cihat) ilân edecektir.
3-Kafkas hududundaki Osmanlı Ordusu o taraftaki Rus kuvvetlerini oyalayacaktır.
4-8’inci ve icabında 12’nci Kolordu Mısır üzerine hareket edeceklerdir. Bu hareketlerin altı haftadan evvel yapılması kabil değildir.
5-Bulgarlar bizimle beraber olursa, Osmanlı ordusu Sırbistan’a taarruz için Bulgaristan’a yardım edecektir. İcabına göre, Yunanistan ve Romanya aleyhine yürüyecektir.
6-Romanya bizimle olursa, Osmanlı ordusu Romanya kuvvetleriyle beraber Rusya aleyhine yürüyecektir.
7-Denizden Odesa tarafına 3-4 kolordunun bir çıkarma hareketi hazırlığı yapılmıştır. Fakat bunun yapılması, deniz üstünlüğünün temin olunmasına, Romanya ile Bulgaristan’ın dostane tarafsızlığına bağlıdır. Yapılma zamanı da, Almanya ve Avusturya ordularının Rusya içindeki taarruz hareketlerinin ilerlemesine göre seçilecektir.
8-Bulgaristan’ın bizim tarafımıza kazanılması burada temin olunamadığından, oraca (Berlin’ce) bu işin kuvvetle temin edilmesi lâzımdır. Amaç sağlanıncaya kadar, Osmanlı ordusu Trakya’da ve Marmara havzasında bekleyecektir. Bulgaristan’ın düşmanlığı halinde ona taarruz olunacaktır.”
İttihat ve Terakki Genel Merkezi, 22 Ağustos’ta orduya yeterli para vermediği iddiasıyla Maliye Nâzırı Cavit Bey’i eleştirdi.
Osmanlı-Alman İttifak Anlaşması’nın, Padişah V. Mehmet Reşat ve II. Wilhelm tarafından imzalanmış olan metinleri, 27 Ağustos’ta İstanbul’da karşılıklı teati edildi.
Osmanlı Devleti ile Almanya arasındaki İttifak Antlaşması 28 Ağustos’ta esmen yürürlüğe girdi.
3’üncü Ordu’nun 80.000’den fazla mevcudu vardı. Bu askerlerin 1/4’ü asker elbisesi giyebilmiş, gerisi eski, başıbozuk elbiseleri ile bulunmaktaydı.
Eleşkirt Sınır Tabur Komutanlığı, 30 Ağustos’ta 3’üncü Ordu Komutanlığı’na bir rapor gönderdi. Raporda, sınıra yakın olan yerlerdeki evleri arayan Ruslar’ın buldukları silahları Ermeniler’e verdikleri ayrıca bu bölgedeki Ermeniler’in Rusya’ya kaçmak için propaganda yaptıkları bildirildi.
Osmanlı Devleti, halâ Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığından umutluydular. Bu amaçla, 30 Ağustos günü elçiler, Sadrazam Sait Halim Paşa’ya ortak bir deklârasyon daha sunarak Almanlar’ın yanında savaşa girmelerini önlemek istediler. Sadrazam, bu ortamda bu teklifin şüpheli olduğunu hisseder ve yazılı bir teminatla kapitülasyonların kayıtsız şartsız kaldırılmasını ister. Elçilerden gelen cevap yine şaşırtıcıdır: Kapitülasyonların kaldırılmasını kabul ettiler.
31 Ağustos’ta, Sadrazam ile Maliye Nazırı Rus Büyükelçisi Giers ile görüştüler. Tarafsız kalınacağını bildirdiler. Gemilerin gelmesinden ve Alman mürettebatın tutuklanmamasından sonra ne kadar inandırıcı oldu, bilinmez.
01 Eylül günü ise Padişah Sultan Reşat, İngiltere Büyükelçisi Sir Mallet’i kabul etti. Padişah, İngiltere’ye karşı dostluğundan bahsettikten sonra “muazzam bir donanmaya sahip olan İngiltere’nin inşası kendilerine emanet edilen gemilerimize muhtaç olamayacağını” söylemekten kendini alamadı.
Çanakkale Savaşları’nın kaderini değiştiren Nusrat (Nusret) mayın gemisi 03 Eylül’de Çanakkale’ye geldi.
Sofya Ataşemiliteri Mustafa Kemal, 04 Eylül’de İstanbul’da Dr Tevfik Rüştü (Aras) Bey’e yazdığı mektubunda, başlayan Dünya Savaşı’nın genel durumu hakkındaki fikirlerini açıkladı:
“Hangi tarafın galip geleceğine dair olan fikrî kanaatimi söylemek istemem. Nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur. Almanlar büyük bir hayrete şayan bir saldırışla birçok Fransız kalelerini çiğneyerek sağ kanadı ile Paris’i geçip Fransız ordusunu –arkası İsviçre’ye olmak üzere- sıkıştırdı. Bunun Almanlar’ın biricik maksadı olduğunda ve ona da muvaffakiyet elverdiğine herkes aynı fikirde idi. Bütün kâinat ve herkes, artık son ve kati meydan muharebesine ve onun neticesine intizar ediyordu. Halbuki bu neticeye karşılık Alman ordularının Fransız orduları karşısında geri çekildiği görüldü.
Doğu’da Ruslar’la Almanlar arasında cereyan eden vakalardan Ruslar bozuldu. Fakat güneyde Ruslar’ın pek üstün kuvvetleri karşısında Avusturya ordusu çekiliyordu. Batı’da Fransız taarruzu hazır. Binaenaleyh Alman ordusu serbest değil. Doğu’da Rus ordusu üstün ve Avusturya ordusu çekilmeye mecbur.
Vaziyeti şöyle tefsir edebiliriz: Almanlar Fransız ordusunu katî meydan muharebesiyle henüz mağlup edemeyeceklerini ve Avusturya ordusunu Ruslar karşısında daha ziyade mukavemet etmeyeceğini görerek batıda, bütün ordu ile geri çekilerek, nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra Fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu terk ederek geri kalan ordularıyla doğuya dönüp Avusturya ordusu ile birlikte Rus ordusunu vurmak istiyorlar.
Pek güzel. Fakat bu defa Rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan Fransız ordusu mukavemet için yardım istemeye mecbur olursa, bu defa yine doğuda Ruslar’a karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı dönecek? Ve böyle mekik gibi bir doğuya, bir batıya gide gele Alman ordusunun hali ne olur?...”
Hülâsa İstanbul’dakilerin maceracı mizacından daima esefle bahseder ve kendi mizacı ile onlarınkini karşılaştırır:
“Eğer o yaratılışta olsaydım, maalesef sergüzeştliğe pek müsait olan muhit ve vazifelerde fırsatlar eksik değildi. Gayesi vatan ve milletin kurtulması ve ordusunun ıslahı noktasında toplanan ve bu gayeyi her türlü şahsî hislerden uzak olarak takip edenlerle çalışmak bence pek şerefli bir çalışma olur.”
Evet, böyle bir çalışmayı ister. Böyle bir çalışma imkânına hasrettir. Fakat onu hatırlayan kim? Ama o, ne kadar kırgın olsa da, gene körü körüne bir asi değildir:
“Bu şartın mevcut olmayışı halinde memlekete zararlı olmaktan Allah beni korusun. Şahsî gücenikliklerimi katiyen bir takım menfî teşebbüslerle tatmine kalkmak adiliğine tenezzül etmem. En çok yapacağım şey, istifa edip tevekkül içinde maişetimi temin yollarına başvurmaktan ibaret olur.”
Osmanlı Hükümeti, İstanbul’un yiyecek ihtiyacını karşılamak üzere Romanya’dan satın aldığı 30.000 çuval buğdaya 04 Eylül günü Ruslar el koydu.
İngilizler, 04 Eylül günü, o zamana kadar ismen bile olsa bir Osmanlı vilâyeti sayılan Mısır’ın statüsünü tek taraflı değiştirdi. Şattül Arap’a savaş gemilerini soktu.
Osmanlı Hükümeti, 05 Eylül’de büyük devletlerin birbirine girmesini fırsat bulup kapitülasyonlar konusunu, kabine toplantısında görüştü.
Başkomutanlık Vekâleti, 06 Eylül 1914 tarihinde 3’üncü Ordu’nun görevini yeniden belirledi. 3’üncü Ordu, Ruslar’ın bir taarruzu halinde ayrı ayrı kollarla ilerleyecek, Rus taarruz kollarına üstün kuvvetlerle taarruz edebilecek bir durumda Erzurum civarında toplanılacaktı.
Yavuz ve Midilli’nin hileli satışına tepki olarak, İngiltere, 11 Ağustos’ta Osmanlı Devleti’ne ait iki dretnotu teslim etmemişti. 07 Eylül günü, İranlılar ve Hindular New York’ta büyük bir miting düzenlediler.
Osmanlı Devleti, 08 Eylül 1914 günü Padişah V. Mehmet Reşat’ın iradesi ile, 01 Ekim’den geçerli olmak üzere, kapitülâsyonları kaldırdı. Kapitülasyonlardan yararlanan ülkeler bir şey demezken, dostumuz ve bizi savaşa sürüklemek isteyen Almanya buna karşı çıkmıştır.
09 Eylül 1914 tarihli İkdam Gazetesi, “Devleti Osmaniye’nin zaferi... Kapitülasyonlar ilga edildi.” haberini manşetten verdi. Bu haber üzerine Amerika Büyük Elçisi Henry Morgenthau Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya “...sadece Amerika değil, fakat hiçbir batılı ülkenin adlî kapitülasyonların kaldırılmasına rıza gösterebileceğini sanmam...” demiştir. Almanya Büyükelçisi Baron Von Wangenheim ise Maliye Bakanı Cavit Bey’e; “Nasıl kaldırırsınız kapitülasyonları?” diye bağırdı.
Amiral Souchon, 09 Eylül’de resmen Osmanlı Donanması’nın 1’inci Komutanı olarak atandı. Amiral Souchon, sadece imparatorundan emir alabileceğini ileri sürüyordu. Bahriye Nâzırı Cemal Paşa ise, Osmanlı donanmasını, Osmanlı çıkarlarına uygun olarak yönetebileceğini söyledi. Böylece aralarında bir sürtüşme başladı.
Kapitülâsyonların kaldırılışına dair kararı, İstanbul halkı, 10 Eylül günü büyük sevinç gösterileri ile karşıladı ve şenlik yaptı. Tanin gazetesi, haberi “Kurtuluş Beratı” ve “Bağımsızlık Günü” başlıkları ile verdi.
11 Eylül’de Yavuz ve Midilli gemilerine belirli şartlarla Karadeniz’in Boğazlar’a yakın sahasında manevra yapılması izni verilmekle beraber, bunların hareketleri Türk makamları tarafından dikkatle takip ediliyordu.
Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında Ege adaları problemi vardı. Bu konuda bir süredir görüşmeler yapılıyordu. Savaş yaygınlaşınca 11 Eylül günü bu görüşmelere son verildi.
Erzurum’daki 3’üncü Ordu’nun mevcudu 12 Eylül tarihinde 160.000’e ulaştı. Ancak askerin elbise durumunda bir değişiklik olmadı. Kış geliyordu. Askerin büyük bir bölümünde kışlık elbise yoktu.
Amiral Souchon, 14 Eylül günü, Osmanlı Bahriye Nezareti’nden, büyük resmî geçidin yapılış tarihini bir yazı ile sordu. Bir gün sonra da Karadeniz’e çıkacağını bildirdi. Bahriye Nâzırı Cemal Paşa, amiralin yazısına verdiği cevapta, filonun Karadeniz’e çıkılmasına ne Bahriye Nezareti’nin, ne Başkomutanlığın ne de Souchon’un kendisinin karar verebileceğini, buna ancak hükümetin yetkisinin olduğunu belirten cevabı verdi.
Enver Paşa, aynı gün Amiral Souchon’a, resmî geçidin 17 Eylül Perşembe günü yapılacağını, yalnız talim için Karadeniz’e çıkılabileceğini bir yazı ile bildirdi.
17 Eylül 1914’te İstanbul’da, Adalar ile Moda arasında Amiral Souchon tarafından donanmaya geçit resmi yaptırıldı. Amiral devamlı olarak donanmanın hepsinin Karadeniz’e çıkmasında ayak diriyor, toplu eğitim ve manevra kabiliyeti noksanını da buna sebep olarak gösteriyordu. Enver Paşa da bu düşünceyi destekliyordu. Ancak Osmanlı devlet adamlarının ileri gelenlerinin hemen çoğu, bütün donanmanın Karadeniz’e çıkmasıyla Amiral Souchon’un Rus donanmasına herhangi bir harekette bulunacağından kuşkulanıyordu.
Amiral Souchon, 18 Eylül günü Sadrazam Sait Halim Paşa ile görüşerek Karadeniz’e çıkma isteğini tekrarladı.
Nâzırlar Heyeti (Bakanlar Kurulu), 20 Eylül’de yaptığı toplantıda, Bahriye Nâzırı Cemal Paşa ile Amiral Souchon arasındaki yetki konusunda Cemal Paşa’yı haklı buldular. Ayrıca Souchon’un donanmayı Karadeniz’e çıkarıp olup bittiler yaratmasını önlemek için tedbirleri konuştu. Bu konuşmalar sırasında Amiral Souchon, Osmanlı donanması ile Karadeniz’e çıkma isteğini tekrarladı. Hükümet bu isteği reddetti. Hükümet kabul etmemesine rağmen, hükümet içinde hükümet olan Harbiye Nâzırı Enver Paşa’nın özel talimat ve izni ile Türk donanması aynı gün geri dönmek şartıyla Karadeniz’de keşfe çıktı.
Sadrazam Sait Halim Paşa, kabul etmemesine rağmen Osmanlı Deniz Filosu’nun Karadeniz’e çıkmasına tepki gösterdi. Bahriye Nâzırı Cemal Paşa’dan, filoyu geri çağırtmasını istedi. Filo, talimatlara uyarak akşam üstü İstanbul’a geri döndü.
Amiral Souchon, 21 Eylül’de Osmanlı ve iki Alman gemisinden oluşan bir filoyla Karadeniz’e çıktı. Cemal Paşa, Amiral’e geri dönmesi konusundaki emri üzerine, Souchon, kendisine Bahriye Nâzırı değil, Almanya’daki Genel Karargâh’ın emir verebileceğini bildirdi. Hiç şüphe yok ki, Amiral, hareketlerindeki serbestliği Enver Paşa’ya borçluydu.
Türk donanması 24 Eylül’de de Karadeniz kıyılarındaki kontrollerine devam etti. Türk mayın gemileri Çanakkale Boğazı’na 29 mayından oluşan 4’üncü mayın hattını döşediler.
3’üncü Ordu’nun eklikleri devam ediyordu. Buna Alman Yarbayı Guze dahi dayanamadı. 25 Eylül’de Alman General Liman von Sanders’e mektup yazarak, “ordu çok şeye muhtaçtır” dedi.
Türk donanması, 26 Eylül günü de Karadeniz’deki kontrollerini devam ettirdi. Çanakkale’de sahil tabyalarına kumanda etmekte olan Weber Paşa, 27 Eylül’de sırf kendi inisiyatifiyle hareket ederek Boğaz’ı kapadı. Boğaz’a yeni mayınlar döküldü, giriş yolunu gösteren fenerler söndürüldü ve iki kıyısındaki dağlara Boğaz’dan geçişin yasaklandığını bildiren ihtarlar yazıldı.
Türk Hükümeti, kendisine danışmadan yaptığı bu hareketi görüşmek üzere çekişmeli bir toplantı yaptı. Ancak diğer Nâzırların (Bakanların) bütün protestoları boşa gitti. Enver ve Talat Paşalar, Türkiye’nin kaderini Almanya’nın eline terk etmek kararını vermişlerdi. Bu karalarında direndiler. Beğenmeyenler istifa etmekte serbestti.
Enver Paşa’nın desteklemesine karşılık, Amiral Souchon’un bir filo ile Karadeniz’e çıkma isteği, 27 Eylül günü Osmanlı Kabinesi’nde ikinci defa reddedildi. Ayrıca Sadrazam Sait Halim Paşa, bazı nâzırlarla evinde toplanarak, Almanya’dan istenecek parayı görüştüler.
Osmanlı Devleti, 28 Eylül’de karasularını 6 mil olarak sınırladığını ve geceleri bu sınırın içinde dolaşacak gemilere ateş açılacağı birer nota ile İstanbul’daki yabancı elçiliklere bildirildi.
Paris’teki Osmanlı Elçisi Rıfat Paşa, Dahiliye Nâzırı Talât Paşa’ya yazdığı mektubunda, Almanlar’la yapılan ittifakı eleştirdi.
Cemal Paşa, 29 Eylül’de Karadeniz’de Rus mayın gemilerinin İstanbul Boğazı’nın girişlerini mayınladığı haberlerini aldı. Bunun üzerine, filonun kontrollerine devam etmesi emrini verdi. Gemilerimiz Boğaz’dan çıkmıştı ki, Rus savaş gemilerinin ateşi ile karşılaştı ve Midilli, kaçmakta olan düşmanın mayın gemilerinden birisini yakalayarak reddedilen iddianın ispatı mahiyetinde getirmek için onu takibe başladığı sırada, üç Rus kruvazörünün hücumuna maruz kalınca, Yavuz yardımına koşmuş ve gemiler arasında şiddetli ateş başlamıştı. Muharebe, Rus filosunun bir kısmının kendi sahillerine yakın mesafede olması, diğer bölümünün filomuzu arkadan çevirmek istemesi üzerine Rus sahillerine yakın mesafeye intikal etmişti. Ruslar, bu hareketi, donanmamızın Odesa, Kefe, Sivastopol, Novorosisk gibi ateş sahası içindeki limanlarını tahrip için kastî taarruzu olarak gösterince, Sadrazam Sait Halim Paşa, hadisenin Karadeniz Boğazı’nın Rus donanması tarafından kapatılmak istenmesi dolayısıyla vukua geldiğini bildirdi ve tahkikat istedi. Moskova bu teklifi, Rusya’daki diplomatlarımızın pasaportlarını vererek cevaplandırdı.
Osmanlı Hükümeti, Karadeniz’deki olayla ilgili bir bildiri yayınlayarak Boğazlar’ın tamamen kapatıldığını ilân etti.
Kapitülasyonları kaldıran karar 01 Ekim 1914’te yürürlüğe girdi.
Harbiye Nâzırı Enver Paşa, 06 Ekim’de Donanma Komutanlığı’na verdiği emirde: “Subay ve efradın öğretim ve eğitimlerini tamamlamak ve denize alışkanlıklarını sağlamak için, sert havalarda eğitim yapmak üzere, Karadeniz’e çıkabilirsiniz.” dedi.
Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, 08 Ekim’de Dahiliye Nezareti’ne, Rusya’daki Osmanlı Ermenileri’nden 800 kişilik bir çetenin Ruslar tarafından silahlandırılarak, Artvin taraflarına gönderildiğini bildirdi.
Başkomutanlık Vekâleti, 09 Ekim’de “Ruslar’ın Kafkasya’dan yapacakları bir taarruzda, 3’üncü Ordu’nun savunma planları hakkındaki düşüncesini sormuş ve tümenlerin en son bulundukları yerlerin bildirilmesini” istedi.
3’üncü Ordu Komutanlığı, cevabında, “Bütün kuvvetleri Erzurum bölgesinde toplayarak, bir kısım kuvvetle Erzurum’un doğusunda Höyükler-Uzunahmet mevziinde Rus taarruzlarını durdurmak, kalan kuvvetlerle de ayrı ayrı ilerleyen Rus kuvvetleri üzerine veya Erzurum doğusunda durdurulan asıl Rus kuvvetlerinin yan ve gerilerinden birine taarruz etmek....
Şayet biz taarruz edersek ilk önce Kars bölgesinde toplanan esas Rus kuvvetlerini yenmemiz lâzımdır.”
Hükümet, Osmanlı filosunun Karadeniz’e açılmasına izin veren Başkomutanlık emrini 10 Ekim günü iptal etti. Ancak birkaç gemi ile eğitim izni verildi.
Wangenheim, 11 Ekim günü Sadrazam Sait Halim Paşa, Talât ve Halil Beyler ile Enver ve Cemal Paşalar’a, Alman Hükümeti’nin Türk teklifini kabul ettiğini Alman sefaretindeki öğle yemeğinde müjdeledi.
Enver, Talât ve Cemal Paşalar ile Almanya adına Wangenheim, Rusya’ya saldırma antlaşması imzaladılar. Bunun karşılığında Almanya, Osmanlı Devleti’ne % 6 faizli 5 milyon avans verme vaadinde bulundu.
Osmanlı Hükümeti, 02 Ağustos 1914 tarihinde imzalanan Osmanlı-Alman İttifak Anlaşması’nı 17 Ekim’de görüşüp kabul etti.
Mustafa Kemal, bu günlerde Sofya’da Ataşemiliterlik görevinde bulunmaktadır. Çağdaşları Osmanlı Devleti’ni sonu belli olmayan bir savaşa sürüklerken, kendisi bu bölgedeki ataşelik görevini sürdürmektedir. Mustafa Kemal, 18 Ekim 1914’te arkadaşı Salih (Bozok) Bey’e bir mektup göndermiştir. Mustafa Kemal bu mektubunda evlilik üzerine görüşlerini açıklarken, Fuat (Bulca) Bey’in evliliği üzerine de ona düşüncelerini bildirmiştir.
Mustafa Kemal’in mektubu şöyledir:
Sofya, 18 Ekim 1914
“Güzel gözlü, burma bıyıklı Salih’im,
Yeni evlenen bir zatın gönlü hayat,aşk ve saadet hisleriyle meşbudur. Bu en kıymetli bir zamandır. İnsanlar hayatında bu nurlu ve sürurlu dakikaları ölünceye kadar hep aynı suretle mütehassis olarak pek mühim ve hayatı için tarihî bir hadise olarak yâd ve tahattür eder. Sen bunu kendinden bilirsin Ben bunu tecrübe etmedim. Fakat az çok hayatı ve insanları tahlil ettiğim için bu neticeyi buldum. Hayatın çeşitli yönlerinden birkaçını görenler evlendikten sonra keşfedilmemiş yönlerini de bizzahur müşahade ederler. Bu müşahede pek tatlı olabildiği gibi pek acı da olabilir. Biz Fuat için lâtif ve saadetli manzaralarla evlilik hayatının taçlanmasını dua edelim. Bir Fransız şairi hayatı şöyle tavsif ediyor:
La vie est bréve La vie est vaine
Un peku de réve Un peu de haine
Un peu d’amour Un peu d’espoir
Et puis bonjour Et puis bonsoir

Salih, bunları ezberle ve sen hayatı nasıl anladınsa ona göre bunlardan birini benimse.
Mustafa Kemal.”

Mustafa Kemal, bu mektubun arkasına, Fuat Bey’e, onun evliliği üzerine şunları yazmıştır:
“Kardeşim Fuat,
Mektubunu aldım. Cenab-ı Hak’tan izdivacının mesut ve uğurlu, kutlu olmasını kemâl-i hulûs ile niyaz ederim.
Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için insanların umumiyet itibarıyla makul gördükleri vasıta izdivaçtır. Bu genel kurala uymayanlar pek sınırlı ve müstesnadırlar. Bu insanları teşkil edenler de temel kuralın fenalığından değil ve fakat bilâkis bu güzel kurala inanmaktan kendilerini men eden sebeplerin mahkûmu olduklarından belki evlenmiş olmaktan korktuklarından ziyade bedbaht olanlardır. İnkâr olunmaz bir hakikattir ki insanlar, hayat... kadınsız olamaz. Evli olanlar hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün fikir ve emellerini bir maksat, bir meslek, bir hedefe kullanabilecek ve ayırabilecek istidatta bulunmuş olur. Ancak talih erkek ve kadının ruh ve kalplerini iyi geçindirirsin. Verdiğin tafsilâttan, gönderdiğin mektup muhteviyatından o elzem olan iyi geçinmeyi, uyuşmayı şimdiden elde etmiş olduğuna inanabilir. Cenab-ı Hak bahtiyar etsin kardeşim.
Mustafa Kemal.”

Amiral Souchon, donanmayla 18 Ekim’de izinsiz olarak yeniden Karadeniz’e çıktı. 20 Ekim’de ise Almanya, Osmanlı Devleti’nin kesin olarak savaşa girmesini istedi.
Enver ve Cemal Paşalar ile Talât ve Halil (Menteşe) Beyler’in katıldığı hükümet toplantısı yapıldı. Rusya ile savaş konusunda görüşmeler yapıldı. Buna dair antlaşma metni imzalandı.
Başkomutanlık Vekâleti, “Kışın tarafımızdan taarruz edilmesi düşünülmediğinden, 3’üncü Ordu’nun, muhtelif ihtimallere karşı savunulması gereken mevzilerin şimdiden keşif, tahkim ve tanzimini” emretti.
21 Ekim’de Harbiye Nâzırı Enver Paşa, Osmanlı Ordusu Başkomutan Vekilliği’ne getirildi. Aynı gün Hareket Şubesi Müdürü Binbaşı Ali İhsan (Sabis), İstihbarat Şubesi Müdürü Binbaşı Kâzım Karabekir ve Hafız Hakkı Beyler, savaşa kış aylarında girilmesinin mahzurları üzerine bir rapor hazırladılar. Bu raporu Başkomutan Vekili ve Harbiye Nâzırı Enver Paşa’ya takdim ettiler.
Enver Paşa, Talât ve Halil Beyler, 22 Ekim günü Meclisi Mebusan Başkanlık Konağı’nda savaşa girme konusunu yeniden görüştüler. Enver Paşa, Almanya yanında savaşa girme konusunda yeni bir adım daha attı. Amiral Souchon’a sözlü bir emir vererek: “Filonuz Karadeniz üstünlüğünü elde etmelidir. Rus filosunu arayınız ve savaş ilân etmeden, bulunduğu yerde ona hücum ediniz !” dedi.
24 Ekim tarihinde de Osmanlı Donanması’nın Karadeniz’de yapacağı hareketlerle ilgili yazılı bir emir çıkardı. Bahriye Nâzırlığı, aynı gün bütün gemi komutanlarına, Amiral Souchon’a itaat etmelerini isteyen bir emir yayınladı.
Mustafa Kemal, 25 Ekim’de arkadaşı Salih (Bozok) Bey’e yeni bir mektup daha gönderir. Mektup şöyledir:

“Güzel Salih’ciğim,
Lâtifelerle dolu mektuplarını açık olarak alıyorum. Her defasında sizi bütün har ve samimi muhabbetlerimle gözümün önüne getirir, iç hazzı duyarım. Artık Fuat’ın evlenmiş olması ve senin zaten evli bulunmuş olman itibariyle biraz ciddileşeceğiz değil mi? Bir müddet de kalemini ciddi zeminlerde dolaştırmayı alışkanlık yap bakalım, nasıl olacak? Nuri’den benim hiç haber aldığım yoktur. Fakat zarar yok. Çünkü ne olduğunu tahmin ediyorum. Bakalım ben ne olacağım? Burada oturmakla olmayacak tabiî. Kısa, leb (dudak) demekle leblebi anlaşılan mektuplarınızı eksik etmeyin. Gözlerinizden öperim.
Mustafa Kemal.”

Hükümet, 25 Ekim’de Enver ve Cemal Paşalar’ın emirlerinden habersiz, savaşa girme konusunu tartışıp, savaşa yol açacak davranışlardan sakınılması kararı aldı. Enver Paşa ise savaş konusunda son adımı attı. Amiral Souchon’a bir de yazılı bir emir verdi: “Rus filosuna hücum ediniz!” Bu emir, kesin olarak savaş ilânıdır.
Türk donanması, 27 Ekim’de keşif ve savaş eğitimi yapmak amacıyla Amiral Souchon’un emrinde Karadeniz’e çıktı. Durum Türk donanmasının operasyonlarını izlemek için sürekli olarak Boğaz çevresinde bulunan Rus ticaret gemilerince gereken yerlere bildirildi. Donanma bir süre sonra boğaz dışında demirledi ve bütün gemi komutanları Yavuz gemisinde toplantıya çağırıldı. Toplantıda gemi komutanlarına Rus limanlarına yapılması tasarlanan baskın en ince ayrıntılarına kadar açıklandı. Her gemi komutanına ayrı ayrı mühürlü emirler verilerek görevleri bildirildi. Bu emirlere göre: Yavuz zırhlısı refakatindeki, bir müddet önce Amerika’da inşa ettirilmiş olan “Mecidiye” gemisi Odesa istikâmetinde yol aldılar; diğer gemiler de Sivastopol ve Novorossiysk’a doğru gittiler.
Yavuz ve Midilli gemileri, 29 Ekim’de Odesa ve Sivastopol’ü bombardıman ettiler. Rast geldiği Rus donanması ile muharebe ettiler. Odesa’da Türk torpidoları “Donec” adındaki Rus top çekerini batırdılar. “Forkogel” adlı Fransız gemisinin de bulunduğu tüccar gemilerini hasara uğrattılar. Yavuz zırhlısı Sivastopol’ü bombardıman etti ve “Pirot” askeri nakliye gemisini de batırdı. Midilli ise “Novorosisk”i bombardıman etti. Rus donanması Boğaz’a doğru yol alarak kaçmıştı.
Batılı elçiler, Yavuz ve Midilli adı verilen Alman gemilerinin satışından halâ şüphelenmektedirler. Bilhassa Rus elçisi Alman heyetinin gönderilmesini istemektedir. Halbuki bu sıralarda Alman Amirali Souchon, başında fes ve sırtında Osmanlı üniforması ile Karadeniz’e açılmış, Sivastopol ve Odesa limanlarını bombalamıştır. Ne var ki, Talât-Enver-Cemal sacayağının güçlü insanı Bahriye Nâzırı Cemal Paşa’ya bu saldırı, kendisi Serkldoryan kulübünde otururken haber verilir. Verilir ama, Bahriye Nazırı Cemal Paşa kendi komutasındaki donanmanın bu saldırısından habersizdir. “Allah, Allah” diyecektir, “nasıl olur, benim haberim yok ki!..”
Gerçekten haberi yoktur. Aslında meclissiz ve denetimsiz bir idarede, böylesine büyük faciaların var olmasına şaşmanın da bir anlamı yoktur.
Türk donanmasının Karadeniz sahillerinde yaptığı bombalamadan sonra, Rusya, İngiltere ve Fransa’dan şiddetli protestolar geldi.
Karadeniz’deki bu olayı Sadrazam Sait Halim Paşa bayramlaşma töreninde duydu. Bunun üzerine iki Nâzır ile birlikte istifa etti. Sait Halim Paşa, Talât Bey ve Enver Paşa’nın ısrarı üzerine istifasını geri aldı. Sait Halim Paşa, Talât ve Enver Paşa’ya, “Memleketin hayatı ile oynuyorsunuz!” diye çıkıştı. Padişah’ın daveti üzerine onunla görüşerek istifadan vazgeçti.
Karadeniz’de Osmanlı Donanması ile Rus savaş gemileri arasındaki çarpışma haberi gelince, İstanbul’daki Alman Askeri Heyeti Başkanı Liman von Sanders, “Tanrı’ya şükür!” diye sevincini ifade etti.
Osmanlı Hükümeti, aynı gün Rusya, İngiltere ve Fransa’ya bazı şartlar altında uzlaşmaya hazır olduğunu bildirdi.
Sadrazam Sait Halim Paşa, 30 Ekim’de hükümeti toplayarak savaşa girilmesini önleyici tedbirler üzerinde izlenecek yolu görüştüler. Aynı görüşme, akşam İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nde de yapıldı.
Sait Halim Paşa her iki toplantıda, Osmanlı Devleti için fetihler yapmak siyasetinin söz konusu olamayacağını, memleket selâmetinin barışa bağlı bulunduğunu belirtti. Cavit, savaşı önlemek konusunda başvurulacak en etkili tedbirin Alman kara ve deniz komutan, subay ve erlerinin memleket dışına çıkarılmasından ibaret bulunduğunu öne sürdü. Enver ve Cemal, bu tedbire Almanya ile aralarındaki antlaşmanın engel olduğunu söylediler. Yavuz ve Midilli’ye komuta edecek uzman kişilerin, Osmanlı bahriyesinde bulunmadığı noktasına da dikkati çektiler. Bununla beraber, her ikisi de Karadeniz olayından önceden haberdar olmadıklarını yeminle temin etmişlerdi. İttihat ve Terakki Genel Merkezi çoğunluğu savaşa hemen girilmesinden yana değildi. Barışın kurtarılması ümidiyle Rusya’ya bir nota verilmesine karar verildi.
Osmanlı Devleti, 30 Ekim’de Kafkas Cephesi’ni kurdu. Komutanlığı’na Hasan İzzet Paşa atandı. (Bu cephe 30.09.1918 tarihine kadar devam etti).
Osmanlı Hükümeti, 31 Ekim’de Karadeniz çatışması hakkında Rusya’dan özür dileyip, çatışmaya Rus filosunun sebep olduğunu açıklayan bir nota verdi. Hükümet, tarafsızlığını devam ettirmek için donanmanın bir daha Karadeniz’e çıkartılmayacağını bildirip Rusya’nın da düşmanca hareketlerden sakınacağını ümit ettiği açıklandı.
Ruslar, 01 Kasım 1914 tarihinde Türk sınırlarına saldırdılar. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girmiş oldu. 1914 senesinden önce Türk topraklarında toplam olarak 5.070.014 nüfus vardı. Bu nüfusun 3.965.216’sı Müslüman, 244.650’si Rum Ortodoks, 678.515’i Ermeni, 181.623 kadarı da Arap, Yahudi, Süryani, Geldani, Nasturi ve Yezidi gibi unsurlardan ibaretti. Süryani ve Nasturiler Hıristiyanlar’dır. Diğer unsurlar ayrı ayrı din ve mezheplerdeydiler. Ermeni nüfusun % 80’i Gregoryan, diğerleri de Katolik ve Protestan idiler.
3’üncü Ordu Komutanlığı, Ruslar’ın sınırı geçtiğini birliklerine bir emirle duyurdu.
02 Kasım’da yapılan Hükümet toplantısında, İtilâf Devletleri ile bir anlaşma durumunun mevcut olduğu belirlendi. Savaşa karşı olan Posta ve Telgraf Nâzırı Oskar Efendi, Ziraat ve Ticaret Nâzırı Süleyman Elbustan Efendi, Nafia Nâzırı Çürüksulu Mahmut Paşa hükümetten istifa ettiler. Maliye Nâzırı Cavit Bey de aynı sebepten, daha sonra görevinden çekildi.
03 Kasım’da “Çanakkale Cephesi” kuruldu. Cephe Komutanlığı’na Alman Liman von Sanders ile Cevat Paşa atandı.
Liman Von Sanders, 04 Kasım günü Enver Paşa’nın hazırladığı Sarıkamış Taarruzu ile ilgili plânı uygun görmedi. Hattâ buna teşebbüs dahi etmemesini söyledi. Fakat Enver Paşa aldırmadı. Çünkü yüksek rütbeli bazı Alman subayları onun bu plânını desteklemişlerdi.
04 Kasım’da Rus saldırıları yavaşladı ve Ruslar’ın amacının Erzurum’a büyük bir saldırı geliştirmek olmadığı anlaşıldı.
Harbiye Nazırı Enver Paşa, 04 Kasım’da Erzurum’da 3’üncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’ya verdiği emirle, Ruslar’ın gerilerine saldırılmasını istedi. Van’daki kuvvetlerimizin de İran Azerbaycan’ına girmeleri istedi.
Hasan İzzet Paşa, Ordu Komutanı olarak, Enver Paşa’nın düşüncesinin aksine, açık açık ordunun ikmali ve tabiat şartları bakımından ümitsizliğini dile getirdi. Ama dinleyen olmadı. İlk Köprüköy savaşında yerimizi koruruz. İstanbul taarruz ister. Nereye ve nereden? Alman Binbaşı Larcher anlatır ki, 25’inci Tümen, İkinci Köprüköy muharebesinde geceyi eksi 35 derecede açıkta geçirir. Birlikler haritada şose diye gösterilen patikalarda yok olurlar. Bazıları kar kuyularına düşerler. Geriden gelen birlikler farkında olmadan arkadaşlarının karla örtülü cesetleri üzerinden geçerler. Hasan İzzet Paşa mükemmel bir strateji uzmanıdır. Düşmanı Erzurum’da karşılamayı ister. Ama teklifi yine reddedilir.
Osmanlı Devleti savaşa girdiği zaman, savunulacak sınır uzunluğu 2.000 kilometre idi. Savaşın ilk günlerinde Osmanlı Devleti’nin yüz ölçümü 2.410.000 kilometre kare idi. Avrupa’da Doğu Trakya ile Başkent İstanbul, Asya’da Anadolu ve Arap memleketleri Osmanlı buyruğu altındaydı. Afrika’da Mısır ve Doğu Akdeniz’de Kıbrıs, Osmanlı Devleti’ne pamuk ipliği kabilinden bir bağ ile bağlı idiler. Bu iki memleketin gerçek sahibi ve yöneticisi İngiltere idi.
Birinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak kullandığımız “Osmanlı Savaşı” deyimi yerine, batılı yazarların “Türk Savaşı” tabirini kullanmaları dikkat çekicidir.




ALMANYA VE AVUSTURYA-MACARİSTAN AÇISINDAN

28 Haziran 1914 Pazar günü Sırplar’ın yaptığı Saint-Guy yortusu törenlerine Avusturya-Macaristan Veliahdı Fransuva Ferdinand ile karısı Kontes dö Hohenberg de katılmıştı. Avusturya-Macaristan Veliahdı Arşidük Ferdinand ile karısı, Saraybosna’da Sırp milliyetçilerinden Gabriel Pirençip adlı bir genç tarafından öldürüldü. Bu haber dünya kamuoyuna bir bomba gibi düştü. Önü alınmaz olayların ard arda gelmesine sebep oldu.
Daha birkaç gün önce Osmanlı Devleti’ni bir müttefik olarak görmek istemeyen Almanya, tavrını değiştirdi. İstanbul Büyükelçisi Wangenheim, 28 Haziran günü Sadrazam Sait Halim Paşa’ya bir antlaşma için Osmanlı Hükümeti’nin kabul edeceği ön şartları kabul ettiğine dair bir mektup verdi.
Suikasttan bir gün sonra diplomasi trafiği hızlandı. Avusturya-Macaristan ile Almanya arasında karşılıklı mektuplar yazıldı. Avusturya-Macaristan Genelkurmay Başkanı Hoçendorf, Dışişleri Bakanı Kont Berchtolt’u ziyaret ederek, ordunun seferberlik durumuna geçmesini önerdi.
Almanya Hükümeti, 06 Temmuz günü, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’dan hesap sormakta haklı olduğunu ve çıkabilecek bir savaşta Viyana’nın Berlin’e güvenebileceğini; ayrıca, Sırbistan’a karşı girişilecek bir savaşta, doğmuş olan bu fırsatın kaçırılmaması gerektiğini bildirdi.
Almanya İmparatoru Giyom, yüksek rütbeli Alman subayları ile Postdam’daki sarayında içinde bulundukları durumu görüştü ve savaşa hazır olmaları emrini verdi. Daha sonra da İskandinavya sularına bir seyahat için yola çıktı.
İngiltere ise, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’dan toprak ilhakı girişimine seyirci kalamayacağını açıkladı.
Görülüyor ki, mesele Avusturya-Sırbistan arasında değil, Almanya-İngiltere arasında geçmektedir.
07 Temmuz günü Almanya’dan olumlu cevap alan Avusturya-Macaristan Devleti Bakanlar Kurulu, Sırbistan’a ültimatom gönderme kararı verdi.
Avusturya-Macaristan Hükümeti, 10 Temmuz günü Saraybosna’ya Veliaht F. Ferdinand’ın öldürülmesi olayını incelemek üzere F. von Wiesner’i gönderdi. Wiesner raporunu 13 Temmuz’da hazırlayarak hükümetine gönderdi. “Sırp Hükümeti’nin suikaste, suikast hazırlığına ya da silah sağlanmasına herhangi bir şekilde suç ortaklığı ettiğine dair delil yoktur.”
Bu rapor, Sırbistan’ı masum kılıyordu. Ama bu önemli değildi. Önemli olan, elde edilen “koz”u sonuna kadar kullanabilmekti.
Almanya Dışişleri Bakanı Jagow, 17 Temmuz günü Viyana elçisine çektiği bir telgrafla Avusturya’nın Sırbistan hakkında ne düşündüğünü öğrenmek istedi. 18 Temmuz’da ise Londra elçisine, Almanya’nın hareket tarzını açıkladı. Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Hans von Wangenheim ise, Osmanlı Devleti’nin ittifakına karşı olduğuna dair raporunu Berlin’e gönderdi:
“Avusturya ne kadar kararlı olursa biz de onu o kadar kuvvetle tutacağız. Rusya da o nispette uslu oturacak..... Fransa ile İngiltere de bu saatte savaşı istememektedirler.”
Avusturya ve Macaristan bakanları 19 Temmuz’da birlikte toplanarak Sırplar’a karşı yapılacak diplomasi hareketi tetkik ve savaşın amaçlarını belirlediler. Belgrat’a verilecek notayı hazırladılar.
İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Hans Von Wangenheim, daha önceki raporlarında Osmanlı Devleti’nin bir müttefik olmaktan çok yük olacağını söylemesine rağmen, bu sefer İstanbul’daki gelişmeleri daha olumlu bir havada ve Osmanlı’yı diğerlerine kaptırmamanın yollarını ortaya koyacak şekilde 21 Temmuz günü Almanya’ya bilgi verdi:
“Sadrazam, Talât ve Enver tam bir birlik halinde Avusturya elçisine şöyle söylemişler: Avusturya için Balkan savaşları sonucunda uğradığı başarısızlıkları tamir etmek ve Balkanlı milletlerle Türkiye’nin gözünde büyük bir devlet olarak itibarını yeniden elde etmek için bu an, son bir fırsattır. Eğer Avusturya, Sırbistan’a hak ettiği dersi verirse yalnız Bulgaristan değil, Romanya ve Türkiye dahi kayıtsız şartsız Üçlü İttifak’ın yanında yer alırlar.
Türkiye, Almanya ve Romanya’nın isteği üzerine kendi kanaatine aykırı olarak Yunanistan’la ittifak yapmak üzere idi. Ancak Avusturya çetin bir müdahale ile Bulgaristan’ı kendine bağlarsa bu Osmanlı-Yunan ittifakı yapılamaz.
Marki Pallaviçini’nin Türk Bakanlarıyla yaptığı görüşmelerinden edindiği intibaa göre Üçlü İtilaf ve özellikle Rusya, Yunan-Türk ittifakı için çalışıyorlar.”
Avusturya ile Sırbistan arasındaki gerginlik günden güne artmaktaydı. Devletler, prensiplerini ortaya koydukça saflarını belirliyorlardı. Enver Paşa ve arkadaşlarının Almanya hayranlığı, Osmanlı Devleti’ni Almanya safına çekiyordu. Enver Paşa, 22 Temmuz günü Alman Büyükelçisi’ne ittifak teklifinde bulundu. Sadrazam Halim Paşa da aynı teklifi Avusturya büyükelçisine yaptı.
Bu ittifak için yapılacak görüşmeler Osmanlı Hükümeti’nce son derece gizli tutulacak ve imza gününe kadar bu görüşmelerden yalnız Sadrazam Sait Halim Paşa’nın haberi olacaktı.
Cemal ve Talât Paşalar’ın hatıralarında ilk teklifin Almanya’dan geldiği belirtilmektedir.
Sadrazam 1918’de bu işler hakkında ilk tahkikatı yapan Mebusan Meclisi Encümeni’nde verdiği ifadede şunları söylüyordu: “... Şurasını söyleyeyim ki ittifak teklifi Almanlar tarafından vuku bulmuştur...”
Ancak Alman resmî belgeleri ilk teklifin Sadrazam tarafından Avusturya büyükelçisine, bundan başka Enver Paşa tarafından Alman büyükelçisine yapıldığı şeklinde idi.
Avusturya, Sırbistan’a verilmek üzere hazırladığı nota, 22 Temmuz günü Berlin’e gönderildi.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 23 Temmuz 1914 günü Sırbistan’a 24 saatlik bir ültimatom verdi. Sırbistan bunu reddetti. Ültimatom şöyledir:
1-Sırbistan Hükümeti bu hareketin menfur olduğunu gazeteler ve ajanslarla dünyaya ilân edecek. 2-Sırp Hükümeti millî teşekkülleri dağıtacak. 3-Sırp Hükümeti orduda, mekteplerde milli tahrikata ve propagandaya son verecek. 4-Avusturya-Macaristan memurlarının Sırbistan dahilinde tahkikat yapmasına ve lâzım gelenleri tevkif eylemesine muhalefet etmeyecek. 5-Sırp Başvekili, Viyana Sefiri, hükümetleri namına özür dileyecek. 6-Orduda bir temsili kuvvet ve donanmayı temsil eden bir filo bu tarziyeye iştirak edecek. 7-Ağır bir tazminat verilecek...”
Sırbistan, Avusturya notasında verdiği cevabında, kendi topraklarında Avusturya memurlarının çalışmasını kabul etmediğini, devletler hukuku prensipleri ile usullerine ve iyi komşuluk ilişkilerine uyabilecek her iştiraki kabul edecektir, dedi. Avusturya elçisi Baron Guisl, diplomasi ilişkilerini keserek Belgrat’ı terk etti. Avusturya’nın Berlin Büyükelçisi Kont Zögyeny, Viyana’ya çektiği telgrafta, acele hareket etmek ve dünyayı derhal bir emrivaki karşısında bulundurmak lüzumunu bildirdi. Padişah Sultan Reşat, ittifak yapmak üzere Sadrazam Sait Paşa’ya izin belgesi verdi.
Alman İmparatoru Kayser II. Wilhelm, hükümet üyelerine, Osmanlı Hükümeti’nin ittifak önerisine olumlu cevap verilmesini istedi: “Türkiye doğrudan doğruya kendini arz ve takdim ediyor. Bir ret ya da sert bir davranış, Rus-Fransız tarafına geçmesine sebep olur ve nüfuzumuzu ebediyen kaybederiz.”
Aynı gün Almanya Dışişleri Bakanlığı, İstanbul Büyükelçisi Wangenheim’e Osmanlı Devleti ile ittifak görüşmelerine başlama talimatı verildi. Von Wangenheim, zaman kaybetmeden, Babıali’ye ittifak konuşmalarına hazır olduğunu bildirdi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, 27 Temmuz’da Almanya’dan Avusturya yanında, Rusya’dan da Sırbistan yanında, sözü edilen ültimatomun görüşülmesi zemini olarak kabul edilmesi için aracılıkta bulunmalarını önerdi.
Avusturya-Macaristan Hükümeti, 27 Temmuz’da savaş ilân edilmesine karar verdi. Bu kararını Almanya Hükümeti’ne bildirdi. Almanya Hükümeti, Sir Edward Grey’in arabuluculuk teklifini reddetti.
Avusturya, 28 Temmuz günü Petersburg ile Viyana arasında görüşmelerle ihtilâfın halledilmesi hakkındaki Rus teklifini reddetti. Savaş öncesi son teşebbüsler boşa gitti. Avusturya büyük bir kararlılıkla savaşa doğru gidiyordu. Bunda da gecikmedi. 28 Temmuz 1914 günü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırbistan’a savaş ilan etti.
Alman İmparatoru II. Wilhelm, Rus Çarı II. Nikola’ya, Avusturya-Macaristan Hükümeti’ne baskı yapmayı vaad ederek, Rusya’nın başlamış olduğu askerî hazırlıkları durdurmasını rica etti.
II. Wilhelm başkanlığında Alman Kabinesi Postdam’da olağanüstü toplandı. Bu toplantıda, Berlin’deki İngiltere Büyükelçisi ile görüşmüş olan Bethmann Holweg, İngiltere ile anlaşmak istediklerini, Fransa topraklarının Almanya tarafından ilhak edilmeyeceğine güvence verebileceğini, fakat aynı şeyin Fransız sömürgeleri için söylenemeyeceğini açıkladı.
Bir gün önce savaş ilân eden Avusturya, 29 Temmuz günü Belgrat’ı bombardıman etmeye başladı. Sırp topçusunun karşı ateşi sonucunda geri çekildi.
Savaşın sıcak yüzü görünmüştü. Rusya bu ateşin kendisine de sıçrayacağını bildiği için seferberlik ilân etti. Fransa Cumhurbaşkanı Poincare Fransa’ya geldi. İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, halin bütün icaplarında İngiltere’nin tarafsız kalamayacağını Londra’daki Almanya Büyükelçisi’ne bildirdi. Almanya, tarafsız kalması için İngiltere’ye teklif yaptı. Alman İmparatoru II. Wilhelm, Postdam’da bir savaş meclisi topladı. Almanya Hükümeti, Rusya’ya, seferberlik ilânından vazgeçilmesini, aksi takdirde Almanya’nın da seferberlik ilân edeceğini bildirerek uyardı. Rus Çarı II. Nikola, seferberliğin durdurulmasını istedi.
Paris’teki Almanya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanı Mösyö Viviani’den, Fransa’nın, Rusya ile Almanya arasında savaş halinde nasıl hareket edeceğini ertesi güne kadar bildirmesini istedi. Fransa Cumhurbaşkanı Poincare, İngiltere Kralı Jorj’a barışı korumağa çalışması için mektup yazdı. İngiltere Bankası ıskonto fiyatını % 4’ ten 8’ e çıkardı. Borsa, ikinci bir emre kadar kapandı. Almanya savaş durumu ilân etti. Alman İmparatoru, İstanbul’daki Elçisi Wangehim’e, Osmanlı ile yapılacak antlaşma için yetki verdiğini bildirdi. “Türkiye’nin Rusya ile savaşında başarılı olabileceğine inanıyorsanız, bu antlaşmayı imzalayınız.” dedi. Alman İmparatoru, Avusturya Askerî Ataşeliği’ne gizli bir telgraf ile, Türkler’le ittifak yapılmak üzere olunduğunu bildirdi.
Fransa, 01 Ağustos’ta Almanya’ya, menfaatlerine göre hareket edeceği cevabını verdi. Almanya ise Rusya’ya savaş ilân etti.
Bu güne kadar Avusturya ile Sırbistan arasında bir gerginlik ve savaş vardı. Ama bu günden sonra sahneye perde arkasındaki devler çıktı.

Almanya ile Rusya arasında savaş hali 02 Ağustos’ta başladı. Almanya, Belçika’ya ültimatom verdi. Alman orduları Lüksemburg Grandükalığı’na girdi.
Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki dostluk antlaşması tamamlanarak, 02 Ağustos 1914 tarihinde imzalandı.
Almanya 03 Ağustos’ta Fransa’ya savaş ilân etti. Almanya, Fransa elçisini sınır dışı etti. Belçika ise Almanya’nın ültimatomunu reddetti.
Almanya, Osmanlı Devleti’yle antlaşma yapınca, Akdeniz Tümeni Komutanı Amiral Souchon’a, 04 Ağustos’ta, Goeben ve Breslau İstanbul’a gidecektir” emrini verdi.
Almanya Belçika’ya taarruz etti. Ağırlık merkezi kuzey olmak üzere Belçika üzerinden Fransa’ya taarruza başladı. Sonunda İngiltere de seferberlik ilan etti.
Almanya Büyükelçisi Von Wangenheim, Berlin’e gönderdiği telgrafta, Alman ve Avusturya gemilerinin Boğazlar’dan serbestçe geçebileceklerini Enver’in kendisine haber verdiğini bildirdi.
Almanya Dışişleri Bakanı, Büyükelçi Wangenheim’e 04 Ağustos’ta gönderdiği talimatta, Türkiye’nin bugün Rusya’ya savaş ilân etmesi çok önemlidir, dedi.
İngiltere, 04 Ağustos günü Almanya’dan ültimatom şeklinde, Belçika’nın tarafsızlığına riayet etmesini istedi. Almanya cevap vermeyince, İngiltere-Almanya savaş hali saat 23’ten itibaren başladı.
Aynı gün Almanya’nın Akdeniz‘deki gemileri Kuzey Afrika kıyılarını bombardıman etti.
Fransız Akdeniz filosu, bu hücumdan sonra nakliye gemilerinin konvoylar halinde yola çıkartılmasına karar vermiş, böylece Fransız nakliyatında 3 günlük bir gecikme kendini göstermiştir.
Avusturya-Macaristan Devleti, 05 Ağustos’ta Türk-Alman ittifakına katıldı. Avusturya-Macaristan Devleti, 06 Ağustos’ta Rusya’ya savaş ilân etti.
Wangenheim taahhütlere ait mektubu 06 Ağustos 1914 tarihinde Babıâli’ye verdi. Bu mektup ana çizgileriyle şöyle idi:
1-Almanya, kapitülasyonların kalkması işinde Osmanlı Devleti’ne yardım edecektir. 2-Balkan Devletleri ile girişilecek görüşmelerde ve Balkanlar’da fethedilecek yerlerin Bulgaristan’la paylaşılması işinde Almanya, Osmanlı Hükümeti’ni destekleyecektir. 3-Almanya, Osmanlı Hükümeti’nin de savaş tazminatı almasına çalışacaktır. 4-Düşman, Osmanlı topraklarına girerse, giren düşman oradan çıkarılmadan Almanya barış yapmayacaktır. 5-Yunanistan, savaşa katılıp yenilirse Almanya, Ege adalarını Osmanlı Devleti’ne verecektir. 6-Osmanlı Devleti doğu sınırları, bu devlete Rusya Müslümanları arasında doğrudan doğruya temas sağlayacak şekilde düzeltilecektir.”
Savaş haberleri 06 Ağustos’ta da devam etti. Sırbistan, Almanya’ya savaş ilân etti.
Almanya’nın Akdeniz filosu, 08 Ağustos günü İngiliz donanması tarafından takibe alındı. Bunun üzerine Alman ataşe Hofman girişimde bulunur. Hofman, Goeben’in kömürü bulunmadığını Bahriye Nâzırı Cemal Paşa’ya bildirerek, Bahriye Nâzırlığı depolarından beş altı bin ton kömürün kendilerine karşılık alınarak verilmesini rica eder. Cemal Paşa, Sadrazam ile Talât Bey’in telefonla iznini alarak kömürün verilmesini emreder.
İngiliz gemilerinin takibinden kaçan ve kömür almak bahanesiyle Çanakkale Boğazı’ndan geçen Alman gemileri Osmanlı Devleti’nin tarafsızlık ilkesini bozdu. İngiltere ve Rusya, gemilerin gönderilmesini istediler. Ancak, yapılan gizli antlaşma sebebiyle Almanlar gitmemekte direndiler. Osmanlı Hükümeti de bu iki gemiyi satın aldığını açıklayarak krizi atlatmaya çalıştı.
Alman Genelkurmay Başkanlığı, Enver Paşa’ya bir yazı göndererek, Osmanlılar’ın savaşa girerek mümkün olduğu kadar çok sayıda Rus ve İngiliz kuvvetlerini bağlaması ve ayrıca bu memleketlerin yönetimi altındaki Müslümanlar arasında ihtilâl çıkartılması konusunda çalışmalarda bulunulmasını istedi.
Alman savaş gemileri Çanakkale Boğazı’ndan geçince,bir İngiliz Kruvazörü Çanakkale Boğazı’ndan geçmek için kılavuz istedi. Kabul dilmedi.
Avusturya-Macaristan Ordusu, 15 Ağustos’ta Tser’de Sırplar’a yenildi.
Alman İmparatoru II. Wilhelm, General Liman von Sanders’e, 22 Ağustos’ta Türkiye’deki Alman subaylarının bir süre daha bu ülkede kalacağını bildiren bir yazı gönderdi.
Avusturya-Macaristan ordusu, 24 Ağustos’ta Sırp ordusu karşısında yenildi ve geri çekildi. Avusturya, 28 Ağustos’ta da Belçika’ya savaş ilân etti. Avusturya, ordusu, 29 Ağustos’ta Lemberg’te Rus ordusuna yenildi.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi Pallaviçini, 02 Eylül 1914 günü, Wangenheim’ den duyduğu, Osmanlı onanmasının Karadeniz’e çıkması konusundaki bilgileri Viyana’ya bildirdi. Rus gizli teşkilâtı tarafından elde edilen bu şifrenin özeti şöyledir:
“Alman büyükelçisi bana dedi ki, İstanbul’da bulunan Alman askerî çevrelerinde Çanakkale’nin bir İngiliz saldırısına dayanabilip dayanamayacağı meselesinde anlaşmazlık vardır. Türk donanmasının Karadeniz’e çıkması önemidir. Çünkü Rus donanmasının Romanya üzerinde büyük bir etki yaptığı ve onu iki taraftan birine çekmeye zorunlu kılacağı söylenir. Odesa’ya karşı bir hareketin vereceği sonucu biliyoruz.
Ancak donanmanın çıkması ile eğer Romanya’yı kendi tarafımıza çekebilirsek o vakit Osmanlı Ordusu Romen kuvvetleriyle birlikte savaşa belki karar verir.”
Alman kuvvetleri, 03 Eylül’de Paris’i almak maksadıyla saldırıya geçti.
Avusturya-Macaristan, 06 Eylül’de Bulgaristan ile dostça siyaset ilkesine dayalı bir gizli anlaşma imzaladı.
İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Wangenheim, kapitülâsyonların kaldırılmasını kabul edemediği için, 11 Eylül günü büyük devletlerin elçilerine bir toplantı çağrısı yaptı. Bunun yanı sıra Wangenheim, 17 Eylül günü de hükümetinin, derhal savaşa girilmesi yönündeki talebini, Osmanlı Hükümeti’ne iletti.
Amiral Souchon, 21 Eylül’de Osmanlı ve iki Alman gemisinden oluşan bir filoyla Karadeniz’e çıktı. Cemal Paşa, Amiral’e geri dönmesi konusundaki emri üzerine, Souchon, kendisine Bahriye Nazırı değil, Almanya Genel Karargâhı’nın emir verebileceğini bildirdi. Amiral, bu gücü Enver Paşa’ya borçluydu.
Alman Büyükelçi Wangenheim, 26 Eylül’de Sadrazam Sait Halim Paşa’ya yazdığı “gizli” mektubunda, Amiral Souchon’un Alman generali olup, Osmanlı makamlarından doğrudan doğruya emir alamayacağını bildirdi.
İsmet İnönü, mektubun yorumunu şöyle yapar:
Osmanlı Deniz Kuvvetleri güya ittifak çerçevesi içinde sırf Alman çıkarları göz önünde tutularak kullanılacak. Osmanlı Devleti istemese de Almanya, istediği zaman aynı zihniyete dayanarak bu kuvvetler aracılığı ile Osmanlı Devleti’ni bir savaşa sokabilecekti.
Alman Büyükelçi Wangenheim, 11 Ekim’de Sadrazam Sait Halim Paşa, Talât ve Halil Beyler ile Enver ve Cemal Paşalar’a, Alman Hükümeti’nin Türk teklifini kabul ettiğini Alman elçiliğindeki öğle yemeğinde müjdeledi.
Almanya Hükümeti, Osmanlı Devleti’nin bir an önce savaşa girmesi için vadettiklerini vermeye başladı. 17 Ekim’de ikinci parti olarak 1 milyon altın daha gönderdi. 20 Ekim’de de, savaş için kullanılmak üzere 5 milyon Türk Lirası tutarında borç para verdi.
Alman Genelkurmay Başkanlığı’nın, Türk komutanlarına haber vermeden Genelkurmay Başkan Vekili Bronzart’a hazırlattığı savaş planının yürütülmesi konusunda, Enver Paşa ile Alman Genelkurmayı 20 Ekim’de görüş birliğine vardılar.
Bu planın birinci maddesi, savaşa nasıl girileceğini belirlemekteydi: “Filo, savaş ilân edilmeksizin Karadeniz’ deki Rus filosunu batırarak deniz üstünlüğünü kazanacaktır. Harekete geçme zamanı Amiral Souchon’a bırakılmıştır.”
Wangenheim, 23 Ekim’de Enver Paşa’dan, Rus filosuyla çarpışma emrinin yazılı olarak verilmesini istedi.
Wangenheim, 24 Ekim’de de Tarabya’daki Alman elçiliğinde, Sadrazam Sait Halim Paşa, Harbiye Nâzırı Enver Paşa, Bahriye Nâzırı ve 2’nci Ordu Komutanı Cemal Paşa ile Dahiliye Nâzırı Talât ve Meclisi Mebusan Reisi Halil Bey’e öğle yemeği verdi. Yemekten sonra Wangenheim’in odasında, yeni müsteşar von Kuhlmann, Osmanlı Hükümeti’nin istediği paranın verilmesi için, savaş kararı beklenildiğini açıkladı.

İTİLÂF DEVLETLERİ AÇISINDAN

Birinci Dünya Savaşı öncesinde taraflar bir ekonomik menfaat elde etmek ve yeni sömürgelere sahip olmak için gizli bir yarışa girdiler. Bunların en önemlisi Almanya ile İngiltere arasında olanıdır. Her iki ülke Osmanlı Devleti elinde bulunan sonsuz bereketli ve petrol yatağı olan topraklarını ele geçirmek için rekabet ediyorlardı. İngiltere Mısır’ı, İtalya Trablusgarp’ı, Fransa Tunus’u ele geçirmelerine karşılık Almanya da Arabistan’a yapılacak demiryolu inşaatıyla bu bölgeye girmişti. Savaşan taraflardan biri olan İngiltere, Fransa ve Rusya açısından Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcını bir arada göreceğiz.
28 Haziran 1914 Pazar günü Avusturya-Macaristan Veliahdı Arşidük Ferdinand ile karısı, Saraybosna’da Sırp milliyetçilerinden Gabriel Pirençip adlı bir genç tarafından öldürülünce, Avusturya, Sırbistan’a karşı Almanya ile işbirliğine girişti. Avusturya, Sırbistan üzerine yüklenerek onun toprakları üzerinde hak sahibi olmak isteyebilirdi. İngiltere 06 Temmuz günü bir açıklama yaparak, Avusturya’nın Sırbistan’dan toprak ilhakı girişimine seyirci kalamayacağını açıkladı.
08 Temmuz günü ise İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, Londra’daki Rus Büyükelçisi’ne, Avusturya’ nın her an Sırbistan’a saldırabileceğini, Almanya’nın ise Rusya’ya karşı düşmanca bir tavır içinde olduğunu bildirerek uyardı. 09 Temmuz günü de Londra’daki Alman elçisi ile görüşerek, Fransa ve Rusya’nın barıştan yana olduğunu belirtti. Ancak bu ülkelere karşı hareket hürriyeti olan İngiltere’nin tarafsız olduğunu vurguladı. Savaş sınırlı kaldığı sürece, İngiltere’nin tutumunu koruyacağını açıkladı.
İngiltere hem Avusturya ile Almanya karşısında Rusya ile Fransa’yı hazır olmaya davet ediyor, hem de Almanya’nın tarafsız kalmasını istiyordu. Böylece savaş çıkarsa, dar bir bölgede kalacaktı.
10 Temmuz günü Anadolu’daki Osmanlı-Ermeni-Rus ilişkilerinin raporu bir gerçeği ortaya koyuyordu. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı E. Crowe, Doğu Anadolu’daki Ermeniler’in Ruslar tarafından kışkırtıldığı hakkındaki raporunu gönderdi. “Bu entrikalardan maksat, bir yandan Ermeniler’in memnuniyetsizliklerini arttırmak, öte yandan Türk otoritesini azaltmaktır.”
Bu kanaat, çıkacak savaşta Doğu Anadolu’nun nasıl bir duruma düşeceği konusunda bir fikir vermekteydi. İngiltere, bu kışkırtmada Rusya’nın yalnız kalmaması için tedbirler de düşünecekti. Çünkü bu topraklarda Ermeniler kadar Rusya, Fransa ve İngiltere için de çıkar ilişkileri vardı. Öyleyse Rusya’nın Ermeniler konusundaki girişimleri yakından takip edilmeliydi.
Fransa Cumhurbaşkanı R. Poincare ve Başbakan Mösyö Viviani 16 Temmuz’da Rusya’ya ve İskandinavya ülkelerine gitmek üzere Dunkerpue’den ayrıldılar. Fransa Cumhurbaşkanı Poincare ve Viviani 20 Temmuz’da Petersburg’a geldiler. 23’ünde buradan ayrıldılar.
İngiltere tarafsız kalacağını açıklamasına rağmen, tedbirlerini almakta gecikmiyordu. İngiliz donanması Spithead’de toplandı. İngiltere Kralı 18 Temmuz’da donanmanın resmi geçidinde bulundu.
Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov ile Avusturya Büyükelçisi, 18 Temmuz günü Sırbistan’ın bağımsızlığı hakkında görüştüler.
Edward Grey, 24 Temmuz’da Avusturya’nın Sırbistan’a verdiği ültimatom suretini aldı. Grey, süreyi az buldu ve doğrudan doğruya alakası olmayan dört devletin (Almanya, Fransa, İtalya ve Britanya) arabuluculuk yapmalarını teklif etti.
İngiltere donanması, 24 Temmuz’da Portland Limanı’nda büyük bir tatbikat yaptı. Rusya, 25 Temmuz’da durumu takip ettiğini ve buna kayıtsız kalamayacağını bildirdi.
Avusturya Hükümeti 23 Temmuz günü Sırbistan’a verdiği notasında, Sırbistan’ın özür dilemesini, Avusturya memurlarının Sırbistan içinde inceleme yapmasına ve ağır bir tazminat ödemesini istedi. Sırbistan Hükümeti, Avusturya’nın bu notasına red cevabı verdi. Red notasını, Sırbistan Başbakanı Pasiç, Belgrat’taki Avusturya elçiliğine bizzat getirerek Elçi Baron Guisl’e verdi.
İngiltere 26 Temmuz’da, Portand’da bulunan filoya yaptırdığı tatbikattan sonra dağılmamasını ve ikinci filoya Bağla limanında kalmasını ve mürettebatını tamamlamasını emretti. Sırbistan ise Avusturya’nın baskılarından bunalıp, savaş hazırlığına girişti. Bu amaçla seferberlik ilân etti. Rusya, ordularına savaşa hazırlık emri verdi.
İngiltere Kralı V. George, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in kardeşi Prens Heinric ile Londra’da görüştü. “Biz, bir savaşa sürüklenmemek ve tarafsız kalabilmek için gerekli bütün çabayı göstereceğiz.” Almanya Hükümeti, Osmanlı Hükümeti’nin ittifak teklifine resmen olumlu cevap verdi. İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, Rusya’nın isteği üzerine, Balkanlar’da direkt çıkarları bulunmadığı farz edilen Almanya, Fransa ve İtalya’nın aracılık yapmaları önerisinde bulundu.
İngiltere, Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey aracılığıyla, Londra’daki Alman Büyükelçisi’ne, Fransa’nın savaşa sürüklenmesi durumunda, İngiltere’nin savaş dışı kalamayacağını açıkladı. “Eğer bu işe önce Almanya, sonra da Fransa karışırsa, bütün Avrupa devletleri karışır.” dedi. Almanya ve Avusturya ise, Bulgaristan’ı kendi taraflarına çekmek için, onlara toprak vaadinde bulundular.
Bu görüşme, savaşın kaderini çizen bir görüşmedir. İngiltere açıkça Almanya’nın savaş dışında kalmasını arzuladığını ortaya koymuştur. Almanya savaş dışında kalmayı istemiyor. Aksine Bulgaristan’ı kendi safına çekmek istemektedir.
Avusturya 28 Temmuz’da Sırbistan’a savaş açtı. 29 Temmuz’da da Belgrat’ı bombalamaya başladı.
İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, 30 Temmuz günü Almanya’nın tarafsızlık teklifini kabul etmedi.
Alman İmparatoru II. Wilhelm, Rus Çarı II. Nikola’dan, genel bir savaşa meydan vermemek için 30 Temmuz günü seferberlik emrini geri almasını istedi. Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov, Almanya’ya, seferberliğin durdurulması için yeni bir teklifte bulundu. “Avusturya, Sırbistan’a vermiş olduğu ültimatomdan, Sırbistan’ın egemenlik haklarını zedeleyen hükümleri çıkarırsa, Rus Ordusu bütün hazırlıklarından vazgeçecektir.” dedi.
Rusya’nın şartları karşısında Avusturya, bazı şartlarda İngiltere’nin ara buluculuğunu kabul edeceğini bildirdi. Fransa Cumhurbaşkanı Poincare, Paris’teki İngiliz elçisine, “Barış İngiltere’nin elindedir. Eğer İngiltere Fransa’ya yardım edeceğini açıklarsa savaş çıkmaz.” dedi.
Her iki taraf hem tarafsız kalınmasını ve hem de savaşın bir an önce çıkmasını istiyordu. İşte bu günlerde savaş trafiği hızlandı.
31 Temmuz’da Rusya seferberlik ilân ederek, Almanya’nın teklifini kabul etmediğini ortaya koydu. Almanya ise, seferberlik ilân eden Rusya’ya, vazgeçmesi için 12 saat süre veren bir ültimatom verdi. Paris’teki Almanya Büyükelçisi, Mösyö Viviani’den Fransa’nın Rusya ile Almanya arasında savaş halinde nasıl hareket edeceğini ertesi güne kadar bildirmesini istedi. Fransa Cumhurbaşkanı Poincare, Kral Jorj’a barışı korumağa çalışması için mektup yazdı. İngiltere Bankası ıskonto fiyatını % 4’ ten 8’ e çıkardı. Borsa, ikinci bir emre kadar kapandı.
Almanya rakiplerinin hazırlanmasını önlemek için işi kısa kesmek istedi. Bunun için Rusya’nın seferberlikten vazgeçmesini, Fransa’dan da çıkacak savaşta hangi tarafta yer alacağını sorarak psikolojik baskıya başladı. Fransa Cumhurbaşkanı da İngiltere’nin yardımını istedi.
Fransa, 01 Ağustos 1914 günü Almanya’ya, menfaatlerine göre hareket edeceği cevabını verdi. Almanya ise Rusya’ya savaş ilân etti.
İngiltere bu günlerde Osmanlı Devleti’ne de tavır aldı. Parası bir gün önce ödendiği halde, 01 Ağustos günü İngiltere’de yapılan Sultan Osman dretnotuna el koydu. İçlerindeki Osmanlı subaylarını zorla dışarı çıkardı. Yapımı devam eden diğer dretnotlarımıza da el koydu. Ödenen on bir milyon altın İngiliz lirasını da geri ödemedi.
İngiltere’de donanmasına hareket emri verdi. Fransa ise genel seferberlik ilân etti. Almanya da donanmasına seferberlik emri verdi.
İtalya, 02 Ağustos günü tarafsızlığını ilân etti.
İngiltere, 04 Ağustos günü Almanya’dan ültimatom şeklinde, Belçika’nın tarafsızlığına uymasını istedi. Almanya cevap vermeyince, İngiltere-Almanya savaş hali saat 23’ten itibaren başladı. Bu karar, Avrupa’nın karışmasına sebep oldu. Büyük savaşın ilk büyük kapışması oldu.
Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Giers’in talimatıyla, Rus askeri ataşesi General Leontyev (Leontief), 05 Ağustos’ta Enver Paşa ile görüştü.

Rusya, savaş öncesi Osmanlı’nın en kuvvetli adamı Harbiye Nâzırı (Savunma Bakanı) Enver Paşa’nın düşüncelerini öğrenmek istiyordu. Bu suretle ilk görüşme Ruslar’ın arzusu üzerine yapılmıştı. Gayet samimi bir hava içinde geçen görüşme esnasında Enver Paşa Rus ataşesine beyanatta bulundu:
1-Türk seferberliği asla Rusya’ya karşı yöneltilmiş değildir. 2-Türkiye, Rusya’yı Kafkas sınırında rahatsız edebilir. İyi niyetlerini göstermek üzere, sınırdan bütün askerî birliklerini uzaklaştırır. 3-Türkiye’deki seferberlik, Türkiye’ nin şartlarının icabıdır. 4-Türkiye henüz ittifak devletleriyle ve bilhassa Almanya ile herhangi bir antlaşma ile bağlanmış değildir. 5-Rusya ile anlaşma her iki tarafa sükunet temin edecektir. 6-Bir de boğazlar meselesi kalıyor. Bu mesele ancak iki tarafın birbirine düşman olduğu zaman ve muğlak durumlarda had bir şekil alabilir. “Bir defa dostluk tesis edilince, bu mesele tabiatıyla kendiliğinden kalkmış olacaktır.” 7-Rusya ile anlaşmanın gerek halk ve gerekse hükümet çevrelerinde muhalefetle karşılanacağı muhakkak, fakat bu işin hallini Enver Paşa üzerine alacaktır ve bunun gerçekleşmesi pek güç olmayacaktır, yeter ki, mesele bir defa doğru bir yola girmiş olsun.... 8-Bizim Alman askeri talim heyetini davetimize Rus hükümeti çok düşmanca bir tavır almıştır ve şimdi ise savaşın çıkmasının ardından da bu heyetin kalışından kuşkulanmaktadır...
İstanbul’daki Rus askerî ataşesi ve hattâ hiç de “Türk dostu olmayan” büyükelçi Giers, Enver Paşa’nın Rusya’ya bir “ittifak” teklifini ciddî karşılamışlar ve bunun yapılabileceğini kabul etmişlerdi. Fakat bu konudaki karar St. Petersburg’a aitti. Halbuki Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, bunu asla arzu etmediğinden aynı fikirde değildi.
Avusturya Devleti, 06 Ağustos’ta Rusya’ya savaş ilân etti.
Savaşan taraflar birbirlerini kolluyorlardı. Almanya ile Avusturya’ya karşı İngiltere, Rusya ve Sırbistan savaşıyorlardı. Diğer devletler şimdilik ortada idi. Romanya, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti savaşan taraflardan hangi gruba girecekti? Bu çok önemliydi. Rusya kendi emperyalist emelleri açısından Osmanlı Devleti’nin karşı grupta yer almasını istiyordu. Ama yine de Enver Paşa ile ittifak için görüşmekten kendilerini alamıyorlardı. İşte bu amaçla Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov, İstanbul’daki Rus Büyükelçisi Giers’e 06 Ağustos’ta gönderdiği talimatta, “Enver’le görüşmelere devam ediniz” dedi.
Sazanov: “Rusya için bir taahhüt teşkil etmemek şartı ile Enver’le görüşmelere hiç olmazsa vakit kazanmak için devam ediniz.”
Rus Büyükelçisi bu emri almadan önce Enver Paşa’nın teklifi üzerinde Sadrazam ile görüştü. Sadrazam’ın, Enver Paşa’nın teklifinden haberi olmadığı anlaşıldı. Bununla beraber Sadrazam seferberliğin Rusya aleyhinde olmadığını ve Rus sınırından iki kolordunun da derhal geri çekilmesi işinde Enver Paşa gibi düşündüğünü, ona tam güveni olduğunu, onun açık kalpliliğine ve samimiyetine inanılması gerektiğini söyledi.
Bu durum Enver Paşa’nın hükümet içindeki durumunu ve Sadrazam’ın kabine üyeleri üzerindeki otoritesi ile devlet işlerinin ne şekilde yürütüldüğünü göstermekte idi.
Rus Büyükelçisi Giers, Alman gemilerinin İngiliz gemilerinden kaçarken nereye gideceğini merak eder. Akdeniz’de sıkışan Alman savaş gemileri sadece Çanakkale Boğazı’na girerse kurtulabilecekti. Bunu Sadrazam’dan sorar. Sadrazam Sait Halim Paşa de, 08 Ağustos günü Rus Elçisi Giers’e, Goeben ve Breslau’nun boğazlardan geçmesine izin verilmeyeceğini bildirdi.
Bu ara savaşan devletlere Karadağ da katıldı. Karadağ Almanya’ya savaş ilân etti.
Rusya’nın İstanbul’daki Büyükelçisi Giers, 09 Ağustos’ta kendi Dışişleri Bakanlığı’ndan, gelişen olaylar hakkında acele talimat istendi. Hemen sonra Dışişleri Bakanlığı’na şunu bildirdi:
“Bence zaman darlığı dolayısıyla hiç kimseyle ön tartışmalara girişmeden Enver’in teklifini hemen kabul etmeliyiz. Eğer zafer bizim olursa Bulgaristan ve Yunanistan’dan daima taviz bulabiliriz. Halbuki bizim reddimiz tamir kabul etmez biçimde Türkiye’yi düşmanlarımızın kucağına atar, eğer Enver tamamıyla samimi değilse, bizim onun isteklerine razı olmamız durumu aydınlatmaya yarar.”
Evet, Giers burada gerçeği görmüştür. Alınacak bir kararla Osmanlı Devleti’ni kendi saflarına çekeceklerini, aksi halde düşmanlarının kucağına kendi elleriyle atacaklarını ifade etmiştir. Gerçi Sazanov, Doğu Anadolu’daki emelleri açısından işbirliğine yanaşmıyordu. Rusya’nın bilmediği bir gerçek daha vardı: Osmanlı Devleti, Rusya ile savaşan Almanya ile dostluk antlaşması imzalamıştı. Ama görüşmeler de devam ediyordu. İstanbul’daki Rus Askerî Ataşesi Leontyev (Leontief), 09 Ağustos’ta Türk-Rus ittifakı konusunda Enver Paşa ile tekrar görüştü.
Leontyev, Enver Paşa’nın tekliflerinin yerine getirilebileceğine kanaat getirmişti, ancak bu hususta Rus hükümetinin süratle hareket etmesi gerekiyordu.
Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, İstanbul’daki askerî ataşesi General Leontyev’e gönderdiği telgrafta, “Goeben” ve “Breslau” gemilerin hareketlerini önlemek için Karadeniz’de tedbirler alındığını bildirdi.
Fakat, bununla Türkiye’yi tahrik etmekten çekinildiği, çünkü “şu anda Rusya’nın Türkiye’ye karşı savaşa başlamasını mevsimsiz addettiğini” belirtmişti.
İngiliz gemilerinden kaçan Goeben ve Breslau adlı Alman gemileri 10 Ağustos’ta Çanakkale Boğazı’ndan geçtiler. Gemilerin Boğaz’dan girişi, devletler hukukuna, Boğazlar rejimine ve tarafsızlık kaidelerine aykırı idi.
Alman savaş gemilerinin Çanakkale’den geçtiğini öğrenen Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov, Fransız Büyükelçisi’ni uyardı. Sazanov, Fransız Büyükelçisi’ne “Almanlar bu iki gemiyi Marmara’ya sokmakla nüfuzlarını arttırıyorlar, buna karşı konulmazsa Türkiye’nin kaybedileceğini ve hattâ aleyhe dönebileceğini, bu durum karşısında Rusya’nın kuvvetlerini Karadeniz kıyılarına, Doğu Anadolu ve İran sınırlarına dağıtmak zorunda kalacağını” söyledi. Ve elçinin ne yapmalıyız sorusuna karşılık da “... ilk bakışta bana öyle geliyor ki, Türkiye’ye tarafsızlığın mükâfatı olarak bütünlüğü hakkında resmi ve kesin bir teminat vermeyi teklif etmeliyiz. Buna Almanya aleyhine mali faydalar eklemeliyiz.” dedi.
Sazanov, Boğazlar’ın kapanmasının Rusya’ya getirebileceği tehlikeleri hatırından geçiremiyordu.
Rusya’nın İstanbul’daki Büyükelçisi Giers, aynı gün Sazanov’a gönderdiği telgrafında, Alman tehlikesine karşı Enver Paşa’nın teklifinin dikkate alınmasını bildirdi.
Sazanov, Giers’e verdiği cevapta, “Henüz Sofya’dan hiçbir karşılık alamadık. Enver’le görüşmelerinizde vakit kazanmak lüzumunu unutmayın.... Biz müttefiklerimiz Fransa ve İngiltere ile birlikte Türkiye’nin mukadderatını elimizde tutuyoruz. Halbuki Türkler bize kötülük edecek durumda değillerdir.” dedi.
Alman gemilerinin Çanakkale Boğazı’ndan içeri girmesi üzerine bir İngiliz Kruvazörü’nün Boğaz’a girmek ister gibi bir seyir takip ederek yaklaşmakta olduğu rapor edildi. Kruvazör boğaz girişine iyice yaklaştığı vakit kılavuz istedi. Boğaz’a girişin yasaklanmış olduğu cevabı verildiği vakit ise, “Alman bandıralı savaş gemilerinin Boğaz’a girip girmediğini” sordu. Bu soruya kısaca “evet“ cevabı verildi. Bunun üzerine Kruvazör, rota değiştirerek geri döndü ve İmroz istikametinde uzaklaştı.
Rusya’nın İstanbul’daki Büyükelçisi De Giers, “Enver’in yakınlaşma teklifine kendisinin de katıldığını” bildirerek acele talimat istedi.
De Giers, Rus başkentine gönderdiği 11 Ağustos tarihli telgrafında bazı bilgileri açıklayıp, acele talimat istiyordu: “Bizim için ulaşılması şiddetle istenen hedef, Türkiye’den bize karşı sürekli olarak düşmanlık gösteren Alman egemenliğini uzaklaştırmaktır. İşte bu hedef ve maksadı elde edebilmek için ortaya gayet elverişli bir fırsat çıkmıştır. Sadrazam bana, Enver’in bizimle yakınlaşmak hususundaki arzusuna kendisinin de katıldığını ve bir anlaşmanın süratle akdi için elinden gelen bütün yardımı esirgemeyeceğini gizlice söyledi. Türkiye’yi kendimize boyun eğen bir duruma getirmek ve bu vasıtayla Balkan yarımadasında aleyhimize düşmanca durumlar almaya başlayan kuvvetleri kötürüm bir hale sokmak imkânlarına malik olacağımız tarihî günün nihayet geldiğine derin bir inancım vardır.”
Batılı devletlerin elçileri, 11 Ağustos’ta iki Alman gemisinin Türk sularından çıkartılmasını istediler. İstanbul Hükümeti ise, iki Alman gemisinin satın alındığını açıkladı. Elçilere, Talât Paşa’nın bulduğu bir formül ile “gemileri satın aldığımızı” cevap olarak bildirdik. Tabii inanmadılar. “İçindeki mürettebatın Alman olduğunu” ileri sürerek cevabımızı kabul etmediler.
İngilizler, 11 Ağustos’ta, İngiliz tezgâhlarına sipariş edilmiş olan ve son taksidi yarım saat evvel verilmiş olan Sultan Osman Dretnotu ile Reşadiye dretnotuna Türk sancağının çekilmesine mani oldular ve bunlara el koydular.
İngiltere, 12 Ağustos’ta Avusturya-Macaristan’a savaş ilân etti.
Aynı gün İstanbul’daki Rus Büyükelçisi Giers, Petersburg’a çektiği telgrafında, Alman gemilerinin satın alınmasının, Türkler’in moralini yükselttiğini bildirdi.
Giers uyarılarına şöyle devam eder: “Emirlerinize uyarak zaman kazanmaya çalışacağım. Fakat şunu da söylemek zorundayım ki, şayet Türkiye ile işbirliği bizim için caiz ve mümkünse buna derhal karar vermek lâzımdır. Çünkü yarın, belki de artık geç kalmış olacağız.”

İstanbul’daki Rus Ataşesi Leontyev Osmanlı ile Almanlar arasında bir antlaşma yapılmadığı inancındaydı. Veya kendisine henüz öyle bir bilgi gelmemişti. Büyükelçi Giers, Leontyev’in bu düşüncelerini 12 Ağustos’ta Petersburg’a bildirdi.
Giers, Leontyev’in ricasıyla çektiği telgrafında, Leontyev’in ağzından: “Askıda bulunan Türk-Alman askerî sözleşmesi, buradaki genel kanaate rağmen henüz imza edilmemiştir. Fakat imza keyfiyetinin her an vuku bulması muhtemeldir. Derin inancıma göre durumu yalnız bizim derhal karar vermemiz kurtarabilir.” denilmektedir.
Osmanlı yönetimi Rusya’ya karşı iyi niyetini her zaman ortaya koymaya çalışıyordu. Barıştan yana olduğunu açıklıyordu. Bu açıklamalardan biri Rusya’nın başkentinde oldu. Petersburg’daki Türk Maslahatgüzarı, yarı resmî olarak, Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov’a, “Türkiye topraklarını genişletmek düşünce ve eyleminde değildir. Fakat yalnız kendi ülke bütünlüğünün garanti edilmesini istiyor.” dedi. Sazanov, bu görüşmeyi İstanbul’daki Giers’e bildirdi.
Rus Büyükelçisi Giers, son adımın atılmasında gecikildiğini biliyordu. Almanlar, gemileri Çanakkale Boğazı’ndan içeri girdirerek bir adım öne geçtiklerine inanıyordu. Rus Büyükelçisi Giers, Rus Dışişleri Bakanı Sazanov’a gönderdiği yazıda “burada durum aleyhimize değişti” yorumunu yaptı.
“Goeben ve Breslau’ın satın alınması burada durumu aleyhimize değiştirdi. Bana öyle geliyor ki, askerlik bakımından bu alışveriş herhalde Türkiye’nin gücünü arttırdı. Siyasal yöne gelince, şüphesiz ki onun sonuçları son derece ciddi olacaktır. Çünkü bu, Türkleri yüreklendirdi. Ve onları kesin kararlara sevk edebilir. Sizin işaretlerinize uyarak zaman kazanmaya çalışacağım. Ancak benim düşüncem şudur ki, Türkiye ile ittifak yapmak imkanını kabul ediyorsak derhal bir karar vermek zaruridir. Çünkü yarın belki çok geç olur. Şuna inancım var ki, Türkiye ile ittifak Bulgaristan’la anlaşmayı ancak kolaylaştırır. Halbuki samimiliklerinden şüphe etmemize imkân olmayan Bulgaristan’ın hâlâ karşılığını beklemek, hem Türkiye hem Bulgaristan’ı kaybetmek kendimize düşman kılmak tehlikesini doğurur.”
Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi, bütün tekliflerinde görüldüğü üzere Sazanov’dan daha iyi olarak Türkiye’nin coğrafî ve jeopolitik durumun herhangi bir dünya savaşında Rusya’ya olan etkisini kıymetlendirmekte ve ileriyi daha iyi görmekte idi.
İtilâf Devletleri, İtalya’yı aralarına almak için atağa geçti ve aralarında ittifak görüşmeleri başladı.
Rus Büyükelçisi Giers, Petersburg’daki Türk Maslahatgüzarı’nın açıklamaları konusunda, 13 Ağustos’ta Sazanov’a verdiği cevapta, “Türk Maslahatgüzarı’nın mütalâaları, Babıâli’nin savaştan önceki düşüncelerini yansıtmaktadır. Şimdi bu fikirler terkedilmiştir. Türk Maslahatgüzarı işlerin gidişini bilmiyor...” dedi.
Giers, 14 Ağustos’ta Sadrazam ile görüştü. Alman heyetinin gönderilmesini Sadrazam’dan istedi. Dışişleri Bakanı Sazanov’a da bu görüşme konusunda bilgi verdi.
14 Ağustos’ta Giers ile yapmış olduğu gayet gizli bir görüşmede Sadrazam, yine anlaşma meselesine değinmiştir. Giers de, son derece kesin olarak, Alman komuta heyeti ile Goeben ve Breslau gemilerinin mürettebatlarını derhal Almanya’ya geri gönderilmesini tavsiye etmişti. Sadrazam ise bu tavsiyeye diplomatça bir cevap vermiştir: “Onların karayoluyla mı, yoksa tarafsız bir gemiyle mi göndereceğimizi düşünmekteyiz.” Giers Sadrazam’la gizli mülâkatını anlatmaya şöyle devam ediyor: “Ben de ona şu karşılığı verdim: Bu meseleyi (anlaşma konusunu) resmi surette açıklayabilmem için henüz talimat almadım. Fakat Türkiye’nin ülke bütünlüğünün garanti edilmesi esasını ihtiva eden bir anlaşmayı kabule hazır olduğumuz hakkında bilgi almış bulunuyorum.” Sadrazam’ın, bu garantinin ne suretle formüle edileceği yolundaki sorusuna da, tabi bunun şekli müzakereler esnasında belirlenecek ise de, Türkiye’nin savaş süresince bize kazandıracağı yararların bu formülün tespitinde büyük etkileri olacağı cevabını verdi. Sadrazam, Türkiye’den ve Türk ordusundan neler isteyebileceğimizi sordu. Ben de cevaben: Müzakerelerinin gelişmesiyle birlikte bu cihetin de aydınlığa kavuşacağını, fakat bizim her şeyden önce herhangi bir şüpheye asla yer bırakmayacak biçimde Alman Askeri Heyeti’nin uzaklaştırılmasını istediğimizi beyan ettim.
Rus Büyükelçisi Giers, 15 Ağustos’ta da Sazanov’a gönderdiği telgrafta, General Leontyev’in “Türk-Bulgar anlaşmasının kuvvet kazandığını” söylediğini açıkladı. Aynı gün Sazanov, Londra ve Paris Büyükelçileri’ne gelişen durumlar konusunda yeni talimatlar gönderdi.
Rusya’nın Londra Büyükelçisi Benckendorff, Londra’dan Sazanov’a gönderdiği telgrafında, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Grey’in açıkladığı İngiliz görüşünü bildirdi.
Grey’in açıkladığı İngiliz görüşü şöyle idi: “Kuvvetlerin Almanya’ya karşı etkili bir tarzda birleştirilmesi meselesi Türkiye’yle bir anlaşmazlıktan çekinmeyi gerektirmektedir. Grey, Alman gemilerinin mürettebatının tamamen uzaklaştırılmasının istenmesiyle yetinmektedir. Ben de ona dedim ki, Türkler Rusya’yı kendilerinin daimi düşmanı sayıyorlar. Bu sebeple Rus silahlarının kazanacağı bir başarının uzaklaştırılmasını Türkler, kendi imparatorluklarının mutluluğu namına sevinçle karşılayacaklardır. Grey de karşılık olarak, İstanbul şunu anlamalıdır ki, şayet Türkiye şimdi savaşa katılır ve Almanya da yenik düşerse, o zaman Türkiye için tehlike baş gösterecektir; halbuki Türkiye’nin tarafsızlığını korumasının şimdiki sınırları içinde ülke bütünlüğünü sağlayacaktır, dedi.”
Yine 16 Ağustos’ta İstanbul’daki Rus Büyükelçisi Giers, Sazanov’a gönderdiği telgrafta, Sadrazam’ın nüfuzu zayıflamakta, Enver ise diktatörlük yolundadır. Bu şartlar içinde Türkiye’nin aleyhimizde hareket etmemesini sağlamak için Enver tarafından ileri sürülen istekler çerçevesinde veya buna yakın bir tarzda Türkiye ile anlaşmak lazımdır” dedi.
Üçlü İtilâf devletleri, İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’nden tarafsız kalmasını istedi. Osmanlı Hükümeti de seferberliği, tarafsızlığını koruyabilmek için ilân ettiğini ileri sürdü. Üçlü İtilâf bu maksatla Osmanlı Devleti’ne şu teminatı vadettiler: “Osmanlı topraklarının bütünlüğünü korumak, Osmanlı Hükümeti’nin ekonomik ve adli alanda kendilerinden isteyebileceği şeyleri dostça incelemeye hazır olmak.” Ayrıca bu devletler Yavuz (Goeben) ve Midilli (Breslau) savaş gemilerinin Alman subay ve erlerinin ve Alman askerî heyet üyelerinin gönderilmesini de istiyorlardı.
Bu teklifler 17 Ağustos’ta kabinenin gündemine alındı ve devlet elçileriyle bu konular üzerinde görüşmelere başlandı. Bu görüşmelerde Osmanlı Hükümeti tarafından, Yunanlılar’ın işgalindeki adalarla Mısır ordusunun halli, Rus tecavüzüne karşın teminat verilmesi ve memleketin iç işlerine karışılmaması konularında karşı tekliflerde bulundu.
Üçlü İtilâf devletlerince adalar meselesinin savaştan sonra düşünüleceği ve şimdilik Rusya’nın bir tecavüzü olmayacağı bildirildi. Fakat bu devletler özellikle Alman gemilerinin mürettebatıyla Alman askeri heyetinin memleketten çıkarılması ve boğazların açık tutulması konusunda ısrar ediyorlardı.
İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Sir Mallet, 18 Ağustos’ta İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey’e gönderdiği telgrafında, Osmanlı gemilerine el koymalarının yankılarını anlattı. Elçi Mallet’in telgrafı şöyledir: “Osmanlı gemilerinin tarafımızdan zaptı bütün bu buhrana sebep olmuştur. Hemen her Osmanlı bu gemiler için iane verdiğinden Türkiye’de müthiş bir tesir yaratmış, maksadın Türkiye’ye taarruz emelinde bulunan Yunanistan’a yardım olduğu sanısını uyandırmıştır.”
Yunanistan Başbakanı Elefteros Venizelos, 18 Ağustos günü Yunanistan’ın askerî ve diğer imkânlarını İtilâf Devletleri’nin ve özellikle İngiltere’nin emrine verme kararını bildirdi.
20 Ağustos günü de Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, Londra elçisi Benckendorff’a gönderdiği telgrafta, gelişen olayları ve Osmanlı Hükümeti’ne yapılması gereken teklifleri bildirdi.
“Fransız Hükümeti’nin teklifi veçhile Goeben ve Breslau gemilerinin Türkiye tarafından satın alınması üzerine ortaya çıkan durumu Grey ve Cambon ile müzakere ediniz. Ben, şu teklifin mümkün olacağını sanıyorum: 1-Tarafsızlığının samimiyetini göstermek üzere Türkiye, seferberliği tatil etmelidir; 2-Buna karşı da üç hükümet, Türkiye’nin ülke bütünlüğünü garanti etmeli ve bu garantiyi formüle edecek herhangi bir alternatifin muhakemesine hazır olduklarını bildirmelidirler; 3-Türkiye, Almanya’nın Küçük Asya’da sahip olduğu İktisadi ve sair bütün teşebbüs ve imtiyazlarına sahip olacak (millileştirecek) ve bu husus barış antlaşması ile sağlanacaktır. Üç devletin, İstanbul’daki büyük elçilerine bu yolda süratle talimat vermelerini arzuya şayan buluyorum. Bunlardan başka durum ve olayların gerektireceği diğer herhangi bir çözüm tarzını da muhakemeye hazırız. Sazanov.”
Rus Dışişleri Bakanı Sazanov 20 Ağustos’ta da Paris Büyükelçisi İzvolski’ye gönderdiği telgrafta, üç devlet büyükelçilerin yaptığı açıklamaları üzerinde yorum yaptı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov’un talimatı şöyledir: “Üç devlet büyükelçileri tarafından İstanbul’da ortaklaşa yapılan beyanatın bizim teklif ettiğimiz şekilde Türkiye’ye iktisadî izinler tanınacağı konusu zikredilmeden yapıldığı; bunun da hükümetinden talimat almadığı için Fransız Büyükelçisi’nin ortak beyanata katılmamasından ileri geldiği hakkında Dışişleri Bakanlığı’nın gizlice ve dostça dikkatini çekmenizi rica ederim. Halbuki, biz İstanbul’daki tutum ve davranışlarımızı tam ve sağlam bir işbirliği içinde cereyan etmesine son derece önem vermekteyiz Bu sebeple müzakerelerin devam konusunda Fransız Hükümeti’nin İstanbul’daki elçisine gerekli talimatı esirgemeyeceğini ümit etmekteyiz.”
İstanbul’daki Rus Büyükelçisi Giers 20 Ağustos günü, “İstanbul’daki durumun kritik bir hal aldığını” Sazanov’a bildirdi.
Giers, durumu şöyle açıkladı : “Bütün işerlin askerî bir liderin elinde bulunması, bunların da Almanlar’ın baskısı altında Türkiye’yi açıktan açığa savaşa sürüklemek istemeleri yüzünden buradaki durum son derece kritik bir hal alıyor. Cavit, Sadrazam ve Cemal bu gidişe karşı koyuyorlar. Fakat son sözün uzun müddet bunlara ait olacağına güvenim yok. Onları desteklemek için mümkün olan her şeyi yapmamız gerekir. Şayet Türkiye ile savaşa tutuşmaktan çekinmek bizim için lâzımsa, kapitülasyonların kaldırılması şartlarının da kabulünden yanayım. Türkiye’nin ülke bütünlüğünün yazılı olarak garanti edilmesine de karşı değilim. Ancak garanti süresinin 5-10 yıla indirilmesini isterim. Çünkü Türkiye’nin çözülüp dağılması ihtimalini göz önüne alarak, kendimizi daha uzun sürelerle bağlamayı uygun saymam.”
Rus Dışişleri Bakanı Sazanov 21 Ağustos’ta, Paris Büyükelçisi İzvolski ile Londra Büyükelçisi Benckendorff’a gönderdiği telgraflarda, Petersburg’daki “Fransız ve İngiliz Büyükelçilerine, Cavit Bey’in tekliflerini reddetmelerini tavsiye ettiğini” bildirdi.
Rusya’nın Paris Büyükelçisi İzvolski, 21 Ağustos’ta Sazanov’a gönderdiği cevapta, “Anadolu’daki iktisadî tavizler hakkında şimdiden beyanatta bulunmak tehlike yaratabilir” dedi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, İstanbul’daki elçisi L. Mallet’e, 22 Ağustos’ta Fransa ve Rusya elçileriyle anlaşarak, savaş süresince Türkiye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün garanti edildiğini, hatta savaştan sonra barış görüşmelerinde de bunların dikkate alınacağını, Türkiye’nin ekonomik şartlarının iyileştirileceğini belirten ve bu mesajı İstanbul Hükümeti’ne iletmesini isteyen bir mektup gönderdi.
Japonya 23 Ağustos’ta Almanya’ya savaş ilan etti
Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, 23 Ağustos’ta İstanbul Büyükelçisi Giers’e gönderdiği telgrafta, İngiltere Büyükelçisi’nin kendisine, İngiliz Hükümeti’nin tekliflerini bildiren bir muhtıra verdiğini bildirdi.
Giers, telgrafında: “İngiliz Büyükelçisi bana bir muhtıra verdi. Bu muhtıraya göre İngiliz Hükümeti’nin görüşleri şöyle: Türkler’in istekleri pek aşırı görülmekle beraber reddedilmemeli; bunlar müzakereler için birer materyal telâkki olunmalıdır. İngiltere, bizimle ve Fransa ile birlikte Türkiye’nin ülke bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı gösterileceğinin yazılı olarak taahhüt edilmesine hazırdır. Muhtırada, Alman Demiryollarının Türkiye’ye verilmesi de temin ediliyor. Ayrıca, ileride çağımızın gereklerini karşılayacak biçimde bir adalet düzeni kurulur kurulmaz, kapitülasyonların tanıdığı adlî imtiyazlardan İngiltere’nin vazgeçeceği kabul olunuyor. Bunlara karşılık Türk Hükümeti de savaş süresince tarafsızlığın gerektirdiği bürün görevleri yerine getireceği, ticaret gemilerinin hiçbir suretle durdurulmadan Boğazlar’dan geçmesini kolaylaştıracağı hakkında yazılı teminat vermeye zorlanmalıdır. Türkiye aynı zamanda Alman subaylarının ve Goeben ve Breslau mürettebatının yurtlarına geri gönderilmesi işine derhal başlamalıdır. İngiltere’nin bu tekliflerini aldıktan sonra, üçünüz birden aranızda görüşerek bunları da Babıâli ile müzakere etmeye ön ayak olmanızı rica ederim. Sazanov.”
Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Giers, 27 Ağustos’ta Sazanov’a gönderdiği telgrafta, “Almanlar’ın Fransız cephesinde kazandığı başarılar sebebiyle Türkler, kendilerini bize bağlamak için sabırsızlık göstermiyorlar. Bununla beraber bizim, Türkler’i kendi tarafımıza çekmek için çalışmamız gerekir. Fransız elçisi yazılı taahhüt konusunda hükümetinden henüz talimat alamamıştır.” dedi.
İngiltere savaş başladığından beri Rusya’ya gerekli yardımı yapamamıştı. Kalabalık Rus ordusu da savaş alanlarından uzakta, dinç olarak kalıyordu. Halbuki Rus ordusu savaşa girmeli, kendi üstlerindeki ağırlığın paylaşılması gerekmekteydi. İşte bu amaçla İstanbul’daki İngiliz Elçisi L. Mallet, 27 Ağustos’ta Rusya’ya yardım edilmesi gerektiğini düşünerek, hükümetine, Çanakkale’ye bir sefer düzenlenmesini önerdi.
Rus Dışişleri Bakanı Sazanov 28 Ağustos’ta İzvolski’ye gönderdiği telgrafta, Fransız Büyükelçisi yazılı talimat alamadığı için, büyükelçiler, Türkiye’nin tarafsızlığını koruması karşılığında ülkesi bütünlüğünün yazılı bildiremediğini bildirdi.
Osmanlı Devleti’nin Almanlar yanında savaşa girmesine mani olmak için, İtilâf devletleri elçileri, 30 Ağustos’ta Sadrazam Sait Halim Paşa’ya ortak bir deklârasyon sundular.
İtilâf devletlerinin elçileri, Osmanlı toprak bütünlüğünü teminat altına almaya, iktisadî ve adlî alanda kendilerine yapılacak başvuruları “dostça” karşılamağa hazır olduklarını bildirdiler. Hükümet, hiç beklemediği böyle bir teklifi şüphe ile karşılar ve yazılı bir teminatla kapitülasyonların kayıtsız şartsız kaldırılmasını ister. Gelen cevap yine şaşırtıcıdır. Kapitülasyonların kaldırılması kabul edilmiştir.
İtilâf Devletleri, 30 Ağustos’ta Sırbistan’dan, Bulgaristan lehine toprak talebinde bulundular.
Rusya, 30 Ağustos’ta Bulgaristan’a, ortak hareket karşılığı, Enez-Midye hattını vadetti
Sadrazam Sait Halim Paşa ve Maliye Nazırı Cavit Bey 31 Ağustos’ta, büyükelçilerin teklifine cevap vermek üzere Rus Büyükelçisi Giers ile görüştüler. Türkiye’nin tarafsız kalacağını bildirdiler.
De Giers, bu görüşmeyi 01 Eylül günü Sazanov’a bildirmiştir: “Sadrazam ve Cavit, dün bana tekrar beyan ettiler ki, kendileri iktidarda bulundukları müddetçe, Türkiye tarafsız kalacaktır ve Türkiye arazisinin dokunulmazlığı garantisi hakkındaki tebligatımıza verilecek cevabın takdimi için de Talat’ın Bükreş’ten gelmesini beklemektedirler. Onun da nihayet iki gün içinde geleceğini söylediler. Bu münasebetle Cavit, şahsî fikri olarak şunları ilâve etti: Bizim ilk tebligatımızda –sonradan İngiltere’nin teklifiyle- yapılan değişiklik, yani garanti keyfiyetinin halihazırdaki savaşla sınırlanmış olması, tehlikeden uzak değildir. Her iki Türk nâzırının da barışseverliğinden şüphe etmiyorum. Fakat askerî liderler tarafından onların kabinedeki durumları sarsılmıştır. Giers.”
İngiliz Savaş Konseyi, 31 Ağustos günü İstanbul Elçisi L. Mallet’in yaptığı ve Deniz Bakanı Winston Churchill’in desteklediği Çanakkale’ye hareket teklifini reddetti. Yapılan teklif kabul etmediği halde İngiliz Deniz Bakanı Winston Churchill, 01 Eylül’de Askerî Harekât Daire Başkanı General Callwell ile birlikte dört deniz ve kara subayına, İngiliz ve Yunan filolarının Gelibolu Yarımadası’nın işgalini sağlayacak bir plân hazırlanmasını emretti.
İngiliz Deniz Bakanı Winston Churchill, 02 Eylül günü İngiliz Savaş Kabinesi’nden, Goeben ve Breslau eşliğinde Çanakkale Boğazı’ndan çıkacak Türk gemilerinin batırılması için yetki aldı.
İngiltere bir yandan toprak bütünlüğü korunacak, kapitülasyonların kaldırılması kabul edildi gibi vaatlerle Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalmasını isterken, diğer yandan Çanakkale Boğazı’na giren iki Alman savaş gemisinden dolayı Çanakkale Boğazı çevresinde gerekli tertibat almayı ihmal etmiyordu. Boğazdan çıkacak gemilerin batırılması kararı bunlardan birisidir. Savaş Konseyi’nin kabul etmediği Rusya’ya yardım projesi ise Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın kullanılması anlamına geliyordu. Osmanlı Devleti bunu kabul etmeyeceği için tarafsız kal dedikleri Osmanlı’yı ani bir baskınla saf dışı bırakacaklardı.
Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi De Giers, 03 Eylül’de Sazanov’a gönderdiği telgrafında, İstanbul Boğazı’nın Rus donanması tarafından abluka edilmesi ve İngilizler’in Çanakkale Boğazı’nı zorlamasını doğru bulmadığını bildirdi.
09 Eylül’de İstanbul’daki İngiliz Askerî Heyeti’nin görevine son verildi.
Rusya Dışişleri Bakanı Sazanov, savaş sonrasında yapılacak barış görüşmelerinde esas alınacak ilkeleri belirleyen plânı 14 Eylül’de İngiltere ve Fransa Hükümetleri’ne teklif etti. 19 Eylül’de de İstanbul Büyükelçisi De Giers’e, “Türkiye’nin şartsız bir tarafsızlık teklifi yapacak olursa, biz de kapitülasyonların kaldırılmasına razı oluruz” dedi.
İstanbul Büyükelçisi Giers uygun görmemesine rağmen, aynı gün Rus donanmasına ait mayın gemileri İstanbul Boğazı’na mayın döşediler.
19 Eylül’de Rus donanmasının mayın gemilerini Karadeniz Boğazı’na kadar sokulup mayın döşedikleri haberi geldi. Bahriye Nazırı Cemal Paşa, doğruluğunu tahkik için donanmanın araştırma yapmasının uygun görüldüğünü, fakat bunun Ruslar tarafından tahrik unsuru sayılması ihtimaliyle tereddüt ettiğini, Vükelâ Meclisi’nin kararını istediğini bildirdi. Sait Halim Paşa Rus elçisiyle görüşerek donanmanın sadece bu maksatla Karadeniz’e çıkacağını haber vermişti. Şöyle bir kayıt konulmuştu: Sabahın erken saatlerinde keşif seyri yapacak donanmaya, aynı gün dönecekti. Cemal Paşa, bir harbe vesile vermekten samimi olarak çekiniyordu. Bu amaçla donanma 21 Eylül’de Amiral Souchon komutasında Karadeniz’e çıktı.
İngiltere, 21 Eylül günü bazı Alman gemilerinin Osmanlı bayrağı taşıması sebebiyle, bunları ayırt etmenin imkânsızlığını ileri sürüp, bundan böyle Osmanlı bayrağı taşıyan bütün gemilere düşman muamelesi yapılacağını, Goeben ve Breslau’nun hangi bayrağı taşırsa taşısın batırılacağını açıkladı.
İngiliz Deniz Bakanı Winston Churchill, 23 Eylül’de Sir Edward Grey’e yazdığı mektubunda, Türkiye’ye karşı yürütülen toprak bütünlüğünü koruma ve İstanbul Boğazı’nın Türkler’de kalmasına dayanan politikasını değiştirmesini istedi: “Tüm istediğim, Hıristiyan Balkan Devletleri arasında ortak hareketi sağlamada, Türkiye’nin çıkar ve toprak bütünlüğünün artık gözetilmemesidir.”
İngiltere, Churchill’in teklifini benimsedi. Aynı gün hemen girişimlere başladı. Mısır’daki komiseri aracılığıyla Mekke Şerifi Hüseyin ve oğlu Abdullah’la ilişki kurarak, Türkiye ile İngiltere arasında bir savaş çıkması durumunda Hicaz’ın davranışının ne olacağını öğrenmek istedi. Abdullah, babası adına verdiği karşılıkta Hicaz’ın İngiltere’ye eğilimli olacağını bildirdi. Böylece Türkler’in çevresi sarılmış olacaktı.
Rusya, 26 Eylül’de İngiltere ve Fransa’ya, boğazlardan savaş gemilerinin geçirilebilmesi için plân önerdi. 28 Eylül’de ise Rus mayın teknelerinin sahillerimize yeniden yanaştığı haberleri alındı.
İngiliz Başbakanı Asquith, 29 Eylül günü Osmanlı Devleti’nin savaşa girişi konusunda, İngiliz Parlamento binasındaki Yaldızlı Salonu’nda yaptığı konuşmasında kehanette bulundu.
İngiliz Başbakanı Asquith konuşmasında şunları söyler:
“Üç ay evvel savaş başladığı vakit müttefiklerimizle birlikte Türk hükümetine, tarafsız kaldıkları takdirde imparatorluklarının toprak bütünlüğüne saygı göstereceğimizi vadetmiştik. Bu memleketin ikiye bölünmüş siyasetçileri iki taraf arasında tereddüt geçirdikten sonra nihayet Alman gemilerinin tehditleri yüzünden ve Alman altınları sayesinde onların tarafında yer aldılar... Aslında silaha sarılan Türk halkı değil, Osmanlı Hükümeti’dir. Ve hiç tereddütsüz söyleyebilirim ki, bu silah onları yok edecektir... Türkiye İmparatorluğu intihar etmiş ve kendi mezarını kendi eliyle kazmıştır.”
Rus Büyükelçisi De Giers, 03 Ekim’de Petrograd’a bir rapor gönderdi. Raporunda: “Türkiye, Alman subayları, erleri, top ve cephaneleri ile dolup taşmaktadır. Almanlar’ın savaş alanındaki durumunun kötüleşmesi, savaş taraflısı olan Türk nâzırlarının aklını bir dereceye kadar başlarına getirmiştir. Ve kabinedeki barış taraflısı gurupla Enver arasında mücadele devam etmektedir. Enver ise daha çok Talât tarafından himaye görüyor. İki gurup arasındaki bu mücadele, savaş cephelerinden alınan bilgilere tabi olarak daima karasızlık içersinde saklanmaktadır. Onunla beraber savaş, kabine kararına dahi bakmaksızın her zaman patlayacak bir haldedir. Çünkü filoyu ellerinde bulunduran Almanlar bunu her an patlatabilir. Bu savaş bize denizde saldırmak suretiyle çıkabilir. Gerek ben, gerekse arkadaşlarım şu kanaatteyiz ki, halen Almaya ile savaş yapılmakta olduğundan ayrıca Türkiye ile çatışmakta bir yarar yoktur. Bu sebeple Babıâli’yi ne kadar mümkünse o kadar oyalamaya ve anlaşmazlıklardan sakınarak tebaamızın çıkarlarını korumaya çalışıyoruz. Tabii daha başka türlü bir siyasi durum içinde bizim davranışlarımız da değişik olur, bir çok şeyler isteyebilirdik. Fakat hali hazırdaki ortam içinde böyle bir hareket tarzı, Almanlar’ın işine yarayarak Türkiye’yi hemen savaşa sürükleyebilir. Savaş ise, görüldüğü gibi sakınılmaz bir haldedir. Fakat bu savaşa bizim ne zaman muvafakat edeceğimizin bana bildirilmesi de zatı devletlerine düşer. Bununla beraber savaş, şayet filomuzun -hattâ kısmen de olsun- başarısızlığıyla başlayacak olursa, bizim buradaki durumumuza ağır bir darbe indirmiş olacaktır.”
Ruslar, Osmanlılar’ın savaşa girecekleri kuşkusuna kapılınca, Kafkas ordularına önem vermeye başladılar. Ekim ayı sonunda bu ordunun kuvveti 100 tabur ile 117 bölük ve 250 toptan ibaretti. Bu, insan sayısı itibarıyla 100.000 er ve 15.000 atlı demekti. Bunların dışında geri hizmetlerde ve yedek olarak kullanılacak 150.000 kişilik bir kuvvet de vardı. Savaşın başlayacağı günlerde bu kuvvetlere 4 Ermeni taburu ile 2 Gürcü taburu katıldı.
İtilâf Devletleri, 30 Ekim günü Osmanlı Hükümeti’ne, tüm Alman subay ve askerî uzmanların ülkelerine gönderilmesini isteyen bir ültimatom verdi. Cevap alamayınca İngiltere, Fransa ve Rusya elçileri, Osmanlı Hükümeti’nden pasaportlarını istediler.
Ruslar, 31 Ekim’de Doğu Beyazıt tarafından Türk sınırına girdiler. Bu saldırıdan sonra Ermeniler de harekâta başladılar. Antranik komutasındaki Ermeni alayı da harekâta başladı. Van istikâmetinden Van ve Bitlis Ermenileri ayaklanarak, asker ve jandarma ile çarpışmalara giriştiler. Van Ermeniler’in eline geçti.
İngilizler, Irak’ta askerî hareketleri başlatmak için savaşın başlamasını gerekli görmediler. 15 Ekim’de Bir İngiliz Hint Tümeni (4.500 İngiliz ve 16.000 Hintli) Bahreyn Adaları’na çıkartıldı.
Rus parlamentosundaki Bolşevik üyeler 15 Ekim 1914 tarihinde sürgün edildiler.
Kafkas Rus Yüksek Komutanlığı’nca, Kafkas ordusuna Osmanlı Devleti ile savaş halinde oldukları ve sınırı geçme emrini verdi.
“Türkler hainane bir tarzda bizim sahil şehirlerine ve Karadeniz donanmasına mensup gemiler hücumda bulunmuşlardır. En yüksek makamdan (Çar’dan) bana bildirildiğine göre Rusya Türkiye ile savaş halindedir ve emrimdeki Kafkas ordusuna da sınırı geçip Türkler’e taarruz etmesini emrediyorum.
General-atjutant Kont Voronstov-Daşkov”

İngiltere, Mekke Şerifi Hüseyin’e, savaşta yardımı karşılığında vaatlerde bulundu. İngiltere, 31 Ekim 1914’te Şerif Hüseyin’e aşağıdaki öneride bulundu:
“İngiltere, Türkler tarafından savaşa sürüklenmiştir. Arap milleti eğer bu savaşta İngiltere’ye yardım ederse, İngiltere de Arabistan’a hiçbir iç müdahalede bulunmayacağını garanti edecek ve bir dış saldırıya karşı Araplar’a her çeşit yardımlarda bulunacaktır. Mekke veya Medine’de saf Arap ırkından bir Arap’ın halifeliği almasıyla bugün sürüp gitmekte olan fenalıklar da Tanrı’nın inayeti ile sona erdirilir.”
Ruslar, 01 Kasım’da Karadeniz çarpışması hakkındaki Osmanlı notasına cevap vererek, bu çatışmaya Rus savaş gemilerinin sebep olduğu iddiasını reddettiler. Ayrıca, fiîli olarak savaşın başlamış olduğunu bildirdiler.
Ruslar 01 Kasım günü de Sarıkamış tarafından saldırdılar. Osmanlı-Rus Harbi’nin başladığı 01 Kasım 1914 tarihinde, bu iki devlet arasındaki sınırın uzunluğu 450 km. kadardı.
Aynı gün İngilizler ise Süveyş’te Akabe’yi bombardıman etti. Böylece “Filistin-Suriye Cephesi” açıldı. Bahriye Nazırlığı sorumluluğunda kalmak suretiyle Cemal Paşa, Suriye Cephesi Komutanlığı’ na atandı.
Rus Çarı II. Nikola, 02 Kasım günü Rusya’nın Türkiye’ye savaş ilân ettiğini bir “manifesto” ile Rus halkına duyurdu. Rusya’nın İstanbul Sefiri De Giers, maiyeti ile İstanbul’dan ayrıldı. Rus ordusu Türk sınırları geçerek, sınırdaki ilk tahkimli mevki olan Zivin’e saldırdı. Kısa süren bir çarpışmadan sonra Ruslar burayı işgal ettiler. Diğer yandan Beyazıt ve Diyadin mevkileri de Ruslar tarafından işgal edildi.
3’üncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, Ruslar’ın üstün kuvvetlerle büyük saldırıya geçtiklerini sanarak, birliklere, Erzurum etrafında toplanmalarını ve burada savunma savaşı yapılmasını emretti.
03 Kasım günü Ege Denizi’ndeki İtilâf Devletleri Filosu Komutanı Sir Sackville Hamilton Carden’e, Türk toplarının menzilini öğrenmek için bombardıman emri verildi. Fransız Amirali Geprat ile İngiliz donanması birleşerek 18 gemiden oluşan Birleşik Filo (İtilâf Devletleri Filosu) görkemli bir biçimde Çanakkale Boğazı’na ilk bombardıman saldırısını yaptılar.
Gösteriş mahiyetindeki bu harekâtın amacı, Rusya’yı desteklemek olup, dolaylı olarak da savaş ilânı anlamını taşıyordu. Bu bombardıman aslında Türkler açısından ciddi bir uyarı olmuştu.
Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa “Bu 03 Kasım bombardımanı beni uyardı ve artık her yola başvurarak bütün zamanımı savunma manzumesini düzenleme ve takviyesine ayırmak gerektiğini anladım” demek suretiyle konunun önemini vurgulamıştır.
Ruslar, 05 Kasım’da Osmanlı Devleti’ ne savaş ilan ettiler. İtilaf Devletleri, İstanbul’daki elçilerini geri çekerek Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Sınırlarımızı geçen Rus kuvvetleri ilk önemli müstahkem mevkii olan Köprüköy’e doğru ilerlemeye başladılar.
Bütün bu çevrede Türk mukavemeti ile karşılanmadığından, Rus ilerleyişi kolay olmuştu. Fakat İzzet Paşa Türk askerlerinin moralini yükseltmek için karşı taarruza geçmek lazım geldiği hakkında Enver Paşa’dan bir emir almıştı. Bunun üzerine 11’inci Kolordudan iki fırka ile süvari fırkasını Aras nehrini takiben Köprüköy’e gönderdi. 9’uncu Kolordudan iki fırka ise Çakırbaba Sırtlarını aşıp Köprüköy’e doğru yürüdüler.
Düyun-u Umumiye’deki İngiliz temsilcisi Sir Adams Block, savaş çıkması üzerine İstanbul’u terk etmek zorunda kalırken, Osmanlı’nın geleceğinin olumsuz olduğunu söyledi.
“Eğer Almanya kazanırsa siz de Alman sömürgesi olacaksınız; İngiltere kazanırsa mahvoldunuz.”
İngiltere Harbiye Bakanı Lord Kitchener de şunları söyler:
“Türkiye’yi mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz.”
İngiltere’nin İstanbul’daki büyükelçisi Lovis Mallet, Babıali’ye gelerek savaş ilânı notasını verdi. İngiliz Hükümeti, Osmanlı Hükümeti’ne, iki devlet arasında başlayan savaş sebebiyle 1878 antlaşmalarının feshedildiğini ve Kıbrıs’ın İngiltere İmparatorluğu’na ilhak edildiğini ilân etti.
06 Kasım’da Rus sınırında Köprüköy’e doğru iki koldan ilerleyen Türk kuvvetleri birleştiler. Köprüköy bölgesinde başlayan Türk taarruzları ile Köprüköy Muharebeleri başladı. 07 Kasım’da da Rus ordusu ilk defa Türk mukavemeti ile karşılaştı.
Fransa’daki Rus Büyükelçisi A. P. İzvolsky, 07 Kasım 1914’te Dışişleri Bakanı Sazanov’a gönderdiği telgrafta Fransa’nın üç devlet arasında işbirliği önerdiğini bildirdi.
Üç Müttefik Hükümet ile Türkiye arasındaki ilişkilerin kesilmiş olması dolayısıyla Delcasse bana dedi ki, “Osmanlı İmparatorluğu hakkında Petrograd, Paris ve Londra arasında ortaklaşa bir harekât plânının düzenlenmesi arzuya şayandır. Avrupa devletlerinin Türkiye Asya’sındaki çıkarlarının olağanüstü karmaşık bir halde bulunmasından dolayı Türkiye’nin saldırgan bir harekete girişmekten çekindiği sürece, Müttefik Hükümetleri’nin de bu bölgelerde saldırgan bir harekatın inisiyatifini ele geçirmekten vazgeçmeleri uygun olur.”
Tabii bu görüş, bizim Kafkas cephesindeki harekatımızı ilgilendirmez. Delcasse’ye göre, Çanakkale Boğazı’nın donanma tarafından topa tutulması bir gösteri niteliğindedir; İngiliz filosunun saldırıyı sürdüreceğine delalet edecek hiçbir işaret ve bilgiye Delcasse henüz malik değildir.
Üç Müttefik devletin Müslüman tebaalarında kendi hükümetlerine karşı düşmanca duygular uyandırmak macıyla Türkiye ve Almanya’nın gösterdiği çabaları Delcasse pek önemli saymakta ve Müslümanların dinleriyle kutsal saydıkları şeylerin korunacağı vaadini havi bir bildiri düzenleyerek Fransa, İngiltere ve Rusya’nın da İslam alemine hitap etmelerini gerekli görmektedir İzvolsky.
İngiltere Başbakanı Asquith, 09 Kasım’da Parlamentoda “Türk İmparatorluğu savaşa girmekle intihar etmiştir.” yorumunu yaptı.

ERMENİLER AÇISINDAN

Osmanlı Devleti içindeki Ermeniler, her zaman olduğu gibi yine hareket halindeydiler. Taşnaksutyun Kongresi 1914 yılının Haziran ayı içinde Erzurum’da yapıldı. Kongrede alınan kararlar şöyle özetlenebilir:
“İttihat ve Terakki Hükümeti’nin, Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermeniler’e karşı eskiden beri takip ettiği iktisadi, sosyal ve idari birbirine zıt politika, baskıyı ve ıslahatı uygulama konusunda gösterdiği aldatıcı hareketleri göz önünde tutan Taşnaksutyun Kongresi İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefet durumunda kalmaya, onun siyasi programını eleştirmeye, kendisine ve teşkilâtına karşı şiddetle mücadeleye girişmeye karar vermiştir.”
Osmanlı Devleti bütün iyi niyetine rağmen Ermeniler’i memnun edememişti. Daha bir kaç gün önce altı ilde yapılacak ıslahat konusunda Norveçli Binbaşı Hoff ve Hollanda Sömürge Bakanlığı’ndan Vestenengen gözlemci olarak görevlendirilmişlerdi. Ama Ermeniler, daha doğrusu onların hamileri işlerin düzene girmesini istemiyorlardı. Öyleyse şiddet ve cinayet devam etmeliydi. Nasıl olsa Ermeniler’in yaptığı isyanlar, işlediği cinayetler, İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından tamamen tersinin yapıldığı, yani Türkler Ermeniler’i öldürüyor (!) şeklinde dünya kamuoyuna duyuruluyordu. Hâlbuki Osmanlı Devleti Dâhiliye Nezareti’nin (İçişleri Bakanlığı’nın) izniyle Erzurum’da yayınlanmakta olan ve bir süre önce kapatılmış bulunan Ermenice Harac gazetesi 04 Temmuz günü yeniden yayınlanmaya başladı.
Osmanlı’nın sıkıntısı sadece Ermeniler değildir. Doğu’daki Kürt unsurlar da aynı devletler tarafından kışkırtılmakta, Osmanlı aleyhinde isyana teşvik edilmektedir. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Louis Mallet, 02 Temmuz günü İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey’e gönderdiği raporunda, İstanbul’daki Rus konsolosu Charkof’un Kürt aşiretlerini Osmanlı Hükümeti’ne karşı ayaklanmaya kışkırttığı bilgisini verdi. Sir Louis Mallet, bu bilginin kaynağı olarak Sadrazam Sait Halim Paşa’yı göstermişti.
Ermeniler değişik noktalarda çıkardıkları isyanlar, tedhiş hareketleri, yaptıkları cinayetler yetmiyordu. Son günlerde gelişen olaylar son sürat bir çok devletin gireceği savaşı haber veriyordu. Sırbistan’ı desteklediği için bu savaşa Ruslar’ın katılacağı muhakkaktı. Öyleyse Rusya Osmanlı’ya saldıracaktı. İşte Ermeni liderleri bunu kaçırmak istemiyorlardı. Bu sebeple Taşnaklar’ın İstanbul’daki merkezlerinde 21 Temmuz günü toplanarak savaşta Ruslar’ı destekleme kararı aldılar. Taşradaki şubelere gizli direktifler gönderdiler.
Bu direktiflere göre, eğer Rus ordusu Osmanlı topraklarını geçer ve Osmanlılar da gerilerse Ermeniler hemen silahlı harekete başlayacak, Osmanlılar’a saldıracak onları iki ateş arasında bırakacak, gerekli binaları bombalarla uçuracak ve levazım kafilelerini vuracaklardı. Osmanlı Ordusu ilerlediği takdirde de silahlarıyla Ruslar’a katılacak, Türk ordusunda askerlik yapmakta olanlar birliklerinden kaçarak çeteler meydana getireceklerdi.
Hınçak Komitesi’nin İstanbul’da 24 Temmuz’da 3’üncü Kongresi yapıldı, 30 delege katıldı. Hınçak Komitesi süratle il, ilçe ve köylerde teşkilat kurmaya başladı Türkiye’yi 28 bölgeye ayırdılar.
İhanet ve şer komiteleri, artık kurulmuştur. Bunlar yalnız silahlanma ile meşgul olmayıp Ermeni Kilisesi’ni de yanlarına aldılar. Ermeni ressamlar, hayali resimler yapmış; Ermeni şairler, kahramanlık şiirleri yazmışlar; Tiyatro yazarları, yazdıkları piyesleri sahneye koymuşlardır. Bu suretle Ermeni ihtilali, çok yönlü olarak hazırlanmaya başlanmıştır. Avrupa basınını satın alan Ermeniler, devamlı yazı ve ilanlarla ihtilal hareketlerini sıcak tutmaya ve Türkler’in Ermeniler’e zulüm yaptıkları temasını işlemeye devam ettiler. Buradaki gayeleri, Avrupa devletlerinin dikkatlerini üzerlerine çekmeleri idi. Bunda da başarılı oldular. Bazen ufak olayları büyüterek korkunç bir olaymış gibi, Avrupalılara duyurdular. Bu konuda yalancılık ve iki yüzlülük yapmaktan da çekinmediler.
Osmanlı İmparatorluğu 03 Ağustos günü seferberlik ilân etti. Yalnız Ermeniler bu çağrıya uymadılar. Trabzon, Van, Bitlis, Erzurum gibi savaş sahası olması muhtemel yerlerdeki Ermeniler kaçıp Rus ordusuna iltihak ettiler ve bu kaçış sırasında önlerine çıkan yaralı ve hastaları öldürdüler.
Komitelerin Ermeniler’e emri şu oldu:
“Rus ordusu ilerler, Türk ordusu çekilirse her tarafta isyan çıkarılacak, resmî binalar bombalanacak ve yakılacak. Türk ordusu iki ateş arasında bırakılacaktır. Türk ordusuna her türlü zarar verilecek, erzaklar tahrip veya yağma edilecektir. Türkler taarruza geçerse Ermeniler Ruslar’a iltihak edeceklerdir. Silahaltında bulunan Ermeniler kıtalarından kaçarak gerilerde organize olacaklar ve sabotaj yapacaklar, isyan ve karışıklık çıkaracaklardır.”
Seferberlik ilânına karşı Marsilya’da yaşayan Türkiye Ermeniler’i 05 Ağustos’ta büyük bir toplantı düzenlediler. Toplantı sonunda Turabian Aram imzasıyla bir bildiri yayınlandı.
Yayınlanan bildiri özetle şöyledir:
Rus Ermeniler, Moskova orduları saflarında, kardeşlerimizin cesetleri üzerine yapılan tahkirin intikamını almak için vazifelerini yapacaklardır, bize, Türk tahakkümündeki Ermenilere gelince, hiç bir Ermeni’nin silahı ikinci vatanımız olan Fransa’ya onun müttefik ve dostlarına çevrilmemelidir.
Türkiye seferberlik yapıyor, bizi kime karşı olduğunu söylemeden silah altına çağırıyor.
Rusya’ya karşı mı? Haydi canım. Kafkasyalı öz kardeşlerimize, kendilerine sadece sempati beslediğimiz Balkan ülkelerine karşı ateş edecek olan biz değiliz. Asla Türk beyler, yanlış adrese geldiniz, henüz istikbalden emin olmadan, maziyi unutmayalım.
Ermeni papazı Kevork’un Tiflis’te Rus Çarı Nikola’yı ziyaret ederek Ermeniler için bir müstakil Ermenistan istedi. Ermeniler’in dileğini açıklayan beyanı şöyledir.
“Müstakil bir Ermenistan, Rus İmparatorluğu’nun himayesi altında kurulmalıdır. Bu arzu yıllardan beri Ermeniler’de o derece olmuştur ki, onları yaratacak bir iksir olacaktır.”
Çar’ın cevabı şu olmuştur: “Mensuplarınıza söyleyiniz. Parlak bir gelecek onları beklemektedir.”
Ermeni komitelerinin aldığı kararlar uygulanmaya başladı. Ermeniler, 17 Ağustos tarihinde terhis olup köylerine dönen 100’den fazla Andırınlı Türk gencine saldırdılar. Ceplerindeki paraları alıp çoğunu öldürdüler. Muş’un Beşanlı köyünde çok sayıda Türk’ü katlettiler. Ayrıca Zeytunlu Ermeniler, müstakil bir “Zeytun İhtilâlci Alayı” kurdular.
Başkomutan Vekili Enver Paşa, 20 Ağustos’ta Ermeni Patriği’ne, “Ermeniler’den sadakat beklerken, ... köylere hücum edip memurları öldürdüklerini” bildirdi.
17 Ağustos 1914’te Osmanlı Devleti’nin seferberlik ilanından üç gün sonra Enderunlu Müslümanlar taarruza uğramış, paraları çalınmış ve içlerinde bir çoğu öldürülmüştür. Aynı gün bölgede çalışmaya giden jandarma subayları üzerine ateş açılmış ve Maraş yolu üzerinde Keşanlı Köyünden bir çok Müslüman öldürülmüştür.
İhtilâlciler üzerine güvenlik güçleri gönderilmiş ve 65 Ermeni çetesi üzerlerinde bir çok dinamit, bomba, martin tüfeği ve Fransız silahlarıyla yakalanmışlardır.
Eleşkirt Sınır Tabur Komutanlığı’ndan 3’üncü Ordu Komutanlığı’na 30 Ağustos’ta gönderilen raporda, sınıra yakın olan yerlerdeki evleri arayan Ruslar’ın buldukları silahları Ermeniler’e verdikleri ayrıca bölgedeki Ermeniler’in Rusya’ya kaçmak için propaganda yaptıkları bildirildi.
30 Ağustos’ta Zeytunlu bir Ermeni çetesi, Andırın’a baskın yaparak 100 kişiyi soyarak katlettiler. Erzurum Valiliği, 13 Eylül günü hükümete, Ruslar’ın bölgedeki Ermeniler’i kışkırttığını bildirdi. Ermenilik propagandası yapmak amacıyla Melkon ve Ohannes adlı iki Ermeni, 27 Eylül’de Hoy’dan Van’a geldi. Ermeniler, savaşta Ruslar’ı destekleyeceklerini açıkladılar. “Horizon” gazetesinde şu beyanname yayınlandı:
“Ermeniler’in uğradıkları zulme son verme zamanı geldi. Ermeniler kendi topraklarının sahibi olacaklardır. Ermeniler, tereddütsüz Rusya’yı tercih etmiştir. Rus kumandası altında Ermeni gönüllülerden mürekkep taburlar teşkil edilecek ve Ruslar’ın yanında savaşacaklardır.”
Ekim ayında Ruslar, Türk sınırına girdiler. Bu saldırıdan sonra Ermeniler de harekâta başladılar.
Rus Kafkas Ordusu, sınırlarımızı geçer geçmez, Antranik komutasındaki Ermeni alayı da Van istikâmetinden harekâta başladı. Van ve Bitlis Ermeniler’i ayaklanarak, asker ve jandarma ile çarpışmalara giriştiler. Van Ermeniler’in eline geçti. Şehirde ve köylerde halkı öldürmeye koyuldular. Tarihte kanlı bir yaprak teşkil eden büyük öldürme bu suretle başladı. Van şehri, Ermenistan’ın “geçici başkenti” olarak ilan edildi. Burada 100.000 kadar silahlı Ermeni kuvveti toplandı.
Sivas bölgesi de önemli bir durum gösteriyordu. Türk Ordusu'nu arkadan vurmak için Ermeniler Sivas'ı en elverişli bölge olarak seçmişlerdi.
Rus Ordusu’nun ilerlemesi bekleniyordu. Fakat vaktinden önce başlayan bu ayaklanma hareketi, bütün Ermeni tertiplerinin meydana çıkmasına sebep oldu.
Ruslar, Erzurum tarafından Osmanlı sınırlarını geçerek ilerlemelerini fırsat bilen Ermeniler, önceden hazırlanan plan gereğince bir yandan çeteler kurdular, yolları kestiler, Türk köylerine saldırdılar, bir yandan da imkan buldukça şehirlerde isyanlar çıkardılar

SONUÇ

Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki liderleri ve özellikle Enver Paşa tarafından bir Almanya hayranlığı uğruna Birinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti karşısında İngiltere, Fransa, Rusya bulunmaktadır. Osmanlı Devleti Suriye, İran, Kafkas, Çanakkale, Galiçya gibi cepheleri açmıştır. Dört yıl süren savaşlar sonunda üç milyon insanımız ölmüş, bir o kadarı da sakat kalmıştır.
Bu günlerde Mustafa Kemal yerinde duramıyordu. Bütün arkadaşları cephelerde savaşırken kendisinin böyle kenarda durması hoşuna gitmiyordu. Bir an önce kendisi de savaşa katılmak istiyordu. Bu amaçla Sofya Ataşemiliteri Mustafa Kemal, Başkomutanlık Vekâleti’ne müracaat ederek rütbesine uygun bir görev istedi.
“Bütün yurdun bence belli bir felâkete atılmış olduğunu gördükten ve bütün Türk Ordusunun, bir muhakkak felâkete ne olursa olsun engel olmak için kanını dökmeye hazırlanmasından başka çare kalmadığını anladıktan sonra,benim halâ Sofya’da Kordiplomatik içinde rahat salon hayatı geçirmekliğim imkânı olabilir miydi? Başkomutanlık Vekâleti’ne bir yazı ile başvurdum, ordu içinde rütbeme uygun herhangi bir görevin bana verilmesini rica ettim. Başkomutan Vekili tarafından bana çok nazik bir cevap verildi: ‘Sizin için orduda daima bir görev mevcuttur. Fakat Sofya Ataşemiliterliği’nde kalmanız daha önemli telâkki edildiği içindir ki sizi orada bırakıyoruz.’ Ben bu cevaba karşı şöyle karşılık verdim: “Vatanın savunmasına ait fiilî görevlerden daha önemli bir görev olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da Ataşemiliterlik yapamam. Eğer birinci sınıf zabit olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz.”
Uzun süre cevap gelmedi. Bugünler zarfında çektiğim acıyı açıklamak zordur. Ben gerekirse bir er gibi, herhangi bir savaş cephesine koşmaya karar vermiştim. ... Artık evi bile terk etmek üzere olduğum sırada İsmail Hakkı imzalı bir telgraf aldım. Bu imzanın üstünde “Harbiye Nazırı Vekili” işareti vardı, aynen şu idi: ‘On Dokuzuncu Tümen Komutanlığı’na atandınız. Hemen İstanbul’a hareket ediniz.’
Doğrusu, bu telgrafı aldığım tarihte Başkomutan Vekili Enver Paşa, Sarıkamış Savaşı’nı yapıyordu. Levazımatı Umumiye Başkanı İsmail Hakkı Paşa nezaret işlerinde ona vekâlet ediyordu.”


KAYNAKLAR

Adamof, EE, Çeviren: Kur. Y. Babaeskili Hüseyin Rahmi, Sovyet Devlet Arşivi Gizli Belgelerinde Anadolu’nun Taksimi Planı, Belge Yayınları, İstanbul, 1972.
Afetinan, Prof. Dr. A, Mustafa Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XXIII.Dizi-Sa.7, Ankara, 1983.
Afetinan, Prof. Dr. A., Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Türk Tarih Kurumu Yayınları. XVI. Dizi-Sa.34a, Ankara, 1991.
Arı, Dr. Kemal, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Genel Kurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara
Atay, Falih Rıfkı, Çankaya,
Avcıoğlu, Doğan, Millî Kurtuluş Tarihi 1838 DEN 1995 E, Birinci Kitap, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974.
Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, c. 1, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.
Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, c. 3, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, c. 1, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, c. 4, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, c. 5, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.
Belen, Gen. Fahri, Atatürk’ün Askeri Kişiliği,
Bircan, Osman, Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
Bozok, Salih-Bozok, Cemil S., Hep Atatürk’ün Yanında (Baba-oğul Bozoklar’dan Anılar), Çağdaş Yayınları, İstanbul, Mayıs 1985.
Cassar, George H., (Türkçe’si: Nejat Dalay), Çanakkale ve Fransızlar, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1974.
Cemil, M., Lozan, c. 1,
Erenli, M, Atatürk 1 Vatan ve Hürriyet, Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul, 1981.
Gazigiray, A. Alper, Osmanlı’dan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Kitabevi, İstanbul, 1982.
Gürbüz, Cenani, Millî Mücadele’de Develi ve Ermeniler, TC.Kültür Bakanlığı Yayınları/1840, Ankara, 1996.
Gürün, Kâmuran, Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Yayınları/VII. Dizi-Sa.79, Ankara, 1979.
Ilgar, İhsan, Çanakkale Savaşları 1915, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1982.
İnönü, İsmet, Hatıralar, 1. Kitap,
İlter, Dr. Erdal, Ermeni ve Rus Mezalimi (1914-1916), Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları No: 47, Ankara,1996
Karal, Ord. Prof. Enver Ziya, Büyük Osmanlı Tarihi, V. Cilt. İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), Türk Tarih Kurumu Yayınları, XIII. Dizi-Sa.16, Hürriyet İstanbul, 1999.
Kasım, Naci, Türk’ün Altın Kitabı, Gazi’nin Hayatı, İstanbul Maarif Kitaphanesi, İstanbul, 1973.
Koloğlu, Orhan, Bir Çağdaşlaşma Örneği Olarak Cumhuriyetin İlk On beş Yılı (1923-1938), Boyut Kitapları, İstanbul, 1999.
Kurat, Dr. Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1194, Ankara, 1990.
Kutay, Cemal, 31 Mart 85 Yaşında, Kazancı Kitap Ticaret AŞ., İstanbul, 1994.
Mikusch, Dagobert von, Gazi Mustafa Kemal Avrupa ile Asya Arasındaki Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.
Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1968.
Önder, Mehmet, Atatürk’le Adım Adım Türkiye, Kültür Ofset Araştırma Yayınları: 1, Ankara, 1984.
Öke, Doç. Dr. M. Kemal, Ermeni Meselesi, Fatih Yayınevi Matbaası, İstanbul-1986.
Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, Berkalp Kitabevi, Ankara, 1964.
TC. Başbakanlık, Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921 Tarihleri Arasına Ait 106 Belge), T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:1-Gn. No: 060, Ankara, 1982.
TC. Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi V. Cilt Çanakkale Cephesi Harekâtı 1’inci, 2’nci ve 3’üncü Kitapların Özetlenmiş Tarihi (Haziran 1914-9 Ocak 1916), Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara-1997.
TC. Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3’üncü Ordu Harekâtı, c. II, Birinci Kitap, Ankara, 1993.
TC. Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbi, c. III., Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara,
Türkiye Tarihi-4 Çağdaş Türkiye (1908-1980), Mete Tunçay, Siyasal Tarih (1908-1923)
Ülman, Prof. Dr. Halûk, Birinci Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 355, Ankara, 1973.
Ünal, Tahsin, Türk Siyasi Tarihi, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1958.
Villalta, Jorge Blanco, Atatürk, Çeviren: Em. Kur. Albay Fatih Özsu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 413, Ankara, 1982.
Walder, David, Çanakkale Olayı, Milliyet Yayınları, İstanbul.

GAZETELER
Bardakçı, İlhan, “Bir Asırlık İbret Tablosu.” Tercüman Gazetesi, 24.04.1984, s. 7.
Bardakçı, İ., “Cepheler Çökerken İstanbul (1914-1918)”, Tercüman Gazetesi, 31.07.1982.
Bardakçı, İ., “Cepheler Çökerken İstanbul (1914-1918)”, Tercüman Gazetesi, 04-09.08.1982.
Bardakçı, İ., “Nergisleri Dua.” Tercüman Gazetesi, 24.12.1984.
Bardakçı, İ, Olaylar ve Belgelerle Tarih, Tercüman Gazetesi, Ekim.1984,
Bardakçı, İ., “Son Tekmil.” Tercüman Gazetesi, 18.12.1984.
Bardakçı, Murat, “Yarbay Mustafa Kemal’den ‘Maaşımı Gönderin’ Mektubu”, Hürriyet Gazetesi, 10.11.2002, s. 25.
Kayabalı, Prof. Dr. İ.-Arslanoğlu, C., “Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Donanması.” “Deniz Kuvvetleri-2” Özel Sayısı, Türk Kültürü, Temmuz 1973, c. 11, S. 129.
Kayabalı, Prof. Dr. İ.-Arslanoğlu, C., “Deniz Kuvvetleri-2” Özel Sayısı, Türk Kültürü, Temmuz 1973, c. 11, S. 129.
Kutay, Cemal, “Bir Devir Aydınlanıyor-Talât Paşa’nın Gurbet Hatıraları.” Tercüman Gazetesi, 13-14-15-17 Şubat 1983, s. 6.
Orhunlu, Bilge, “Emperyalizmin Türkiye’de Sevr Oyunları:Dün Hınçak, Taşnak. Bugün PKK.I.” Yeni Hayat, Nisan 1998, S. 40.
Orhunlu, Bilge, “Emperyalizmin Türkiye’de Sevr Oyunları:Dün Hınçak, Taşnak. Bugün PKK.II.” Yeni Hayat, Mayıs 1998, S. 41.
Orhunlu, Bilge, “Kurtuluş Savaşımızın Başlangıcındaki Amerika Mandası Taraftarları ve Sonrası.” Yeni Hayat, Ocak 1995, c. 1, S. 3.
Orhunlu, Bilge, Kıbrıs Meselesi 1, Yeni Hayat, Mayıs 1999 , S. 52.
Tercüman İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, İstanbul, 1984.
Türk Ansiklopedisi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayını, Ankara, 1968.
Ünal, Tahsin, “Mustafa Kemal’in Ataşemiliterliği”, Türk Kültürü, c. 8, S. 8
Yenal, Ulvi, “Ermeni Meselesinin İç Yüzü.” Tercüman Gazetesi, 14.10.1983, s. 2.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder