18 Kasım 2009 Çarşamba

19 MAYIS 1919 MİLLÎ MÜCADELE BAŞLARKEN

19 MAYIS 1919

MİLLÎ MÜCADELE

BAŞLARKEN








BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ SONU

Mustafa Kemal Paşa, Suriye Cephesi’ndeki ordularımızdan arta kalan kuvvetleri büyük bir başarıyla geri çekti. Bugünkü güney sınırlarımızı savunma hattı sayarak kuzeye doğru ilerledi.Kendisi 28 Ekim 1918 günü Kilis’e geldi.

30 Ekim 1918 günü Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Midilli adasındaki Mondros limanında, İngiliz Kraliyet Donanması gemilerinden “Agamennon”da saat 20 03’te Osmanlı delegeleri ile İngiliz Amiral SAG Calthorpe arasında imzalanan antlaşma 31 Ekim günü saat 12’den itibaren yürürlüğe girdi.

Bu antlaşmayla Birinci Dünya Savaşı sona erdi. Bu savaş Osmanlı devleti açısından 1458 gün yani dört yıldan bir gün eksik; Ruslarla yapılan savaşlar dikkate alınırsa dört yıldan bir hafta fazla süren savaş oldu ve 30 Ekim 1918’de sona erdi.

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın kesinleşen metninin özeti şöyledir:

-Çanakkale ve İstanbul boğazları işgal edilecek.

-İtilaf devletlerine ait savaş esirleri İstanbul’da toplanarak teslim edilecektir. Osmanlı esirleri ise İtilaf devletleri elinde tutulacaktır.

-Ordu Terhis edilecektir.

-Donanma teslim edilecektir.

-Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek noktaları işgal etme hakkına sahiptir.

-Toros tünelleri işgal edilecektir.

-Telsiz, telgraf ve kadroları İtilaf devletleri tarafından kontrol edilecektir.

-Demiryolları kontrol altına alınacaktır.

-Terhis edilecek ordunun teçhizat, silah ve cephanesi teslim edilecektir.

-Altı Vilayette karışıklık çıktığı takdirde İtilaf devletleri işgal edecektir.

Birinci Dünya savaşı sonucunda 3 milyon insanımız öldü, yaralandı, sakatlandı veya kayboldu. Bu acı tablodan sonra imzalanan bu antlaşma, bazıları tarafından övünçle karşılansa da Osmanlı devletinin yok oluşunu hazırlayan bir belge idi.

Sadrazam (Başbakan) Ahmet İzzet Paşa İtilaf devletleri ile Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığını ordulara ve vilâyetlere bildirdi. Bu antlaşmaya göre, ordumuzda bulunan Alman subaylar görevlerini bırakıyorlardı. İşte bu sebeple Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Yıldırım Ordular Grup Komutanı Mareşal Liman Von Sanders’e görevini Mustafa Kemal Paşa’ya bırakarak İstanbul’a dönmesini bildirdi. Sanders de, Mustafa Kemal Paşa’yı Adana’ya çağırdı. Bu ara, Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı’na atandı. Bu bilgiyi, Suriye’de Raco’da aldı. Aynı gün, Grup Komutanlığı’na yazdığı şifre ile Adana’ya hareket edeceğini bildirdi. Yedinci Ordu Komutanlık vekaletini, Kolordu Komutanları’ndan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’ya bırakarak Adana’ya hareket etti.

MUSTAFA KEMAL PAŞA ADANA’DA

Mustafa kemal Paşa 31 Ekim 1918 günü Adana’ya geldi. Gelişini şöyle anlatmaktadır:

“Grup Karargâhı Adana şehri içinde büyücek bir oteldeydi. Liman von Sanders’le kurmayını bu otelde buldum. Yedinci Ordu Karargâhı’ndan bu heyetle buluşuncaya kadar otomobille gece gündüz, uyumaksızın, bozuk ve fena yollar üzerinde uzun bir yolculuk yapmıştım. Uzun bir yol, diyorum. Bu uzunluğun ne olduğunu “Katime”den Adana’ya giden karayolu harita üzerinde pergelle ölçerseniz, daha doğru anlamış olursunuz.

Niçin bu kadar acele ediyorum, bunu açıklamak güçtür. Hatıra gelebilir ki, bu acelenin sebebi, ordu komutanı bulunan bir genç generalin ordulardan kurulu bir gruba komutan atanmış olmasından doğan bir sevinçtir. Oysa bu yargı savaş başında bu çeşit olup bittilere ulaşmamış olanlar için doğru olabilir. Çünkü böyle büyük kuvvetlerle vatana onurlu ve tarihi görevler yapmak umudu, insana çok kuvvet ve zindelik verecek etkenlerdir. Fakat, savaşın sonunda,yıkım ve perişanlık görüntüleri karşısında, aynı yargıyı yürütecek mantık sahibi bulunmaz sanırım.

O halde beni çok yorgun düşüren bu acelenin sebebi ne idi?.. O zamanki duygularımı olduğu gibi aktarmak güç olmakla birlikte, şu kadarını hatırlıyorum ki, bir an önce Adana’ya ulaşmak güney cephelerine daha egemen bulunan kuvvetlerin başında olarak, İstanbul’la aracısız konuşmak, görüşlerimi uygulamak için elverişli bir fırsat olacağını sanıyordum. Bu sanımda ne ölçüde doğruluk olduğunu bundan sonraki olaylardan anlayacaksınız. Umutlarımın boşa çıktığını görürseniz bunun sebeplerini inceleyebilecek kadar belgeyi de size vereceğim.

Mareşal Liman von Sanders’in karargâhında, büyük bir incelik ve özen içinde dinlendirildim.

Şimdi yalnız Liman von Sanders’le ben, onun komutanlık bürosundayız, ikimiz bir masada, karşılıklı, ayaktayız. Liman von Sanders, doğal inceliği ve terbiyesiyle, fakat çok dokunaklı bir dille, bana şu cümleleri söyleyerek komutayı bıraktı ve verdi:

“Ekselans!.. Siz savaş cephelerinde, Arıburnu’nda, Anafartalar’da çok yakından tanıdığım komutansınız. Aramızda belki, -gerçek- olaylar, olgular oldu, fakat sonunda bunlar bizi birbirimize daha iyi tanıtmış oldular. Yürekten dost olduğumuzu sanıyorum. Bugün, Türkiye’yi bırakmaya zorlanırken, buyruğum altındaki orduları, Türkiye’ye ilk geldiğim zamandan beri beğenmekte olduğum bir komutanına veriyorum. Bu genel yıkım içinde bahtsızlık duymamak elde değildir. Ben, yalnız bir şeyle avunuyorum, komutayı size bırakmak ve vermekle... Bu dakikadan başlayarak buyruk sizindir, ben sizin konuğunuzum.”

Mareşal’in dokunaklı sözleri, benide duygulandırdı. Hiçbirkarşılık vermedim, sadece ‘oturalım’ dedim. Karşı karşıysa oturduk, benim ricam üzerine o, birer kahve de ikrametti. İkimizdedurgun, birbirimizebakıyorduk. Bu andazihnimdegeçenlerneydi?”

Mustafa Kemal Paşa bu duygularla Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı görevini devraldı. Bu devir-teslim işini 31 Ekim günü Sadrazamlık Makamı’na bildirdi. Mustafa Kemal, bu telgrafını “Fahri Yaverî Hazreti Şehriyari” ünvanıyla imzaladı.

Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı’nı devralınca, kuvvetleri yeniden düzenlemek düşünce ve inancındaydı. Mustafa Kemal Paşa yeni görevinde yeni düşünceler içindedir:

“Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı üzerime aldıktan sonra, düşündüğüm esaslı noktalar şunlardı: Doğrudan doğruya elim altında bulunan kuvvetleri, geçirdikleri bütün vartalara rağmen, gerçek kuvvet haline getirmek, düzenlemek, örgütlemek, güçlendirmek!.. Hicaz Kuvve-i Seferiyesi’ni (Hicaz Seferi Kuvvetleri’ni), Maan kuvvetleri’ni hiç de hesaba katmayı düşünmedim. Onların zaten tutsak olmaya hükümlü olduklarını, iki yıl önce, Cemal ve Enver Paşalar’a anlatmıştım.

Musul çevresindeki Altıncı Ordu’yu kullanmaya elverişli durumda görmek isterdim. Bu amaçla, bu ordunun komutanı ile doğrudan doğruya haberleşmeye giriştim. İstanbul ve Çanakkale çevresindeki kuvvetlere ümit bağlamıyordum. Doğu’da, Azerbaycan ve İran’da bulunan ordularla hiçbir ilişkim ve haberleşmem yoktu. Onlar için daha bir şey düşünecek halde değildim. Aden kapısını zorlayan Sait Paşa Tümeni’nin varlığını bile hatırlamıyorum. Fakat her şeyden önce, elim altında bulunan, istediğim biçimde güçlendirilmesi halinde, bütün felaketlere rağmen, Türk sesini duyurabileceği inancındaydım.

Bu yolda işe başladım. Bana yardım eden ordu, kolordu komutanları ve kurmay arkadaşlarım, benim bütün görüşlerimi kavramış ve bana her ihtimale karşı yardım etmeye söz vermiş kişilerdi. Bu yapıda olmayanlar da vardı. Onları birer biçimde etki dışında bıraktım. Ben ve arkadaşlarım bu temel görüş üzerinde çalışırken İstanbul’dan, Sadrazam’dan “...her ordunun kendine ait hususatı derhal tatbiki lazımdur.”emrini aldım.”

MUSTAFA KEMAL PAŞA
MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASINI ELEŞTİRİYOR

Mustafa Kemal Paşa, aynı gün, ateşkes antlaşması emrini saat 18’45’te aldığını , gerekli yerlere tebliğ ettiğini ve antlaşma maddelerini görünce ileride olabilecek olanları hükümete bir telgrafla bildirdi. Mustafa Kemal Paşa antlaşma metnini görünce canı sıkıldı ve Adana’da Murat Palas Oteli’nde hükümete şu telgrafı gönderdi:

“Her ne sebepten dolayı olursa olsun, İngilizler’le yapılan antlaşmanın imza altına giren mazbut şekli, Osmanlı Devleti’nin siyanet ve selametini kafi mana ve mahiyette değildir. Adı geçen maddelerin önemli ve şamil maddelerinin bir an önce tespiti lazımdır. Yoksa İngilizler’in tekliflerine bugüne kadar olduğu tarzda mutavaata devam edildiği takdirde bugün Payas-Kilis hattına kadar Kılikya bölgesinin ve daha sonra Konya-İzmir hattının işgali tekliflerinin birbiri arkasına geleceğine ve sonuçta ordumuzun kendileri tarafından seçilmesi lüzumu gibi tekliflerin karşısında kalmak uzak kalmayacaktır. Aciz ve zaafımızın derecesini pek iyi bilirim. Bununla beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakârlığın derecesini tayin ve sınırlandırmak kanaatini muhafaza ederim.”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu telgrafı, geleceği okuması açısından çok önemli bir belgedir. Antlaşma maddelerinin Osmanlı devletinin geleceği ve emniyeti açısından yeterince açık olmadığını; İngilizler’in Payas-Kilis hattıyla başlayan işgallerini Konya–İzmir hattına kadar gidebileceğini ve hatta Osmanlı ordusunu dahi kendilerinin seçebileceğini açıklamıştır.Bu bilgiler,çok değil, iki-üç ay sonra gerçekleşmeye başlamıştır.

Mustafa Kemal Paşa, akşamüzeri aldığı antlaşma maddelerini okuyunca, içine düştüğümüz durumun ne kadar kötü ve ümitsiz olduğunu gördü. Derhal Adana ve Mersin’de yüksek rütbeli komutanlar, yöneticiler ve güney bölgesinin ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı.Bu kişilere sözlü ve yazılı birçok talimat ve emirler verdi.

Mustafa Kemal paşanın güney bölgesindeki görevlilere ve ileri gelenlere verdiği talimat ve emirlerin önemlileri şunlardır:

1)Antlaşma maddelerinin kaypaklığı dolayısıyla İngilizler’in buna uyamayacaklarından şartların ıslahı için Ahmet İzzet Paşa’yı uyarma;

2)Türkiye’deki müttefik birlik ve komutanlarının bir an evvel yurtlarına dönmelerinin, taşıma araçlarının ve yiyeceklerinin temini;

3)Güney bölgesindeki jandarma teşkilatına önem verilerek karosunun arttırılması;

4)Terhis edilen yedek subayların güney bölgesinde komiser, komiser muavini ve bucak müdürlüğüne atanması;

5)Menzil depolarındaki ağır ve hafif silahlarla, cephane, malzeme ve giyeceklerin birliklerindeki ağır silahların Pozantı’nın kuzeyine taşınması ve depolardaki yiyecek maddelerinin birliklere dağıtılması;

6)Orduların terhisinde genç yaşta olanların terhisinin geciktirilmesi;

7)Halkın silahlandırılması için bir kısım silah ve cephanenin dağıtılması;

8)İlerideki savaş için güney bölgesinin uyarılması.

Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 03 Kasım günü, “...her ordunun kendine ait hususatı derhal tatbiki lazımdır” emrini verdi. Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam’ın bu emri karşısında düşüncelerini açıklamaktan çekinmedi: “Bu antlaşmayı baştan sona kadar inceledikten sonra bende hasıl olan kanaat şu idi: Osmanlı Devleti bu antlaşma ile kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeyi kabul etmiştir. ... Ben yapılan antlaşmanın sakatlığını gördüm. Bu sakat noktaların düzeltilmesine çalışmak lüzumuna kani olarak ilgili makamlara söyledim. Bu antlaşma olduğu gibi tatbik edildiği halde memleketin baştan sona kadar işgal ve istilaya maruz olacağı kanaatimi öne sürdüm. Düşmanların her dediğine semi’na ve eta’na demekten doğacak sonucun bütün Türkiye’ye müstevlilerin hakim olmasını intac edeceğine şüphe edilmemek lazım geldiğini ve bir gün Osmanlı kabinesinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini anlattım.

Bunun için hiç de kehanete lüzum yoktu.Kendini zayıf ve aciz gören insanlar,nispeten kavi ve azimkar insanlardan merhamet diledikleri zaman mutlaka kendilerine acındıracaklarına kani olmak için bilmem ne his ve haslette olmalıdırlar.”

Mustafa Kemal Paşa, yine 03 Kasım günü, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’dan Mondros Antlaşması’nın bazı maddelerinin açıklanmasını ve alınacak tedbirleri sordu. Bu sorular, Toros tünellerinin işgali, Suriye sınırı, Adana’nın durumu ve terhis konuları idi. Ayrıca antlaşmanın uygulanmasında esas olacak maddeleri, 2’nci ve 7’nci Ordular’a ve Adana Valiliği’ne bir emirle bildirdi.

Bugün gündeme gelen bir diğer konu, İngiliz ve Fransızlar’ın İskenderun Limanı’na gelişleri olmuştur. Limanda torpil aramak istediklerini ve kasabanın işgal edileceğini bildirdiler. Türk mevki komutanı işgale karşı koyacaklarını ama bu isteklerinin antlaşma şartlarına aykırı olduğunu bildirdi. Mustafa Kemal Paşa, İskenderun’da gelişen bu olayları sadrazam Ahmet İzzet Paşaya acele olarak bildirdi. Sadrazam, gönderdiği şifre emrinde, İskenderun işgaline karşı konmasını isterken, ateş etseler dahi ateş edilmeden müsaade edilmesini bildirdi. Sadrazam, 03 Kasımda bunları söylerken, 05 Kasım’da “İngilizlerin İskenderun’u işgale hakkı olmamakla beraber İskenderun’dan faydalanmak istemeleri de haklı bir istek mahiyetindedir.”dedi.

Mustafa Kemal Paşa, okul arkadaşı ve 7’nci Ordu Komutanlığını bıraktığı Ali Fuat Paşa’yı Adana’ya çağırdı. 05 Kasım günü, onunla içinde bulundukları durumu görüştü. Çıkış noktasının ne olması gerektiği konusunda fikir alış verişi yaptılar.Mustafa Kemal Paşa düşüncelerini şöyle dile getirdi:”... Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır.”

MİLLİ MÜCADELE’YE HAZIRLIK

Mustafa Kemal Paşa’nın, Adana’da Ali Fuat Paşa’yla yaptığı görüşmede dile getirdiği düşüncesi, yapılış şekli ve başlama tarihi belli olmayan bir hareketin, Millî hareketin temel ilkesini ortaya koymaktadır. Milli mücadelenin temel prensiplerinin ne zaman ortaya konulduğunu bize göstermektedir.

Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa ile yaptığı görüşme ışığında, Adana ve Mersin’de savaş sonrası günler için hazırlık yapılmasını istedi. Bunu için 05 Kasım günü Mersin’e geldi. Teşkilat kurulmasını,silah ve cephanelerin dağ köylerine taşınmasını istedi.

Sadrazamın “izin veriniz” demesine rağmen, Mustafa Kemal Paşa emrindeki kuvvetlere, İskenderun’a asker çıkarılması halinde ateşle karşılık verilmesi emrini verdi.Bu emrini Genelkurmay başkanlığına gönderdiği şifre ile bildirdi. Ayrıca, bu ortamda görev yapamayacağını ve terine acele birinin atanmasını istedi. “İngilizler’in aldatıcı önerilerini ve ... şirin görünmeye çalışmayı kapsayacak emirleri iyi uygulamaya yaradılışım elvermediğinden ve oysa Başkomutanlık Genelkurmay Başkanlığı’nın görüşlerine uygun hareket yapmadığım takdirde bir çok suçlamalar altında kalacağım tabii olduğundan, komutayı hemen teslim etmek üzere yerime atayacağınız kişinin aceleyle emir ve bildirilmesini özellikle istirham ederim. “Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, bir gün sonra, Mustafa Kemal Paşa’dan, İskenderun için ateş emrini geri almasını istedi. 07 Kasım günü de Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nezareti (Savaş veya bugünkü Savunma Bakanlığı) emrine alındığını bildirdi.Mustafa Kemal Paşa, görevini Nihat Paşa’ya devretti. 09 Kasım’da İngilizler İskenderun ve Antalya’ya asker çıkardılar.

10 Kasım günü ise Ahmet İzzet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği şifre ile “Sadrazamlık’tan istifa edeceğini ve kendisinin de İstanbul’da bulunmasının uygun olacağını” bildirdi. Mustafa Kemal Paşa da Adana’dan İstanbul’a hareket etti. Mustafa Kemal Paşa, ileride olabilecekleri bugünden görerek, Adana’dan ayrılmadan önce, Adanalılar’a şu nasihatte bulundu: “Adanalılar, henüz savaş bitmemiştir, asıl muharebe bundan sonra olacaktır. Silahlarınıza hakim olunuz.”

Ahmet İzzet Paşa’nın Sadrazamlık’tan istifa etmesi üzerine Tevfik Paşa yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi. 11 Kasım 1918’de kurulan hükümet 03 Mart 1919 tarihine kadar görevde kaldı. Hükümet üyelerinin hemen hepsinin yaşlı olmasından dolayı en önemli özelliği, ihtiyarlar hükümeti olmasıydı. Bu hükümetle birlikte öne çıkan bir kişi vardı: Damat Ferit Paşa, Devlet Şurası Reisi sıfatıyla yeni hükümetin tabii üyesi oldu.

İTİLAF DONANMASI İSTANBUL’DA

13 Kasım, Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul için kara bir gündür. Bugün İtilaf Devletleri donanması İstanbul’a geldi. İtilaf Devletleri kuvvetleri İstanbul’u işgal ettiler.

İstanbul’u işgale gelen 55 gemiden 22’si İngiliz, 12’si Fransız, 17’si İtalyan, 4 tanesi de Yunan gemileri idi. Bunlar, Dolmabahçe önüne dizilmişlerdi.

İstanbul’un işgaliyle birlikte gazetelerde İttihatçılar aleyhinde sistemli yayınlar başladı. Bu yayınlarda, İtilaf Devletleri’nin gizlice yürüttüğü propagandaların da etkisi olmuştur. Bu yayınlarda Padişah da unutulmadı. İttihatçı çoğunluğa sahip olan Meclisi Mebusan’ın feshini istediler. Gazeteler, “Halkın ıstırabına, memleketin işgaline İttihatçılar sebep olmuştur. Memlekette İttihatçılar’dan taş üstünde taş bırakmamalı”şeklinde kinlerini kusarken, İtilaf propagandasının da ne yapmak istediği beli olmuştu.

O gün İstanbul’da yaklaşık 3500 İngiliz ve Fransız askeri karaya çıktı. Bunlardan 2.000 kişi Beyoğlu’na yerleştirildi. Yabancı Garnizonun Başkomutanlığı görevine General Henry F.M. Wilson getirildi. Kıtalar kışla ve okullara yerleştirildi. Subaylar da pek çok binayı işgal ettiler. Türk örf ve adetlerine karşı pek az saygılı davrandılar.

İstanbul üzgün, umutsuz ve felaket duygusunun ağırlığı altında ezilmiş gibiydi. Herkes “şimdi bize istediklerini yaparlar” korkusu içindeydi. Soğuk ve karanlık bir kış başlamıştı.Kömür yoktu. Tramvaylar işlemiyordu. Ana caddeler yarı aydınlık, yan sokaklar ise karanlık olduğu için hırsızlara, soygunculara gün doğmuş, hava karardıktan sonra kimse tabancasız dışarı çıkmaz olmuştu. Polis sayısı azdı. Onlara da yolsuzluk yaptıkları için kimsenin güveni yoktu. Vurgunculuk almış, yürümüştü. Yiyecek fiyatları aşırı derecede yükselmişti.. Türkler evlerine kapanmış, sadece ekmek almak için dışarı çıkıyorlardı. Bazıları da itilaf yanında iş bulabilmek için feslerini atarak Türk olmadıklarını söylüyorlardı.
Düşman savaş gemilerinin İstanbul’a gelmesi Türkler’i çok üzdü, ama yapacak bir şey yoktu. Kaderlerine boyun eğip, büyük bir sessizlik içinde gemileri, karaya çıkan askerleri seyrettiler. Buna karşılık Ermeniler ve Rumlar çılgınca tezahürata başladılar. Rum,Ermeni ve Yahudiler, evlerinin boğaza bakan pencerelerine İtilaf bayrakları astılar. Bunlar rıhtımda toplanarak gelenleri sevinç gösterileriyle karşıladılar...

Beyoğlu caddelerinde ise Yunan bayrakları çoğunluktaydı. Rumlar tam bir bayram havasındaydılar. Bunun sebebi, gelen gemiler arasında bulunan Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmesiydi. Halbuki Amiral Calthorpe, gelmeyecekleri konusunda söz vermişti.

MUSTAFA KEMAL PAŞA İSTANBUL’DA

İşte bugün bu ortamda Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a geldi. Boğaz’da İtilaf donanmasını görünce sinirlendi. İleriyi gören bir insan olarak tarihe geçen o meşhur sözleri, kızgın, üzgün ve gelecekten umutlu olarak dudaklarından döküldü: “...Geldikleri gibi gideceklerdir.”

Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a gelince hemen dikkatleri üzerine çekti. 14 Kasım günü Pera Palas’ta Daily Mail gazetesi muhabiri G. Ward Price ile bir görüşme yaptı. 15 Kasım’da da Padişah Vahidettin’i ziyaret etti. 16 Kasım günü ise Vakit, Zaman ve Minber gazetelerinin yazarlarıyla yine Pera Palas’ta bir görüşme yaptı. Burada yaptığı konuşmada “En iyi politika en kuvvetli olmakla mümkündür. En çok kuvvetli olmak demek ise manen, ilmen, fennen, ahlâken kuvvetli olmak demektir. Askerî kuvvet en sonda gelir. Yukarıda sayılan meziyetler bir millette mevcut değilse, bu milletin bütün fertlerinin en son silahlarla donanmış olması hiçbir şey ifade etmez. Bu günkü topluluklar içinde insan olarak yer alabilmek için elbette silah elde olmak yeterli değildir.” Dedi ve “İngilizler’den daha hayırlı bir dost olamayacağını” söylemek suretiyle görüşlerini açıkladı.

TEVFİK PAŞA HÜKÜMETİ

19 Kasım günü Mustafa kemal Paşa’yı değişik bir mekanda, değişik bir amacın peşinde görüyoruz. Mustafa Kemal Paşa, yılların siyasetçisi gibi aktif politik çalışmalarına girişti. Memlekete hiçbir yararının olmayacağına inandığı Tevfik Paşa Hükümetinin güven oyu almaması için Mecliste yoğun olarak çalıştı. Mebuslarla görüştü. Pek çoğu olumlu cevap vermesine rağmen Tevfik Paşa Hükümeti güven oyu aldı.

Mustafa Kemal Paşa, Meclis’te yaşadığı yoğun politik çalışmalardan sonra, tam bir hayal kırıklığı içinde evine gitti. Telefonla Saraydan randevu isteğinde bulundu. Saraydan gelen cevapta, Cuma günü Selâmlıkta hazır olması, Padişahın kendisiyle orada görüşebileceği bildirildi. 23 Kasım Cuma günü Padişah ile görüştü. Mustafa Kemal Paşa bu görüşmeyi şöyle anlatmaktadır: “Cuma günü Selâmlığa gittim; namazdan sonra beni oradaki salona çağıran Vahidettin ile, dışarıda bekleyenlerce çok uzun olarak yorumlanmış bir konuşmada bulunduk. Gerçekten konuşma, zaman bakımından çok uzun sürdü; ama fikir alış verişi bakımından çok kısa olmuştur. Ben, kestirebileceğiniz konu üzerinde onu aydınlatmak ve uyarmak için söze girişirken, o, ustaca bir biçimde sözlerimin önüne geçti. Dedi ki:

-Ordunun komutan ve subayları, inanıyorum ki, seni çok severler. Bana güvence verir misin ki, onlardan ban bir fenalık gelmeyecektir.

Birdenbire, böyle bir sorunun amaç ve anlamını kavrayamadım. Sordum:

-Ordu tarafından size karşı hareketler olacağı konusunda bilgi ve özel haberleriniz mi var efendim?..

Gözlerini kapadı. Olumlu yada olumsuz bir şey söylemedi. Sadece az önce sorduklarını tekrarladı. Karşılık verdim:

-Gerçi ben İstanbul’a geleli birkaç gün oldu. Buradaki durumu yakından bilmiyorum. Fakat ordu komutan ve subayları, yüksek varlığınızla karşı karşıya bulunması için bir sebep olabileceğini sanmıyorum. Bu bakımdan temin ederim ki,hiçbir fenalığı beklememelisiniz.

Belli belirsiz bir biçimde ekledi:

-Yalnız bugünden söz etmiyorum; Bugünden ve yarından...

Son söz bende kuşku uyandırdı. Demek ki, yarın Padişah’ın öyle bir hareket yapmak ihtimali vardı ki, ordunun vatan sever komutan ve subayları bundan üzüntüye düşebilirler... Padişah, beni aldatarak, aracılığımla onlardan emin olmak istiyor. Fakat bu düşüncemi kendisine nasıl açıklayabilirdim? ... Ve böyle bir açıklamada bulunmak, kendim için, amacım için yararlı olur muydu?
Karşımdaki adam, kararını çoktan vermiş görünüyordu. Biz ise, bu kararın ne olduğunu anlayamayan veya anlamak istemeyen kimselerle bağlantı kurmuş, hiçbir karşı tedbir almaya zaman ve fırsat bulamamış durumda idik. Padişah, gözlerini açarken, ayağa kalktı ve şu sözlerle konuşmaya son verdi:

-Siz akıllı bir komutansınız! Arkadaşlarınızı aydınlatacağınızdan ve yatıştıracağınızdan eminim.

Çok umutsuz ve üzgün, fakat üzüntümün gerçek sebebini bile anlayamamış bir durumda Vahidettin’in salonundan çıktım.

Dışarıda, bir saati aşkın bir zamandan beri kapılarda, koridorlarda, şurda burda ayakta bekleyen bir çok devlet adamları ve diğerlerinin,bu uzun görüşmeden bezgin ve yorgun, fakat biraz anlamlı bakışlarla bana bakmakta olduklarını fark ettim. Açıkça söyleyeyim ki, o anda bu bakışların anlamlarını çıkaramamıştım, ancak iki gün sonra,sırlar önüme dökülmüştü. Bu geçen günler içinde neler olmuştu, onu hepiniz bilirsiniz: Osmanlı Millet Meclisi kapatılmıştı.”

Yine aynı gün, yani işgalden on gün sonra, Fransız Generali Franchet d’Esperey, bir kral edası ile İstanbul’a geldi.

25 Kasım Pazar günü Mustafa Kemal Paşa Padişah ile bir daha görüştü. Bu görüşmeden sonra dedikodular üretilmeye başlandı.Mustafa Kemal Paşa,anılarında bu olayı şöyle anlatmaktadır: “Sonraları işittim ki, güya o uzun konuşmada Padişah, Meclis’i dağıtmak gereği üzerinde bana akıl danışmış ve ben kendisini onaylayarak ordunun, tıpkısı düşüncede olduğunu söylemişim.Üstelik,kendim ve arkadaşlarım adına da söz vermişim...

Şişlideki evimde yeni durumu değerlendiriyordum. İstanbul sokakları İtilaf devletlerinin süngülü askerleriyle dolmuştu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlıları ile lacivert sularını göstermeyecek kadar örtülü idi. Herkes, ancak pek zorunlu gereksinmeleri için evlerinden çıkabiliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için, caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek ve korkarak yürüyebiliyordu. Bütün sakınmalara rağmen, bin türlü ürkünç saldırı sahneleri eksik değildi. Koskoca İstanbul ve Koskoca İstanbul’un yüz binlerce halkı, sesleri kısılmış bir halde idi. İstanbul ufuklarında yükselen şeyler, yalnız düşman sesleri, düşman hakaretleri, düşman bayrak ve süngüleri idi. Ne kadar şaşılacak şeydir ki, hala adil bir mendil gibi ayak altında çiğnenen bu çevrede, hala bir Saltanat, bir hükümet, bir varlık varsayanlar vardı.”

Padişah Vahidettin, 29 Kasım Perşembe günü Mustafa Kemal Paşayı bir kere daha kabul ederek görüştü.

KAZIM KARABEKİR PAŞA İSTANBUL’DA

Kazım Karabekir Paşa 28 Kasım 1918 günü İstanbul’a geldi.Bir gün sonra da,en yakın arkadaşı Albay İsmet (İnönü) Bey kendisini ziyaret etti.İsmet Bey, Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) Müsteşarı idi. Birlikte görüştüler. Kazım Karabekir Paşa, komutanların İstanbul’da toplanmalarının yanlış olduğunu belirtir. Yakın arkadaşlarından, kendisi için bir iyilik yapmasını ister. Bu iyilik, en kısa zamanda doğuya atanması konusunda çalışmasıdır. Memlekette bir dağılma olursa “...Doğuda yeni bir milli Türk Hükümeti vücuda getirerek Doğu’yu tehlikeden kurtardıktan sonra Batı tehlikesi bertaraf edilebilir ve bu suretle antlaşma sınırı içinde kalan Anavatanımız kurtulabilir. İtilaf devletlerinin harekatı idame etmeyip bizimle antlaşmayı kabul etmelerinden İtilafın bu sınır dahilinde yeni bir silahlı kavgaya kalkışacağını tahmin etmiyorum.”dedi.

İsmet Bey, Karabekir Paşa’nın bu düşüncelerinin imkansız olduğunu, askerlikten istifa ederek bir çiftlikte yaşama teklifinde bulundu. Karabekir, buna verdiği cevabı şöyle açıklar: “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar bu gayeden ayrılmayacağım,dedim.

Bunun üzerine beni doğuya tayin için çalışacağını vaadetti.”

Kazım Karabekir Paşa 01 Aralık 1918 Cumartesi günü Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa ile görüştü. Karabekir, komutanların İstanbul’da toplanmasını istedi.

Kazım Karabekir Paşa, 06 Aralık günü de Padişah ile görüştü, Karabekir Paşa, bu görüşmede, genç komutanların İstanbul’da toplanmalarının yanlış olduğunu ve Anadolu’ya ordularının başına gönderilmesini istedi. 24 Şubat 1919 günü Karabekir Paşa amacına ulaşır. Erzurum’daki 15’inci Kolordu Komutanlığı görevine atandı. 11 Nisan 1919 günü de Erzurum’a gitmeden önce Padişah’ı, Genelkurmay Başkanı’nı ve Mustafa Kemal Paşa’ya veda ziyaretinde bulundu. Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte memleket meselelerini görüştüler.

Mustafa Kemal Paşa Nisan ayı başında kulağından ameliyat olmuş, Şişli’deki evinde yatıyordu. Kazım Karabekir Paşa ziyaretine geldiği zaman yanında Ruşen Eşref (Ünaydın) vardı. Karabekir, gizli görüşeceğini bildirince, yalnız kaldılar.

Kazım Karabekir Paşa, daha önce görev yaptığı ordunun başına gittiğini, halkın orduya karşı destek olduğunu ve kendisini de çok sevdiklerini söyledi.

İçinde bulunulan durumumuz vahimdir. Bunu İstanbul’dan önleyemeyiz. İstanbul’da sadece İtilafın arzularını yerine getirmekten başka bir şey yapılamaz, dedi.

Terhisler dolayısıyla ordular zayıflamıştır. Ama İtilaf kuvvetleri de bundan sonra savaşa katılmazlar. Doğu’da Ermeni durdurulunca Batıda yunan saldırılarına göğüs gerilebileceğini açıkladı. Burada görev milletten çok komutanlara düşmektedir. Anadolu’da ordunun önemli bir bölümü duruyordu. Silah ve cephanemiz de vardı.

Doğuda çeşitli adlar altında kurulan teşkilâtlardan da yararlanılabilirdi. Bunlar Erzurum’da birleştirilerek millî bir Türk hükümeti kurulurdu. Kendisi de bu hükümet emrinde bir ordu komutanı olarak doğunun savunmasını üstlenebileceğini söyledi.

Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’dan bir an önce herhangi bir görevle Anadolu’ya geçmesini rica etti.”İstanbul’da çok kalmayınız, geliniz Türk milletini kurtaralım” dedi.

Mustafa kemal Paşa da iyi olunca hemen geleceğini söyledi.

Görüşmenin sonunda, “... tek dağ başı mezar oluncaya kadar mücadele, şahsî ve millî namusumuzu ikmal için ya istiklâl ya ölüm!” ahdında birleşerek vedalaştılar. Kazım Karabekir Paşa, Erzurum’a gitmek üzere 12 Nisan günü İstanbul’dan ayrıldı.

Kazım Karabekir Paşa açıkça Mustafa Kemal Paşa’ya Anadolu’ya gel, başımıza geç; ben kolordumla sana kuvvet olurum diyordu. Gerçekten de Mustafa Kemal, askerlikten ayrılınca, 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa büyük bir destek olmuştur.

KURULAN CEMİYETLER

TRAKYA PAŞAELİ CEMİYETİ:

Kasım ayından itibaren işgallerle beraber pek çok cemiyet kurulmuştur. Bunlar işgallere karşı gelen, ama bazıları “manda” isteyen ve bazıları da İtilâf taraftarı olan cemiyetlerdi. Bunlardan ilki diyebileceğimiz “Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyeti Osmaniyesi” 07 Kasım günü Edirne’de kuruldu. Mustafa Kemal, Trakya-Paşaeli Cemiyeti’ni şöyle tanımlamaktadır:

“Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin ileri gelenleri... Osmanlı Devleti’nin çöküşünü, çok kuvvetli bir ihtimal olarak görüyorlardı. Osmanlı vatanının parçalanması tehlikesi karşısında Trakya’yı da birleştirerek ve bir bütün olarak İslâm ve Türk topluluğu halinde kurmayı düşünüyorlardı..Fakat bu gayenin gerçekleştirilmesi için, o zaman hatırlarına gelen tek çare, İngilizler’in, bu mümkün olmazsa Fransızlar’ın yardımını sağlamaktı. Bu maksatla bazı yabancı devlet adamlarıyla temas ve görüşme imkânları da aramışlardı. Hedeflerinin bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.”

İZMİR MÜDAFAA-İ HUKUKU OSMANİYE CEMİYETİ

Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti 26 Kasım 1918 günü İzmir de kuruldu. İzmir’de, Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti 13 Mart 1919 günü İzmir Tiyatrosunda bir miting yaptı. Bu miting, İzmir’deki İttihat ve Terakki ile Türk Ocağı’nın büyük yardımlarıyla yapıldı. Mitingde yapılan konuşmada İzmir’in Türk olduğu ve Türk kalacağı iddia edildi. Bunun aksine ortaya atılan fikirlere hücum edildi. Konuşma şiddetle alkışlandı. Bunalmış Türk ruhlarında yeni bir ümit ve çalışma hevesi uyandı.

Kabul edilen üç maddelik muhtıra Hacı Hasanzade Dr. Ethem Bey ile birkaç arkadaş tarafından İzmir’deki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerika siyasi temsilcilerine iletildi.

Muhtıra da:

1-)Ege bölgesi Türkler’i nüfus, emlak ve arazi itibarile kahır bir ekseriyet teşkil ettiklerinden Wilson prensiplerinin 12’nci maddesine göre buraları yabancı hakimiyeti altına konulamaz.

2-)Buralardan Türk hakimiyetinin kaldırılması Avam cemiyetini teşkil eden necip ve adil büyük devletlerin siyasetlerinden beklenilmektedir.
3-)İleride, insani ülkülerle donatılacak medeni bir heyet meydana getirmek için Türkler, memleketlerinde kendi hakimiyetlerinden başkasının hükümran olmasına tahammül edemezler” deniliyordu.

İzmir tiyatrosunda yapılan mitingden birkaç gün sonra, 17-19 Mart 1919 günlerinde İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti’nin kongresi yapıldı. Kongrede büyük devletlere gönderilmek üzere bir muhtıra kabul edildi. Padişaha da bir heyet gönderildi.Kongre temsilcilerini kabul eden Padişah, “ilk fırsatta İzmir’e geleceğini (!)” vaadetti.

VİLAYAT-I ŞARKİYE MÜDAFAA-İ HUKUKU MİLLİYE CEMİYETİ
(DOĞU İLLERİ MİLLİ HAKLARINI KORUMA CEMİYETİ)

04 Aralık 1918 günü İstanbul’da Süleyman Nazif önderliğinde kuruldu. Bu cemiyet, Doğu Anadolu’daki Ermeni Hınçak cemiyetine karşı kurulmuştur.

Bu cemiyet, Türk Millî Mücadelesinin temel taşı olmuştur. Cemiyet, doğu illerinin birer Türk yurdu, Ermeniler’in ise bu bölgede küçük bir azınlık olduğunu ortaya koymayı amaç edinmiştir.Ancak Ermenilerin eşkıyalık yaparak Türk halkını sindirmeleri ve bu yolla bölgeye sahip olmak istemeleri Doğu Anadolu’nun önemini ortaya koymuştur. Bu sebeple cemiyet, Ermenilerin bu cinayetlerini dünya kamu oyuna duyurma kararı aldı. Ama işgal altındaki İstanbul’da cemiyet açısından beklenen başarı elde edilemedi.

Mustafa Kemal Paşa, cemiyeti şöyle anlatmaktadır: “Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kuruluş gayesi (Nizamnamenin 2’nci maddesi) Doğu illerinde yaşayan bütün unsurların dinî ve siyasî haklarının serbestçe kullanılmasını sağlayacak meşru yollara teşebbüs etmek, bu illerdeki Müslüman halkın tarihi ve milli haklarını, gerektiğinde medeniyet dünyası karşısında savunmak, Doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin sebep ve amilleri ve yapanlar ve sebep olanlar hakkında tarafsız soruşturma yapılarak suçluların bir an önce cezalandırılmalarını istemek, unsurlar arasındaki anlaşmazlığın giderilmesiyle eskisi gibi iyi münasebetlerin sağlamlaştırılmasına gayret etmek, savaş halinin Doğu illerinde yarattığı yıkıntı ve sefalete çare aranmaktan ibaretti.
.......................
Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin İstanbul’daki idare merkezinin, medeni ve ilmi yollardan gayeye varılabileceği hakkında fazla iyimser olduğu anlaşılıyor. Hakikaten bu yılda çalışmaktan geri durmuyor. Doğu illerinden Müslüman unsurların haklarını savunmak için Le Pays adında Fransızca bir gazete yayınlanıyor, “Hadisat”gazetesinin imtiyazının alıyor. Bir taraftan da İstanbul’daki İtilaf devletleri temsilcilerine ve itilaf devletleri Başbakanlarına muhtıra veriyor. Avrupa’ya bir heyet göndermeye teşebbüs ediyor.

Bu açıklamalardan kolayca anlaşılacağını zannederim ki Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’ni vücuda getiren asıl sebep ve endişe, Doğu illerinin Ermenistan’a verilmesi ihtimali oluyor.Bu ihtimalin de, Doğu vilayetleri nüfusunda Ermeniler’in çoğunluğa sahip gösterilmesine ve tarihi haklar bakımından onlara öncelik tanınmasına çalışanların, ilmi ve tarihi belgelerle dünya kamu oyunu aldatmak hususunda başarı kazanmaları ve bir de Müslüman halkın Ermeni’leri katliam eder vahşiler olduğu iftirasının bir hakikat gibi kabulü halinde gerçekleşebileceği düşüncesi hakim oluyor.Bu itibarla cemiyet aynı sebep ve vasıtalara dayanarak milli ve tarihi hakları savunmaya çalışıyor.”

Kurucular, Beyrut eski Valisi İsmail Hakkı, Hicaz eski Valisi Mahmut Nedim, Beyazıt (Ağrı) Mebusu Şefik, Diyarbakır Mebusları Zülfü ve Fevzi, Süleyman Nafiz ve Cevat Beyler ile Hoca Raif efendidir. Başkanlığa Mahmut Nedim Bey getirildi.

Bu kuruluş yaptığı birkaç toplantıdan sonra şu esasları savunmaya karar verdi: 1)-Doğu illeri bir Müslüman yani Türk memleketidir. Bu bölgede Ermeniler öteden beri çok küçük bir azınlıktır. 2-)Elli yıldan beri Ermeniler bu bölgede Çeşitli siyasi öldürmeler ve komitecilikle Müslümanları müdafaa zorunda bırakmışlardır; teşebbüs ve öncelik onlardan gelmiştir.

Cemiyetin İstanbul’daki çalışmalarına sonradan katılmış olan Cevat (Dursunoğlu) Bey, merkezden Erzurum’da bir şube açılabilmesi için yetki aldı. 1919 Şubat’ında da Erzurum’a geldi.

Cevat Bey, Erzurum’daki çalışmalarını tamamlayarak,kendisinin de içinde bulunduğu 11 kişilik girişimci kurul, 03 Mart 1919 günü Erzurum valiliğine bir dilekçe vererek cemiyetin şubesinin kurulmasını gerçekleştirdi. Cemiyetin Erzurum şubesini kuran girişimci kurul, 06 Mart günü ilk toplantısını yaptı. Kuruluş amaçlarını anlatan bir bildiri yayınladılar. 10 Mart günü de Erzurum Valiliği gerekli izni vererek, cemiyet Erzurum’da resmen açılmıştır.

06 Mart toplantısında hazırlanan bildiri, Valilik’ten resmi izin alındığı 10 Mart günü bütün doğu illerine gönderildi. Bildiride doğu illeri üzerinde Ermeniler’in hak iddiaları, nüfus, kültür, arih ve coğrafya bakımından red edilmekte, iddia edildiği üzere Doğu’da Ermeniler’in değil Türkler’in zulüm gördüğü özellikle vurgulanmaktadır.

İtilaf Devletleri tarafından “Vilayat-ı Sitte-Altı il” (Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır ve Sivas) Ermeniler’e vaadedildiği için cemiyet tarafından önce bu illerde teşkilat kurularak düşünce ve eylem birliği sağlanmasına çalışıldı. Kurul üyesi Süleyman Necati (Güneri) Bey’in yayınlamakta olduğu “Albayrak” gazetesi, her sayısında Türk-Kürt birliğini, gelecek felâketin her iki kardeş kavmi yok edeceğini savundu. Bu aşamada bölgedeki askeri birliklerin komutanları ile temas kurularak amaca ulaşmada silahlı savunmanın temeli atıldı.

Cemiyet nizamnamesinin 2’nci maddesine göre cemiyetin amacı şöyledir:

“Kanun çerçevesi içinde bütün ahalinin milli ve siyasi haklarının serbestçe gelişmesini hazırlamak, Müslüman ahalinin tarihi haklarını medeni dünya önünde savunmak, işlenen cinayetlerin tarafsız bir şekilde soruşturulmasını ve kabahatlilerin cezalandırılmasını sağlamak...”

Erzurum şubesi resmi bir kimlik kazandıktan sonra faaliyetlerini çevre il ve kasabalara duyurmaya başladı. Fakat kurucuların çoğu yaşlı olduğu için cemiyet çalışmaları yavaş gidiyordu. Bunun üzerine üyeler yeniden toplanarak durumu incelemeye başladılar. Toplantıda bulunan Baytar Nedim, cemiyetin yeni ve genç arkadaşlarla güçlendirilmesini teklif etti.Bu teklif kabul edildi, Yaşlı üyeler çekildiler, Yeni yönetim kurulu belirlendi. Cemiyetin yeni yönetiminde şu kişiler görev aldılar:

Başkanlığa Raif Efendi, Katip üyeliğe Dursunbeyoğlu Cevat, Muhasebeciliğe Emekli Binbaşı Süleyman, üyeliklere ise Emekli Binbaşı Kazım, Albayrak gazetesi sahibi Necat (Kiğılı), Hacı Recepoğlu Ahmet, Avukat Hüseyin Avni (Kiğılı), Hacı Recepoğlu Hacı Hafız, Kırbaş Fevzi, Evrak eski Müdürü Maksut, Avukat Nedim, Baytar Nedim Beyler.

WİLSON PRENSİPLERİ CEMİYETİ

İstanbul’da Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetinin kurulduğu 04 Aralık günü bir başka dernek daha kuruldu: “Wilson Prensipleri Cemiyeti.”

ABD mandası taraftarlığını savunmak ve yaymak için kurulan bu cemiyet, Vakit gazetesi idarehanesinin üst katındaki Matbuat Cemiyeti’ne ait yerde faaliyete başladı. Ertesi gün hemen Wilson’a bir muhtıra gönderilmiş olması, muhtemelen hazırlıkların daha önceden başlamış olduğunu gösterir.

Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları, Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı)’na kuruluş için verilen dilekçeye göre şu kişilerden oluşmuştu: a)Kurucular: Halide Edip (Adıvar) hanım, Dr. Celalettin Muhtar (Özden), Ali Kemal ve Hüseyin Avni Beyler. b) İlk yönetim kurulu üyeleri: Halide Edip Hanım, Refik Halit (Karay), Ali Kemal, Hüseyin ve Katip, Ragıp Nurettin Beyler. c) Faaliyet heyeti üyeleri: İkdam gazetesi başyazarı Cevad, Sabah gazetesi başyazarı Ali Kemal, Yeni gazete başyazarı Mahmut Sadık, Vatan gazetesinin başyazarı Yunus Nadi (Abalıoğlu) Beyler. İngiliz gizli belgelerinde, cemiyetin Halide Edip ile Rıza Tevfik tarafından kurulduğu ve Robert Koleji’nin Müdürü Dr. Gates tarafından da desteklendiği belirtilir.

Halide Edip, İstanbul’daki (Amerikan) Robert Koleji’nin ilk bayan mezunudur. Ahmet Emin (Yalman) ise yüksek öğrenimini Amerika’da yapmıştı. ABD mandası lehine makaleler yayınlayan Rauf Ahmet de iki yıl Amerika’da bulunmuş bir kişidir.

Mustafa Kemal, bu cemiyet için şunları söylemiştir: “İstanbul’da bir kısım erkek ve kadınlar da, hakiki kurtuluşun Amerika mandasını istemek ve sağlamakta olduğu kanaatindeydiler. Bu kanaatte bulunanlar fikirlerinde çok ısrar ettiler, en doğru yolun kendi görüşlerinin benimsenmesinde olduğunu ispata çalıştılar.”

Wilson Prensipleri Cemiyeti adına Halide Edip, Yunus Nadi, Ahmet Emin, Velid Ebu Ziya, Celal Nuri, Necmettin Sadak tarafından imzalanan bir dilekçe 05 Aralık günü ABD Başkanı Woodrow Wilson’a gönderildi. Mektubun Fransızcası İtilaf devletleri yetkililerine verildi.

KİLİKYALILAR CEMİYETİ

Adana ve Mersin’in işgali üzerine, güneyin vatan sever gençleri İstanbul’da, 21 Aralık 1918 günü Müdafaa-i Milliye cemiyeti merkez binasında bir araya geldiler ve Kilikyalılar Cemiyetini kurdular.


KARADENİZ

Karadeniz sahillerinde Rumlar Pontus Cemiyeti kurmuşlardı. Bu toprakların kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı. Burada yaşayan Türkler, Rumlar’ın Pontus Cemiyeti’ne karşı Trabzon’da 12 Şubat 1919 tarihinde “Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet cemiyeti” (Trabzon ve Çevresi Bağımsızlık Derneği)’ni kurdular. 19 Şubat günü de Samsun’da, yine bu amaçla “Karadeniz Türkleri Müdafaa-i Hukuk cemiyeti” kuruldu.

TEALİ-İ İSLÂM CEMİYETİ

Vatanın her köşesinde işgallere karşı milli cemiyetler kuruluyordu. Ama bunlara karşı millî hareketi engellemek için ve yabancılar tarafından desteklenen cemiyetler de kurulmaya başlandı. Bunlardan biri 19 Şubat 1919 günü İstanbul’da kuruldu: “Tealî-i İslâm Cemiyeti.”

Osmanlı devletinin dini esaslarla kurtulabileceği iddiasıyla İskilip’li Mehmet Atıf Efendi ve İstanbul Medreselerinde görevli Müderrisler tarafından kuruldu. Bu cemiyet, İngiliz taraftarı “Hürriyet ve İtilâf Partisi”ni destekleyerek, Millî Mücadele’ye cephe aldı. Konya çevresinde ayaklanmalar düzenleyerek Milli Mücadele’yi engellemeye çalıştı.

İNGİLİZ MUHİPLERİ (DOSTLARI) CEMİYETİ

İngilizler, kendileriyle işbirliği yapacak kişiler arıyordu. Her konuda yerli işbirlikçileri sağlama görevi, İstanbul’da kurulan İngiliz Muhipler Cemiyeti (Association of the Friends of England in Turkey)’ne verilmiştir. Muhip, dost, seven demektir. Cemiyetin adı da İngiliz Dostları Cemiyeti’dir.

Hükümet üyelerinin de desteklediği “İngiliz dostluğuna azami kıymet veren bütün Osmanlılar” tarafından kurulduğu belirtilen “İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti” 20 Mayıs günü İstanbul’da kuruldu.

Sait Molla, Türkiye’de İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni, tam Lloyd George’un Amerikan Devlet Başkanı Wilson ve Clemenceau ile birlikte, Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmasını tasvip etmek suretiyle Türk milletine darbelerin en müthişini vurduğu bir zamanda kurdu.

Mustafa Kemal Paşa, cemiyet ile ilgili şu bilgileri vermektedir:

İstanbul’da önemli sayılabilecek teşebbüslerden biri, İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti idi. Bu isimden, İngilizler’e dostluk besleyenlerin kurduğu bir cemiyet anlaşılmasın. Bence, bu cemiyeti kuranlar, kendi şahıslarını ve şahsi menfaatlerini gözetenler ve şahıslarıyla menfaatlerinin korunması çaresini Lloyd George hükümeti vasıtasıyla İngiliz himayesini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiltere Devleti’nin Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü korumak ve himaye etmek arzusunda olup olmayacağını bir defa olsun hatırlarına getirip, getirmediklerini düşünmek lazımdır.

Bu cemiyete girenlerin başında, Osmanlı Padişahı ve Yeryüzünün Halifesi unvanını taşıyan Vahidettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal, Adil ve Mehmet Ali Beyler ve Sait Molla bulunuyordu. Cemiyette İngiliz milletine mensup bazı macera heveslileri de vardı. Meselâ, Rahip Frew gibi. Kayıtlardan ve faaliyetlerden anlaşıldığına göre cemiyetin başkanı Rahip Frew’dü.

Bu cemiyetin iki yönü ve mahiyeti vardı. Biri açık yönü ve medeni teşebbüslerle İngiliz himayesini isteme ve sağlama gayesini güden mahiyetti. Diğeri, gizli yönüydü: Asıl faaliyet bu yöndeydi. Memleket içinde teşkilat kurarak isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, cemiyetin bu gizli kolu tarafından idare edilmesiydi. Sait Molla’nın, cemiyetin açık teşebbüslerinde de ondan daha ziyade rol sahibi olduğu görülmektedir.

Sait Molla, İngilizler’ce düzenlenen Yunan işgalinin Sultanahmet’teki büyük mitingde protesto edildiği gün, bütün belediyelere ve daha bir çok yerlere telgraflar çekerek İngiliz himayesini kabule varan isteklerde bulunmalarını ve bunları telle Padişah’a, Hükümete, İstanbul’daki Yüksek Komiserlere ve Paris Barış Konferansı’na bildirmelerini istemiştir...

Dernekte güdülen amaç, Türkiye’deki direnişi kırmak ve ağır barış şartlarının kabul edilmesini sağlayacak ortamı hazırlamaktır: Kurt kuzuyu yiyecek, fakat kurdun dişleri arasındaki kuzu, kurdun iyiliğine inandırılmış olacaktır. Nitekim İngiliz Sevenler Derneği, yayınladığı kuruluş bildirisinde soylu İngiliz milletine övgüler düzmektedir:

“Yönetimi altında milyonlarca Müslüman bulunan İngiltere Büyük Devleti ile Hilafet ve Saltanat arasında yüzyıllardan beri sürmekte olan içten dostluğun yaşatılması ve güçlendirilmesi, İslâm’ın çıkarları açısından pek önemli olduğu halde, Hükümeti zorla ele geçiren serseriler tarafından bu eski geleneğe ve İslâm çıkarlarına aykırı yanlış bir politika izlenerek Yüksek İngiltere Devleti’yle, yine eski dostumuz olan Fransa, Amerika ve İtalya Büyük Devletlerine karşı Osmanlı Devleti’nin savaşa sürüklenmesi yüzünden soğukluk doğmasına yol açmasına ve istemediği halde zorla savaşa itilen İslâm milletinin eski dostları, özellikle soylu İngiliz milleti hakkındaki içten yakınlık ve dostluğu sala değiştirmeyip Müslümanlar’ın bu duyguları geçmişteki gibi devam ettiği için iki millet arasındaki eski dostluk ve sevginin yaşatılıp güçlendirilmesi ve yüksek İngiltere devletinin iyiliksever desteğiyle Osmanlı memleketinin birliğinin ve haklarının sağlanması amacıyla İngiliz Muhipleri Cemiyeti adlı bir dernek kurulmuştur.

Bu dernek yalnız milli duyguları temsile çalışır.

Soylu İngiliz milleti hakkındaki sevgisini göstermek ve derneğin amaçlarına katılmak isteğinde bulunanlar derneğe girebilirler. Yalnız uğursuz savaşa ve bu savaş sırasındaki acılı olaylara yol açanlar derneğe kabul edilemez...”

İngiliz sevenler derneği, hızlı bir gelişme göstermiştir. Celal Bayar, “Mütareke Acıları” kitabına dayanarak bu gelişmenin hikâyesini şöyle anlatmaktadır:

“İngiltere Elçiliği Baştercümanı Mr. Ryan harekete geçti. Hürriyet ve İtilâf Partisi Genel Merkezi’ne başvurdu. Parti Başkanı Sadık Beyle görüştü. Bu kişi, bilindiği gibi, açıktan İngiliz himayesini (Mandasını) istiyor, propagandasını yapıyordu. Bu sırada eski Danıştay üyelerinden Sait Molla, Partide hayli etkiliydi. Hemen ortaya atıldı. Bu kârlı işten kendi hesabına fayda sağlamak istedi. İngilizler de kendisini iyi tanıyorlardı. İngiliz haber alma Dairesinde çalışıyordu. Molla:

-İstediğiniz işi istediğinize göre yaparım,dedi.

Derneğin kuruluşundan önce İstanbul’da İngilizler’e dost olarak kaç kişinin derneğe üye olacağını bilinmesi gerekiyordu. Sait Molla’ya:

-Siz yardımı bu yoldan yapacaksınız, para için sıkıntı çekmeyiniz. Bize (İngilizler’e) dost dernek kurulmasını arzu eden kimselerin adres ve imzalarını taşıyan bir tutanak sağlayınız, denildi.

O da bu işi üzerine aldı. Alemdar gazetesi sahipleriyle elele verdi. Bu gazete Vahidettin ve Damat Ferit’e olduğu kadar İngilizler’e de sıkı sıkıya bağlıydı. Bağlılığını, millî harekete ve onu yönetenlere karşı şiddetli yazıları ile gösteriyordu.

İmzalanacak tutanakta şu satırlar vardı:

“Aşağıda imzası bulunan bizler, adalet ve insanlığın koruyucusu İngilizler’e dost olduğumuzu imzamızla belgeler ve İngiliz Sevenler Derneği adıyla bir dernek kurmaya karar verdiğimizi açıklarız.”

Bir hafta sonra tutanaklar Mr. Ryan’a sunulduğu zaman o ve yanındaki İngiliz gizli servisinin seçkin kişisi General Deedes şaşkınlıklar içinde kalır. Tutanaklardaki bilinen ve bilinmeyen, yani gerçek ve uydurma imzaların sayısı elli bini aşmıştır.

İngiliz Sevenler Derneği için bir kimlik belgesi yapılır. Bu belgenin baş tarafının sağında Türk, solunda İngiliz Bayrağı vardır. Rengi açık kırmızıdır. Derneğin mühründen başka üstünde sahibinin fotoğrafı ile Sait Molla’nın imzası bulunur.

Bu belge sahipleri adeta ayrıcalıklı bir sınıf olur. Belgeler kavgalarda polise, vergi işlerinde tahsildara karşı kullanılabilmektedir!

İngiliz gazeteleri bu konuda şu haberi veririler:

İstanbul halkı, İstanbul’un İngiliz himaye yada yönetimi altında kalmasını isteyenler, bu amaçla bir dernek kurdular. Binlerce imzalı tutanaklarla her gün elçiliğe baş vuranlar görülmektedir.”

Cemiyetin başını çeken Kürt Teali Cemiyeti üyelerinin yakın dostu “Sait Molla!...” Dikkat edilecek olursa, İngilizler’in kurduğu cemiyet, Malta sürgünlerinin gerçekleştirilmesinden sonra resmen ortaya çıkmıştır. Malta sürgünlerini koordine eden asıl işgalci ise İngiltere’de. Dolayısıyla, Türkiye’yi ABD’ne kaptırmak istemeyen İngiltere, İstanbul’daki işbirlikçileri ile cemiyeti kurduruyor ve faaliyete başlatıyor!... İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin bir destekleyicisi de üstelik Osmanlı Sadrazamı olan Damat Ferit Paşa olmuştur. Buradaki “Paşa”yı askeri başarılarla kazanılmış bir Gazilik unvanı sanmamalıdır! Damat Ferit’in en büyük başarısı, memleketi İngilizler’e peşkeş çekmek ve Millî Mücadele’yi baltalamak gayretidir. Hatta, o sıralarda İstanbul’da bulunan İngiliz İşgal Kuvvetleri subaylarından Harold Armstrong, bilahare yazdığı kitabında, Damat Ferit’i “...biraz Kürt kanı taşıyan bir Arnavut...; ruhunda bir kan kavgasının korkunç nefreti köpüren... uzlaşmak nedir bilmeyen bir aşiret mensubu...” olarak tarif eder. Bu cemiyetin ve üyelerinin doğrudan gayesi şahsi menfaatler uğruna Türkiye’yi İngiliz sömürgesi yapabilmek olmuştur. Bunun da bir tek adı vardır; İhanet!... İşin vahim tarafı ise, Padişah Vahidettin dahi, Saltanatın kurtuluşunu İngilizler’de görmektedir.

Irak ve Filistin’i tek başına İngiliz kuvvetleri işgal etmişti. İngilizler o tarihte Kafkasya’da idiler. İran onların etkisi altındaydı. İngiltere’nin donanması denizlerde hakimdi ve bizim Mondros mütarekesi, Fransa ve İtalya’ya haber verilmeden, sadece İngiliz Amirali Calthorpe tarafından imzalanmıştı.

Müstakil Ermenistan’ı isteyen İngiltere idi.Kürtlerin de ayrı devlet kurmaları fikrinin sahibi yine İngiltere idi.Yunan Megalo-İdeası’nın arkasında İngiltere vardı...Eğer İngiltere’nin dostu ve yakını olabilirsek,bu tehlikeli ayrılık hareketleri son bulacaktı.

İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti işte bu ümidi benimsemiş olanların bir araya gelmeleriyle meydana çıktı.İlk idare heyetinde Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, Şehremini Cemil Paşa, Padişahın damadı Ahmed Zülküfül Paşa, Yagıtay başkanı Ahmed Rüştü Efendi,Beşinci Kolordu Komutanı Kiraz Hamdi Paşa, Gazeteci Abdullah Zühtü Bey,bazı eski elçiler, hariciyeciler, maarifçiler vardı. Programın birinci maddesi şuydu: “Yönetimi altında milyonlarca İslâm bulunan Osmanlı Devleti arasında eskiden var olan yakınlık ve dostluğu ihya ettirmek, iki milletin karşılıklı menfaatlerini korumak, İngiltere’ye iyi duygularımızı ve dostluk hislerimizi açıklamak, bunun için yayın yapmak, gerekirse İngiltere’de konferanslar vermek, memleketin hayrına olduğuna inanılmış bu siyaseti baltalamak isteyenlerle mücadele etmek.”

FEVZİ ÇAKMAK PAŞA GENELKURMAY BAŞKANI

Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa 24 Aralık 1918 tarihinde Harbiye Nazırı olunca, yerine Fevzi (Çakmak) Paşa Genelkurmay Başkanı oldu.

Mustafa Kemal, Fevzi Paşanın Genelkurmay Başkanı oluşunu şöyle anlatmaktadır:

“Harbiye Nezareti’ne geçen Cevat Paşa, faziletinden ve liyakatinden emin olduğu Fevzi (Çakmak) Paşa’ya Genelkurmay Başkanlığı’nı teklif etti. Fevzi Paşa’yı ben de eskiden tanırdım. Anafartalar Grubu Komutanlığı’ndan ayrıldığım zaman, yerime onu tayin etmişlerdi. Bir tarihte İkinci Ordu Komutanlığı’ndan Yedinci Yıldırım Ordusu Komutanlığı’na geçtiğim zaman da benim yerime gene o faziletli arkadaş geldi.

İstifa etmiş olduğum Yedinci Ordu Komutanlığı’nı da gene kendisine devretmiştim. Fevzi Paşa, beni istifa mecburiyetinde bırakan sebeplere göğüs germek için sağlığını kaybetmiş, hayatının tehlikeye girdiğini görmüştür. Hatta İstanbul’a gelerek aylarca tedavi altında kaldı. Fevzi Paşa, Genelkurmay Başkanlığı’nda ne yapabilirdi? Eni sonu, bu milletin silaha sarılacağından şüphesi yoktu.

Halbuki Ateşkes şartlarına göre bütün silahlar ve her yerdeki cephane İtilâf Devletleri’ne teslim olunacaktı. Fevzi Paşa, ateşkes şartlarını tatbik eder görünerek, eğer silah ve cephaneler, İtilâf Devletleri tarafından kolaylıkla naklolunabilecek yerlerde ise, onları Anadolu’nun içinde kalabilecek yollardan sevk eder gibi davranmıştır. Mesela Diyarbakır’daki silah ve cephane, trenle hemen İstanbul’a gelebilirdi. Fevzi Paşa öyle sebepler buldu ki, bunlar kağnılarla Sivas üzerinden Samsun limanına gelmesi zaruri sayıldı. Şimdiden haber vereyim ki, bütün bu kafileler nihayet benim elimde kalmıştır. Gene meselâ Kütahya’da pek çok cephane vardı. Fevzi Paşa, şimendiferle taşınmaları için Ankara-Sivas istikametinde nakledilmek üzere emir verdi. Fakat bunlar, emrin içyüzü anlaşılmadığı için kazaya uğramıştır ve trenle İzmit körfezine getirilerek denize dökülmüştür. Çanakkale’deki toplarımızda tahrip olunacaktı. Gerek Fevzi Paşa’nın tertipleri ile bu toplarda, gizlice sonradan bizim işimize yarayabilecek yerlere gönderilmiştir.İstanbul’daki depolarda bulunan silah ve cephane, hiç kimse farkında olmaksızın,daha sonra istediğimiz yerlere gönderilecek tertiplere konmuştur.”

ALLENBY İSTANBUL’DA

İngiliz Mareşali Allenby, 07 Şubat 1919 günü İstanbul’a geldi.Harbiye (Savaş) ve Bahriye (Deniz) Nazırları’nı (Bakanları’nı) İngiliz Elçiliği’ne çağırarak onlarla görüştü. Ateşkes Antlaşması hükümlerinin yerine getirilmediğinden şikâyet ederek yeni isteklerde bulundu. Ve bu iki Bakanı kovarcasına yanından gönderdi.

Allenby’nin Osmanlı Bakanlarına ayakta dinlettiği on iki maddelik ültümatom şöyledir:

1-)Altıncı Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, başka bir göreve atanacaktır.

2-)Altıncı ordunun bütün silahları alınarak, top ve tüfekleri vb. tarafımdan gösterilecek yerde bana teslim edilecektir.

3-)Tarafımdan emir verildiği anda, halkın elindeki silahlar toplanacaktır.

4-)Bölgemde hizmetlerine lüzum görmediğim Türk Jandarmalarının silahları alınarak, bunlar emrim gereğince terhis edilecektir. Bölgemdeki öteki Jandarmalar,terhislerine kadar emrim altında bulunacaklardır.

5-)Tutum ve eylemlerini hoş görmediğim memurlar, emirlerime uyarak, görevlerinden alınacaklardır.

6-)Durumun elverdiği ölçüde, Ermeniler, memleketlerine geri gönderilecektir. Bunların yerleştirilmeleri sağlanacak, arazileri ve öteki malları kendilerine geri verilecektir. Ermeniler’in memleketlerine geri dönüşüne yardımcı olmak ve uğradıkları zarar ve ziyanı belirlemek üzere gereken yerlere yollayacağım subaylarıma kolaylık gösterilecektir.

7-)Gerek cinayet, gerekse genel asayişi bozmakla suçlanan kişileri tutuklamak yetkim içindedir.

8-)Konya’nın doğusundaki bütün demir yolları denetimim altında bulunacaktır.

9-)Bölgemdeki bütün telgraf ve telefon haberleşmesi denetimim altındadır. Türkçe olarak şifre telgrafları buralarda kabul edilmeyecektir.

10-)Altıncı Ordu dağıtılacak ve askerler, haftada 300 kişilik kafilelerle memleketlerine gönderilecektir.

11-)Osmanlı memurları, Hint Ordusu’ndakiler de dahil, bütün kaçakları edeceklerdir.

12-)İstediğim yerleri işgal etmek hak ve hürriyetine sahip olduğum anlaşılmalıdır.”

Harbiye Nazırı bu teklifleri kabul etmese de Sadrazam Tevfik Paşa “Durumun gereği olarak” ültümatomun kabulünün zorunlu olduğunu bildirdi. Hakarete uğrayan her iki Nazır istifa ettiler.

İngiliz Mareşali Allenby, Altıncı Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa’yı görevinden aldıktan sonra, yerine Mustafa Kemal Paşa’yı düşündü. Bunu Harbiye Nezareti aracılığıyla teklif etti. Ama Mustafa Kemal Paşa bu teklifi kabul etmedi.

Mustafa Kemal Paşa 03 Mart 1919 tarihinde Harbiye Nazırlığı’na gönderdiği cevapta, Allenby’nin hizmetine niçin giremeyeceğini açıklayarak vatanına “Namusuyla ve fedakarca hizmet etmekle övünen” bir komutan olduğunu belirterek kimse ile bir tutulmamasını istedi.

Allenby’nin teklifini reddetmek cesaret işidir. İşte bu cesareti Mustafa Kemal Paşa göstermiştir. Ama bundan sonra her türlü karşı hareketi beklemek gerekiyordu.

Şubat ayı içinde Mustafa Kemal Paşanın Altıncı Ordu Komutanlığı teklifine karşı tutumu belli olunca, Harbiye Nazırlığı, rahatsızlık vermeye başladı. Önce fiilen görevde olmadığı için ödenekleri kesildi. Arabasını ve yaverini aldılar. Sessiz, bürokratik tacizler, Mustafa Kemal Paşa’yı yıpratmak, sinirlendirmek, hakarete varan değişimler sonucunda yıpratmak istediler. Mustafa Kemal Paşa bu küçük düşürücü hareketleri cevapsız bırakmadı. 20 Şubat 1919 tarihinde Harbiye Nazırlığı’na müracaata bulunarak yanlışlığın düzeltilmesini istedi. Ancak olumlu cevap alamadı.

Osmanlı Hükümeti’nin İstanbul’da topladığı ordu komutanlarına karşı yapılan taciz, küçük düşürücü davranışlar basın yoluyla da yapıldı. Bu yayını Hukuku Beşer gazetesi yaptı. 24 Mart 1919 tarihli gazetede Damat Ferit Paşa Hükümetine karşı yöneltilen “Gerekçeli sorular” başlığı altında bir takım sorular yayınlandı. Bu soruların üçüncüsünde,ordu komutanlarına açıktan açığa hakaret edilen satırlar şöyledir:

“Paranın sözde geçerliği olmadığı yerlerde ordu ile sivil görevlilerin gereksinimlerini sağlama sebebi ile Paralar Müdürlüğüne (Meskukat Müdüriyetice) milyonlarca altın ve gümüş akçe bastırarak kimi zaman vagon vagon ordu komutanı denilen, ulu sefillere (Yüksek Yoksullara) daha doğrusu haydut başlarına verildi.”

Bu çok ağır bir hakaretti. Ordu komutanları, adları verilerek sefil, haydut başı gibi aşağılayıcı hakaretlere uğradılar. Bu hakaretlere bir de vagon vagon teslim olunan altın ve gümüş akçelerden söz edilmekteydi. Yani, Komutanlara yöneltilen hakaretlere bir de hırsızlık eklenmekte idi.

Büyük bir bölümü İstanbul’da toplanan ordu komutanlarından birisi, yani Mustafa Kemal Paşa bu ağır hakaretlere ve yalan yayına sessiz kalmadı. Bu yayın karşısında, Harbiye Nazırlığı kendi komutanlarını korumamıştı. Yalanlar tekzip de edilmedi. Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırlığı’na bir yazı yazarak, Hukuku Beşer gazetesinde yayınlanan ve ordu ile komutanlara hakaret eden sözlere cevap verdi.

Mustafa Kemal Paşanın Harbiye Nazırlığına yazdığı yazı şöyledir:

“Bu anlatımla ordu komutanlarının alçak ve haydut başı ve dolayısı ile orduların haydut oldukları yazılmış oluyor.

Savunmalarına hiçbir zaman gerek görmeyeceğim bir takımları için taşlamada bulunmak isterken, ülke ve millet için büyük alın aklığı ve suçsuzlukla her türlü yoksulluk ve güçlüklere karşı biricik dayanağı ve namus onuru olan belli orduların komutanlarını alçak ve haydutbaşılıkla nitelemek ve sergilemek, ne büyük bir “ahlaksızlık” ve ne alçak bir “vicdansızlık”tır?

Osmanlı ordularını,onların namuslu komutanlarını böyle suçlamak yeteneği ancak ülke ve milletin yok olmasını isteyen bir alçakta bulunabilir.

Ben, Fevzi Paşa, Nihat Paşa, Yakup Şevki Paşa ilahı... gibi namus ve doğruluklarından hiç kuşkulanılmayacak ordu komutanı arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız, kendi adıma açıklarım ki, benim Anafartalarda, Suriye’de başlarında bulunmakla kıvanç duyduğum kahraman ordular, haydutlardan değil, soylu Osmanlı’nın namuslu çocuklarından kurulmuştur. O, kara çalıcı alçak şunu da kesin olarak bilmelidir ki hiçbir zaman vagon vagon altın alan haydut başlarından değilim. Bu sebeple, Birinci Dünya Savaşı içinde komuta ettiğim Anafartalar grubu,İkinci ordu, Yedinci ordu ve son olarak yıldırım orduları grubu ve kendim adına bu namussuzca suçlamayı ve suçlayanı lanetlerim.

İkdam gazetesi de 19 Nisan 1919 günü “Rütbe Düzeltme Kararnamesi”nin onaylanmak üzere Padişah’a sunulacağını ve bu kararname ile Mustafa Kemal Paşa’nın Albaylık rütbesine indirileceği haberini yayınladı.

DAMAT FERİT PAŞA HÜKÜMETİ

Tevfik Paşa, 03 Mart 1919 tarihinde Sadrazamlık’tan istifa edince, bir gün sonra, yerine Damat Ferit Paşa görevlendirildi.

Damat Ferit Paşa, siyasette tanınmış bir kişi değildi. Paris, Berlin, St.Petersburg (Leningrad) ve Londra Türk elçilikleri katipliklerinde bulundu.Padişah Vahidettin’in kız kardeşi Mediha Sultan ile evliydi.Damat Ferit Paşaya önceleri Padişah bile değer vermiyordu.Hatta onu sevmiyordu.Fakat zamanla bu düşünceleri tamamen değişti ve onu dört defa başbakan yaptı.

Bu hükümet,ilklerin hükümeti oldu.Damat Ferit Paşanın ilk hükümetiydi.İttihat ve Terakki taraftarının olmadığı ilk hükümetti. Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin kurduğu bu hükümet, İngilizler’in istekleriyle, İstanbul’da vatanseverleri tutuklamaya başladı.

Hükümet üyeleri, Mustafa Kemal Paşa’nın varlığından rahatsız olmaya başladılar. Bu sebeple Nisan ayında Onun İstanbul’dan uzaklaştırılması konusunu sesli olarak düşünmeye başladılar. Çünkü söz dinlemeyen, kendi başına hareket eden, İstanbul’da hükümetin düşüncelerine ters gelen fikirler ileri sürdüğü için bu kararı aldılar.

Bu konu hakkında Mustafa Kemal Paşa şunları anlatır: “Beni İstanbul’dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler, makul bir sebep aramakla meşgul idiler.Nihayet bu sebep,işgal kuvvetleri subaylarının raporları ile bir dosya halinde ellerine geldi.”

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MÜFETTİŞ OLARAK ATANMASI

Damat Ferit Paşa Hükümeti, Mustafa Kemal Paşanın İstanbul’da göz önünde bulunmasından huzursuz olup Anadolu’ya gönderdiler. Kaderin cilvesine bakın ki, iki ay sonra da İstanbul’a gelmesi için büyük çaba sarf ettiler.

Hükümet, Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’dan uzaklaştırabilmek için bir fırsat yakaladı. İngilizler, doğudaki asayişsizlikten şikayet ediyorlardı. Samsun ve çevresinde Türkler’in Rumlar’ı öldürdükleri dedikoduları yayılmaktaydı. İşte bu günlerde Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey, evlilik yoluyla akraba olduğu Ali Fuat (Cebesoy) Paşa aracılığı ile Mustafa Kemal Paşa ile tanıştı.Bu görüşme Ali Fuat’ın babası ve Mustafa Kemal’in ilk hamisi olan İsmail Fazıl Paşanın evinde gerçekleşmişti. Anlaşılan Mehmet Ali Bey O’ndan etkilenmişti. Ama bu etkilenmeden, ama kabine içinde alınan kararlardan olacak, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın sıkışıklığını gidermek ve İngiliz baskısını azaltmak için Mustafa Kemal Paşa’yı Ordu Müfettişi olarak atama teklifinde bulundu. Kabul edilince bunu Mustafa Kemal Paşa’ya da bildirdi. Daha sonra Dahiliye Nazırı Mehmet Ali, Bahriye Nazırı Avni Paşa ile birlikte Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret etti. Üst düzey Osmanlı görevlilerinin yanı sıra yerel Avrupalılar ile yabancıların da sık sık gittiği Beyoğlu’ndaki Cercle d’Orient kulübünde öğle yemeği yemelerini teklif ettiler.Yemekte verilecek görevi konuştular.
30 Nisan günü beklenen karar alındı. Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Sadaret (Başbakanlık) Makamı’na Mustafa Kemal Paşa’nın 9’uncu Ordu Birlikleri Müfettişliği’ne atanmasını teklif etti.

Padişah, Genelkurmay Başkanlığı’na nezaketen “Mustafa Kemal’in tayinine izin istiyorum” der ve Padişah’ın bu isteği karşısında Harbiye Nazırlığı tayin işlemini Sadrazamlık Makamı’na bildirdi. Aynı gün Padişah Vahidettin bu kararı onayladı.

Mustafa Kemal Paşa, tayini ile ilgili bilgilerden sonra karargahını kurma konusunda çalışmalara başladı. Bunlardan biri Kurmay Albay Kazım (Dirik) Bey idi. 01 Mayıs günü onu ziyaret etti. Ona görev teklifinde bulundu.

Kâzım Bey, bu konudaki hatırasını şöyle anlatmaktadır: “01 Mayıs 1919 sabahı saat on idi. Pangaltı’daki kira evimde telefon çaldı. Büyük Komutanın sesi idi.

-Kazım Bey, evde misin? Geleceğim.

-Çok taltif buyurmuş olursunuz, dedim.

Yarım saat sonra Büyük Komutan’ı büyük bir heyecanla karşıladım ve yukarı katın küçük odasına şeref verdiler. Sigarasını yaktıktan sonra, şu tarzda söze başladılar:

-Kâzım, memleketin elemli vaziyeti malumdur. Ben Anadolu’ya Ordu Müfettişi olarak çıkıyorum. Seni Kurmay Heyeti Reisi olarak almak isterim, gelir misin?

-Büyük iltifattır, minnetle gelirim.

Bu cevap yetmemiş olacak ki, devam buyurdular:

-Fakat bu işin ağırlığı büyüktür. Yarın olaylar karşısında Babıali, Halife ve Padişah ile hatta bütün İtilaf devletleri’yle karşı karşıya husumetle dövüşeceğiz. Olaylar bizim üstümüze yüklenecektir. Bütün bunları düşünerek mi söylüyorsunuz?

-Bütün bunları düşünerek ve inanarak söylüyorum. Çünkü Türk’ün başka ümidi kalmamıştır.

-O halde tamamdır. Yarın saat onda Genelkurmay Başkanlığı’nda buluşalım.”

Mustafa Kemal Paşa, bu yolla, yol arkadaşlarını bire bir görüşmelerle seçti.

Damat Ferit Paşa, 04 Mayıs günü Mustafa Kemal Paşa’nın 9’uncu Ordu Müfettişi olarak atandığını hükümet üyelerine bildirdi. Bu haber karşısında Şeyhülislam ve Adliye Nazırı, bu atamaya katılmadıklarını tavırlarıyla belli ettiler. Sadrazam da bu kararın Padişah’ın isteği ile yapıldığını söyleyerek “Padişahımızın iradelerine karşı ağız açamayacağınızdan eminim” demesinden sonra itirazcılar susmuştur.

Mustafa Kemal Paşa’nın 9’uncu Ordu Müfettişliği’ne tayin kararı 05 Mayıs 1919 günü “Resmî Gazete”de yayınlandı.

Olan olmuştu. Türk’ün kararını değiştirecek karar alınmıştı. Fransız ve özellikle İngiliz mandasını alabilmek, kendilerini onlara karşı sempatik gösterebilmek için yarışan kişilerin aldıkları bu karar, geleceğimizi bir akıntıya bırakan insanların aldığı en önemli bir karardır. Bu kararın alındığı an, talihin kırılma noktasıdır. Mustafa Kemal Paşa, bu günden itibaren Ordu Müfettişi’dir. Şimdi önemli olan, müfettişlik görevinin yetkilerini, sorumluluklarını belirlemek idi. İş bu yetkiye kalmıştı. Bu yetki Anadolu’da gerekecek, bütün kapıların açılmasını sağlayacaktı.

Aynı gün Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı çağırarak, görevi ile ilgili görüştü. Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmeyi şöyle anlatır:

“Harbiye Nazırı rahmetli Şakir Paşa, beni makamına davet etti. Bürosunun karşısına oturdum. Bir tek kelime söylemeksizin bana dosyayı uzattı:

“Bunu okur musunuz dedi?” dedi

“Dosyayı baştan sona kadar gözden geçirdim. Özet şu idi: ‘Samsun ve havalisinde bir çok Rum köyleri Türkler tarafından her gün tecavüze uğramaktadır. Osmanlı Hükümeti, bu vahşi tecavüzlerin önüne geçememektedir. Bu havalinin emniyet ve huzurunu temin etmek, insaniyet namına borcumuzdur.’ Raporlar İstanbul Hükümeti’ne verilirken bir de protesto ilave edilmişti: ‘Bu tecavüzleri men etmek lâzımdır. Eğer siz aciz iseniz vazifeyi biz üstümüze alacağız!’ Dosyayı okuduktan sonra Harbiye Nazırı’nın yüzüne baktım:

-Emriniz Paşam? Dedim.

-Bu öyle midir, zannedersiniz?
-Zannetmiyorum, fakat bir şeyler olmak ihtimali vardır.

Bunun üzerine asıl bahse geçti:

-İşte, dedi, böyle midir, değil midir? Evvela bunu meydana çıkarmak için oralara bir zatın gidip tetkiklerde bulunması lazımdır.Ben Sadrazam Paşa (Damat Ferit Paşa) ile görüştüm. Sizi münasip gördük. Oraya gidesiniz ve meselenin mahiyetini anlayasınız.

-Memnuniyetle giderim. Ancak ben oraya Türkler Rumlar’a zulmediyor mu, etmiyor mu? Yalnız bunu anlamak için mi gideceğim, memuriyetim bu mu olmak lazımdır?

-Evet, dedi. Konuştuğumuz budur!

-Pekalâ, yalnız müsaade buyurursanız, memuriyetime bir şekil vermek lazım! Sizi üzmeyeyim, arzu ederseniz Genelkurmay Başkanı ile görüşerek bunu tespit edelim.

-Hay hay! dedi.”

Mustafa Kemal Paşa odadan çıktıktan sonra Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa’yı aramış bulamayınca ikinci reis olan Kâzım Paşa’nın yanına gitmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Paşa ile yaptığı görüşmeyi şöyle anlatır:

“Dairede ikinci reis Diyarbakırlı Kâzım Paşa ile karşılaştım. Kendisine Nazır Paşa’nın bana verdiği görevden bahsettim: Malumatınız var mı?

-Hayır! dedi.

-İşte ben sana haber veriyorum! dedikten sonra;

-Kapıları kapatır mısınız? dedim. Kâzım Paşa gülerek yüzüme baktı:

-Ne oluyoruz?

Kâzım Paşa ile açık konuşarak bütün düşündüklerimi anlattım:

-Her ne sebep veya maksatla beni İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir vesile aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordum. Madem ki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz!

Kâzım Paşa: Nasıl? Dedi. Cevabımı beklemeksizin ilave etti:

-Ha... Zaten Ordu Müfettişlikleri meselesi var. Sen o taraflara Ordu Müfettişi unvanı ile gidebilirsin!

-Unvanın ehemmiyeti yok, dedim. Yalnız şimdi Harbiye Nazırı ile konuş, benden ne istiyorlar, tespit et, üst tarafını kendimiz yaparız.

Kazım Paşa, Harbiye Nazırı’nı gördü, kendisinden aldığı direktif şu idi: Maksat Samsun havalisinde Rumlar’a tecavüz eden Türkleri cezalandırmak, sonra Anadolu’da Bir takım milli teşekküller beliriyormuş, onları da ortadan kaldırmak! Mustafa Kemal’i bunun için yolluyoruz. Kendisine Sadrazam Paşa ile beraber bir selahiyetname vereceğiz. Kâzım Paşa bürosuna dönerek bana bunları izah etti.

-Çok güzel, dedim ve kapıların iyi kapalı olup olmadığına baktım.

-Yalnızız! dedi.

-Onlar ne istiyorlarsa azamisini ilave ederek bir talimatname kaleme alınız, yalnız, bir-iki noktayı ben not ettireyim.

-Peki! dedi.

Benim ehemmiyet verdiğim selahiyet meselesi idi. Mümkün olduğu kadar Anadolu’nun her tarafına emirler verebilmeli idim. İstediğim bir madde, Samsun’dan başlayarak bütün doğu illerinde bulunan kuvvetlerin komutanı olmaklığım ve bu kuvvetlerin bulunduğu illerin valilerine doğrudan doğruya emir verebilmekliğimdi.

Bir başka madde, bu mıntıka ile herhangi bir temasta bulunan askeri ve idari makamlara yazı ile emir verebilmeliydim. Kâzım Paşa’ya dedim ki:

-Onların arzularını bir araya topla. Fakat sonuna bu iki maddeyi ilave et!

Kazım Paşa yüzüme baktı: Bir şey mi yapacaksın?

-Kulağını bana uzat dedim... Evet bir şey yapacağım. Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağım.

Kâzım Paşa güldü: Görevimizdir, çalışacağız.

Dediğim gibi yazdığı talimatnameyi okudu. Sonra beni bırakarak müsveddeyi Harbiye Nazırı’na götürmek üzere odadan çıktı. Bilmem ne geçti, bu kadar az zamanda ne geçebilir, fakat Kâzım Paşa’nın söylediğine göre Sadrazam Paşa talimatnameyi imzalamayacakmış. Şakir Paşa da imza koymaktan çekinmiş, ancak bu rahmetli de vicdanî bir seziş olmak lazımdı ki, imza edemem, sözünden sonra: Mührümü basarım demiş.

-Mührünü basıyor mu? Dedim.

-Evet, hatta bana mührünü verdi ve bas, dedi.

-O halde talimatnameye Mustafa Kemal Paşa lüzum gördükçe doğrudan doğruya Sadrazam Paşa ile muhabere eder, kaydını da ilave edelim.

-Çok iyi ama, Şakir Paşa’ya okuduğum müsveddede bu kayıt yoktu.

Bununla beraber Kâzım Paşa böyle bir madde ilave ederek talimatname resmen yazıldı. Şakir Paşa’nın makam mührü basıldı. İki nüsha idi. Birini cebime koydum. Ötekini de Kazım Paşa’ya vererek: Sen de bunu dosyanda saklarsın, dedim.

Latifeli bir gülüşle, Paşam, beni torbaya mı sokuyorsunuz? dedi.

-Hayır, hayır sana şimdi yalnız teşekkür ediyorum. Bir gün bunu hatırlarız, dedim.”

Mustafa Kemal Paşa ile Genelkurmay İkinci Başkanı Kâzım Paşa’nın birlikte hazırladıkları talimatname 06 Mayıs günü Bakanlar Kurulunda görüşüldü. Bu tayin ile birlikte talimatname kabul ve tasdik edildi.

Mustafa Kemal Paşa hem işlerini takip ediyor, hem de beraber çalışacağı arkadaşlarını seçiyordu. Yirmiye yakın subay ve bir o kadarda asker seçecekti. Arkadaşı İsmet (İnönü) Beyi de ziyaret etti. Ona Sivas’da bulunan 3’üncü kolordu komutanlığı görevini teklif etti. Fakat İsmet Bey, kendisi için vaktin biraz erkan olduğunu söyledi. İsmet Bey biraz temkinliydi. Sonu bilinmeyen bir maceraya atılmak istemiyordu. İstanbul’dan ayrılıncaya kadar neler yaşayacaktı? Anadolu’da nelerle karşılaşacaktı? Bunlar bilinmiyordu. Halbuki Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evine gelenler arasında kendisi de vardı. O’nun kurtuluş fikirlerini paylaştığı arkadaşlarından birisiydi. Mustafa Kemal Paşa, bunun üzerine Albay Refet (Bele) Bey ile görüşerek aynı teklifi ona yaptı.

Bu gelişmeler ışığında Mustafa Kemal Paşa, görevlendirilmeler ve müfettişlik görevini şöyle yorumlamaktadır:

“Doğrudan doğruya emrim altında iki kolordu bulunmaktaydı. Biri, merkezi Sivas’ta bulunan 3’üncü Kolordu (Komutanı, beraberimde getirdiğim Albay Refet Bey) ... Diğeri, merkezi Erzurum’da bulunan 15’inci Kolordu idi.Komutanı Kâzım Karabekir Paşa idi...

Bu iki kolordunun doğrudan doğruya emir ve komutam altında olmasından fazla bir yetkim vardı ki, müfettişlik bölgesi civarındaki askerî birliklere dahi tebligat yapabilecektim. Keza bölgemde bulunan ve bölgeme komşu olan vilâyetlere de tebligatta bulunabilecektim.

Bu yetkiye göre, Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlik ile Diyarbakır’daki kolorduyla ve hemen hemen bütün Anadolu sivil idare amirleriyle haberleşme ve temasta bulunabilecektim.

Bu geniş yetkinin, beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından nasıl verildiği size garip görünebilir. Derhal ifade etmeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa olsun, benim İstanbul’dan uzaklaşmamı arzu edenlerin buldukları sebep, “Samsun ve dolaylarındaki asayişsizliğin yerinde görüp tedbir almak için Samsun’a kadar gitmek” idi. Ben bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda, hiçbir mahzur görmediler. O tarihte Genelkurmay’da bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezen kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetki meselesiyle ilgili talimatı da ben kendim yazdırdım. Hatta Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonra imzada tereddüt etmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir tarzda mührünü basmıştır.”

Aynı gün Paris’te bir başka kaderin bir başka ağları örülmekteydi. Paris Barış Konferansı, Yunanistan’ın İzmir’e asker göndermesine karar verdi.

Mustafa Kemal Paşa görevi ile ilgili çalışmalarını yapmaktaydı.Harbiye Nezaretine bir yazı göndererek, İtilâf Devletleri ile yapılan ateşkes antlaşmasının bir benzerinin gönderilmesini, bundan sonra verilen önemli kararların ve kendisinin de öğrenmesi gereken konuların bildirilmesini istedi. Bu istek kabul edilerek yerine getirildi.
Harbiye Nazırı Şakir Paşa, 07 Mayıs günü Sadaret Makamı’na yazdığı yazı ile 9’uncu Ordu Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal Paşa ile ilgili olarak mülki makamlara gerekli emirlerin verilmesini istedi.

MÜFETTİŞLİK TALİMATI

Bakanlar Kurulu kararı olan müfettişlik görev yazısı ile birlikte talimatnamesi de 07 Mayıs günü Mustafa Kemal Paşa’ya verildi.

Mustafa Kemal Paşaya verilen “Talimat Sureti”şöyledir:

“SURET”

Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişliği’ne verilecek Talimat Sureti’dir.

Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişliğine ait görevler yalnız askeri olmayıp;müfettişliğin kapsadığı bölge dahilinde,aynı zamanda mülkidir.

1-) İşbu müşterek görevler şunlardır:

A-Bölgede iç güvenliğin sağlanarak ve bu asayişsizliğin doğma sebeplerinin tespiti.

B-Bölgede, ötede, beride dağınık bir halde varlığından söz edilen silah ve cephanenin bir an önce toplatılarak uygun yerlerde toplanması ve muhafaza altına alınması

C-Çeşitli yerlerde bir takım komitelerin bulunduğu, bunların asker toplamakta oldukları ve ordunun resmi olmayan bir şekilde bunları koruduğu ileri sürülüyor. Böyle komiteler mevcut olup, asker topluyor, silah dağıtıyor ve ordu ile de münasebette bulunuyorlarsa, kesinlikle men edilerek, bu çeşit bağımsız komitelerinde kaldırılması.

2-)Bunun için:

A-İki Tümenli olan Üçüncü ve Dört Tümenli olan On Beşinci Kolorduları, Müfettişlik emrine verilmiştir. Bu Kolordular, harekât ve güvenlik hususlarını doğrudan doğruya Müfettişlikle günlük işleri, yani özlük işleri ve mühimmat gibi hususlarda ise geçmişte olduğu gibi Harbiye Nezareti ile haberleşecektir.

Tümen veyahut bölge komutanlığına veya özel bir göreve atanacak subayların atanma ve yer değiştirmeleri, Müfettişliğin lüzum ve yarar görerek diğer konularda da verdiği talimatı Kolordu Komutanlıkları olduğu gibi uygulayacaklardır. Özellikle sağlık konuları çok önemlidir. Bu yoldaki inceleme ve uygulamaların halka da yaygınlaştırılması gerekir.

B-Müfettişlik bölgesi Trabzon, Erzurum, Sivas, (Hakkari dahil) Van İlleriyle Erzincan ve Canik (Samsun) Müstakil livalarını içine aldığından Müfettişliğin yukarıda sayılan görevleri yerine getirebilmesi için vereceği bütün talimatı bu vilayetlerle mutasarrıflıklar (Erzincan ve Samsun gibi) doğrudan doğruya yerine getireceklerdir.

3-)Müfettişlik sınırına komşu vilayetler ve bağımsız livalar, Diyarbakır (Mardin ve Siverek dahil), Bitlis (Muş, Siirt ve Şırnak dahil), Elazığ (Harput)-Malatya-Adıyaman-Bingöl ve Güney-Tunceli dahil, Ankara, Kastamonu vilayetleri ile Kolordu Komutanlıkları da Müfettişliğin görevini yerine getirmesi sırasında doğrudan doğruya yapılacak başvuruları dikkate alacaklardır.

4-)Müfettişliğin askeri konularda başvuracağı makam Harbiye Nezareti olmakla beraber, diğer konular için ilgili makamlara (Sadaret ve öteki Nezaretler gibi) haberleşecek ve bu haberleşmeden Harbiye Nezareti’ne de bilgi verecektir.07 Mayıs 1919
Harbiye Nazırı Şakir”

Mustafa Kemal Paşa, görevi ile ilgili çalışmalara devam etti.İstanbul’dan ayrılmadan önce öğrenmek istediği bilgileri almak amacıyla Sivas iline, Canik (Samsun) Mutasarrıflığı’na ve Sivas’taki 3’üncü Kolordu Komutanlığı’na birer şifre gönderdi. Onlardan buralardaki çetelerin durumları hakkında bilgi istedi: “Bu bölgede faaliyette bulunan eşkıya çetelerinin İslam, Gürcü, Rum ve Ermeni olduklarına göre sayıları ve etkili oldukları bölgeler neresidir? Reislerinin adları nedir? Ne gibi silahlarla donatılmış ve ne vakitten beri eşkıyalık yapmaktadırlar? Bunların hepsi yurt içinde mi kurulmuş veya dışarıdan mı gelmiştir? Bu eşkıyalık siyasi amaçlarla mı, yoksa soygunculuk, yol kesme gibi yalnız kişisel ve özel amaçlara mı dayanmaktadır. Bu gibiler, mülkî ve askeri makamlar arasında yapılan muhabere ile doğruya yakın olarak belilenecek ve kolordu Komutanı Albay Selâhattin Bey, bu bilgiyi kısa ve yararlı bir halde Samsun’da bana verecek.”

İki gün sonra da Müfettişlik Karargahı ile ilgili isteklerini Harbiye Nazırlığı’na bildirdi. Samsun’daki Üçüncü Kolordu Komutanlığı’na da Cuma günü İstanbul’dan ayrılarak Samsun’a geleceğini ve beraberindeki subay ve erlere kalacak yerlerin hazırlanmasını istedi.

MUSTAFA KEMAL PAŞA DAMAT FERİT İLE GÖRÜŞTÜ

Mustafa Kemal Paşa’nın Müfettişlik görevi ile ilgili bütün işlemler tamamlandı..Her an hareket ederek İstanbul’dan Samsun’a doğru yol alabilecekti. Ancak, İngilizler sürekli olarak Sadrazam Damat Ferit’i sıkıştırıyorlardı. Bu sebeple o da Mustafa Kemal Paşa’yı bir an önce Anadolu’ya göndererek rahat bir nefes almak istiyordu.

Damat Ferit Paşa, 14 Mayıs günü Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa ile Mustafa Kemal Paşa’yı yemeğe çağırdı.Yemekten sonra ortasında genişçe bir masa bulunan bir odaya geçiyorlar, henüz ayakta dururken Ferit Paşa diyor ki: “Bir harita getirtsek de, Müfettiş Paşa onun üzerinde bana bilgi verse...” Masanın üzerine bir harita açılıyor. Damat Ferit ile Mustafa Kemal haritanın başında karşı karşıya, Cevat Paşa da Mustafa Kemal’in yanında.

Mustafa Kemal, Damat Ferit’e soruyor:

-Hangi açıdan açıklama talep ediliyor?

-Mesela, diyor, Samsun havalisinde ne yapacaksınız?

-Samsun havalisinde yapılması istenen iş, o havali Rumlar’ının başladığı gerillayı bastırmaktır.

Mustafa Kemal anlatıyor: Bu soruya doğru cevap vermek benim için güçtü. Bunu itiraf ederim. Fakat hiç tereddüt etmeden şu kelimeler ağzımdan döküldü:

-Efendim, dedim. İngiliz raporlarında meselenin biraz mübalağa olduğuna hükmediyorum. Fakat ne de olsa, yerinde yapılacak incelemelerden sonra, icap eden en iyi tedbirler alınabilir. Merak buyurmayınız.

Bu sözlerden sonra Mustafa Kemal, Cevat Paşa’nın gözlerine bakıyor. Aynı zamanda Sadrazam da gözlerini Paşa’ya çevirmiş bulunuyor.

-Ne dersiniz? diyor.

Cevat Paşa çok tabii bir dil ile:

-Öyledir efendim diyor. Böyle işler mahallinde hallolur. Şimdiden kat’i ne söylenir?

Hiç memnuniyet göstermeyen Sadrazam kafasında daha büyük bir endişeyi halletmek sorusu sanki ifade bulabilmek için şekil arıyordu. Birden oldukça heyecanlı bir seda ile soruyor:

-Pekala, siz bana harita üzerinde komutanızın kapsadığı mıntıkayı gösterir misiniz?

Mustafa Kemal, Sadrazam’ın vesveseye düştüğü noktayı derhal keşfetmişti. Cevap veriyor:

-Efendim, henüz ben de pek iyi bilmiyorum. Belki takriben... (Harita üzerine elini koyarak) İhtimal şu kadar bir parça... diyerek bazı vilâyetleri eli ile işaret ediyor. Bu defa daha manalı bir tarzda Cevat Paşa’ya bakıyor. O da Sadrazam’ın vehmini anlamıştı. Mustafa Kemal elini kaldırırken Cevat Paşa ilave ediyor:

-Efendim, mıntıkanın ehemmiyeti yoktur. Paşa, bittabi o mıntıkada kuvvete komuta edecektir. Zaten nerede kuvvet kaldı ki?...

Cevat Paşa cümlesini tamamlarken durumun önemsiz olmadığını ima etmek ister bir tavır ile haritanın bulunduğu masadan uzaklaşır gibi oluyor. Mustafa Kemal, içinden Cevat Paşa’ya teşekkür ediyor. Generalin bu sözleri Sadrazamı tatmin etmiş görünüyordu. Her biri birer koltuğa çekiliyor.

Sadrazam Mustafa Kemal’e soruyor:

-Ne zaman hareket edeceksiniz?

-Ne zaman emir buyurulursa... Ben harekete hazırım.

-Zatı Şahaneyi (Padişah) ziyaret ettiniz mi?

-Hayır, irade buyrulmadı.

-İrade buyruldu. Ben tebliğ ediyorum. Yarın kendisini ziyaret ediniz.

Ayrılmak zamanı geliyor. Sokağa çıkan iki davetli, Mustafa Kemal ve Cevat Paşa kol kola yürüyorlar karanlıkların içerisinde... Nişantaşı caddesinin piyade kaldırımı üzerinde Teşvikiye’ye doğru sıkı adımlar ile ilerleyen bu iki arkadaştan biri ötekine, pek samimi bir şekilde soruyor:

-Bir şey mi yapacaksın Kemal?

-Evet bir şey yapacağım.

-Allah başarılar versin.

-Mutlaka başarılı olacağız!...

İstanbul’da bu gelişmeler olurken İzmir’de kazan kaynıyordu. Günlerden beri Yunan kuvvetlerinin İzmir’i işgal edeceği konuşuluyordu. Buradaki vatanseverler işgale karşı çıkmak için İzmir’de bir “Reddi İlhak Heyeti” kurdular. Reddi ilhak Heyeti, İzmir’in ve çevresinin Yunanlılar tarafından işgal edileceğini bütün Belediye Başkanlıklarına bildirdi.15 Mayıs günü büyük bir miting düzenlemek istediler. Ama bunu gerçekleştiremeden Yunan kuvvetleri İzmir’i işgal ettiler.

MUSTAFA KEMAL, FEVZİ VE CEVAT PAŞALAR GÖRÜŞTÜ

İngilizlerin baskılarına dayanamayarak Genelkurmay Başkanlığı görevinden istifa eden Fevzi (Çakmak) Paşa,15 Mayıs günü Genelkurmay Başkanlığı’na giderek Cevat Paşa’yı ziyaret etti. Ülkenin içinde bulunduğu durumu görüşerek bazı kararlar aldılar. Görüşme sürerken Mustafa Kemal Paşa da ziyarete geldi. Görüşmeye üçü birlikte devam ettiler.

Mustafa Kemal Paşa, “Ben de bu gibi kararları uygulamak için gidiyorum. Buradan verilecek emirlerinizi dinleyeceğim. Kahraman milletimin bağrında hayatımı feda edinceye kadar çalışacağım” dedi.

Birlikte ayağa kalktılar. Fevzi ve Cevat Paşalar, Mustafa Kemal Paşa ile vedalaştılar. Aldıkları karar yolunda durmadan çalışacaklarına and içtiler. Üç Generalin aralarındaki anlaşmanın metni şöyleydi:

1-) Zaten kararlaştırılmış olan üç Ordu Müfettişliğinin bir an önce kurulmasıyla, ordunun emir ve komutasının düzenlenmesi.

2-)Mümkün olduğu kadar silah ve mühimmatın çok miktarda Anadolu’da toplanması; İtilâf Devletleri’ne teslim edilmemesi.

3-)İstanbul Hükümeti, tamamıyla işgal kuvvetlerinin elinde tutsak olduğundan, buradan verilecek emirlerin yerine getirilmemesi için Anadolu’da bir millî irade kurulması.

4-)Millî coşkudan faydalanarak Kuva-yı Milliye Teşkili ve millî yönetimin buna dayatılması.

5-)Artık, sürekli savunmada kalınmayarak, saldırgan düşmanlarımıza karşı taarruza geçilmesi.

MUSTAFA KEMAL PAŞA BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ’NDE

Mustafa Kemal Paşa Genelkurmay’dan ayrıldıktan sonra Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan arkadaşlarını ziyaret etti. Bu ziyaret hem anlam yönünden, hem de cesaret açısından çok önemlidir. Burada tutuklu bulunan arkadaşları, İngilizler’in isteği, İngilizler’e yaranmak amacında olan Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin baskılarıyla Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kurulmasından sonra tutuklanan milliyetçi subay ve aydınlardı. Bunlardan birisi de Dr.Tevfik Rüştü (Aras) idi.

Dr.Tevfik Rüştü Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşlarından biriydi ve dostlukları İttihat ve Terakki’den başlıyordu. O günleri Tevfik Rüştü Aras şöyle hatırlıyordu: “Atatürk’le tanışmamız çok eski. İttihat ve Terakki’de beraber çalıştık.”

Doktor Tevfik Rüştü’ye göre Atatürk’ün en önemli niteliği “vefakâr” olmasıydı. Bunu Tevfik Rüştü Aras şöyle anlatıyor:

“1918 Şubat’ında İstanbul’da güvenliği sarsmak suçundan tutuklanmıştım. O zaman böyle şey yapmamıştım, ama sonraları çok yaptım. Beni bir odaya hapsettiler. Oradan da Bekirağa Bölüğü’ne götürüldüm. Fethi Okyar Bey de tutuklanıp, oraya götürülmüştü.

Mustafa Kemal, Samsun’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılacağı günlerde bizi Bekirağa Bölüğü’nde ziyaret etmişti. Bu büyük bir cüretti.

Çünkü o sıralarda bizi ziyarete gelmek, çıkarken hapishane kapısının kendisine de kapanması demekti. Atatürk, bunu yapmış ve bize Samsun’a gittikten sonra neler yapılacağını da anlatmıştı.”

PADİŞAH VAHİDETTİN İLE GÖRÜŞTÜ

Mustafa Kemal Paşa 15 Mayıs 1919 günü ziyaretlerine devam etti. Daha sonra Padişah’ın huzuruna gitti. Padişah Vahidettin, Mustafa Kemal Paşa’ya, “Paşa şimdiye kadar devlete çok hizmetler ifa ettin. Bunların hepsi (Tarih kitabını göstererek) bu kitaba geçmiştir. Şimdi yapacağın hizmetler hepsinden daha önemli olabilir. Devleti kurtarabilirsin” dedikten sonra üzerinde kendi resmi işlenmiş olan altın bir saati Mustafa Kemal Paşa’ya hediye etti.

MUZAFFER (KILIÇ) VE REFET (BELE) BEYLER

Mustafa Kemal Paşa, Teğmen Muzaffer (Kılıç) Bey’e “Çocuk, annen ve kardeşlerinle vedalaş, Anadolu’ya mücadele için gittiğimizi ve başarılı oluncaya kadar dönmeyeceğimizi bilmelerini isterim.” dedi.

Refet (Bele) Bey’de Mustafa Kemal Paşa’nın davetini kabul ederek kafileye katılanlardandı. Refet Bey olayı şöyle anlatmaktadır:

“Bir gün bir haber geldi: Mustafa Kemal Paşa ertesi gün Samsun’a gidecekti. Benim de gelmemi istiyordu. Derhal şehre indim, İngilizler’le görüştüm. Ancak onlar, İngiliz işgal kuvvetlerinden Anadolu’da mevcut silahları toplamak gerekçesiyle izin almışlardı. Benim ise böyle bir iznim yoktu. Ama ben kararımı vermiştim bir kere, Atatürk’e haber gönderdim. “Yarın 18 hayvanımla beraber vapura bineceğim...”

Gerçekten ertesi gün hayvanları rıhtıma naklettirip bindirdim. Kendim de ambarda sigaramı tüttürüp vapurun kalkmasını bekledim. Atatürk’ün yaveri yanıma geldiği zaman şaşırmıştı. Bu arada şunu öğrenmiştim ki, arkadaşlar Rauf Bey vapurun Boğaz’dan çıktıktan sonra batırılacağını duymuş, bunu da Atatürk’e söylemişti. Atatürk’ün söylentiye dayanan bu ihbarlara inandığı anlaşılıyordu. Halbuki benim kanaatime göre asıl önemli olan Boğaz’ın dışı değil, Boğaz’dan çıkıncaya kadarki mesafe ve süre idi. Nitekim bunu vukuatsız geçirdik.

16 MAYIS 1919

Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919 günü Selâmlık ziyaretinde bulundu. Padişah’a veda etti. Daha sonra Şişli’deki evinde annesi Zübeyde Hanım ve kardeşi Makbule Hanım ile vedalaştıktan sonra Rauf (Orbay) Beyle birlikte Tophane rıhtımına geldi. Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya, bineceği vapurun batırılacağını duyduğunu söyledi. Mustafa Kemal Paşa vedalaşmayı şöyle anlatmaktadır:

“İstanbul’u terk etmek üzere, evimden otomobile bineceğim sırada, Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun takip olunacağını ve İstanbul’da iken tevkif edemediklerine göre, belki de Karadeniz’de batırılacağını emin bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben İstanbul’da kalıp tevkif olunmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim. Ve hareket ettim. Kendisine de eninde sonunda İstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa, benim yanıma gelmesini söyledim.”

MÜFETTİŞLİK KADROSU

Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’le vedalaştıktan sonra beraberindeki subay ve erler ile birlikte Bandırma vapuruna bindiler. Müfettişlik görev yeri olan Samsun’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldılar.

Bandırma Vapurunun Kaptanı Ali Rıza (Durusu) idi.

Mustafa Kemal Paşanın Müfettişlik karargahında şu kişiler yer almaktaydı:

Dokuzuncu Ordu Kıtaları Müfettişi Mustafa Kemal Paşa.

Kurmay Başkanı Albay Mânastırlı Kazım (Dirik) Bey,

Sıhhiye Müfettişi Albay İbrahim Tali (Dr. Öngören) Bey,

Kurmay Yarbay (Ayıcı lakaplı, Adanalı) Arif Bey,

Kurmay Binbaşı Hüsrev (Gerede) Bey,

Topçu Müfettişi Binbaşı Kemal (Doğan) Bey,

Sıhhiye Müfettiş yardımcısı Binbaşı Refik (Saydam) Bey,

Yaver Piyade Yüzbaşısı Cevat (Abbas Gürer) Efendi,

Piyade Yüzbaşısı Mümtaz Efendi,

Piyade Yüzbaşısı İsmail Hakkı Efendi,

Tabip (Doktor) Yüzbaşı Behçet Efendi,

Piyade Teğmen Hayati Efendi,

Piyade Teğmen Arif Hikmet Efendi,

Yaver Topçu Asteğmen Muzaffer (Kılıç) Efendi,

Topçu teğmen Abdullah Efendi,

Adli Müşavir Ali Rıza Bey,

Tabur Hesap memuru Rahmi Efendi,

Tabur Hesap memuru Ahmet Nuri Efendi,

İkinci sınıf memur Faik Efendi,

Zabit vekili Tahir Efendi,

Dördüncü sınıf memur Memduh Efendi,

Ayrıca Müfettişlik Karargâhına dahil olmak üzere 5 Çavuş, 3 Onbaşı ve 17 er olmak üzere 25 kişi de Samsun’a gelmişlerdi.

Mustafa Kemal bu kadrodan Refet, İbrahim Tali, Mehmet Arif, Hüsrev, Kemal, Refik, Cevat Abbas, Asli Şevket, Mustafa Sabri ve Muzaffer Beyler olmak üzere 10 kişiyi Türiye Büyük Millet Meclisi’ne seçtirmiştir.

YOLCULUK

Bandırma Vapuru hareket edeceği zaman İtilâf Devletleri’nin denetim görevlileri gelerek Bandırma Vapuru’nda yoklama yaptılar.

Osmanlı Harbiye Nazırlığı’ndaki İngiliz İrtibat Subayı John G.Bennett, Mustafa Kemal Paşa ile maiyetinin yol iznini imzalamadan önce tereddüt etti, ama üstleri kendisine, Mustafa Kemal’in Sultan’ın güvenini kazanmış olduğunu söylediler. Gemi limandan ayrılmadan önce İtilâf Devletleri’nin denetim görevlileri kaçak malzeme olup olmadığını kontrol ettiler. Kontrol sırasında Mustafa Kemal’in, “Ahmaklar! Biz kaçak eşya ve silah götürmüyoruz. Bunlar bir milletin istiklâl aşkını ve mücadele azmini takdir edemezler. Bütün güvendikleri maddi kuvvettir” diye bağırdığı anlatılır.

Mustafa Kemal Paşa ile Bandırma Vapuru’na binen Teğmen Muzaffer (Kılıç), hatıralarında işgal kuvvetleri arasında yol aldıklarını kaydetmiştir.

Muzaffer Kılıç’ın 19 Mayıs 1960 tarihli Zafer gazetesinde yer alan hatıra defterinden nakledilen satırlar şunlardır:

“16 Mayıs 1919

Dördü kırk geçe... Bandırma Vapuru ile hareket ettik. Vapurumuz Kızkulesi açıklarında İtilâf Zabıtası tarafından kontrol edildi. İşgal kuvvetleri vapurumuzda silah arıyorlardı. Bunun üzerine Atatürk, Dolmabahçe sarayı önüne dizilmiş olan düşman zırhlılarına gözlerini dikerek dedi ki:

-Bunlar bir milletin İstiklâl aşkını ve mücadele azmini takdir edemezler. İşte bütün güvendikleri bu maddi kuvvetlerdir.

Diyerek zırhlıların toplarını gösterdi. Vapurumuz hareket ederek Boğaza doğru giderek İstanbul’a veda ettik. Kavaklar önünde deniz kabardı.

Mustafa Kemal Paşa İstanbul’dan ayrılırken, memleketimiz İtilâf birlikleri tarafından yer, yer işgal edilmiş, Padişah ve Hükümet kontrol altında, ordumuz dağıtılmaya başlamıştı. Bunlara karşı gelmek ise akıl dışı bir düşünce idi.

Mustafa Kemal Paşa, o günkü durumumuzu şöyle anlatmaktadır:

“Düşman devletler, Osmanlı Devlet ve memleketine maddi ve manevi tecavüz halinde. Yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan zat, hayatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı halde, farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve meçhuller içinde, olacakları beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını idrake başlayanlar, bulundukları çevre ve hissedebildikleri tesirlere göre kurtuluş çaresi sandıkları tedbirlere sarılmakta. Ordu ismi var, cismi yok bir halde. Komutanlar ve subaylar dünya savaşının bunca çile ve sıkıntılarıyla yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görmekte içleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında dimağları çare kurtuluş çaresi aramakla meşgul!...

Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu Padişah’ın hıyanetinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği dinden ve gelenekten gelen bağlarla, itaatli ve sadık. Millet ve ordu, kurtuluş çaresini düşünürken, yüzyıllardır devam edegelen alışkanlığın tesiriyle kendisinden önce, Yüce hilafet ve Saltanat makamının kurtarılmasını ve ona tecavüz edilmemesini düşünüyor. Halifesiz ve Padişahsız kurtuluşun manasını anlamak kabiliyetinde değil... Bu inanca aykırı fikir ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain, alçak olur...

Diğer önemli noktayı da belirtmek lazımdır. Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek esas sayılmaktaydı. Bu devletlerden yalnız birisiyle dahi başa çıkılmayacağı vehmi hemen bütün dimağlarda yer etmişti. Osmanlı devletinin yanında, koskoca Almanya, Avusturya, Macaristan varken, hepsini birden mağlup eden, yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında tekrar onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu zihniyette olan yalnız halk tabakası değildi; bilhassa yüksek tabaka denilen insanlar böyle düşünüyorlardı.

O halde kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. Bir defa, İtilâf Devletleri’ne karşı düşmanca tavır alınmayacaktı ve Padişah ve Halifeye canla başla ve sadık kalmak şart olacaktı.”

Yolculuğun ikinci günü sakin geçmektedir. Teğmen Muzaffer (Kılıç) Bey, yolculuk hakkında şu bilgileri vermiştir:

Muzaffer Kılıç’ın 19 Mayıs 1960 tarihli Zafer gazetesinde hatıraları şöyledir:

“17 Mayıs 1919 Cumartesi.

Dalgaların sarsıntısı hala devam ediyor. Esasen vapur pek küçük ve eski. Paşa ile İbrahim Tali hariç herkesi deniz tutmuştu. Paşa böyle bir anda kaptanın yanına giderek geminin rotasını değiştirdi. Bunu bir sebebe dayanarak yapmıştı. Çünkü bir İngiliz torpidosunun Bandırma Vapuru’nu takip etmek ihtimali olduğu, hareketimizden evvel duyulmuştu. Mustafa Kemal’in kararı şu idi: Eğer bir torpido bizi tevkif etmek isterse, ona rampa edilerek, teslim olunmayıp mücadele edilecekti.

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’dan ayrılmadan önce Refet (Bele) Bey’in Sivas’da 3’üncü Kolordu Komutanlığı’na atanmasını istemişti. Bu istek 17 Mayıs günü gerçekleştirildi. 20 Mayıs günü de Resmî Gazete’de yayınlandı. Yine aynı gün, Refi Cevat (Ulunay) Bey, Alemdar gazetesinde Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan ayrılışını birinci sayfadan yayınladı.

Bandırma Vapuru yolcuları 18 Mayıs günü Sinop’a geldiler. Mustafa Kemal Paşa, iskeleye çıkarak Sinoplular’la görüştü. Buradan Samsun’a karayolu olup olmadığını sordu. O günlerde Sinop ile Samsun arasında karayolu olmadığı için Mustafa Kemal Paşa bu düşüncesini gerçekleştirememiştir. Tekrar Vapura dönerek Samsun’a hareket ettiler.

Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler Samsun yolunda iken, o günün şartlarında bazı insanlarımız, devletimizin ve milletimizin kurtuluşunu büyük devletlerin himayesinde, bazıları da mahalli mücadelelerde görmekteydiler. Büyük devletlerin himayesi derken, özellikle İngiltere’nin himayesi öne çıkmaktaydı. Sadrazam ve hükümet üyeleri ile Hürriyet ve İtilâf Partisi bu himaye için İngiliz görevlilerin arkasından koşmaktaydılar. Onlara, nasıl bir İngiliz sever olduklarını ispatlama gayretindeydiler. Bunlar İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyetini kurmuşlardı. İkinci olarak, Amerikan mandasını isteyenler vardı.Bunlar Wilsoncular Cemiyetini kurmuşlardır. Bunların temel amacı, Osmanlı Devleti’ni bir bütün olarak korumak istiyorlardı. Topraklarımızın çeşitli galip devletler arasında paylaşılması yerine tek bir manda veya himaye ile bütünlüğü korumak düşüncesini taşıyorlardı. Üçüncü olarak mahalli kurtuluş çarelerine başvurulmaktaydı. Bu insanlar, kendi yaşadıkları toprakların işgalini önlemek, savunmak, korumak düşüncesindeydiler. Bu insanlar değişik yerlerde Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetleri kuruyorlardı. Sadece Mustafa Kemal Paşa ve pek az sayıda arkadaşı, bu üç düşüncenin dışındaki bir yol ile kurtuluşun bir mücadele sonucunda elde edileceğine inanmaktaydılar.

Sadrazamlık makamı 18 Mayıs günü Harbiye Nezaretine gönderdiği yazı ile Ordu Müfettişi Tuğgeneral Mustafa Kemal ile ilgili gerekli emirlerin verildiğini bildirdi.

S A M S U N

Günlerden 19 Mayıs 1919. Uzaktan Samsun sahilleri görünmektedir. Kıyıda büyük bir kalabalık Bandırma Vapurunu beklemektedir. Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler Samsun’a geldiler. Samsunlular gelenleri coşkuyla karşıladılar. Karşılayanlar arasında bulunan yabancılar, yüz ifadelerinden tanınabilmekteydi.

Tuğgeneral Mustafa Kemal, İzmir’in kanlı işgalinden dört gün sonra Samsun’a geldi. Şehir, Rum ayrılıkçı hareketini himaye eden İngiliz kuvvetlerinin işgali altındaydı. Rumlar, Pontus hayalinde, Karadeniz kıyısındaki eski sınırları içinde yeniden canlandırma umudunu taşımaktaydılar.

Rıhtımda büyük bir kalabalık geminin yanaşmasını bekliyordu. Halkın, milliyetleri yüzlerindeki ifadelerden anlaşılabilirdi. Rumlar mutluluklarını gizleyemiyorlardı. Irklarına has hayal gücü ile “Büyük İdeal”in, Yunan İmparatorluğunun (!) yeniden doğuşunun şimdiden gerçekleştiği rüyasını görür gibiydiler. Çünkü İzmir ve Ege Bölgesi Yunanistan’ın eline geçiyordu. Samsun’dan Trabzon’a kadar olan bölgede de Pontus Devleti kurulacaktı. Bu hedefe adım adım ilerliyorlardı. Bu sebeple sevinçlerini gizleyemiyorlardı. Türkler ise kederli, endişeli duruşlarından, tedirgin, meraklı bakışlarından fark edilebilirlerdi. Onun, Gelibolu’da Müttefikleri yenen adam olduğu söylentisi yayılmıştı. Büyük bir vatansever ve iyi bir inanmış deniyordu. Padişah’ın temsilcisi olarak gelmekteydi ve onun yaveriydi.

Samsun’daki hava da İstanbul’daki gibi nefes alınmayacak kadar boğucu idi. Mustafa Kemal tedirgin olmuştu. Kendisini, İngiliz Enteliyan serisinin ve saray casuslarının gözü altında hissediyordu. Samsun’a Yunanlılar ve Müslüman olmayanlar hakim bulunmaktaydı ve güçlü olan onlardı.

Tuğgeneral Mustafa Kemal, doğruca kendisi ve arkadaşları için hazırlanan Mıntıka Palasa yerleşti. Burası, iki katlı taş bir yapıydı. Mustafa Kemal’in Samsun’a geleceği, İstanbul’dan telgrafla Mutasrrıfa duyurulunca bu bina hazırlanmıştı. Mustafa Kemal o gün ve ertesi günler hep bu otelde kaldı. Çalışmalarını burada sürdürdü. Samsun’a geldiğinin ilk günü, emrindeki Valilikler ve Kolordu Komutanları’ndan bölgenin asayiş durumunu sordu.

Tuğgeneral Mustafa Kemal, Samsun’a çıktığı andaki genel durumuzu şöyle anlatmaktadır: “1919 Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve manzara: Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu grup, Dünya savaşında yenilmiş. Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes antlaşması imzalamış. Büyük Savaş’ın uzun yıllar boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde, milleti ve memleketi Dünya Savaşı’na sokanlar, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında bulunan Vahidettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını emniyete alabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta, Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir duruma razı.

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilâf Devletleri, ateşkes antlaşmasının hükümlerine lüzum görmüyorlar. Birer vesileyle İtilâf Donanmaları ve askerleri İstanbul’da, Adana İli Fransızlar, Urfa, Maraş, Gaziantep İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri birlikleri. Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ve ajanlar faaliyette. Nihayet, başlangıç kabul ettiğimiz tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da İtilâf Devletleri’nin uygun görmesiyle Yunan ordusu İzmir’e çıkartılıyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında, Hıristiyan azınlıklar gizli açık millî emel ve maksatlarını gerçekleştirmeğe, devletin biran evvel çökmesine çalışıyorlardı.

Sonradan elde edilen bilgiler ve vesikalarla iyice anlaşıldı ki, İstanbul Rum Patrikhanesinde teşekkül eden MAVRİ MİRA Cemiyeti, İller dahilinde çeteler kurmak ve idare etmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç’ı, Göçmen İşleri Komisyonu (Resmî Muhacirin Komisyonu), Mavri Mira Cemiyeti’nin faaliyetlerini kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Cemiyeti tarafından idare olunan Rum okullarının izci teşkilâtları, yirmi yaşından büyük gençler de dahil olmak üzere, her yerde kuruluyor. Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Cemiyeti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da, tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor.

Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde teşkilât kurmuş ve İstanbul’daki merkeze bağlı olan Pontus Rum Cemiyeti rahatça ve başarıyla çalışıyor.”

Tuğgeneral Mustafa Kemal’in asıl dehası, Samsun’a çıktığı günden itibaren Türk milletinin istiklâl iddiasında olduğunu sezişindedir.

Mustafa Kemal, kurtuluşun en önemli cevherini Türk milletinde bulmuştur. Bunu sonuna kadar bir “Millî sır” olarak saklamıştır:

“... Ben milletin vicdanında ve istikbalinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün cemiyetimize tatbik ettirmek mecburiyetindeydim.”

Refet Bey, Samsun’a gelince, buradaki kuvvetlerin komutanlığını üstlendi. Refet Bey, olayı şöyle anlatmaktadır:

“O çevredeki Kolordu’nun başına o sırada bir albay tayin edilmişti ki, sonradan paşa olan, Millî Mücadele’ye katılan bu zatın bize karşı olduğu ve hattâ emrindeki birliklerle civar birlikleri ayaklandırmak üzere harekete geçtiği biliniyordu. Anadolu’ya ayak basar basmaz ilk işim bu Kolordu’ya el koymak oldu. Kendimi komutan tayin edip, gittim makama oturdum.”

Tuğgeneral Mustafa Kemal, Samsun’a geldiği zaman, içinde bulunduğumuz durumdan kurtuluş için “...bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!” kararında idi. Bu karar için parola “Ya istiklâl, ya ölüm!” idi. Mustafa Kemal, bu kararını şöyle açıklamaktadır:

“... Hakikat şu ki, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da paylaşılmasını sağlamağa çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun istiklâli, Padişah, Halife, hükümet, bunların hepsi manası kalmamış bir takım boş sözlerden ibaretti.

Neyin ve kimin korunması için,kimden ve ne yardım sağlanmak isteniyordu?

O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?

Efendiler; bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!..

İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.

Bu kararın dayandığı en kuvvetli muhakeme ve mantık şuydu:

Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemez.

Yabancı bir devletin himaye ve efendiliğini kabul edecek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, aciz ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten, bu seviyesizliğe düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

Halbuki Türk’ün haysiyeti ve gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir !..

Öyleyse ya istiklâl, ya ölüm !

İşte hakikî kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktı.

Bir an için bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik!

Peki efendim. Diğer kararlara boyun eğme halinde netice bunun aynı değil miydi?

Şu farkla ki, istiklâli için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz esirlik zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran dost ve düşman gözündeki mevkii farklı olur.”

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a gelip, istirahata çekildiği binada çalışmalarını sürdürdü. Burada yaptığı ilk işlerden biri, kendi bölgesindeki valilere, komutanlara ve mutasarrıflara bir genelge göndererek, bilgi istedi.

Sivas, Van, Erzurum, Trabzon, Ankara, Kastamonu, Elazığ ve Diyarbakır Valilikleri’ne, Erzurum’da 15’inci, Ankara’da 20’nci Kolordu Komutanlıkları’na, Erzincan Bağımsız Mutasarrıflığı’na gönderilen şifrede şunlar yazılıdır:

“Samsun’da birkaç gün kalacağım.Yurt güvenliği konusunda yüksek bilgi ve düşüncelerinizle varsa eşkıyalığın doğuşu ve nedenleri ve gücü ve önlenmesi için alınan girişimler konusunda ivedilikle ve kısa olarak bilgi vermenizi dilerim.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığında Amerikan Elçisi olan ve kendisiyle uzun konuşmalar yapan General Sherill’e gör “Tarih, bir taraftan Yunanlılar’ı İzmir’e çıkarırken öbür taraftan onlara karşı koyacak Mustafa Kemal’i Samsun’a getiriyordu. Bu dramda, Yunanlılar’ı İzmir’e gönderen Lloyd George ve Mustafa Kemal’i Anadolu’ya tayin eden Vahidettin adındaki iki kukla talihin aleti olmuşlardır. Vahdettin Mustafa Kemal’i Samsun’a Ordu Müfettişi olarak göndermekle, başkenti, arzu edilmeyen şahsiyetinden kurtarmayı düşünmüştür.”





MUSTAFA KEMAL ÇALIŞMALARA BAŞLADI

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a geldiğinin ikinci günü, Samsun’da bulunan askeri birliği, jandarmayı ve polisleri teftiş etti. Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya gönderdiği telgraf ile İzmir’in işgalinin yarattığı derin üzüntüyü dile getirdi.

“İzmir’in Yunan askeri tarafından işgali olayı, yakından temasta bulunduğum milleti ve orduyu, düşünülemeyecek ve tarif edilemeyecek derecede içten yaralamıştır. Yüce Makamları’nın 19 Mayıs 1919 tarihli telgraflarında, bütün milletin ve ordunun acılı duygu ve düşüncelerini kısaca anlatan yüce hisleri millete güven ve teselli vermiştir. Ne millet ve ne de ordu, varlığına karşı yapılan bu haksız tecavüzü sindirmeyecek ve kabul etmeyecektir. Gâye ve düşüncelerini, sadece millet ve devletin kurtuluş selâmetine hasreden Padişah Hazretleri’nin kutsal kişiliğine olan tam bağlılık ve yeniden başkanlığını üzerinize aldığınız hükümetin en kesin teşebbüs ve hareketlerde bulunarak, milleti hukukunu koruyacağına olan tam bir güven ve gönül rahatlığı ile sükûnetin muhafaza edilmekte olduğunu arz ederim.”

Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nâzırı’na gönderdiği telgrafında da, İngilizler’in 09 Mart ve 17 Mayıs 1919 tarihlerinde Samsun’a asker çıkarmalarının görevini güçleştirdiğini bildirdi. Bunlara engel olunmasını ve gerektikçe siyasi durumdan kendisine bilgi verilmesini istedi. Ayrıca, Harbiye Nezareti’ne gönderilen yazılarla ilgili olarak Kâzım Karabekir Paşa’dan bilgi istedi.

İNGİLİZLER SAMSUN’DA

O gün, bir İngiliz Binbaşı, Samsun’da Komutanlığı üstlenen Refet Bey’e gelerek, İstanbul’a geri dönmesini teklif etti. Refet (Bele) Bey, olayı şöyle anlatmaktadır:

Ertesi gün torpido ile bir İngiliz Binbaşı geldi. Bizim, Anadolu’ya ne için geçtiğimiz haber alınmıştı ve adam geri dönmemizi, hattâ torpidonun emre hazır olduğunu söylüyordu. Kendisini dikkatle dinledim ve konuşması bittikten sonra şöyle dedim: “Gösterdiğiniz alâkaya teşekkür ederim amma, ben deniz yolculuğunu hiç sevmem ve rahatsız olurum. Zira biliyorum ki evvelâ İstanbul, oradan Malta’ya göndereceksiniz.”

Adam bu cevap karşısında şaşırıvermişti. Bana “Galiba siz alay ediyorsunuz” dedi. “Evet, tabiî alay ediyorum...” cevabını yapıştırdım ve arkadan şunu ilâve ettim:

“Bana bak Binbaşı, derhal burasını terk edecek ve gemine gideceksin! Yoksa seni hemen tevkif ederim ve asarım !”

Aslına bakarsanız bu bir blöf de değildi. Nasıl olsa her şeyi yapmaya karar vermiştik.

Sadrazam Damat Ferit Paşa, 21 Mayıs günü Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgraf ile Samsun’a sağ-salim varmasından duyduğu sevinci belirterek çalışmalarında başarılar diledi. Ayrıca Hamit Bey’in Samsun Mutasarrıflığı görevini kabul etmesi halinde derhal gönderileceğini bildirdi.

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’daki 15’inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir ile temas kurdu. Erzurum’a gelmek istediğini bildirdi.

“Genel durumun almakta olduğu korkunç gidişten pek acı duymakta ve üzülmekteyim. Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdani vazifeyi yakından, birlikte çalışarak en iyiyi yapmak mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an önce size kavuşma isteğindeyim.

Ancak, Samsun ve dolaylarının durumu, asayişsizlik yüzünden fena bir sonuca uğramak mahiyetindedir.Bu sebeple, burada birkaç gün kalmak zarureti vardır. Bendenizi şimdiden aydınlatmağa yarayacak hususlar varsa, bildirilmesini rica eder ve gözlerinizden öperim. Kardaşım.”

Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın istediği bilgileri gönderdi. “Trabzon yolunda asayiş ve benzin vardır. Sivas yolunda benzin yoktur. Yollar da otomobille pek müsait değildir. Teşrifi samileri mucibi meserret olacaktır.”

Mustafa Kemal Paşa, yine aynı gün, yani 21 Mayıs günü İngilizler’le görüşme gereğini duydu. Onlarla Samsun ve çevresinin güvenlik durumunu görüşmek istiyordu. Bunun için İngiliz güvenlik subayı Yüzbaşı LH Hurst ve iki meslektaşıyla buluştu. İngiliz subaylar açık sözlülükle Osmanlı Hükümeti’nin ülkeyi yönetemediğini ve en azından birkaç yıl için yabancıların korunmasına ve müdahalesine gerek duyduğunu söylediler. Mustafa Kemal bu görüşe kibar ama kesin bir tavırla karşı çıktı. Samsun bölgesindeki meselelerin Yunanlılar’ın siyasi ya da başka bir deyişle, ayrılıkçı hedeflerine son verdikleri anda çözüleceğini bildirdi. Osmanlı topraklarının hiçbir noktasında Yunanlılar’ın egemenlik hakkı olamazdı. Gerçi “İngiltere gibi en medenî milletlerden mütehassıs zatların müşavir olarak iyi karşılanacağı” doğruydu, ama Türkler asla yabancıların yönetimi altında olmaya dayanamazdı. Mustafa Kemal’in bu görüşmeyi Sadrazam’a aktaran raporu her zaman ki sadakat ifadelerinin yanı sıra gizli bir uyarı taşıyordu; millet bütünleşmişti ve kendi egemenliği altında yaşamak istediğinden şu andaki hükümete kesinlikle sadıktı.

İSTANBUL’A RAPORLAR GÖNDERDİ

Mustafa Kemal Paşa, 21 Mayıs günü İstanbul Hükümeti’ne bir rapor daha gönderdi. Bu raporunda Samsun bölgesindeki asayişsizliğin sebeplerini bildirdi.

“Samsun sancağındaki eşkıyalıkla güvensizliğin sebeplerine ve bunun doğurduğu sonuçları burada yaptığım incelemelere dayanarak ve özet olarak aşağıda sunuyorum.

Genel Savaş’ın başlangıcında sancak içinde hemen yalnızca asker kaçaklarından ve Müslüman, Rum ve Ermeni gibi subaylardan ayrı ayrı oluşan bir takım çeteler bayağı haksızlıkla ve arada sırada tek tük adam öldürme olayları ile gün geçirmiş, Rum ve Ermeni göçü sırasında bu oymaklardan çıkan kimi çeteler politik nitelik almış ve Ruslar’ın girişi başlayınca ülke içinde kargaşa çıkarmak için, bunlar Ruslar’ca kışkırtılmış ve deniz yolu ile yardım edilmiş ve bu grup çetelerin eşkıyalıkları, politik olmakla birlikte yerel kovuşturma sırasında ülkeyi ölüme atacak duruma düşürememiştir. Rumlar’ın Ateşkes’e varıncaya dek olayları ve eşkıyalıkları sürmüştür. İslam çetelerinin doğuşundaysa hiçbir zaman politik bir nitelik olmamıştır. Ateşkes’ten sonra devletçe iki kez çıkarılmış olan aftan birçok Müslüman asker kaçağı ve İslam eşkıyası dönüş yapmasına karşın Rum eşkıyasından yirmi dolayında adları belli kimseler eylemlerini sürdürmüştür. Bugün Sancak içinde Ünye bölgesindeki bir iki Ermeni çetesinden başka Ermeni çetesi yok denecek kadar azdır ve çalışmaları duyulmamaktadır. Ateşkes’ten sonra bütün Rumlar Yunanlılık şovenizmi ile her yerde şımardığı gibi bu yörede Pontus hükümetinin kurulması gibi safsata çevresinde toplanmış ve bütün Rum çeteleri düzenli bir program altında hemen bütünüyle politik bir yöne dönmüştür. Sancak’ın bütün Rumları’nın çeteleri ile birlikte politik amaçla Samsun’daki Rum komitesi ve özellikle Metropoliti Yermano’ca yönetildiği kesindir.

Bu konu özellikle görüştüğüm Fransız Jandarma Subayı Mösyö Favro’nun ağzından kaçırılmıştır. Mösyö Favro, Metropolitçe İstanbul’daki Fransız temsilcilerine gönderilen ve Müslümanlar’ca Hıristiyanlar’a saldırıyı anlatan ve yüz dolayında abartılmış olayı sıralayan bir raporu bana gösterdi. Bu raporu, Osmanlı Jandarma Müfettişi Albay Felon, içindekilerin doğru olup olmadığını inanılır biçimde araştırması için, Favro’ya göndermiştir. Şu son zamanlarda Samsun yöresindeki Rum sayısını artırmak için Rusya’da ne değin Rum varsa göçmeye zorlanıyorken, kimi çeteler de gizlice deniz yolu ile kimi kıyı bölgelerine çıkarılmış ve içerdekiler güçlendirilmiştir.İç güvenliğin sağlanması için zorunlu olan kuvvetin sayısı sınırlanmaksızın askerin terhisi dolayısı ile kovuşturma kuvvetleri azalmış olduğu gibi jandarma kuvveti gerçekte yok denecek ölçüde az olduğundan Rum eşkıyasının türemesine neden olmuştur. Bugün Samsun (merkez) ilçesinde 33, Çarşamba’da 2, Bafra’da 3 ki, toplam olarak elebaşılarının da adları ve eylem bölgeleri belirlenmiş 40 dolayında Rum çetesi vardır. Bunların hepsi politik saldırılarla, yok edici biçimde yaptıkları saldırıları ve aşağılık davranışları ile İslam halkı, yerel hükümetçe korunamadığından dolayı, son kertede kaygılanıp-kaynaşarak Sancak içinde kalan kimi İslam çetelerinden canlarını ve mallarını korumak için bayağı yardım istemeğe ve daha da ötesi, fidye karşılığında bir takım Laz çetelerini Trabzon yöresinden getirerek mal ve namuslarının korunmasına zorunluk doğmuş ve sonunda bugünkü durum oluşmuş ki, Rum çeteleri İslam halkını korkutmuş ve sindirmiş ve buna karşılık kimi köy ve bölgeleri İslam çeteleri ile bayağı savunma durumunu almıştır. Bundan başka hükümetçe izlenmekte olan göç işlerindeki ilgilerinden korkanlarla bir jandarma subayı da kaçarak kendilerine yardımcı olmuştur. Bundan başka Müslüman halka Rum eşkıyasının azgınca saldırılarından üzülerek harekete geçen bir ordu subayı da kendine göre asker kaçaklarından ve halktan yardımcılar bularak çete kurmuş oluyor ki, toplam olarak altısı Samsun ilçesinden olmak üzere 13 İslam çetesi de çalışma durumundadır. Ama, bunlar düzenli bir programa bağlı olmayarak gerek Müslümanlar, gerek Hıristiyanlar’a karşı kimi zaman eşkıyalıkta ve saldırıda bulunup büyük bölümü ile köyleri Rum çetelerinin saldırısından koruma ve savunma gibi bir amaca hizmet etmektedir.

İşte, incelemelerime ve kanılarıma göre durumun gerçek yönü budur. Kasabada nüfusun çoğunluğu olan Rumlar bütünüyle hükümete karşı soğuk ve ilgisiz ve sancak içinde ezici çoğunluğu oluşturan Müslümanlar da korku içinde ve milli haklarından ve geleceklerinden ve kötü olaylarla karşılaşmaktan kaygılı bulunuyorlar.Buraya gelişimi öğrenen köylüler, göz yaşları içinde başvurup durumlarını bildirmekte ve bunlardan kimileri, kendilerine saldıran Rum eşkıya elebaşılarının adlarını söylemekten korkmaktadırlar.

Bu durumun gerektirdiği önlemlere başvurulmuştur. Sonuçlarını da arka arkaya sunacağım arz olunur.
Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişi
Padişah’ın Fahrî Yaveri
Tuğgeneral
Mustafa Kemal.”

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da İngiliz yetkililerle yaptığı görüşmelerle ilgili raporunu 22 Mayıs günü Sadrazamlık Makamı’na gönderdi.

“Bugün kurmayımdan birkaç kişiyi özel olarak Samsun İngiliz politik temsilcisi Yzb.Horst, askeri kontrol görevlisi Yzb. Zolther ve politik kontrol görevlisi Yzb. Mill’le görüştüm. Bu görüşme sonunda aşağıdaki konular sunulmaya değer görülmüştür.

Samsun sancağında eşkıyalığın doğuşu ve etkileri, bütünüyle 21.05.1919 gün ve 53 sayılı şifre ile sunduğum görüş kapsamında olmak üzere İngilizler’in kendilerince doğrulanmıştır. İzmir’in işgaliyle doğan acıklı olaylara ilişkin sözlere geçmek yoluyla İngiliz subaylarını, Osmanlı Hükümeti’nin, Türkiye’yi kendi kendine yönetemeyeceği, birkaç yıl olsun yabancıların karışması ve yönetmesine gerek olduğu anlamında bir görüş ileri sürmüşlerdir. Kendilerine verilen cevap, Samsun Sancağı’ndaki eşkıyalığın savaş zamanında Rumlar’dan başladığı ve Ruslar’ın bu haydutluğu destekleyip yönettikleri, bu yüzden önemli birliklerin bu yörede kovuşturma yapmasına gerek duyulduğu, dahası, ordunun başvurusu üzerine Hükümet’in o zaman Bafra göçünü de yapmak zorunda kaldığı, bugün için Rumlar, Müslümanlar’ı taşkınlığa götüren, üzen politik amaçlarından çekilirlerse eşkıyalığın hemen kalkacağı ve bu durunda İslâm çetelerinin ortadan kaldırılması imkanı ve gerek görülürse askeri önlemlerle kesin yok edileceği bildirilmiştir. Osmanlı Hükümeti’nin yönetim biçimi konusundaki görüşlerine de özel anlamda ve kişisel görüş olmak üzere, Türklüğün yabancı yönetimine dayanma gücü olmadığı, İngilizler gibi en medeni milletlerden uzman kişilerin danışman olarak iyi karşılanacağı, Yunanlılar’ın Osmanlı yurtlarının hiçbir yerinde egemenlik hakları olamayacağı anlatılmıştır. İzmir konusundaki sorularına da, olayın bütünü ile millî ve hayatî bir mesele olduğu ve sıradan bir köylü için de böyle anlaşıldığı ve İzmir’in Türkler’ce İstanbul gibi önemli bulunduğu, hiçbir yabancı, özellikle Yunanistan gibi düşle yaşayan bir hükümetin işgaline katlanılamayacağı, zorla yapılan bu işgalin geçici bulunacağı, milletin birlik olup egemenlik ilkesini, Türk duygusunu amaçlayarak Hükümet’e bütün ruh ve bedeni ile saygılı ve bağlı bulunduğu sırası ile sergilenip ve görüş alışverişi ve seziş niteliğinde olan bu konuşma özelliğini korumuştur.
9’uncu Ordu Birlikleri Müfettişi
Mustafa Kemal.”

Mustafa Kemal Paşa, Sadaret Makamı’na aynı gün gönderdiği bir diğer telgrafında, Samsun çevresindeki Rumlar’ın yaptıkları müracaatın yeni bir olay olmadığını bildirdi.

“Bafra kazasının Alaçam nahiyesi halkından Güvecizâde Ahmet, Hafız Mehmet ve Hacı İsmail ile Rum ahaliden Periklis, Koziça, Vasilaki, Yuvanaki ve Yodidis, imzaları ile Yüksek Makamınıza ve birer sureti de Dahiliye ve Harbiye Nezâretleri’ne çekilen 21 Mart 1919 tarihli,asayişsizlikten söz eden telgraf ta yazılanlar yeni bir olay olmamakla beraber bu telgraf, İslâmlar’dan birkaç kişiyi elde etmek veya aldatmak suretiyle Rum Komitesi’nin bir baskısı ve tertibi sonucu çekilmiştir. Durumun özel olarak incelendiği arz olunur.”

Mustafa Kemal Paşa, Sadaret Makamı’ndan ayrı olarak Harbiye Nezareti’ne, Samsun ve çevresindeki genel durum hakkında bilgi veren raporunu sundu.

“Anadolu’daki asayişi, İngilizler bir kast-ı mahsusla kendileri bozuyorlar. 09 Mart 1919’da Mutasarrıfın haberi olmadan Samsun’a çıkan 200 İngiliz askerine, sonra 100 asker ile savaş malzemesi ilâve edilmiş. Bunları buraya gelince öğrendim. Mutasarrıf bunun sebebini sordukta, yazılı değil, şifahi (sözlü) olarak, askerlerin bir kısmının Sivas’a sevk edileceğini İngiliz siyasî mümessili söylemiş.

Samsun’da bulunan İngiliz Yzb. Rişar ile Yzb. Mill’in elde ettiğimiz kartvizitinde “Sivas Kontrol Zabiti” oldukları yazılıdır. İngilizler, barış şartlarına aykırı olarak, istedikleri her yere asker gönderiyorlar. Tahsisen askerî müfrezelerini vilâyetlerin dahiline sevk ediyorlar. Bu halin:

1-Osmanlı Devleti’nin nüfuz ve mevcudiyetini toparlayamamasına,

2-Asayişi temine matuf olan çalışmamızı zorlaştıracağı gibi halk üzerinde tesiri derhal görülmeye başlayan sükun ve manevi güvencenin de sarsılmasına sebep olacağı tabiîdir.

3-Bu gibi duruma karşı, lüzumu gibi hareket olunacak ve hassasiyet gösterilecek ise de, mütareke ahkâmına ve millî hukukumuza zarar veren böyle tecavüzlerin men’inin Babıâli’ce temini ve siyasî vaziyetten haberdar edilmekliğimi istirham eylerim.”

Sadrazam Damat Ferit Paşa, yaptığı çalışmalardan dolayı Mustafa Kemal Paşa’ya teşekkür etti.

“Livâ asayiş ve güvenliği ile ilgili değerli incelemelerini anlatan telgrafları, Bakanlar Kurulu’nda okunarak pek çok istifade edildiğinden, teşekkür edilir ve yapılan işler hakkında zaman zaman bilgi verilmesi temennî olunur.”

Mustafa Kemal Paşa, bu iltifatlara 23 Mayıs günü teşekkür etti.

Mustafa Kemal Paşa, aynı gün, Genelkurmay Başkanlığı’na da, Samsun ve çevresindeki durumu bildiren bir rapor gönderdi.

1-İngilizler’in son defa çıkardıklarını arz ettiğim yüz dolayında piyade askeri ile birlikte gelen on bir atlı askerin on eri Rum kökenli olduklarını güvenilir birisi bildirdi.

2-Dün bir Amerikan vapuru ile Samsun’a çıkan ve İngiliz birliklerini denetlemekle görevli bir İngiliz albayı yarın buradaki .... askeri denetleme görevlisiyle birlikte Merzifon’a gidecek, birkaç gün sonra Samsun’a dönerek aynı vapurla İstanbul’a gidecektir.

3-Sivas’a askeri denetleme subayı olarak gidecek olan Yüzbaşı Rih ve Mill adındaki iki İngiliz subayı bugünlerde hareket edecekler ve eşliklerinde bir de İngiliz askeri müfrezesi götüreceklerdir ve sonra Amasya ve Tokat’a da bir İngiliz subayı göndereceklermiş.

4-Samsun’da İngilizler’ce yakında büyük bir telsiz-telgraf merkezi kurulacaktır. Buna ilişkin araç ve gereçler birkaç gün önce gelmiştir.

5-Yukarıda sunduklarım yalnız İngiliz subay aylarından alınmış özel bilgi durumundadır. İngiliz memurları çıkarma hareketleri ve subayları ile birliklerinin öteye beriye gönderilmesi konusunda ne Hükümet’e (Samsun Mutasarrıflığı’na), ne de bana resmi olarak bir durum bildirmediler ve bildirmekte yasaklı oldukları da kendilerince özel olarak açıklanmıştır.

6-Yukarıdaki maddeler ilgiyi pek önemli bir yere çekiyor. İngilizler bu hareketten resmi olarak bilgi vermedikleri için, bu konuda kendilerine zamanında resmi olarak herhangi bir işleme girişme imkânı olmuyor.

Yaptıkları olay durumuna geldikten sonra ise onları yaptıklarından geri çevirmeye zorlamak olağan olarak güç bir meseledir. Özel ilişkilerin etkisiyle alınabilen bilgilere dayanarak girişimlerde bulunmayı ise gerekli görmüyorum. Bundan dolayı sunmak istediğim konu şudur: Varlığımıza önem vermiyorlar, ülkemizi bayağı açık bir çöl (sahipsiz bir yer) gibi sayarak kuvvetlerini gizli ve özel planlarına göre dağıtıyor ve yerleştiriyorlar.Yavaşça başlamış olan bu hareket aynı yöntemlerle arttırılmakta ve genişletilmektedir. Bugün her yerde oldubittiler karşısında kalınacağının pek mümkün olduğunu derin saygı ve bağlılığımla arz ederim.”

ALİ FUAT PAŞA’YA BİLGİ VERDİ

Mustafa Kemal Paşa, 23 Mayıs günü Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu Komutanı’na, Samsun’a geldiğini ve sıkı temasta bulunmak istediğini bildirdi. Mustafa Kemal Paşa, bunu şöyle anlatır:

“Samsun’a geldiğimi ve kendisiyle sıkı temasta bulunmak istediğimi ve İzmir dolaylarına dair daha kolaylıkla alabileceği bilgilerden haberdar olmak istediğimi bildirdim.

Bu kolordunun durumu ile daha İstanbul’da iken ilgilenmiştim. Güneyden Ankara bölgesine demiryoluyla nakli söz konusuydu. Bu nakliyata engel olunmak istendiğini anlamış bulunduğumdan, İstanbul’dan hareketim günlerinde, Genelkurmay Başkanı olan Cemal Paşa’dan, kolordunun demiryoluyla nakli gecikirse, karadan yürüyerek Ankara’ya sevkini rica etmiştim. Bundan dolayı bahsettiğim şifre-telgrafında ‘20’nci Kolordu birliklerinin bütün mevcuduyla Ankara’ya gelmeğe muvaffak olup olamayacağını’ sordum. Canik sancağı hakkında bilgi verdikten sonra, ‘bir iki güne kadar Samsun’dan karargâhımla bir müddet için Havza’ya gideceğimi ve herhalde Samsun’dan hareketimden önce beni aydınlatacak bilgiler beklediğimi’ yazdım.”

KÂZIMKARABEKİR İLEHABERLEŞME

Mustafa Kemal Paşa, 23 Mayıs günü Kâzım Karabekir Paşa’ya bir şifre daha göndererek, genel durumu ve düşüncelerini bildirdi. Bu açıklamalar, gelecek günlerin bir şifresidir. Yapılacak mitinglerin, gösterilerin bir başlangıç noktasıdır.

“İtilâf hükümetlerinin duygularımıza ve politik varlığımıza karşı İzmir’i Yunanlılar’a işgal ettirerek başlattıkları haksız davranışlarına karşı her yerde yapılan gösteriler ve olagelen başvuruların arkası bırakılmayarak kesin sonuç alınıncaya kadar sürdürülmesi ve her yerde bu millî gösterilerin iyi bir biçimde yürütülmesi çok önemlidir.

Halifelik, Saltanat ve bağımsızlık, ancak ve ancak bu milletin bu duygu ve üzüntülerinin eriştiği etki, genişlikle ve şiddetle dışarıya yansıtılmasına bağlıdır.

Başkentin böylelikle etkili ve aralıksız gösterilere gerek duyduğu sonucu çıkarılıyor. Bu etkili gösterilerle kazanılacak başarı, devletin ve ülkenin öteki bölümü ve çevrelerinin de dokunulmazlığının sağlanmasına pek çok yardım edecektir.

Hükümetin ve askeri orunların el ele vererek bu yurtseverce hizmetleri düzenlemede millete yardım etmesi ve ama memurlarla askerlerin bu konudaki sürekli çabalarının gizli ve duyulmaz kalarak gösterilerin yalnızca halk topluluklarının yüreğinden doğduğunu ve adaletin açıklığa çıkmasının çoğunlukla beklenilmekte olduğunun İstanbul’daki İtilâf Devletleri temsilcilerine ve Hükümete çabuklukla ulaştırılması yolundaki girişimleri saygı ile belirtir ve dilerim.”

RUMLAR VE ERMENİLER

Bölgede Rumlar kadar faal olmasalar da birkaç Ermeni çete vardı. Fakat, o günlerde Kars’tan yenileri gelmişti. Mustafa Kemal Paşa, bunları Genelkurmay Başkanlığı’na bildirdi.

“Silahlı üç yüz Ermeni’nin üç makineli tüfek ve birçok bombayla Kars’tan Erzurum’un kuzeydoğusunda, sınır üzerinde Kosor adlı yere geldikleri öğrenildi. Ermenilerin politik amaçlarını sürdürerek ve güvensiz göstermek amacı ile Doğu illerine çeteler geçireceklerini ve Ateşkes gününden beri ilk olarak uygun bulunan dönemin eylemlerini kolaylaştıracağını sanıyorum. Bu olasılığa karşı 15’nci Kolorduca gerekli önlemlerin alınmasına başlanmıştır. Kolordunun buyruğundaki gücün İngilizler’ce bir saldırıya uğrama (durumunda) olduğunu hatırlıyorum. Bu gücün korunması doğal olarak zorunluluktan başka, duruma göre belki de artırılmasının gerekeceği de arz olunur.”

Mustafa Kemal Paşa, 24 Mayıs günü Sadrazamlık Makamı’na bir rapor gönderir. Gönderdiği yazının bilgisini Genelkurmay Başkanlığı’na da bildirir. Bu yazısında Samsun ve Sivas çevresindeki güvenliğin sağlanması konusunda jandarma ve asker sayısının arttırılmasını ve bunun için İtilâf Devletleri temsilcileri ile görüşülerek çare bulunmasını istedi.

“Sadrazamlık katına sunduğum dileğin bir örneğini olduğu gibi sunuyorum. Ateşkes Antlaşması’nın beşinci maddesi Osmanlı Devleti’nin jandarma ve kara ordusunu sınırlayarak iç güvenliğin ve sınırların korunmasına yetmesi gereğini göstermiştir ki, buna dayanarak, öğrendiğime göre, Devletçe yetmiş beş bin askere gerek gösterilmişse de İtilaf Devletleri bunu uygun görmeyerek kırk üç bine düşürmüştür. Şimdiye kadar geçen olaylar ve eylemli denemeler Hükümetin Antlaşma maddesine dayanan öneri ve değerlendirmenin doğru olup, İtilaf Devleri ise bu gücü zorla azaltması, iç güvenliğin korunmasında Hükümeti imkansızlık karşısında bırakmıştır. Bundan dolayı Canik (Samsun) Sancağı ile Sivas ilinin Amasya ve çevresindeki jandarma ve kara askerinin güvenliği sağlama ve sürdürme için hiçbir yolla yeterli olmaması halkın güven ve huzur çok olumsuz etkisi olmuştur. Bu sebeple, bu konu İtilaf temsilcilerinin görüşlerine başvurarak güvenliğin sağlanmasına yetecek sayıya ulaşmasına Olurlarının alınması ve özellikle Samsun sancağı ile güney kesimindeki jandarma ve kara askerini güçlendirmek üzere birkaç bin erin silah altına alınması ve bu arada jandarma olarak bir bölüm birliğin de ayrılması çok önemlidir. İtilaf Devletleri Osmanlı Hükümeti’nin güvenliği sürdürmesini gerçekten istiyorlarsa, bu konudaki öneriyi iyi karşılamaları ve benimsemeleri gerekir.

Osmanlı ülkesinin buraya benzeyen ve güvenliğe gerek duyan öteki bölgeleri de olduğuna göre, bu olağanüstü zorunluğun alınmasına izin buyurmanızı dilerim.”

HAVZA’YA DOĞRU

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’daki faaliyetlerini tamamladı. Düşüncelerini uygulamak, daha emin bölgelere ulaşmak amacıyla Samsun’dan ayrılması gerekiyordu. 24 Mayıs günü karargâhını Samsun’dan Havza’ya taşıyacağını Harbiye Nezareti’ne bildirdi.

“Merzifon, Vezirköprü, Amasya, Ladik, Havza gibi birtakım yakınmaların ortaya çıktığı yerleri kapsayan bölgede incelemeler yapmak ve önlemler almak Karargahımı geçici olarak Havza’ya taşıyacağım. Ama, haberleşmenin güvenlik altında yapılabilmesi için adresimin şimdilik Samsun olacağını arz ederim.”

Mustafa Kemal Paşa, aynı gün, Havza Kaymakamlığı’ndan bazı sorularına cevap vermesini istedi. Bu sorular, tamamen istihbarat bilgilerini, çevrenin yapısı, yerli ve yabancıların durumunu kapsamaktaydı.

1-İlçenin bucaklar üzerine nüfusu: İslâm-Hıristiyan (Rum, Ermeni)

2-Ateşkesten sonra belli başlı olaylar, son iki ay içerisinde yapılan soygunculuğun ölçüsü ve belirlenen önemli olay somut olarak gösterilecektir.

3 -Bu soygunculuğa karşı hükümetin, askerlerin çalışması ve başarı durumu.

4 -Komşu ilçelerin güvenlik durumu ve ilçeniz üzerindeki etkileri.

5-Ermeni ve Rumlar’ın (ilçedeki) hükümetle olan ilişkileri, Rumlar’ın iç ve dış komitelerle bağlılık durumları ve önemli kişileri kimlerdir?

6-İngiliz ve Amerikan memurları bu ilçede kimlerle görüşüp konuşuyorlar ve hangi amaçları gözetiyorlar?

7-Bir Yunan subayının bu yörelere gizlice geldiği doğru mu?

8-İslam’ın sevilmiş kişilerinden ve din adamlarından ve etkili konuşan kişilerden kimler varsa bunların adları.

9-Sivil memurların ve askerlerin davranışları.

10-Halkın aşar (toprak ürünleri vergisi) borçları çok mudur? Toplanmayan ne kadardır? Ordu adına ambarlarda neler vardır?

11-Dünya savaşında ilçe taşıtları ne ölçüde bozulmuştur?

12-Halktaki politik duygular: Müslümanlar’la Hıristiyanlar ayrı ayrı.”

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’dan yanında getirdiği Üsteğmen Arif Hikmet (Gerçekçi) Bey’i, 3’üncü Kolordu Komutanı Refet Bey’in yanına verdi.

Emekli Hakim General Hikmet Gerçekçi, bu olayı şöyle anlatmaktadır:
“Samsun’a çıkınca Albay Refet Bey, Sivas’ta 3’üncü Kolordu Komutanı olarak çalışırken çevresinde görevli subaylardan bir kısmının Padişah taraftarı bulunacaklarını Mustafa Kemal’e anlatarak, “gizli işlerimiz için bana emin olduğun bir zabiti ver” demiş. O da beni çağırdı. “Sen bundan sonra Refet ile çalışacaksın” dedi. Bir selâm verdim ayrıldım. İşte benim Refet Bey’i tanımaklığım böyle oldu. Tabiî Atatürk’le daima temasımız, gizli muhaberelerimiz vardı. O tarihten itibaren Refet Bey ile Anadolu’daki bütün isyan hareketlerinin bastırılmasında, Dumlupınar’da, Afyon’da ve diğer muharebelerde ve İstanbul’a girişte daima beraber bulundum. Trakya’ya da birlikte gittim.
O günleri görmeyen ve yaşamayanlar, İstiklâl Savaşı’nın kolaylıkla kazanıldığını zannederler. Halbuki İstiklâl Harbi’nde biz, bir yandan düşmanla, bir yandan da iç düşmanlarla uğraştık.”

HAVZA’DA

Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler, 25 Mayıs günü saat dokuzu yirmi yedi geçe Samsun’dan ayrıldılar, Havza’ya geldiler. Mustafa Kemal ve karargâhı 12 Haziran’a kadar Havza’da kaldılar.

Mustafa Kemal Paşa, Havza’ya gelişinin ikinci günü Havzalılar kendisini ziyarete geldiler. Memleketin içinde bulunduğu ortam konuşuldu. Mustafa Kemal Paşa kendisini ziyarete gelenlere “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız.” dedi.

Mustafa Kemal Paşa, sorumluluk bölgesindeki il ve sancaklara bir genelge göndererek, Sait Molla’nın telgrafına itibar edilmemesini bildirerek, “millî bağımsızlık ve yönetimimizin kurtarılmasının ancak milletin birlik olarak savunması ile sağlanabileceğini” açıklamıştır.

“Kişiye Özel Havza: 26.05.1919

İngiliz Muhipler Cemiyeti Hakkında

Havza, Trabzon, Erzurum, Sivas, Van, Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara ve Kastamonu İllerine, Erzincan ve Canik Mutasarrıflığı’na,

İstanbul’dan Sait Molla imzalı bir telgrafın her taraf Belediye Başkanları’na çekildiğini öğrendim. Bu telgrafla yönetilen siyasetin millî bağımsızlığımıza ne dereceye kadar yararlı olabileceğini Babıâli’den sordum. Muvafakat ve tasvibime dair bir cevap alamadım. Milletin böyle bilinmeyen kişilerce düzensiz ve çeşitli siyasî maceralara tevcihindeki sakıncadan dolayı buna benzer teşebbüslere kulak asılmaması ve değer verilmemesini milletin selâmeti ve memleket adına tavsiye eder,millî bağımsızlık ve siyasiyetimizin kurtarılmasının ancak milletin tek vücut olarak savunması ile kabil olacağını arz ederim.

9’uncu Ordu Birlikleri Müfettişi
Mustafa Kemal.”

Bir gün sonra da Mustafa Kemal Paşa, Havza’dan, 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’dan ve Konya’daki 2’nci Ordu Müfettişliği’nden, Afyonkarahisar’daki Tümen’in takviyesi hakkında bilgi istedi.
“Afyonkarahisar’daki tümenin takviyesi için hangi kaynaklardan istifade edilmekte olduğunu ve kuvvetinin arttırılmasına maddî imkân bulunup bulunmadığını ve bugünkü şartlara ve durumumuza göre, bu tümene nasıl bir vazifenin verilmesi düşünüldüğünü” sordu.

Mustafa Kemal Paşa, Havza’dan, sivil, asker, yüksek memur, komutanlıklara ve millî teşkilâtlara gizli birer genelge gönderdi. Bu genelgede, Türk Milleti’nin içine düştüğü ölüm tehlikesini, yurdun dört yandan düşmanla, ihanetle çevrilmiş olduğunu anlattı. Halkı mitinglere, kurtuluş fikri üzerinde birliğe, millî heyecanlara teşvik etti.

“Dikkate değer bir noktadır ki, İzmir’in ve onun arkasından Manisa’nın ve Aydın’ın işgali ve yapılan tecavüz ve zulümler hakkında henüz millet aydınlanmamış ve millî varlığa vurulan bu feci darbeye karşı açıkça, herhangi bir şekilde tepki ve şikâyet gösterilmemişti. Milletin bu haksız darbeler karşısında sessiz ve hareketsiz kalması, elbette milletin lehinde tefsir olunamazdı.Onun için milleti uyandırıp harekete getirmek lazımdı. Bu maksatla 28 Mayıs 1919 tarihinde, valilere, müstakil mutasarrıflıklara, Erzurum’da 15 inci Kolordu, Ankara’da 20’nci Kolordu ve Diyarbakır’da 13 üncü Kolordu Komutanlıkları’na, Konya’da Ordu Müfettişliği’ne bir genelgeyle şu yolda tebligatta bulundum:

‘İzmir’in ve maalesef bunu takip eden Manisa ve Aydın’ın işgali, ilerdeki tehlikeyi daha açık olarak hissettirmiştir. Yurt bütünlüğümüzün korunması için milletçe daha canlı olarak tepki gösterilmesi ve bunun devam ettirilmesi lâzımdır. Millî hayat ve istiklâlimizde gedikler açan işgal ve ilhak gibi hadiseler bütün millete kan ağlatmaktadır. Istıraplar zaptolunamıyor. Hazmedilmesi ve dayanılması mümkün olmayan bu duruma derhal son verilmesinin bütün medenî milletler ile büyük devletlerin adalet ve nüfuzlarından sabırsızlıkla beklendiğini göstermek gayesiyle, önümüzdeki hafta içinde ve muhtelif vilâyetlere göre Pazartesi başlayıp Çarşamba günü müracaatın arkası alınmak üzere, büyük ve heyecanlı mitingler yapılarak, millî nümayişlerde bulunulması, bunun bütün kasaba ve köylere kadar genişletilmesi, bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıâli’ye uyarıcı telgraflar çekilmesi, yabancıların bulunduğu yerlerde yabancılar da uyarılmakla beraber millî nümayişlerde terbiye ve sükûnetin korunmasına son derecede dikkat edilmesi, Hıristiyan halka karşı bir tecavüz ve nümayiş ve düşmanlık gibi tavırlar alınmaması zarurîdir. Zâtıâlilerinin bu fikirler etrafında hassas ve müessir bulunmaları dolayısıyla, işin iyi idare edileceği ve başarıya ulaşılacağına âcizlerinde tam bir güven vardır. Neticesinden haberdar buyurulmamı rica ederim.”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu genelgesiyle birlikte pek çok yerde mitingler düzenlendi. İtilâf temsilcilerine protesto telgrafları gönderildi. Bir anda oluşan bu yeni durum karşısında İngilizler rahatsız oldu.

Mustafa Kemal Paşa, 29 Mayıs günü de Kolordu Komutanları’na genel durumu bildiren ve yapılması gereken çalışmaların neler olacağı konusunda bir gizli genelge gönderdi.

“1-İtilâf Devletleri’nin milletimize haksız bir siyaset uyguladıkları ve millî istiklâlimizi (egemenliğimizi) ve devletimizi idama mahkum etmekte oldukları tahakkuk etmiştir. İzmir, Manisa’yı Yunanlılar’a işgal ettirmekle başlayan son acımasız davranışları, İtalyanlar’ın Antalya ve Konya taraflarında askeri işgallerini genişletmeleri ile bir kat daha tehlikeli bir şekil alacak Samsun ve Trabzon gibi Karadeniz çıkış yerlerimizin de aynı akıbete uğratılması hazırlıklarına başladıkları anlaşılıyor. Ermenistan hülyası gerçekleştirme alanına çıkarılarak hayatımıza bir ölüm tokadının indirilmesi uzak değildir. Sıkı bir şekilde işgalde bulunan Halifelik makamı ve hükümet merkezinde (başkentte) itilâf temsilcilerinden adeta esir muamelesi gören başkentin, üstü kapalı olarak taşraya işittirdiği son ses, bizlere bulunduğumuz üzüntü verici siyasi durumu pekalâ duyurdu. Milletin esaretten kurtarılması, egemen ve müstakil olarak topraklarımızda yaşayabilmesi ancak kararlı ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan müdafi hukuk ve istiklâle sevkiyle kabil olacaktır. Güvenilir sivil devlet memurlarıyla elele vererek istiklâlimizin müdafaası emrinde gerekli teşkilâtı (bittabi gizli) ve dışarıya karşı duyulmaz bir surette kurulmasını zorunlu buluyorum. Bu husus, ihtisasımız dolayısıyla biz askerlerin vatanseverlik sorumluluğuna düşmektedir.

2-Doğu illerinde yabancı işgalini iki şekilde düşünmekteyim. Ya Karadeniz sahilindeki Rum halkı isyan ederek. Cumhuriyet kuracak ve bir taraftan da kuvvetli iç ve özellikle dış çeteleri illerimizde çapulculuk yapacaklardır. Buna karşı koyacağız; jandarma ve askeri birliklerle bunları şiddetle takip edeceğiz. Ve İslâm köyleri de ellerindeki silahlariyle köylerini bizzat müdafaa edecektir. Veyahut böyle bir isyanla gerek aynı olsun, gerek olmasın sahile ufak veya büyük yabancı kuvvetleri çıkarken sahilde yerleşecek ve belki içerilere de geçecektir. Çıkan yalnız Yunan kuvveti olursa halkımız ve askerlerimizin gücü ile geri atma yolu bulunabilir. Diğer İtilâf Devletleri’nin birlikleri olursa sahile yerleşmelerini geciktirecek ve içerdeki tepkinin de aşağıdaki gibi mitingler ve günlük gösterilerle millî protestolar yapılabilir. Fakat bu kuvvetlerin içeri sarkmasına yani memleketimizi bilfiil eylemlerine karşı bittabi halk ve asker bir bütün olarak fiilen silahla istiklâlini savunmaya uğraşacaktır.
Bu ihtimallerle beraber doğudan Ermenistan ve Gürcistan yönlerinden olabilecek saldırılar göz önüne alınarak, başkaca yerlerin gerilla tarzında savunulması konusunun şimdiden hazırlanması, sahile yakın olup yabancı kontrollerinin dışında kalmış mahallerdeki silahlar, cephane ve teçhizat ve askeri sağlık araçlarının uygun bir yolla, sezdirilmeden içerilere taşınmasının sağlanması, denetim altında bulunanların bile kaçırılması hazırlıklarının şimdiden yapılması. Köylerin durumuna göre halkın kendi köyünü savunma veyahut yakınındaki askeri birliklere katkılarına göre hazırlıklara başlanması ve bunun için silah ve cephanenin ve yiyecek türlerinin zamanında belirlenmesi ve birlik sayılarının arttırılması ve birlikler elinde bulunan silahların elden geldiğince birleştirilmesi, gerekli gereçlerin, yiyecek maddelerinin güvencesi ve cephanenin sağlanması, önemli yollardaki büyük yapıların gerektiğinde yıkılmak üzere hazırlığı gibi konuların şimdiden düşünülerek oldukça gizli bir biçimde gerçekleştirilmesi gerekir.

20’nci Kolordu’nun batıdan doğuya ve 12’nci Kolordu’nun Adana dolaylarından doğuya gelen yönleri güvenli duruma getirmesine gerek olacağı görüşündeyim. Belirtilen görüşlere dair yüksek görüşlerinizin bildirilmesini dilerim.

3- Yalnız gizli olarak: Üçüncü, Onbeşinci, Yirminci Kolordu Komutanlıkları’na yazılmıştır.”

Yurdun her köşesinde mitingler yapılıyor ve İstanbul’a, hükümete ve yabancı temsilciliklere protesto telgrafları yağıyordu. Bu durumdan rahatsız olan İtilâf temsilcileri ve hükümet üyeleri bir çözüm arıyorlardı. Bir de bunu yaptıran kuvveti bulmak istiyorlardı. İşte bu amaçla 30 Mayıs günü Harbiye Nâzırı Şevket Turgut Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya gündemdeki mitingler ve telgraflarla ilgili bir soru sordu. O da uygun cevaplar vererek kaygı duyulmamasını, memur ve askerin tarafsız olduğunu bildirdi.

“Görüşlerime ve tetkiklerime göre arzedeyim ki, mitingler ve teller, milletin sinesinden fışkıran bir ateştir. Gördüğüm bu tezahüratlar, İtilâf Devletleri’nin, Türk’ün millî izzet-i nefsine, meşru hakkına olan tecavüzlerden meydana gelen, Türk ve Müslüman yarasından akan kanlardan başka bir şey değildir. Bu heyecan memleketin en ücra köşesine kadar yaygın olup, umumidir. Şimdilik sivil devlet memuru ve askeriyenin tamamen tarafsız kaldığını, bu tezahürat ve acıların usluluk ve dayanıklılıkla cereyan ettiği de dikkat edilecek bir kayıttır.”

Mustafa Kemal Paşa, yine aynı gün, Kâzım Karabekir’e gönderdiği bir yazı ile, Ermeniler’in yaptıkları mezalim ile Van’a doğru ilerlemeleri konusunda bilgi istedi.

“1-Vali Münir Bey’den aldığım 29 Mayıs tarihli şifrede doğruluk durumu henüz kesinlik kazanmadı kaydıyla Ermeniler’in Kars ve Sarıkamış’ta on bin asker yığdıkları ve Antranik’in de otuz bin kadar kuvvetle Van yöresine inmekte olduğu bildiriliyor. Bilginiz olduğu belli olan bu haberin kaynağı ve güven durumu hakkındaki kanıtları ve görüşlerinizin bildirilmesini rica ederim.

2-Evvelce de arz ettiğim sebeplerle siyasi vaziyetimizi ben çok karanlık görüyorum.İtilâf hükümetleri miras ve hukuk hakkımız olan toprakları çiğnemeği Hıristiyanlık namına bir hizmet sayıyorlar. Bu düşünceyle illerimizi Ermeniler’e peşkeş çekmeleri de ... ihtimali bulunuyor. Böyle bir vaziyette İngiliz birliklerinin İzmir’de Yunanlılar’la Rumlar’a yaptıkları gibi bu cephede de Ermeniler’e öncülük edeceği pek beklenilendir. Ve böyle bir hareketle zorla yerleşmiş olan bölge halkı ile göçmenleri bir kere daha yerlerinden oynatmak ve bu suretle azınlığın çoğunluğa egemen olma görüşünü uygulama durumu kendilerince olabilir. Bergama buna bir misaldir. Kanaatimce böyle bir hali biz, düşmanlığı hızlandırma sayarak, yasal topraklarımızı ve millî istiklâlimizi (bağımsızlığımızı) kurtarmak için mecburuz. Bu husustaki kanaat ve kararımı Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’ya bilgi için bildirdim. Adeta mahsur bir kaleye benzeyen Babıâli’de İtilâf temsilcilerinin esiri gibi bir şekilde milletin geleceğini idareye uğraşan hükümeti merkeziyemizin (başkentimizin) bu gibi konularda hiçbir şey diyemeyeceğini, yapamayacağını bugünkü misalleriyle takdir edebiliriz. İngilizler’in evvelâ küçük bir askeri birlikle doğudan gelmeleri memleketin diğer yörelerindeki tecrübeye göre düşünülebilir. Bu konuda görüşlerinizi bekliyorum.

3-İl’e istihbarat hizmetinin sizinle beraber birleştirilmesini ve düzenlenmesini tavsiye ederim. Esasen vaki olan istek üzerine kanıt toplamak için Sadaret Makamı (Başbakanlık) illere örtülü ödenekten para ayırmasını bu kere Meclisi Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararıyla Dahiliye Nezareti’ne (İçişleri Bakanlığı’na) emreyledi.”

Erzurum Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti, doğu illerinin birlik için bir kongre yapmasını teklif etti.

Erzurum Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti; Trabzon Muhafazai Hukuku Milliye Cemiyeti ile Sivas, Diyarbakır, Mamuretülaziz (Elazığ), Bitlis, Van, Erzincan Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti şube başkanlıklarına gönderdiği yazıda, birlik içinde olunması için doğu illerinin Erzurum veya diğer bir yerde kongre için toplanması gereğini bildirdi. Erzurum’un Ermeniler’e bırakılacağı söylentilerine karşılık kongrenin bu şehrimizde yapılmasını Trabzon Cemiyeti’nin teklif etmesi üzerine kongrenin Erzurum’da yapılmasına karar verildi. Bu karar diğer doğu illerine bildirildi. Bu telgraf Trabzon’a vardığı zaman, Müdafaai Hukuk Cemiyeti Şubeleri’nden gelen delegelerle alınacak tedbirler hakkında görüşmekte idi. Telgraf sevinçle karşılandı ve Erzurum’da kongreye katılmak için karar verildi.

Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’in 30 Mayıs’ta, Ermenilerin Van yöresindeki hareketleri ve genel durumumuz hakkında istediği bilgileri 01 Haziran günü gönderdi.

“Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine

1-İstihbarat hususunda vilâyetlerden verilecek malûmatın düşünmeden işitilen işler olduğu öteden beri bilinmektedir. Antranik gibi bir sergerde otuz bin kişiyi nasıl besler ve sevk ve idare eder. Fakat lâf olarak her tarafa bu kabil şayiaları da mahsus, isteyerek yayabilir. Vali Bey’e rica ettim, bundan sonra her işittiğini yazmasın. Bugün Ermeniler’in asker kılıklı bütün mahlûkatını dahi toplasa Allah’ın lütfu ile yine yola getirilirler ve bu mahlûkatın toplamı hiçbir zaman on bini aşmaz. Son malûmata nazaran altı bin kişilik bir kuvvetleri Nahçıvan mıntıkasını işgal ettiklerini arz etmiştim. Van üzerine gittikleri iaşe edilen (yedirilen) kuvvet bu olsa gerektir. Halbuki Van’a gitmek için bu uzun dolaşmaya lüzum yoktur. En kestirme istikamet Iğdır-Bayazıt yolu idi. Bundan dolayı Ermeniler’in kendi dertleriyle meşgul bulunmaları da pek muhtemeldir. Her halde bu hafta zarfında vaziyet gelişecektir.

2-Bugün kıyılar İtilâf’ın tehdidinde ve iki gözümüz olan İstanbul ile İzmir de işgalleri altındadır. Milletimizi, dinimizi devam ettireceğimiz ancak bu Erzurum ufuklarından başka bir yer kalmamıştır. Her ne şekilde olursa olsun buralardan çekilmek muazzam tarihimizi ebediyen kapatacaktır. Bunun için âcizleri dahi herhangi bir kuvvet olursa olsun tecavüzlerini muhasematın düşmanca çabuk hareket ettiği gibi ad ve telakki (kabul) edeceğim. Yüksek kişiliğinizden dahi bu kararı duymakla daha ziyade huzur ve vicdan buldum. Trabzon’a Köprülü Kâzım Bey’in serian gelmesi pek lazım olacaktır. On İkinci Tümen de kumandansız olduğundan Kaymakam Osman Bey’in dahi Erzurum’a izamı faydalı olacağını arz eylerim.”

Mustafa Kemal Paşa, aynı gün, Harbiye Nazırlığı’na, yaptığı incelemelerle ilgili raporunu gönderdi. Raporunda, jandarma kifayetsizliğine temas ederek, terhisler ve firarlar sebebiyle taburların “50-100 askere indiğini”, “bu miktar ile asayişi temin etmenin bir hayli zor” olacağını, siyasî tedbirlere baş vurularak, Türk ve İslâm çetelerinin faaliyetlerine devam etmeleri halinde, bunun, memleketi ecnebi işgaline maruz bırakacağını, bundan Türk ve Müslüman ahalinin müteessir olacağını münasip lisanla anlatmıştır. “Türk ve İslâm çetelerinin faaliyetlerine suret-i umumiyede son verilmiş, Laz çeteleri de tecrit ve ıskat edilmiştir.” dedikten sonra “Rum başkanlarına ve onları besleyen İngiliz ve Fransız zabitlerine de Rum çetelerinin taşkınlıklarına mani olmaları, neticede herkesin pek müteessir olacağı, buna mahal vermemesi ihsas olunmuştur (duyurulmuştur)” diye yazmıştır.

Samsun’daki İngiliz Yüzbaşı Hurst, Mustafa Kemal’in peşinden Havza’ya gitti. Mustafa Kemal’in peşine taktığı ve oradaki Rum papazlarından ve Ermeni kadınlardan bilgi aldı.

İngiliz Yüzbaşı Hurst, yerine Yüzbaşı Salter’i bırakıp, Mustafa Kemal’in ardından Havza’ya koştu. “Ne oluyor, anlayalım” dedi. Aynı gün akşamı Havza’daki Rum hanına indi. İner inmez Rum papazı kapısını çaldı. Soluk soluğa anlattı: “30 Mayıs Cuma günü Havza Camii’nden bir toplantı yapılmış. Arkasından kasaba meydanında İzmir’in işgalini protesto mitingi düzenlenmiş. Mustafa Kemal de bu mitingde bulunmuş. Kendisi konuşmamış ama Reji Memuru Fuat Efendi’ye ateşli bir konuşma yaptırmıştı.”

Rum papazı raporunu verip Hurst’un odasından çıkar; hemen arkasından dört Ermeni kadını içeri girer. Onlar da Mustafa Kemal’i İngilizler’e rapor ederler: Veronik Hayrabedian adlı Ermeni, Melkon Macaryan, 30 Mayıs günü Havza Camii’nde yapılan konuşmaları dinlemiş, Mustafa Kemal orada İzmir konusunda anlamlı bir konuşma yapmış. Macaryan bu konuşmayı kulaklarıyla duyduğunu söylemiş. (Sonradan Macaryan’ın cami içine girmediği, yalnız cami avlusundan içerdeki konuşmalara kulak kabarttığı anlaşılmış; bu yüzden söyledikleri biraz değer yitirmiş...) Ama Ermeni kadınlar, Havza mitingindeki sert konuşmaları, Mustafa Kemal Paşa’nın körüklediğini doğrulamışlar.

Yüzbaşı Hurst, Mustafa Kemal hareketini kösteklemeye çalışıyor. Havza’dan Merzifon’a geçiyor. Merzifon, misyoner yatağı. Burada büyük bir Amerikan Misyoner Koleji ve çok sayıda Amerikan misyoneri var. Bunların bazıları 30 yıldır Türkiye’de oturuyor. Yüzbaşı Hurst, burayı elverişli görüyor.

Samsun’daki İngiliz Yardım Subayı Yüzbaşı L.H. Hurst, 01 Haziran günü, yanında tercümanı ve kontrol subayları Yüzbaşı Salter ve Yüzbaşı Elliot ile birlikte olanı biteni gözleriyle görmek üzere Samsun’dan Havza’ya hareket etti.

Yüzbaşı Hurst, Havza’da Rum Papaz ile görüştü, bundan sonra Mustafa Kemal Paşa’yı da ziyaret etti. Hurst, “durumun fena bir gelişmede olduğu” kanaati ile Havza’dan ayrıldı.

Harbiye Nezareti, İngilizler’in Ermeni mültecileri korumak amacıyla verdikleri nota konusunda 02 Haziran günü Mustafa Kemal Paşa’dan bilgi istedi.

Mustafa Kemal Paşa, İngilizler’in, Ermeniler’i korumak amacıyla verdikleri nota konusunda Harbiye Nazırlığı’na aynı gün verdiği cevapta, “Sivas ve civarında, evvelce bulunan Ermeniler’i tehdit edecek bir olay olmamıştır” dedi.

“Harbiye Nazırlığı Yüksek Makamına

Sivas ve civarında, evvelce bulunan Ermeniler’i ve sonradan gelen mültecileri dehşete düşürecek hiçbir olay olmamıştır. Ne Sivas’ta ve civarında endişe verici hiçbir hal yoktur. Herkes sükûnet içinde iş ve güçleriyle meşguldür. Bunu, kesinlikle arz ve temin ederim.Bu itibarla İngiliz notasındaki istihbarat kaynağının ne olduğu âcizelerince bilinmek lâzımdır. İzmir’in ve Manisa’nın işgaline dair gelen acı haber üzerine, Müslüman halkça yapılan ve Hıristiyan azınlıklar hakkında hiçbir düşmanca maksat gütmeyen toplantılardan belki de bazılarının ürkmüş olması hatıra gelebilir. İtilâf Devletleri milletimizin haklarına ve istiklâline saygı duydukları müddetçe ve millet, vatanın hiçbir tecavüze uğramayacağından emin bulundukça, Müslüman olmayan azınlıkların korkuya kapılmalarına hiçbir sebep yoktur ve bu hususta devlete karşı her türlü sorumluluğu yüklenir ve buna tamamiyle emniyet buyurulmasını istirham ederim. Fakat milletin istiklâl ve varlığını yok eden, millet hayatını tehlikeye düşüren işgal, suikast ve zulüm gibi İzmir bölgesinde görülmekte olan tecavüzlerin benzeri hadiselerin yeniden meydana gelmesine karşı, ne milletin heyecan ve vicdan ızdıraplarını ve ne de bundan doğan millî nümayişleri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede kudret ve kuvvet göremeyeceğim gibi, bu yüzden çıkacak olay ve hadiselerin karşısında da sorumluluk kabul edebilecek ne komutan ve ne de sivil idareci ve ne de hükümet tasavvur ederim.”

Mustafa Kemal, 03 Haziran günü Sadrazamlık Makamı’na gönderdiği telgrafında, işgallere karşı gelenlerin gerçek durum hakkında bilgi istediklerini bildirdi.

“Şifre Havza: 03.06.1919

MAKAMI CELİLİ SADARETPENAHİYE
(BAŞBAKANLIK YÜCE KATINA)

İzmir, Manisa, Aydın işgalinden coşan ve tasalanan halkın her tarafta millî bağımsızlığı kurtarma amacıyla yaptıkları etkili gösteriler ve yapılan başvurulardan ve bazı yerlerden bana gelen telgraflardan anlaşılıyor. Özellikle vaktiyle yanlış ve pek çok işkence ve işgale uğramış olan doğu iller halkı, Ermeniler’in mahsus ve fiilen vaki bazı hareketlerinden ve yabancıların Batı Anadolu’daki işgal ve yayılmalarından haklı olarak kuşkulara düşmüş ve artık kendi topraklarının da aynı sonuca uğrayacağından tasalanarak güven ve avunmaları için gerçek durum hakkında sürekli bilgi istiyorlar. Devletin ve milletin bağımsızlık hakları için saltanat merkezinde ve her yanda olan millî teşebbüsleri Babıâli'nin eylemli girişimlerinde özetlendiği üzere yüce hükümetlerinin siyasî ve genel durumuyla ilgili aydınlatma ve uyarılmam hakkında yardımlarının önemle beklenmekte olduğunu arz eylerim.
Mustafa Kemal.”

Mustafa Kemal, bir konferansa gidileceğini, İngiltere’nin himayesinin istendiğini ve Doğu illerinde bir Ermenistan Hükümeti kurulmak istendiğini ve bu düşüncelere karşı olduğunu 03 Haziran günü Kolordu Komutanları’na, Mutasarrıflar’a (İl ve ilçe arasındaki yerlerin yöneticisi) ve bazı Valiler’e bildirdi.
Havza, 03.06.1919

“Samsun’da Üçüncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendiye,

Erzurum’da Onbeşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine,

Canik Mutasarrıfı Hâmit Beyefendi’ye,

Erzurum Valisi Münir Beyefendi’ye,

Sivas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretleri’ne,

Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendi’ye,

Ankara’da Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuad Paşa Hazretleri’ne,

Konya’da Yıldırım Orduları Müfettişi Cemal Paşa Hazretleri’ne,

Diyarbakır’da Onüçüncü Kolordu Komutan Vekili Cevdet Beyefendi’ye,

Van Valisi Haydar Beyefendi’ye,

Fransa siyasî temsilcisi Mösyö Defrance’ın Sadrazamlık yüksek makamına gelerek Osmanlı Devleti’nin haklarını Konferans huzurunda savunmak için Paris’e gidebileceklerini bildirdi, Dahiliye Nezareti’nin (İçişleri Bakanlığı’nın) resmî tebliğlerinden ve ajans haberlerinden anlaşılmıştır. İzmir olayı üzerine, milletimizin gösterdiği vatanseverce hassasiyet ve bu suretle istiklâlini korumak hususunda beliren azminin neticesi olan bu mazhariyet şükranla karşılanmağa lâyıktır. Fakat buna rağmen Yunanlıların, İzmir vilâyetini işgali önlenebilmiş değildir. Herhalde milletin, haklarını müdrik ve onları çiğnetmemek için yek-vücut olarak fedakârca harekete hazır olduğu, İtilâf Devletleri’ne karşı gösterilmeğe ve ispata devam edildikçe, adı geçen devletlerin milletimize ve onun haklarına saygılı olacağına şüphe yoktur.

Sadrazam Paşa Hazretleri’nin konferans huzurunda Osmanlı Devleti’nin haklarını savunmak için ellerinden geleni yapacakları tabiîdir. Ancak milletçe, kesin olarak savunulması istenilen ve lüzumlu görülen haklar bilhassa iki noktada önem kazanır: Birincisi, devlet ve milletin mutlak şekilde tam istiklâli. İkincisi de, anavatan topraklarında çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir. Bu hususta Paris’e harekete hazırlanan heyetin görüşü ile millî vicdanın kesin arzusu arasında tam bir uygunluk bulunması şarttır. Aksi takdirde, millet gayet güç durumda ve telâfisi imkânsız oldu-bittiler karşısında kalabilir. Bu endişeyi doğuran sebepler şunlardır: Sadrazam Paşa Hazretleri, duyduğumuz demecinde, bir ermeni muhtariyeti esasını kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun hududunu zikretmedi. Bundan Doğu vilâyetleri halkı tabiatıyla üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemeğe mecbur oldu. Toplanmış olan Saltanat Şurası’nın üyelerinin hemen hepsi, millî istiklâlin korunmasını ve millet mukadderatının bir Millî Meclisin iradesine bırakılmasını istediği halde yalnız hükümetin dayandığı İtilâf ve Hürriyet Partisi adına başkan Sadık Bey’in yazılı ifadesinde, İngiltere’nin himayesi teklif olundu. Geniş bir Ermenistan muhtariyetini ve devletin bir yabancı himayesini kabul meselelerinde, millî arzu ile bugünkü hükümetin görüşü arasında uygunluk olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa Hazretleri ile beraberinde hareket edecek olan heyetin, milletin haklarını savunmakta takip edeceği esaslar ve program milletçe bilinmedikçe, yukarda arz edilen noktalarda endişeye düşmemek mümkün değildir. Bu suretle vilâyetlerde ve onlara bağlı yerlerdeki Müdafaa-yı Hukuk-ı Millîye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nin temsilciler heyetleri ve henüz teşkilâtı tamamlanamayan yerlerde de belediye heyetleri, Sadrazam Paşa Hazretleri’ne ve doğrudan doğruya Zât-ı Şahane’ye (Padişah’a) telgraflarla başvurarak, millî istiklâlin mutlak dokunulmazlığı ve milletin çoğunluk haklarının korunmasının milletin başlıca şartı olduğu söylenmeli ve buna göre gidecek heyetin savunacağı esasların millete resmen ve açıkça bildirilmesi istenmelidir. Milletin bu tarzda hareketiyle, gidecek heyetin savunmaya çalışacağı esasların, hakikaten milletin arzu ve isteği olduğu İtilâf Devletleri’nce anlaşılacak ve hiç şüphesiz daha ziyade önemle dikkate alınarak heyetin vazifesini kolaylaştıracaktır. Bu düşüncelerin gerekli kimselere bir an önce ulaştırılmasını ve duyurulmasını, vatanımızın mukadderatı adına vatanseverliğinden şüphe etmediğim yüksek şahsiyetinizden bilhassa istirham ederim.Bu telgrafın alındığı zamanın bildirilmesini de rica ederim.
Mustafa Kemal ”

Mustafa Kemal, yine aynı gün, Harbiye Nezareti’nin nota suretini taşıyan telgrafına verdiği cevapta, “endişe verici bir hal”in olmadığını bildirdi.
03 Haziran 1919

“HARBİYE NEZARETİ YÜKSEK MAKAMI’NA
c: 2 Haziran 1919 şifre: Nutuk, c.1, s. 31.

Mustafa Kemal Paşa, 03 Haziran günü yayınladığı bir genelge ile Paris barış Konferansı’nda nelerin savunulması gerektiğini millete duyurdu.

Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de, 04 Haziran günü Sadrazam’a gönderdikleri yazılarla, Doğu’da Ermeni isteklerinin red olunmasını talep ettiler.

Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 05 Haziran günü Sadaret Makamı’na gönderdiği telgraf ile Samsun ve çevresindeki Rum çetelerinin yaptıklarını bildirdi.

SADÂRET YÜKSEK MAKAMINA

24 Mayıs 1919 tarihinde sunduğum genel iç durum hakkındaki raporumda Sivas vilâyeti hakkında henüz esaslı bilgi alamamakla beraber basit bazı bilgiler arz etmiştim. Onbeş günden beri Sivas vilâyetine bağlı yerlerle bağlantı kurdum. Cereyan etmiş bütün olaylar hakkında bilgi edindim.

Anlaşılıyor ki; Rumlar nispetsiz derecedeki azınlıklarına rağmen Sivas vilâyetinin Amasya ve Tokat sancaklarında da aynı Canik Livasında olduğu gibi çetecilik ve siyasî amaçlı teşkilât kurup faaliyet gösteriyorlar. Bugün, özellikle Canik’le sınır olması sebebiyle Amasya Livâsı hudutları içinde yirmi bir Rum çetesi görülmektedir. Bunların liderleri ve faaliyet gösterdikleri yerler ve çıkardıkları en son olaylar kayıtlara geçmiştir. Tokat livâsında da dikkat çekici olmak üzere ve yine Canik Livâsı hududunda, Amasya’nın Ladik ilçesi doğrultusunda Erbaa ilçesinde kısmen de Niksar’da avenesi kuvvetli beş Rum çetesi vardır. Fakat bu ilçenin çeteleri hareketsiz görülüyordu. Teşkilât ve silahları mükemmeldir. Vilâyette kimlikleri belirlenmiş bir kaç Ermeni Çetesi var ise de önemli bir faaliyetleri görülmüyor. Sivas vilâyeti sınırları içinde Hıristiyanlar’ın mal ve can güvenliklerine zarar verecek, İslâmlar tarafınlar siyasi amaçla kurulan ne büyük teşkilât ne de meydana gelmiş bir olay yoktur. Pek seyrek derecede âdi eşkıyalık olayları görülmektedir. Fakat büyütülecek durunda değildir. Amasya Livâsında dört İslam çetesi vardır. Tokat Livâsında belli başlı bir hâdise görülmemiştir. Amasya Livâsı sınırları içinde Hıristiyan çeteleri tarafından on üç günlük zaman zarfında İslamlara karşı beş olay meydana gelmiş olup, İslâmlar tarafından Hıristiyanları hedef alan herhangi bir olay meydana gelmemiştir. Hıristiyan azınlıkları şımartıp, çılgınca hareketlere yönelten Rum ve Ermeni kundakçıları âsâyişi yabancılara karşı bozuk göstermek, işgâl ve müdâhaleyi davet etmek, özellikle yabancı subayların bulunduğu yerlerde hükümetle hiç temas etmeyerek doğruca yabancılara müracaat etmek suretiyle İslâmlar aleyhine olaylar çıkartılması gibi tutum ve davranışlarını sürdürüyorlar. Bütün bunlara rağmen ülke hukukuna ve huzurun gerekliliğine inanan Müslüman halk üzülmekle beraber dikkati çekecek derecede sessizlik içinde olup, Hükümete karşı da güven ve bağlılıklarını gösteriyorlar. Rum ve Ermeni komitecileriyle, bunların ileri gelenleri devamlı şekilde temasta bulundukları İngiliz subayları ve bazı Amerikan memurlarından çok yüz buluyorlar. Bu subay ve memurların eğer, siyâsî olarak görünürde bir işe karışmadıkları kabul edilir ise de yanıltıldıkları ve kandırıldıkları kesindir.

Merzifon’daki İngiliz subayları ile Amerikan memurlarından gerek Merzifon ve gerek Gümüşhacıköy kazası Rumları ile olan pek sıkı ilişkileri dikkat çekicidir. Gümüşhacıköy’ünün beş yüz haneli ve Karaköy isimli Rum köyünde meşhur birkaç çete reisi arasında Vangel adındaki bozguncu da vardır. Çoğunlukla Ankara vilâyetinin Çorum sancağına bağlı yerlere saldırıp, yağma ve cinayet işliyorlar. Üç gün evvel Havza’daki alay kumandanı bir taburla adı geçen köyü kuşatarak yaptığı arama sırasında Merzifon’dan oraya otomobille yetişen İngiliz subayının işe karışması ve ilçe makamlarının Margarit Efendi olması sebebiyle hiçbir sonuç elde edilemediği gibi, devletin otoritesini de yok duruma düşürmüştür.

Dikkat çekicidir ki; Vangel adlı çete reisinin kardeşi Aleko ve evvelce önce komiserlikten emekli Aleksi Efendi İngiliz ve Amerikan memurları ile her gün sıkı temasta bulunduğu gibi kaymakam Margarit Efendi’nin de akıl danışmanıdır. İşin devamı bununla kıyaslanabilir. (şifre) açıklık kazandıktan sonra hükümetin Ladik gibi önemli bir ilçeye de (şifre) bu sırada kaymakam olarak gönderilmesi ilgi çekicidir.

Trabzon vilâyetine gelince, Müslümanlardan birkaç çete var ise de soygunculuk gayesine dayanmaktadır. Tehcir işlerinden dolayı kaçak durumda olan Topal Osman Ağa’nın çetesi önemli olup, Giresun ve doğusu civarlarında da önemli bir hareketi görülmemiştir. Müslümanlar arasında şahsi sebeplerle bazı öldürme gibi âdi cinayet olayları çıksa da bunlar da ne eşkıyalık ne de siyasi gaye yoktur. Rumların bu vilâyetteki teşkilâtı da aynen Canik ve Amasya’daki teşkilatları gibi siyâsîdir. Çıkardıkları olaylar ve çete hareketleri azdır. O da Trabzon vilâyeti halkının uyanıklığındandır. Yalnız Köroğlu-Afkalidis adındaki otuz kişilik Rum çetesi Gümüşhane ve Zanta tarafından çok kanlı olaylar çıkarmaktadır. Şimdiye kadar az vakitte onbeş Müslüman öldürülmüştür. Gayesi, asâyişi bozuk göstermektedir. Tâkip edilmektedir.

Erzurum vilâyetine gelince, birkaç İslam çetesi varsa da siyasi bir gaye güdülmeyip, ahlaksızlıklarının ve açlığın doğurduğu adi eşkıyalıktır. Erzincan livâsı da aynı derecededir. Van vilayetine gelince, âdi olaylar dikkati çekmektedir. Ermenistan ve Gürcistan ile sınır olan bu vilâyetin doğusunda ve Kafkas tarafında Ermenilerin birtakım faaliyetleri ve hazırlıkları vardır. Bu konuda gerek tarafımdan gerekse mahalli yetkililer tarafında üst makamlara bilgi sunulmaktadır. Canik livasına gelince, olay pek azdır. Müslümanların tek tük eşkıyalık hareketleri genel olarak durmuştur. Rumların durumu da aynı olup, zararlı hareketleri azalmıştır. Bazı İslam çetelerinin güçlü olmaları veyahut bölgeden uzaklaşmaları kollanıyor. On üç gün zarfında İslamlar tarafından Rumlar aleyhine olay çıkmayıp, Rumlar tarafından İslamlar aleyhine onbeş ve yedi aralarında üç olay çıkmıştır. İstihbârat. 60 Özel
05 Haziran 1919
Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişi
Tuğgeneral
Mustafa Kemal”

Mustafa Kemal Paşa, 05 Haziran günü, Sadâret Makamı’na gönderdiği telgrafında, “Otuz bin nüfus adına Tercan Belediye Başkanlığı’ndan gelen telgrafta Türk’ün gerçek devletinin bağımsızlığı uğrunda, her türlü fedakârlığa hazır oldukları bildirilmekte, medenî Avrupa’nın büyük devletlerinden adaletin Türkler’e de uygulanması istenilmektedir.”denildiğini bildirmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, yine aynı gün, Harbiye Nezareti’ne (Savaş Bakanlığı’na) bölgedeki çeteler hakkında rapor verdi.

“On beş günden beri müfettişlik dahilinde yaptığım tahkikat sonunda gördüm ve anladım ki, Rumlar, azınlıkta kalmış olmalarına rağmen, Sivas, Amasya, Tokat, Canik, Erbaa ve Niksar ile merkeze bağlı yerlerde geniş ölçüde çetecilik yapıyorlar. İsmi geçen yerlerde bizce bilinen 26 adet Rum çetesi vardır. Teşkilât ve teçhizatları da mükemmeldir.” dedikten sonra: “Bunların asıl gayeleri, asayişi ecnebilere karşı karışık göstermek, işgal ve müdahaleyi celbetmektir. Bunlar ecnebi zabitanının bulunduğu yerlerde, hükümet ile değil, ecnebi zabitlerine müracaat edip onlarla birlikte olmaktadırlar. Daima temas ve irtibatta bulundukları da İngiliz zabitleri ile bazı Amerika memurlarıdır. Rum çete başı Vangel şeriri üç gün önce Havza’daki alay tarafından Karaköy’de muhasara edilmiş, yakalanacağı sırada Merzifon’dan buraya gelen İngiliz zabitinin müdahalesi ile kurtarılmıştır.Vangel, kardeşi Aleko ve emekli Aleksi, İngiliz zabitlerinin en samimi ahbabıdırlar” diye bildirmiştir.

Türkler’e gelince “Halkın can, mal ve ırzını ihlâl eden ve hele siyasi maksat taşıyan böyle teşkilât mevcut değildir. Büyütülecek bir kuvvet de değiller. Trabzon civarında birkaç Türk çetesi varsa da, maksatlarının, nefislerini müdafaadan yahut soygunculuktan ileri gitmediği muhakkaktır. Türkler arasında en tanınmış çeteci tehcir işlerinden dolayı firar halinde bulunan Topal Osman Ağa’nın çetesidir. Gayesi siyasi olmayıp adi soygunculuktur.”

General George F. Milne, 06 Haziran günü, Harbiye Nezareti’nden, Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılmasını istedi.

General Milne, Harbiye Nezareti’ne gönderdiği yazı ile, Mustafa Kemal Paşa gibi “Seçkin bir generalin, kurmay heyeti ile birlikte memleket içinde dolaşması, kamu düşüncesini tedirgin etmektedir. Askerlik bakımından da bu generalin iş görmesini lüzumlu bulamıyorum. Onun için Kemal Paşa ile kurmay heyetinin hemen geri çağrılması lâzımdır.” dedi.

Epeyi muhalefete rağmen Bakanlar Kurulu Mustafa Kemal’i geri çağırma kararı aldı. İtiraz edenlerin bazıları Mustafa Kemal’in Konya’ya gönderilmesini istediler. Fakat Sadrazam bunun İngilizler’e uygun gelmeyeceğini söyledi.

General Milne’in gönderdiği yazı şöyledir:

“General Kemal Paşa ile kurmayların vilâyetlerde arzu edilir bir şey olmadığını Ekselânsınıza bildirmekle şeref bulurum. Mümtaz bir generalle kurmay heyetinin memleket içinde yer yer dolaşmaları umumî efkârı tedirgin etmektedir. Ben askerlik bakımından bunların faaliyetlerini lüzumsuz görmekteyim. General Kemal Paşa ile heyetinin derhal İstanbul’a dönmeleri için emir vermenizi dilerim.
G.F. Milne
Karadeniz Ordusu Başkomutanı.”

Mustafa Kemal Paşa, 06 Haziran günü, Havza silah deposundaki silahları evlere taşıttı. Mondros Mütarekesi gereğince İtilâf Devletleri’ne teslim edilmesi gereken ve 9’uncu Kolordu tarafından İstanbul’a gönderilmekte olan 10.000 süngü kolu ile 12 top kamasına, bunları nakle memur olanlarla taşıyan hayvanların yorgunluğunu ve perişanlığını ileri sürerek el koydu.

Mustafa Kemal’i adım adım izleyen İngiliz Yüzbaşı LH. Hurst, aynı gün, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri’ne gönderdiği raporunda Mustafa Kemal’in “enerjisini katliamlara boşaltma ihtimali yüksek bir hareket düzenlemekte” olduğunu rapor etti. Türkler’in kendi çıkarlarını savunmak için attıkları her adım, İtilâf Devletleri tarafından katliam hazırlığı olarak yorumlanıyordu ve Türk egemenliğinden kurtulmak isteyen Hıristiyan azınlıklar da bu yorumu güçlendirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Müslüman Türkler’in kaderiyse, İtilâf Devletleri’nin kaygıları arasında yer alıyordu.

20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, 06 Haziran günü, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgrafında buluşma teklifinde bulundu.

20’nci Kolordu Komutanı Fuat Paşa, Ankara’dan kendisine bir telgraf çekti. Rauf (Orbay) Bey’in geldiğini haber verdikten sonra Osmancık veya İskilip’te buluşalım, diyordu. Mustafa Kemal kendilerini Havza’ya çağırdı. Geldiğinden beri buranın ileri gelenlerini millî savunmaya hazırlamakta idi: “Hiçbir zaman umut kesmeyeceğiz. Çalışacağız, memleketi kurtaracağız.” diyordu. Diyarbakır bölgesindeki birliklerimizden alınarak Samsun’a götürülen binlerce tüfek mekanizmasına Havza’da el koymuş, askerî depodaki silahları da evlere taşıtmıştı. Merzifon’da önemlice bir İngiliz birliği bulunduğundan Havza’da kalması da pek tekin değildi.

Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, 07 Haziran günü, General Milne’in Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağırılması konusundaki yazısına cevap verdi.

Harbiye Nazırı, General Milne’e gönderdiği yazı ile durumu yeniden açıkladı ve “Böyle bir müfettişin vilâyetleri dolaşmasının kamu düşüncesini rahatsız mı veya teskin mi edip edemeyeceğinin takdirinin, memleketin tecrübeli bir askeri ve evlâdı ve özellikle bu işte sorumlu bir Nâzır’ı” olarak kendisine bırakılmasını istedi.

Vükela Meclisi (Bakanlar Kurulu), 08 Haziran günü Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması konusunu görüştü. Hükümet üyelerinin muhalefetine rağmen Bakanlar Kurulu Mustafa Kemal’i geri çağırma kararı aldı. İtiraz edenlerin bazıları Mustafa Kemal’in Konya’ya gönderilmesini istediler. Fakat Sadrazam bunu İngilizler’in uygun görmeyeceğini söyledi.

Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, General G.F.Milne’in Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması isteğine karşılık 08 Haziran günü yazdığı yazıda, Mustafa Kemal Paşa’nın atamasının kendilerinin bir şikayeti üzerine olduğunu ve bu konuda İngiliz onayının alındığını bildirdi.

İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, Osmanlı Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı)’na 08 Haziran günü bir nota verdi: Anadolu’da bazı kimselerin karışıklık çıkarmaya kalkıştıklarını, bunların “vahim sonuçlar” doğuracağını söyledi. Mustafa Kemal’in geri çağrılması isteğini tekrarladı.

Harbiye Nazırı çaresiz kalmıştır. İngilizler’e, İngilizler’in sözünden çıkmayan Damat Ferit’e karşı daha fazla direnemez. 08 Haziran günü Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a çağırmak zorunda kaldı.

İngiliz Askerî Ataşesi Deedes, 08 Haziran günü Sadrazam Vekili M. Sabri’yi ziyaret etti. M. Sabri, Damat Ferit olmadan da bazı işlerin üstesinden gelinebildiğini ifade etti.

08 Haziran günü İngiliz Askerî Ataşesi Deedes, Sadrıâzam Vekili M. Sabri’yi ziyaret etti. Bu zat İttihat ve Terakki rengi taşıyan bazı kimselerin asayişi bozmak istediklerini, Paris’e giden murahhas heyetine karşı çıkıp, buna girmek ve Padişah’ı etkilemek arzusunda olduklarını, hükümetin bunlardan kurtulmak için müttefik makamlarına güvenmek istediğini söyledi. M. Sabri’ye göre, Damat Ferit, zayıf bir kişiydi ve o yokken, kendisi bir takım işlerin üstesinden gelebileceğine inanıyordu. Bundan sonra, Deedes’e, Saltanat Şûrası’ndaki İngiliz himayesi önerisi dolayısıyla Mustafa Kemal’in Sadık Bey’i eleştiren, Sadaret’e yazılmış yazısını okudu. M. Sabri, Mustafa Kemal’i mevkiinden aldırmak için yaptıkları müdahaleden ötürü İngilizler’e teşekkür ediyordu. Vükela Meclisi, çok muhalefete rağmen, onu geri çağırmağa karar vermişti. Bazıları onun Konya’ya gönderilmesini istemişlerdi ama kendisi, bunun İngilizler’i tatmin etmeyeceğini söylemişti.

Amiral Calthorpe, Hariciye Nazırlığı (Dışişleri Bakanlığı)’na aynı gün verdiği nota ile endişelerini ve General G.F. Milne’in Mustafa Kemal Paşa’nın geri dönmesi ihtarını hatırlattı.

Amiral Calthorpe, verdiği nota ile, “Samsun sancağından endişe verici haberler aldığını” “bazı kötü niyetli kimselerin hadise çıkarmaya çalıştıklarını” ve bu işte Mustafa Kemal Paşa’nın baş rolü oynadığını açıklıyor. Karadeniz Ordusu Başkomutanı General Milne tarafından Mustafa Kemal Paşa’nın geri dönmesi için direktif verdiğini hatırlatıyor ve içteki kargaşalıklar “Irklar arası dinî bir hal alırsa ciddî sonuçlar doğuracaktır, içlerinde bir hadise çıktığı takdirde sorumlu tutulacakları bütün ilgili sivil idarecilere bildirilmelidir” diyordu.

Ankara’daki Ali Fuat Paşa, 08 Haziran günü, Mustafa Kemal Paşa’ya, “...Tanıdığınız bir kişi arkadaşlarla İstanbul’dan buraya gelmiştir. Ne yapmalarını buyurursunuz ?” diye sordu. Mustafa Kemal Paşa da, 10 Haziran günü, görüşme talebinde bulunan Ali Fuat Paşa’ya cevap vererek, benzin sıkıntısı yüzünden Osmancık’a gelemeyeceğini ve kendilerinin Havza’ya gelmelerini bildirdi.

Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçişini takiben kuvvet komutanlarına bazı emirler yazarak bölgelerindeki durumla ilgili bilgilerini istemiş idi. 17’nci Kolordu Komutanı Bekir Sami Bey’in açıklamasına, Mustafa Kemal Paşa’nın 09 Haziran’da Havza’dan verdiği cevapta “memleketin düzenli bir teşkilât altına alınmasına çalışmalıyız.” dedi. Bu terim ilk defa bugün kullanılmıştır. Mustafa Kemal, düşüncelerindeki bilgileri, günü ve saati gelince bir bir açıklamaktadır. Hiç bir bilgiyi, zamanından önce açıklamamıştır.

Mustafa Kemal Paşa, 11 Haziran günü, Padişah Vahideddin’e gönderdiği telgrafında, genel durum ve gelişen olaylar konusunda bilgi verdi.

“ULU PADİŞAH EFENDİMİZE

Büyük Millet’in ve kutsal Halifeliğin tek sağlam direği bulunan Saltanatınızı, Ulu Tanrı afetlerden korusun.
Ulu Koruyucumuz,

Ülkenin bugün uğradığı felaketler baskısı ve bölünme kaygıları karşısında ancak siz, kutsal Padişahımız başta olmak üzere, millî ve kutsal bir gücün varlık sesi, ülkeye ve bağımsız devlet ve milleti ve şanı dünyayı tutmuş altı buçuk yüzyıllık Hanedanı ve ulu tarihini kurtarabilir.

Her yerde bu ilke ve görüş birdir. Katınızda, sizinle en son görüşme onuruna eriştiğimde İzmir’in üzücü olaylarından pek üzüntülü yüreğinizin bu kurtuluş yerine ilişkin esinlerini bu anda bile hatırlamaktayım. Bu esinleri açıklamak isterim.
İstanbul’dan en son ayrılacağım gün katınıza erişerek onurlanmıştım. Bu sırada siz Padişahımız, Boğaziçi’nde bulunan İngiliz zırhlısının, Saray’a çevrilen toplarını göstererek ‘Görüyorsun’ dediniz. ‘Ben artık ülke ve milleti nasıl kurtarmak gerekeceğini düşünmede kararsızlığa düşüyorum.’ Ve ellerinizi kaldırarak ‘İnşallah millet uyanır ve uyanık bulunur, bu acıklı durumdan gerek beni, gerekse kendisini kurtarır’ buyurmuştunuz. Size şimdi iletmek istediğim bu sözlerinizdir. İçten isteğinizin esinlediği kararlılık ve inançla görevimi sürdürüyorum. Buyruğunuz uyarınca Başbakan kulunuzu önemli işlerde sürekli aydınlatıyorum. Yapılması gerekenleri bildiriyor ve kendim de yerine getiriyorum.

Şu bir ay içinde hemen Anadolu’nun bütün illerine,sancaklarına ve ilçelerine ve sınır boylarına kadar milletin özlemlerini ve düşüncelerini bütün komutanların ve memurlar kesiminin duygularını ve yaptıklarını öğrendim. Bilgi edindim.

Sonuçta açık bir biçimde anlaşılıyor ki, millet baştan aşağı uyanık olup devlet ve milletin bağımsızlığını ve Saltanat ve Halifeliğin yüksek haklarını sağlamlaştırmak için güçlü bir karar ve inançla donatılmış bulunuyor. İstanbul’dayken milletin bu kadar güçlü ve kısa sürede, felaket geçirmiş olanlarından bu kadar çabuk uyanacağını havsalam almazdı.

Ulu Padişahım,

Bu nitelikleri olan ve sizin kutsal ululuğunuza bu kadar sıkı bağlarla bağlı olan soylu milletimize bütünü ile dayanır ve karşılık olarak bütün anlamı ile bu millî ve vicdanî güce yardım edilirse son buyruklarınız gibi bütün milletin kararlılık ve gücünü artırmış olur.

Yalnız, ilgi çekici ve üzücüdür ki, bu temiz Anadolu halkı bugünkü duyarlı dönemde bile İstanbul’da gelişen türlü türlü bölücü görüşlerden ve bozguncu davranışlardan pek çok üzüntü duymaktadır. Gerçekten, İstanbul çevresinin bozulmaya ve çöküntüye yatkın ve bundan yararlanmayı bilen yabancılar devlet ve milletin yok edilmesi devlet ve millete ve Padişahına bağlılık ve özveriyle çalışma yeteneğinde olanların ortadan kaldırılmasını içeren pek ileri gitme ataklığı gösteriyorlar.

Ulu Padişahım,

Hatırlamış olacaksınız ki, bana verdiğiniz görevin yapılması sırasında yabancıların ve kimi bozguncu yuvalarının kesinlikle yalancılık yapmaları ve karşı çıkma ihtimallerini daha İstanbul’dayken ilettiklerim arasında sunmaya çalışmış ve özellikle Başbakan Ferit Paşa ile devletin önemli kişilerine çok açık olarak anlatmış ve böyle durumlar karşısında Ali İhsan ve Yakup Şevki Paşa kullarının durumuna giremeyeceğimi eklemiştim. İşte millî vicdandaki kesin uyanıklık belirtilerini yayılmacı çıkarlarına aykırı gören İngilizler, ülkenin zararına da olsa İngilizlere yaltaklanmayı görev sayan zayıf karakterliler, bu kere beni kandırarak İstanbul’a getirmeye çalışıyorlar.

Şanlı ve ulu Hakan’ına, milletine bağlı ve bu uğurda ölümleri küçümsemekle tanınan kulları gibi bir komutandan,doğal olarak yüksek Saltanat haklarının ve milletin varlığının ve kalıcılığının düşmanı olanlara uyması beklenemezdi. Bu sebeple,kulunuz Malta’ya gitmek ya da çalışılamaz duruma getirilmek gibi ihtimaller karşısında bırakıldım. Eğer daha zorlanırsam, görevimden çekilerek, şimdi olduğu gibi Anadolu’da ve milletin kucağında kalacağım. Ve bu vatan görevimi daha açık adımlarla sürdüreceğim. Ta ki, millet bağımsızlığına kavuşuncaya, Saltanat ve Halifelik kurtuluncaya kadar...

Sarsılmayan bağlılığımın sürekli artacağına inanmanızı sunmaya ve işletmeye yüreklilik gösteririm.
9’uncu Ordu Birlikleri Müfettişi
Fahri Yaveri Hazreti Şehriyari
Mustafa Kemal.”

Mustafa Kemal Paşa, 11 Haziran günü, Harbiye Nazırlığı’na gönderdiği telgrafında, geri çağrılış sebeplerini sordu. Mustafa Kemal Paşa, İngilizler’in isteği üzerine İstanbul’dan çağrıldığını ve buna karşı vereceği kararın bütün arkadaşların kanaati olması gerektiğini Kâzım Karabekir’e bildirdi.

“1-Harbiye Nezareti’nden şu şifreyi aldım: “Komutanızdaki istimbotlardan biri ile hemen buraya gelmeniz rica olunur.”

2-Çağrılışımın sebebini Cevat Paşa’dan (Genelkurmay Başkanı/Cevat Çobanlı) gizlice sordum. Cevap şudur: Sizin gibi değerli bir generalin halen Anadolu vilâyetlerinde dolaşmasının kamuoyuna iyi bir tesir bahşedemeyeceğinden bahisle İstanbul’a gelmenizi İngilizler istedi.”

3-Ali Fuat Paşa daha Samsun’a gelişimde İngilizler’in Hükümete gönderilmemin sebebini sorduklarını ve ısrarları halinde bunun Hükümetin isteği dışında bulunduğunu söylemek mecburiyetinde kalacağını inanılır şekilde duyduğunu bildirdi.

4-Vermiş olduğum kararın Milletin Hukuk ve İstiklâlini tayin uğrunda millet ile beraber çalışmaktan ibaret olduğunu siz kardeşime her zaman bildirmiştim. Bu gaye milletin sinesine sığınarak namus görevi ve vicdanı ifaya fedakârane devam etmeği gerektirir. Emsalimiz veçhile İngilizler’e esir olmak üzere İstanbul’a gitmekte mazurum. Vatan görevime devam edebilmekliğim bittabi zatıâliniz gibi aynı fikir ve kanaatte bulunan kardeşlerimin de daima ve herhalde desti vefak ve yardımlarına bağlıdır. Bugün benim vermeğe mecbur olduğum bu fiilî kararı yarın bütün namuslu kimseler ve hamiyetten olan arkadaşlarımız tarafından da verilmesi lüzumu tahakkuk edeceğine şüphe yoktur. Binaenaleyh bugün meydanı açıklığa bırakmaya mecbur olduğum bu kararımız arkadaşlarımın kanaatine dayanır. Bu hususa dair kıymetli kardeşimin fikirlerini beklerim.

Hükümeti merkeziye biiğfal İstanbul’a celbetmek planını takip eylediğinden ben de mümkün olduğu kadar zaman kazanmak ve karargâhımı dahili memlekete sokmak için aynı usulde mukabele ve muhabere etmekteyim.
Mustafa Kemal.”

Mustafa Kemal Paşa, 11 Haziran günü, Harbiye Nazırlığı’na yazdığı raporunda, Oltu’ya gelen Ermeniler’in geri gittiğini, Kars ve Sarıkamış’ta on bin asker yığdıkları ve elebaşı Antranik’in de otuz bin kuvvetle Van yönünde ilerlediğine ilişkin doğrulanmamış bilgiler alındığını ve 15’inci Kolorduca durumun araştırılmasını istediğini bildirdi.

Ali Fuat Cebesoy ve beraberindekiler, 12 Haziran günü, Ankara’dan Havza’ya, atlı arabalarla hareket ettiler. Aynı gün, Samsun’daki İngiliz Yardım Subayı Yüzbaşı L.H. Hurst, Amiral Calthorpe’a gönderdiği raporda, Mustafa Kemal Paşa’ya dair toplayabildiği bilgileri bildirdi ve Mustafa Kemal Paşa’dan şüphelendiğini açıkladı.

Samsun’daki Hurst, Mustafa Kemal hakkında şu raporu verdi:

“Çevredeki kasabalar ve ötesiyle kurduğu telgraf iletişimi öylesine büyük boyutlu ki,neredeyse telgrafhaneyi tekeline almış gibi görünüyor. Yanındaki subaylar ise onun etkisiyle uzlaşmaya yanaşmayan komşu köy ve kasabalarda sık sık görülüyorlar. Yunanlılar’a karşı bir direniş hareketinin düzenlenmekte olduğundan eminim ve İzmir’in (Smyrna) tekrar geri alınamayacağı açıkça anlaşılınca, her türlü girişim başlayacaktır.”

AMASYA’DA

Mustafa Kemal Paşa, 13 Haziran günü Havza’dan Amasya’ya geçti. Sultan Beyazıt Camii vaizi Abdurrahman Kâmil Efendi, “Tek kurtuluş yolu, halkın doğrudan doğruya egemenliğini eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın çevresinde toplanarak yurdu kurtaracağız” diyerek, Mustafa Kemal Paşa’yı kurtarıcı ve başbuğ olarak göstermiştir.

İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’i İstanbul’a çağırır. Mustafa Kemal de niçin çağrıldığını Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa’dan sorar. Harbiye Nazırı, Mustafa Kemal Paşa’ya, “İstanbul’a davetiniz Hükümet kararı sonucudur” diye cevap verdi. Mustafa Kemal Paşa için hazırlanan cevapta “Faaliyeti kendilerince bilinen sizin o bölgedeki memuriyetlerini uygun görmeyen İngilizler, İstanbul’a çağrılmanızı istediler. Memleketin geçirmekte bulunduğu hal, Nezâret’i bu İngiliz isteğini yerine getirmek zorunda bıraktığını arz ederim.” Deniliyordu. Fakat Harbiye Nâzırı bu telgrafın çekilmesine razı olmadı ve 15 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa’ya “İstanbul’a davetiniz Hükümet kararı sonucudur” diye cevap verdi.

Mustafa Kemal Paşa, 16 Haziran günü Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’dan, Edirne’de Kolordu Komutanı’nın kim olduğunu ve Cafer Tayyar Bey’in nerede bulunduğunu sordu.

Mustafa Kemal Paşa, aynı gün, Kastamonu Valiliği’ne gönderdiği telgrafında, İzmir hakkında aldığı bilgileri haber verdi.

Telgraf aşağıdadır:

“İzmir hakkında aldığım malûmat aşağıdadır.

1-Yunanlılar bu sabah İzmir’deki karakolları tahliye etmişler ve geceleyin kuvvetlerini kısım kısım vapura bindirme ile çekilmek hazırlıklarında bulunmuşlardır.

2-Foça cihetlerinde toplanan gönüllü ordusunun İzmir üzerine yürümekte olduğu haberi karşısında, Rumlar büyük korku ve tasaya düşmüş ve evvelce gaflet ve şımarıklık eseri olarak keşide ettikleri Yunan bandıralarını ortadan kaldırmışlardır.

3-Tahliye edilen karakollara Osmanlı karakolları ikame edilecektir.

4-Müslümanlar pek büyük ve mutantan millî bayram için hazırlıkta bulunmaktadır.

Bu malûmatın kaza belediye başkanlıklarına, Müdafaa-i Hukuk-u Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’ne acele olarak ulaştırılmasını arz ve rica ederim.

Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya Erzurum’a gelmelerini bildirirken, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe de, Mustafa Kemal’in İstanbul’a geri çağrılmasını Damat Ferit Hükümeti’nden istedi.

ERZURUM’DA ŞUBE KONGRESİ

“Vilâyat-ı Şarkiye-i Müdafaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti”nin Erzurum Şubesi’nin Birinci Kongresi yapıldı. Kongre, çalışmalarını 25 Haziran’da sona ermiştir.

Bu kongreye Erzurum’a bağlı “sancak ve kazalardan gelen” 21 delege katılmış ve bunlara Erzurum merkezinin hazırladığı bir rapor sunulmuştu. Bu raporda iç ve dışta yapılan Ermeni propagandası ile Kürdistan hürriyeti meseleleri incelenmekte ve İstanbul’da Noradonkiyan adındaki Ermeni’nin başkanlığında toplanmış olan ilmî bir cemiyetin iddiaları çürütülmekte idi. Çünkü Noradonkiyan’ın başkanlığındaki bu cemiyet, Ermeniler’le Kürtler’i bir ırktan sayıyor ve Kürtler’e Ermeni harflerini kabul ettirme gayretini güdüyordu. İşte Erzurum’da toplanan ve beş gün çalışan bu kongre Ermeniler’in bu iddialarını da tartışmış ve “Osmanlı camiasından” ayrılmamak,bunun için her türlü fedakârlığa katlanmak, Ermeni istilâsını şiddetle karşılamak, bu sebeple de, “Bekçi teşkilâtı adı altında halkı silahlamak,” köylerin ve mahallelerin 1884-1894 doğumlularını “seyyar kuvvet”, 1869-1884 doğumlularını ise “sabit kuvvet” olarak teşkilâtlandırmak, bunlardan vakti hali yerinde olmayanlara silah verilmek, düşman istilâsından dolayı dağılmış olan okulları ve bu arada öğretmen okulunu yeniden açmak ve Müslümanlar’ın bulundukları topraklardan göç etmelerini önlemek gibi önemli kararlar almıştı.

Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, kendisini İstanbul’a çağıran hükümet kararına aldırmadan 18 Haziran’da Dahiliye Nezâreti’ne bir telgraf göndererek, Erzurum ve Van valileri ile ilgili atama konusunu yorumlayıp, Erzurum Valisi’nin yerinde bırakılmasını istedi.

EDİRNE İLE HABERLEŞME

Mustafa Kemal Paşa, 18 Haziran günü, Edirne’deki 1’inci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar (Eğilmez) Bey’e gönderdiği telgrafında, çalışmalar ve yapılacaklarla ilgili bilgiler verdi. Sivas Kongresi için delege gönderilmesini istedi.

“Millî istiklâlimizi boğan ve vatanımızın parçalanması tehlikelerini hazırlayan İtilâf Devletleri’nin yaptıkları ve İstanbul Hükümeti’nin esir ve âciz durumu malumunuzdur.

Milletin mukadderatını bu mahiyette bir hükümete teslim etmek, yıkılmağa mahkum olmaktır.

Trakya ve Anadolu millî teşkilâtlarının birleştirilmesi ve millî sedayı gür bir sesle cihana duyuracak emin bir yer olan Sivas’ta, ortak ve kuvvetli bir heyet kurulması kararlaştırılmıştır.

Trakya-Paşaeli Cemiyeti, yetkili olmamak üzere İstanbul’da bir heyet bulundurabilir.

Ben İstanbul’da iken Trakya Cemiyeti üyelerinden bazılarıyla görüştüm. Şimdi zamanı geldi. Gereken kimselerle gizlice görüşerek derhal teşkilât kurunuz ve benim yanıma da temsilci olarak değerli bir iki kişi gönderiniz. Onlar gelinceye kadar, Edirne vilayeti haklarının savunucusu olmak üzere,teşkilât üyelerinin beni vekil seçtiklerine dair imzaları bulunan bir vesikayı imzanızla şifreli telgrafla bildiriniz.

İstiklâlimizi kazanıncaya kadar,tamamıyla milletle birlikte fedakârca çalışacağıma mukaddesatım üzerine yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kat’idir.

Anadolu halkı, baştan aşağı yek-vücut bir hale getirildi. Kararlar istisnasız,bütün komuta heyetleri ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizimle beraberdir. Anadolu’daki millî teşkilât kaza ve bucaklara kadar genişledi. İngiliz himayesi altında müstakil bir Kürdistan kurulması hakkındaki propaganda ve taraftarları bertaraf edildi. Kürtler Türkler’le birleşti.”

Ankara’dan gelen Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve beraberindekiler Havza’ya geldiler. Ali Fuat Paşa şöyle anlatmaktadır:

“18 Haziran’da Havza’ya muvasalat ettik. Bu esnada Mustafa Kemal Paşa’nın, Havza’dan Amasya’ya 2 gün evvel hareket ettiğini haber aldık. Hemen Amasya ile muhabere ettik ve orada bize intizar ettiğini bildirdi.”

Mustafa Kemal Paşa, 19 Haziran günü Kâzım Karabekir’e, Rauf Bey ile Ali Fuat Paşa’nın Amasya’ya geldiklerini bildirdi.



HABERLEŞME KESİLİYOR

20 Haziran günü ise, Sadaret Makamı’na (Başbakanlığa) gönderdiği telgrafında, Müdafaa-i Hukuk-u Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri tarafından verilen telgrafların çekilmemesi konusunda verilen emrin geri alınmasını istedi.

Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Amasya’dan, Valiliklere de gönderdiği genelge (tamim) ile, Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü’nün aldığı canice kararının geri alınmasına kadar telgrafhanelerin işgal edilerek İstanbul ile resmi görüşmelerin kesilmesini istedi.

Posta Telgraf Genel Müdürlüğü’nün telgrafhanelere Müdafaa-i Hukuk-u Milliye heyetleri tarafından verilecek telgrafların çekilmemesi hakkında emir verdiğini öğrendim. Bu genelge ile takip edilen amaç, milletin sesini boğmak, vatanın parçalanmasına karşı milletin birleşmesine engel olmaya yönelik canice ve haince girişimden başka bir durum değildir. Derhal adı geçen Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin öncülükleriyle halk mitingler yaparak bu hali hükümet katında şiddetle protesto etmelidir. Telgrafhaneyi serian işgal ederek bu emrin geri alındığına dair cevap alıncaya Kadar İstanbul resmi görüşmelerini kesmek lazımdır. Bu hususta Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti başkanlığına acele bilgiler verilerek övülmeye değer girişimlerine vatan için arka çıkılması lüzumunu tebliğ eyledim. Zerre kadar vicdanı olan bir telgraf memurunun bunu yapmayacağı kesindir. Şayet yapmağa çalışan olursa derhal divan-ı harbe verilmesini bütün kolordu komutanlıklarına emir ve tebliğ eyledim efendim.

Bu şifrenin varış tarihini rica eylerim.
Mustafa Kemal.”
Mustafa Kemal Paşa, buna ek olarak “İkinci Sûret” bir telgraf daha gönderdi:

“İkinci Sûret
Amasya’dan
VALİLİKLERE
Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nin verecekleri telgrafların çekilmemesi hakkında Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü’nden bütün telgraf memurlarına bir emir verildiğini duydum. Milletin sesini boğarak kanunî haklarını milletten koparıp almaya, vatanın yok olmasını hedef tutan bu emri hiçbir namuslu telgraf memurunun yerine getireceğini ümit etmem. Fakat böyle bir namussuzluğa yeltenecek olanlar olursa derhal Divan-ı Harb’e verilmelerini emrederim.
20 Haziran 1919
Mustafa Kemal.”

21 Haziran günü, Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a çağıran İstanbul, taktik değiştirdi. İstanbul’a çağırmak yerine, yerine atayacak birini aramaya başladılar. Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’ya, Mustafa Kemal Paşa’nın yerine 3’üncü Ordu Müfettişliği Vekaleti’ne tayin olunacağını bildirdi ve kendi yerine kimi teklif edebileceğini sordu.Kâzım Karabekir Paşa, bu teklifi kabuletmeyeceğini 22 Haziran’da bildirdi.

Bu ara, Mustafa Kemal Paşa ile yanındaki arkadaşları ve Ankara’dan gelen Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, gece geç vakitlere kadar görüştüler.

Ali Fuat (Cebesoy), Amasya’ya gelişini ve gece görüşmesini şöyle anlatmaktadır:

“Ertesi gün biz de Amasya’ya hareket ettik. Amasya’ya vardığımız günün gecesi geç vakitlere kadar Hüseyin Rauf Bey, ben, Mustafa Kemal Paşa ile baş başa kaldık. Durum gözden geçirildi. Erzurum’daki Kâzım Karabekir Paşa’ya bilgi verildi. Mustafa Kemal Paşa’nın beraberinde getirerek Samsun’da bıraktığı Albay Refet (Bele) ile Mutasarrıf Hamdi Bey’i Amasya’ya davet ettik. Müzakerelere devam ettik.

Vardığımız netice ..... Amasya Kararları namı altında formüle edildi ve hazır bulunan 4 zat tarafından imzalandı. Bunlar Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşalar’la, Hüseyin Rauf ve Refet Beyler’di.”

“Milletin istiklâl ve vatanı uğrunda uğradığı tehlike etrafında birlik olduğu, gerek harice gerek dahile gösterilmiştir. (Mukaddes İttifak) adını verdiğim Amasya Kararları, toplayıcı bir ruh taşımaktadır. Şunu hemen ilâve edeyim ki, bunun başlıca amili de Mustafa Kemal Paşa’dır.”

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından hazırlanan Amasya Tamimi (Genelgesi) 22 Haziran 1919 günü yayınlandı. Bu genelge şifre ile “Mülkiye ve askeriye makamlarına” bildirildi. Ayrıca İstanbul’da bazı kişilere de duyurulmuş ve kendilerine Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan bir mektup gönderilmiştir. Bu genelge, millî bir kongre için çağırıdır.


“Şifre Amasya, 22.Haziran.1919
194
TAMİM

1-Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet merkezimiz (Başkent, İstanbul) İtilâf Devletleri’nin tesir ve denetimi altında mahsur bulunduğundan üstlendiği mesuliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi yok tanıttırıyor. Milletin istiklâlini gene milletin azmü kararı kurtaracaktır. Milletin durumunu göz önünde bulundurmak ve sadayı haklı sesini cihana işittirmek için her türlü tesir ve denetimden uzak bir millî heyetin kurulması gereklidir. Bunun için görüşmelerle her taraftan gelen teklif ve millî istek üzerine Anadolu’nun her bakımdan en emin mahalli olan Sivas’ta millî bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için bütün Osmanlı illerinin her livasından ve parti ayrılıkları göz önüne alınmaksızın güçlü ve milletin güvenini kazanmış üç kadar delegenin aceleyle yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun bir millî sır halinde tutularak dağdağaya yer verilmemesi ve lüzum görülen yerlerde seyahatın kılık değiştirilerek yapılması lâzımdır.

2-Doğu illerimiz adına on Temmuz’da Erzurum’da toplanması kararlaştırılan kongre için adı geçen illerin Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetleri’nden seçilen üyeler zaten Erzurum’a doğru yola çıkarılmışlardı. O vakte kadar öteki illerimizin delegeleri de Sivas’a gelebileceklerinden Erzurum Kongresi’nin üyesi de belirleyeceği zamanda genel kurula dahil olmak üzere Sivas’a hareket edecektir.

3-Yukardaki maddelere göre delegelerin Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetleri ve belediye başkanlıkları ve saire ile seçilmeleri ..... isimleriyle hareket zamanlarının bildirilmesini istirham eylerim.

4-Bu telgrafın alındığının hemen bildirilmesi rica olunur.
Üçüncü Ordu Müfettişi
Fahri Yaver-i Hazret-i Şehriyârî
Mirliva M. Kemal.”

Amasya Tamimi, Mustafa Kemal’in çalışmalarının ve düşüncelerinin bir karar olarak ifadesidir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu genelge dışında önemli kararlar da aldılar.

Amasya Bildirisi, Mustafa Kemal Paşa’nın daha önce askerî komutanlara ve mülkî amirlere gönderdiği tebliğ ve tamimlerle, halka açıkladığı hususların bir program ve karar halinde ifadesidir. Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanan Amasya Bildirisi, Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Bey ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanında bulunanlar tarafından imzalanmıştır. Amasya’da Amasya Tamimi’nden başka bir takım önemli kararlar da alınmıştır. Ali Fuat Cebesoy’un deyimiyle “Mukaddes İttifak” adını alan bu kararlar arasında bir tanesi de askerî ve millî teşkilâtın hiçbir surette ilga edilemeyeceği hakkındaki karardır. Buna göre komuta hiçbir suretle terk ve başkasına bırakılmayacaktı. Silah ve mühimmat elden çıkarılmayacak, vatanın herhangi bir tarafında yeniden vaki olacak düşman işgali karşısında birlikte ve müştereken hareket edilecekti.

Mustafa Kemal Paşa, “Millî Kurtuluş” davasına faydalı olabileceklerini umduğu kişileri Anadolu’ya davet ederek, onlara “Amasya Tamimi” ile birlikte gönderdiği mektubunda, “...Bu kurtuluş davası elde edilinceye kadar Anadolu’dan ve milletin sinesinden ayrılmayacağım” diyerek, Türk milletini felaketlerden nasıl kurtaracağını çok önceden kararlaştırmış bulunduğunu bütün açıklığıyla anlattı.

Mustafa Kemal millî kurtuluş davasına faydalı olabileceğini umduğu Ruşen Eşref, Ahmed Rıza, Bayındırlık Bakanı Ferit, Millî Eğitim Bakanı Sait, Kara Vasıf, Abdurrahman Şeref Beyler, Sulh ve Selâmet Partisi Başkanı Ferit, Reşit Akif, Ahmet İzzet Paşalar ve Halide Edip (Adıvar) Hanım gibi Türk idare ve devlet adamlarını Anadolu’ya davet etti. Mustafa Kemal bu kişilere şöyle bir mektup yollamıştı:

“Vatanın parçalanma tehlikesi üzerine millî vicdan bir kurtuluş emeli etrafında ve Müdafaai Hukuk-u Milliye ve Redd-i İlhak Teşkilâtı namı altında seri bir surette toplanmağa başlamıştır. Yalnız mitingler ve saire gibi gösteriler büyük gayeleri hiçbir vakitte kurtaramaz ve ancak milletin içinden bilfiil doğan ortak kuvvete dayanırsa kurtarıcı olur. Fakat şüphe görmeyen bir hakikattır ki bu acı dönemi bu kadar öldürücü bir şekilde izhar eden en müessir amil maalesef başkentimizdeki muhalif cereyanlar ve Anadolu’nun saf ve kutsal millî emellerini muzır bir şekilde infirada uğratan siyasî ve gayrı millî propagandalardır. Kuvvayı Milliye’yi, bugün için böyle yanlış yollara sevk ile dağıtmanın cezasını vatanımız aleyhinde ve pek bol bir surette görmekteyiz. Binaenaleyh İstanbul’un işbu muhtelif cereyanları artık Anadolu’ya ve emeller ve millî duygulara hakim değil, tâbi olmak mecburiyeti vataniyesindedir. Ve Başkent İtilâf Devletleri tarafından tahliye edilinceye kadar bu mecburiyetin mutlak olduğu kanaatindeyim. Bu hal bittabi sizlerce de takdir olunur. Sunuş yazımda tasvir edilen vaziyet bugün seri ve genel bir millî kongrenin toplanmasını icap ettirmektedir... Bu davet her tarafa tamim ve ifa kılınmıştır. Devletin bölünmesi mevzuubahis olduğu bir sırada İngiliz propagandasıyla başveren Kürdistan istiklâli gibi cereyanlar dahi haberleşme ile taraftarının çağrılarak Hilâfet etrafındaki ortak amacımıza davet olunmuştur. Bu millî mesele için İstanbul’da zatı devletleri gibi vatanperver ve söz sahibi düşünürlere yönelen fedakârlık bilhassa pek büyüktür. Bu barış amacı ve millî sonuç elde edilinceye kadar Anadolu’dan ve milletin içinden ayrılmayacağımı ve bu noktada bir ferdî millet gibi çalışacağımı millete karşı mukaddesatım namına söz verdim ve hiçbir kuvvet bu azmi milliyeye mani olamayacaktır. Bu kararın bütün Anadolu’da iş başında bulunan sorumlu ve değerli arkadaşlarımızın ilkesi ve ortak kararlarına dayanmakta olduğunu da ek olarak belirtir,yürekten gelen özel saygılarımı sunarım Efendim Hazretleri.
3’üncü Ordu Müfettişi
Fahri Yaveri Hazreti Şehriyari
Tuğgeneral Mustafa Kemal”


KAYNAKLAR

Afetinan, Prof. Dr. A, Mustafa Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XXIII.Dizi-Sa.7, Ankara, 1983.
Afetinan, Prof. Dr. A., Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Türk Tarih Kurumu Yayınları. XVI. Dizi-Sa.34a, Ankara, 1991.
Akbulut, Yılmaz, Bingöl Tarihi,
Akçakayalıoğlu, Em. Alb. Cihat, Atatürk, Komutan, İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Genel Kurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1998.
Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele Mutlakiyete Dönüş (1918-1919), Cem Yayınları, İstanbul, 1992.
Altay, Fahrettin, On Yıl Savaş ve Sonrası,
Altuğ, Prof. Dr. Yılmaz, Türk Devrim Tarihi Dersleri (1919-1938), 4. Baskı, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1980.
Arı, Dr. Kemal, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Genel Kurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara.
Arıburnu, Kemal, Millî Mücadele’de İstanbul Mitingleri, 2. Baskı, Ankara, 1975.
Arısoy, M. Sunullah, Mustafa Kemal Atatürk’ün Söyleyip Yazdıkları, 1. Kitap, Türk Tarih Kurumu Yayınları: XXIII. Dizi-Sa.6, Ankara, 1982.
Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, c. 1, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı 1000 Temel Eser Yayınları, Birinci Basılış, İstanbul, 1973.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 4, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1989.
Atay, Falih Rıfkı, Çankaya,
Avcıoğlu, Doğan, Millî Kurtuluş Tarihi 1838DEN 1995E, Birinci Kitap, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974.
Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, c. 1, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, c. 1-5, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.
Bayur, Ord. Prof. Yusuf Hikmet, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI.Seri-Sa.20, Ankara, 1973.
Belen, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 542, Ankara, 1983.
Beyatlı, Yahya Kemal, Eğil Dağlar,
Bıyıkoğlu, Tevfik, Atatürk Anadolu’da (1919-1921)-I, 2. Baskı, Kent Basımevi, İstanbul, Ekim 1981
Bircan, Osman, Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Cebesoy, Ali Fuat, Millî Mücadele Hatıraları,
Çavdar, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara, 1995.
Çıplak, Mustafa Necati, İçel Tarihi, Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara, 1968.
Çoker, Fahri, Türk Parlamento Tarihi Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919-1923, c. 1, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı Yayınları No: 4, Ankara, 1994.
Erdeha, Kâmil, Millî Mücadele’de Vilâyetler ve Valiler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975
Erenli, M, Atatürk 1 Vatan ve Hürriyet, Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul, 1981.
Eroğlu, Hamza, Atatürk Hayatı ve Üstün Kişiliği, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,1997.
Jaeschke, Gotthard, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Türk Tarih Kurumu Yayınlarından XVI. Dizi-Sa.11, Ankara, 1986.
İlter, Erdal, İçel’de Ermeni Faaliyetleri,
Karabekir, Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1969.
Karabekir, Kâzım, İstiklal Harbinin Esasları, İstanbul.
Karabekir, Nutuk ve Karabekir’den Cevaplar,
Karal, Ord. Prof. Enver Ziya, Büyük Osmanlı Tarihi, C. IV., Türk Tarih Kurumu Yayınları, XIII. Dizi-Sa. 16, Hürriyet İstanbul, 1999.
Kınross, Lord, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Yayınları, İstanbul, 1972.
Kırzıoğlu, Prof. Dr. M. Fahrettin, Bütünüyle Erzurum Kongresi, c. 1-2, TC. Ziraat Bankası Armağanı, Kültür Ofset Ltd.Şti, Ankara, 1993.
Kocatürk, Dr. Utkan, Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara.
Kocatürk, Dr. Utkan, Atatürk’ün Toplanmamış Telgrafları
Kurat, Dr. Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1194, Ankara, 1990.
Kutay Cemal, Türk Millî Mücadelesi’nde Amerika, Boğaziçi Yayınları: 49, İstanbul, 1979.
Mango, Andrew, Atatürk, Sabah Kitapları, İstanbul, 2000.
Mersin Kuvayı Milliye Cemiyeti, Kurtuluş Savaşı’nda İçel, İstanbul, 1971.
Mikusch, Dagobert von, Gazi Mustafa Kemal Avrupa ile Asya Arasındaki Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.
Mumcu, Prof. Dr. Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İnkılâp ve Aka Basımevi, İstanbul, 1981.
Onar, Mustafa, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, c. 1, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları/1739, Ankara, 1995.
Ozankaya, Prof. Dr. Özer, Cumhuriyet Çınarı, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları / 1711, Ankara, 1997.
Önder, Mehmet, Atatürk’le Adım Adım Türkiye, Kültür Ofset Araştırma Yayınları: 1, Ankara, 1984.
Özerdim, S. N., Atatürk Devrimi Kronolojisi, Halkevleri Atatürk Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1974.
Özçelik, Doç. Dr. İsmail, Millî Mücadele’de Güney Cephesi Urfa (30 Ekim 1918-11 Temmuz 1920), Kültür Bakanlığı Yayınları/ 1418, Ankara, 1992.
Sakallı, Bayram, Ankara ve Çevresinde Millî Faaliyetler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 863, Ankara, 1988.
Sanders, Liman Von, Türkiye’de 5 Yıl, III. Cumhuriyet Gazetesi Kitapları.
Soysal, İsmail, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasi Andlaşmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları XVI. Dizi-Sa.38, Ankara, 1983.
Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, Berkalp Kitabevi, Ankara, 1964.
Şimşir, Bilâl N., Ankara... Ankara Bir Başkentin Doğuşu,
Tansel, Dr. Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c. 1, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 2262, Ankara, 1991.
T.C. Başbakanlık, Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921 Tarihleri Arasına Ait 106 Belge), T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:1-Gn. No: 060, Ankara, 1982.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları:408 Ankara, 1981.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbi, C. 3.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbi I Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı,
Tevetoğlu, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 757, Ankara, 1987.
Tunçay, Mete, TC’de Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931),
Türkgeldi, Ali Fuat, Görüp İşittiklerim, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayını, II. Dizi-Sa.15b, Ankara, 1984.
Türkiye Tarihi-4 Çağdaş Türkiye (1908-1980), Mete TUNÇAY, Siyasal Tarih (1908-1923).
Us, Asım, Gördüklerim Duyduklarım,
Ünal, Tahsin, Türk Siyasi Tarihi, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1958.
Villalta, Jorge Blanco, Atatürk, Çeviren: Em. Kur. Albay Fatih Özsu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 413, Ankara, 1982.
Walder, David, Çanakkale Olayı, Milliyet Yayınları, İstanbul.

CD

3.Boyut Lisan Eğitim Ltd.Şti. “Atatürk ve Devrimler” CD’si.

GAZETE VE DERGİ YAZILARI

Aytul, Turhan, “5 Büyük Kavga Bayar-Mareşal Kavgası” Güneş Gazetesi, 30.08.1985.
Atay, Falih Rıfkı-Soydan, Mahmut, (Sadeleştiren: İsmet Bozdağ), “Atatürk’ün Anıları” Milliyet Gazetesi, 27-29-30 Kasım 1978.
Atay, Falih Rıfkı-Soydan, Mahmut, (Sadeleştiren: İsmet Bozdağ), “Atatürk’ün Anıları” Milliyet Gazetesi, 04.12.1978.
Dolu, Edibe, “Atatürk’ün Bilinmeyen İki Mektubu” Tercüman Gazetesi, 10.11.1984.
Gazeteciler Cemiyeti Gazetesi, 10.11.1998.
Kutay, Cemal, “Bir Devir Aydınlanıyor-Talât Paşa’nın Gurbet Hatıraları.” Tercüman Gazetesi, 12-14-15-19-21-23-24 Aralık 1982.
“Olaylar ve belgelerle Tarih”, Tercüman Gazetesi, 14.02.1982.
Orhunlu, Bilge, “Kurtuluş Savaşımızın Başlangıcındaki Amerika Mandası Taraftarları ve Sonrası.” Yeni Hayat, Ocak 1995, C. 1, S. 3.
Orhunlu, Bilge, “Millî Mücadele’nin Doğuşu ve Heyet-i Temsiliye’den Büyük Millet Meclisi’ne-I.” Yeni Hayat, Haziran 1995, C. 1, S. 8.
Tarihçi, Reşit, “19 Mayıs 1919’a Doğru, Mustafa Kemal Anlatıyor: Samsun’a Bir An Evvel Ayak Basmak İstiyordum”, Tercüman Gazetesi, 19.05.1984.
Tevetoğlu, Fethi, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar IV Dr Refik SAYDAM”, Türk Kültürü, C. 8, S. 85.
Tevetoğlu, Fethi, “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar IX Üsteğmen Arif Hikmet Bey”, Türk Kültürü, C. 8, S. 93,
Ünal, Tahsin, “Millî Mücadele Başlarında Mustafa Kemal.” Türk Kültürü, C. 7, S. 73.
Vakkasoğlu, V., “Bir 19 Mayıs Belgesi Samsun’a İngiliz Vizesi”, Zaman Gazetesi, 19.05.1991.
Gazeteciler Cemiyeti, Millî Egemenlik, 23.04.1985, Yıl. 1, S. 1, s. 29.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder