18 Kasım 2009 Çarşamba

BİR KARA GÜN İZMİR’İN İŞGALİ

HALİL İBRAHİM YILDIRIM

KİTAP HAKKINDA

Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra İtilaf devletleri Osmanlı Devleti’ni işgal etmeye başladılar. Bu işgaller, daha önceden yapılmış gizli antlaşmalara göre yapılmaktaydı. Ancak İzmir İngilizler tarafından bir oldu-bittiye getirilerek İtalyanlar yerine Yunanlılara verilmiştir.
İngilizlerden gerekli bilgiyi alan Yunanlılar, İzmir konusunda açıktan açığa yaptıkları çalışmalar, İzmir’deki Türklerin ve bazı yabancıların korkmalarına ve geleceğe kuşkuyla bakmalarına sebep oluyordu. Ama İzmir Valisi Nurettin Paşa, bu çalışmaların önündeki bir engel olarak İzmir’de bulunuyordu.
Nurettin Paşa, 14 Kasım 1918 tarihinde 12’nci Kolordu Komutanı olarak atanmıştı. 20 Ocak 1919 tarihinde İzmir Valisi olarak görevlendirilmişti.
Yunanlılar, Vali Nurettin Paşa’yı İngilizlere şikâyet etmekte gecikmediler. 11 Mart 1919 tarihinde, İngilizlerin isteği üzerine, Nurettin Paşa’nın İzmir Valiliği sona erdi. Yerine (Kambur) İzzet İzmir Valisi oldu. İzmir’in yeni valisi İzzet Bey, daha önce Evkaf ve Dâhiliye Nazırlığı (İç İşleri Bakanlığı) görevlerinde bulundu. Saray’ın ve İngilizlerin aleti olmak dışında bir özelliği bulunmayan biri idi. Onun sessizliği içinde, bir karşılık dahi verilemeden İzmir işgal olunup gitti.
Kitapta bulacağınız konular, İzmir’in niçin ve nasıl pazarlandığını ortaya koyması açısından önemlidir.
Konu başlıkları şöyledir: Wilson Prensipleri, Paris Barış Konferansı, İzmir’le İlgili Yayınlar, İtalyanlar, Yunan ve Rumlar, İngilizler, Türkler Açısından İzmir’in İşgali, İzmir’in İşgal Kararı, İşgalden önce İzmir, adım adım İzmir’in İşgali.
Her konu başlığında, her sayfada göreceğimiz şudur: İzmir göz göre göre Yunanlılara verilmiş, İstanbul Hükûmeti, İngiltere istedi diye buna göz yummuştur.
İzmir’in ve Ege’nin vatansever insanlarının hiç benimsemedikleri bu olay, bir kara bulut gibi Anadolu’nun dört bir köşesine yayıldı. Bu kara haberin ve kara bulutların tekrar görülmemesi, yaşanmaması için gereği gibi ders almamız gerekir.
Bu kara günden ders almak için İzmirli olmaya gerek yoktur. Trabzonlu, Karslı, Vanlı, Diyarbakırlı, Muşlu, Yozgatlı, Manisalı, Mersinli, Burdurlu olabilirsiniz. Burada sayamadığım güzel vatan topraklarının herhangi bir yerinden de olabilirsiniz. Ama önemli olan o günleri bir daha yaşamamaktır. O günleri yaşamamak için geçmişten ders almasını bilmeliyiz. Ders alabilmek için, olanları iyi bilmemiz gerekiyor. Bu amaçla, gençlerimize bu küçük kitabı sunarak, bu konuda üstüme düşen görevi yapmak istedim.
Halil İbrahim YILDIRIM


Bir Kara Gün
İZMİR’İN İŞGALİ

Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı, bizim için, 30 Ekim 1918 günü imzaladığımız Mondros Ateşkes Antlaşması ile sona erdi. Galip devletler, savaştan sonra dünyanın yeniden şekillenmesi için harekete geçtiler. Osmanlı topraklarını kendi aralarında paylaşmaya başladılar. Aslında, bu paylaşma daha önceleri yapılmıştı. Savaştan önce ve savaş sırasında İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılan bir dizi gizli anlaşmalarla Osmanlı Devleti’ni kendi aralarında bölüşmüşlerdi. Ancak, 1917 yılında Rusya’da çıkan ihtilalden dolayı Rusya, savaş dışı kalmıştı. Bu sebeple ateşkesten sonra Osmanlı topraklarındaki paylaşımda yer alamadı. Onun yerini İtalya aldı.
Osmanlı Devleti’nin geniş verimli toprakları paylaşılırken, İngiltere aslan payını alabilmenin hesaplarını yapmaktaydı. Fransa’yla aralarında önemli bir problem yoktu. Sonradan paylaşıma katılan İtalya’nın yayılmacı tavırlarından rahatsız oldu.
İngilizler, Anadolu’da bir direnişle karşılaşacaklarını biliyorlardı. Bunun için Çukurova, Maraş, Urfa, Antep ve Suriye topraklarını Fransızlara devrederek hem direniş ile karşılaşmayacaklardı, hem Fransızları istedikleri toprakları kolaylıkla teslim ettikleri için memnun edeceklerdi ve hem de Musul ve Kerkük gibi önemli toprakları hiçbir direnişle karşılaşmadan elde edeceklerdi.
Rusya’nın payı olan topraklar bu devletlerarasında mesele olmadı. Bu toprakları, Ermeniler ve Kürtler için birer ödül olarak sundular. İstanbul ve Boğazların yönetimini ise aralarında bölüştüler.

WİLSON PRENSİPLERİ

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Woodrow Wilson, ABD Kongresi’nde yaptığı meşhur konuşmasında, savaş sonrasındaki dünya düzeninin ilkelerini açıkladı. 08 Ocak 1918 tarihinde yapılan 14 maddelik bu tarihî konuşma, daha sonra “Wilson Prensipleri” diye anıldı. Savaşın sona ermesinden on ay önce yapılan bu konuşma, İngiltere ve Fransa meclisleri tarafından da bir kanunla kabul edildi.
Wilson Prensipleri’nin 12. maddesi bizi ilgilendirmekte idi. 12. madde şöyledir:
“12)Şimdiki Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına kati bir hâkimiyet hakkı verilmesi, fakat bugün Türk boyunduruğunda bulunan diğer milliyetlere tam bir emniyet içinde kalmaları ve zahmetsiz olarak gelişmeleri imkânının teminat altına alınması.
Çanakkale Boğazı’nın milletlerarası teminat altında bütün milletlerin ticaret gemilerinin serbestçe geçmeleri için açık kalması.”
Bu maddenin yorumlanmasında, Türkler açısından bir rahatlama olmuş, bir güven duygusu gelişmiştir. Osmanlı Devleti’nin Türk olan topraklarının, Türk hâkimiyetinde olması kabul ediliyordu. Bu güvence İstanbul’da sevinçle karşılanmıştı. Ama 12. maddenin yorumunu, Amerika’nın resmî yorumundan okuduğumuz zaman sevinemeyeceğimiz bir sonuç ile karşılaşmaktayız:
“Açıktır ki, Boğazlar ve İstanbul, ad olarak Türk kalsalar bile, milletlerarası kontrol altında tutulmalıdır. Bu kontrol, birlikte de yapılabilir, ya da Milletler Cemiyeti’nin görevlendireceği bir mandacı devlet eliyle de gerçekleştirilebilir.
Anadolu, Türklere bırakılmalıdır. Yunanlıların daha çok sayıda bulundukları kıyı bölgeleri, belki de Yunan mandasında özel bir milletlerarası kontrol altına konulabilir.
Ermenistan’a Akdeniz’de bir liman verilmeli ve bir himayeci devlet gösterilmelidir. Fransa istemeyebilir, fakat Ermeniler İngilizleri yeğ tutuyorlar.
Suriye, İngiltere ile Fransa’nın yaptığı bir anlaşma sonucu, şimdiden Fransa’ya ayrılmıştır.

Filistin, Mezopotamya ve Arabistan için en uygun mandacının İngiltere olduğu açıktır.
Anadolu’daki bütün mandacı devletleri bağlayacak garantileri kapsayan bir Manda Yasası, Barış Antlaşması’na eklenmelidir.
Manda Yasası, “açık pazar” ve azınlıklar için hükümler getirmelidir. Ana demiryolu hatları, milletlerarası bir yönetim altına konulmalıdır.”

PARİS BARIŞ KONFERANSI

Galip devletler, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırları yeniden düzenlemek için Paris’te bir konferans düzenlediler. Konferansın amacı ve görevi, bu düzenlemeleri belli bir disiplin içinde yapmak; İngiltere ve Fransa’nın gizli anlaşmalarda yaptıkları paylaşımları konferans kararı olarak onaylatmak; böylece dünya kamuoyunu ikna etmekte zorlanmayacaklardı.
Temel amacı Osmanlı topraklarını paylaşmak olan, ama dünyanın haritasını yeniden çizmek için adını emperyalistlerin koyduğu Paris Barış Konferansı 18 Ocak 1919 günü toplandı.
Konferansa 32 devlet katıldı. ABD Başkanı ile İngiltere, Fransa ve İtalya Başbakanları Dörtler Konseyi, ayrıca bu devletlerin Başbakan ve Dışişleri Bakanları’ndan bir “Onlar Konseyi” kuruldu.
Bu konferans açıldığında, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord George Nathanlel Curzon’un Osmanlı Devleti ile ilgili düşünceleri şöyle idi:
“Barış Konferansı toplandığında, yılgın değilse bile itaatkâr bir Türk Hükümeti’nin bulunduğu İstanbul, Müttefik Kuvvetleri’nin elindeydi. Asya’daki işgal edilmiş Türk kesimlerinde bulunan askeri kuvvetimiz, sadece mütarekede kararlaştırılan şartların değil, gerekli görülebilecek ek şartların da kabulünü zorlamağa yeterliydi. İngilizler Musul’a kadar ve Musul dâhil Mezopotamya’yı emin bir şekilde ellerinde bulunduruyorlardı. ... Küçük Asya’da İngiliz askerî işgali altındaki yerler hariç bir Müttefik kuvveti görülmemişti. Ermenilerin hepsi de memleketlerinden kaçmış mülteciler olduklarından, kaderleri kararlaştırılmamıştı. Ermenistan veya belki Kilikya’dan başka, Küçük Asya’nın taksimi düşünülmemişti. Fransızların istekleri ile Arapların durumundaki kati hakikatleri bağdaştırmanın güçlüğü ve Fransızların talihsiz Sykes-Picot anlaşmasının harfi harfine uygulamasında diretmesi yüzünden, Suriye’de daha kritik bir durum vardı. Filistin’de Arap milleti ile Siyonist mültecilerinin çıkarları bağdaşabilecekmiş gibi görünüyor ve her şey iki milletin de kabulüyle Büyük Britanya için yeni bir manda kurulması ihtimaline işaret ediyordu.”
Galip devletler, Almanya’nın, Avusturya-Macaristan’ın ve özellikle Osmanlı Devleti’nin yeni konumunu şekillendirmek için çalışmalara başladılar. Önceden yapılan gizli anlaşmalarla hazırlanan bölüşüm taslağı ele alınarak konferansta son şekli verilmesi gerekiyordu. Ancak bu konuda bazı pürüzler ortaya çıkmakta idi. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1-Savaş esnasında Boğazlarda ve Doğu Anadolu’da büyük hisseleri kendisine ayıran Rusya, savaştan çekilmiş ve bütün isteklerinden de vazgeçmişti. Onun terk ettiği arazi ne olacaktı? Gerçi İngiltere burada bir “Ermenistan” ve “Kürdistan” devletinin kurulmasına taraftardı. Hatta Ermeni ve Kürtlere söz vermişti. Lakin bu konuda Fransa ile İtalya aynı şeyi düşünmüyorlardı. Fransa, kendisine mal ettiği Kilikya’yı Ermenilere terk etmek istemediği gibi, Ermeniler de İngiltere’nin kendilerine bahşetmek istediği yerlerle iktifa etmiyorlardı.
2-“Sykes-Picot Taksimi” ile kendilerine ayrılan mıntıkalarda ve tekmil Yakın Şark meselesinin halli mevzuunda, devletlerin zıt menfaatlerini bağdaştırmak zannedildiği gibi kolay olmadığı görülüyordu.
3-Rusya çekilirken, İtilaflar zümresinde savaşa katılan Amerika ve onun Başkanı Wilson, İtilaf devletlerinin menfaatlerini baltalayan bir takım prensipler ortaya atmıştı. Menfaat için çarpışan, savaşı kazandıktan sonra en büyük menfaatleri ele geçirmek isteyen emperyalist “İtilaf” grubunun, bu prensipler işine gelmiyordu. Zira bu prensipler hem mağlup milletleri yeniden ayağa kaldırmış, hem de müstemlekelerde fikrî, siyasi seçime sebep olmuştu. Kuvvetli bir ihtimal ile söylenebilir ki, vaktiyle kendilerinden istifade etmek için “İstiklal ve Hürriyet” vaat edilmiş olan yetmiş iki milletin ileri gelenleri, Wilson’un prensiplerine sarılarak ve yapılan vaatleri de hatırlatarak “İstiklal ve Hürriyet” istihsal etmek ümidiyle Paris’e doldular.
4-Amerika’nın çekilmesinden, İtalya Başbakanı ihtiyar sinyor Orlando’ya da fazla söz hakkı tanınmamasından sonra Lloyd George ile Fransa Başbakanı Clemenceau bütün bu pürüzlerle beraber, savaş sonrasının dünyasını alakadar eden pürüzlerini de halletmek vazifesi ile kendilerini mükellef gördüler. İşte bütün bunları hem de Paris’te masa başında oturarak halletmek kolay olmadı. Dünya murahhas heyetleri ile İmparatorluktan ayrılmak, müstakil devlet kurmak isteyen zümrelerin heyetlerini Paris’e davet ettiler. Davete icabet eden Osmanlı Heyeti’nden başka Arap, Yahudi, Ermeni, Kürt, Rum heyetleri de Paris'e geldiler.
ABD Başkanı Woodrow Wilson, 08 Ocak 1918 günü ABD Kongresi’nde yaptığı konuşma ile açıkladığı “Wilson Prensipleri” 20 Ocak 1919 günü Paris Barış Konferansı’nda görüşüldü ve esas itibariyle kabul edildi.
30 Ocak günü ise, Osmanlı Devleti’nden ayrılacak topraklar görüşüldü. Yüksek Konsey Ermenistan, Suriye, Mezopotamya, Filistin ve Arabistan’ın Türkiye’den ayrılmasını kararlaştırdı.
Hatta Lloyd George, bir arazinin daha alınmasını ister. “Lloyd George, bu arazinin ayrı olduğunu fark edememişti. Mezopotamya ve Ermenistan’ın bu araziyi de kapsadığını düşünmüştü. Fakat şimdi ona bildirilmişti ki, bu doğru değildir. Mezopotamya ve Ermenistan arasında Kürdistan vardır.”
Bu unutkanlığın düzeltilmesinden sonra, 30 Ocak 1919’da şu karar alınır:
“Ermenistan, Suriye, Mezopotamya ve Kürdistan, Filistin ve Arabistan, Türk İmparatorluğu’ndan tamamen ayrılmalıdır. Bu karar, Türk İmparatorluğu’nun öteki parçaları hakkında getirilecek çözümleri etkilemez...”
Böylece, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu kararlaştırılmış olmaktadır.
Paris Barış Konferansı, bu kararıyla Osmanlı Devleti’nin alacağı yeni düzeni belirlemiş oldu. Ama uygulama hiç de böyle olmadığını, ileriki günlerde büyük acılar çekerek göreceğiz.
Paris’te, Osmanlı Devleti’nin paylaşıldığı gün, İngiltere Başbakanı Lloyd George, ABD Başkanı Wilson’a bir teklifte bulunarak, ABD’nin Türkiye’ye asker göndermesini ve Türkiye’de manda kabul etmesini istedi.
İngiltere, Türkiye’de bir milyonun üstünde asker bulunduruyordu. İngilizler bu yüke dayanamayacaklarını biliyorlardı. Bunun için bir an önce paylaşma gerçekleşmeli idi. En azından ABD asker göndermeliydi. ABD, olayların dışında durup diri kalmamalıydı. Onu da Osmanlı topraklarına çekip yıpranmasını sağlamak gerekiyordu. Bunun için de ABD’nin manda kabul etmesi gerekiyordu. Wilson ise, paylaşmayı geciktirmek için elinden geleni yaptı. Çünkü Amerika, hemen bir manda alabilecek durumda değildir. Öncelikle kamuoyunu hazırlaması gerekiyordu. Ayrıca Senato’nun açık onayını sağlaması da gereklidir. Bu, zaman alacak bir iştir. O hâlde mandaların paylaşılması bekletilmelidir. Böylece ABD, Osmanlı toprakları üzerindeki manda teklifine hemen gönüllü olmadı. Ama bu manda olayının etkisi Türk aydınları arasında kuvvetli savunucuları olmuştur. ABD mandasının kabul edilmesi için Sivas Kongresi’ne ve Millî Mücadele’nin lideri Mustafa Kemal’e, bu kişiler tarafından yoğun bir baskı uygulanmıştır. Mustafa Kemal’in dirayeti ile Sivas Kongresi bu baskılara boyun eğmemiştir.

Yunanistan, İlk defa 03 Şubat 1919 günü Paris Barış Konferansı önüne çıktı. Yunanistan Başbakanı Elefteros Venizelos, Yunan emellerini Dört Büyüklere (ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya) açıkladı. Venizelos’un istekleri, üzerinde çalışılması için bir komisyona havale edildi
Yunanistan’ın istekleri Şubat başında su yüzüne çıkmış oldu. Yunanistan’ı İngiltere öne sürmekteydi. İtalyanlara karşı Yunanlıları destekleyerek Batı Anadolu’yu hiçbir kuvvet kullanmadan gözetimlerinde tutacaklardı.
Venizelos, 09 Şubat 1919 günü Dörtler Konseyi’nin karşısına bir kere daha çıktı. Venizelos, Yunan isteklerini bir daha anlattı. Bütün Ege adalarını, Trakya ve Batı Anadolu’yu istedi. Venizelos, sadece Kıbrıs’ı istemedi. Çünkü İngiltere, savaş sırasında burayı Yunanistan’a vermeyi vaat etmişti.
Venizelos isteklerinde tarihî ve etnik sebeplere dayanmaktaydı. Batı Anadolu’daki Rum nüfusunu da on kat fazla göstermekte idi. Oysaki eldeki istatistikler onu yalanlamakta idi. Bu istekler İtalya’nın ve Amerika’nın itirazı ile karşılaştı.
Venizelos’a göre savaş sırasında 800.000 Rum öldürülmüştü. Bununla beraber 1.230.000 Türk’e karşı iki milyon Rum varmış... Amerikan delegesi Westerman istatistiklere göre Türk nüfusunun daha çok olduğunu, İtalya delegesi de, Fransız Sarı Kitabı’na dayanarak halkın % 70’inin Türk ve % 10’unun Rum olduğunu ileri sürdü.
Bu günlerde İtalyan temsilcisi, Balfour’a dert yanıyordu. İtalyanlar’ın Antalya’yı işgal etmeleri için olumlu cevap verilmesini istiyordu. Balfour da, 17 Şubat günü, Londra’ya gönderdiği raporunda, İtalyan temsilcinin kendisini sıkıştırdığını, Antalya’yı işgal etmeden parlamento önüne çıkamayacağını söylediğini bildirdi. Balfour bu teklife ılımlı bakıyordu. Ama İngiltere Dış İşleri Bakanlığı, iki gün sonra, Balfour’un bu önerisine şiddetle karşı koydu.
Bu cevap gösteriyor ki, İngilizler İtalyanların her hareketinden rahatsız olmaktadır. Antalya’yı dahi vermek istememektedir. Burada, İngilizler, Antalya’dan sonra sıra İzmir’e geleceğini biliyorlardı. İzmir’den sonra sıra nereye gelecek? Bilinmez. Öyleyse, en başında bu isteklerin önünü kesmek en iyisidir. Ama İngiltere bunu önleyemedi. 27/28 Mart 1919 gecesi Antalya’da Hristiyan mahallesinde bir kutu barut patlatıldı. İtalyanlar, kendi elleriyle yaptıkları olumsuzlukları bahane ederek 28 Mart günü Antalya’yı işgal ettiler.
Paris Barış Konferansı’nda, 07 Mart günü, dört büyükler arasında manda pazarlığı yapıldı. Fransa Başbakanı Clemenceau, bu pazarlıkta Suriye ve Kilikya’yı istedi. ABD Temsilcisi, Başkan Wilson’un danışmanlarından Albay House, buna karşı çıktı. “Kilikya, Ermeni Devleti’nin en zengin parçası, ABD bu mandayı alabilir” dedi. Fransa Başbakanı Clemenceau, “Eğer ABD Ermenistan mandasını alırsa, İskenderun ve onun nehir vadisi dışında, Kilikya’dan vazgeçeceği” cevabını verir. Hatta Ermenistan üzerinde bir ortak Fransız-Amerikan mandası önerir. Tartışma bu noktada kalır.
14 Mart’ta ise İngilizler son hamleyi yaparlar. Paris’teki toplantıda Yunanlıların çıkartma planı görüşülür. ABD Başkanı Wilson, İngiltere Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Clemenceau, İtalya Başbakanı Orlando bu planı tartıştılar. Sonunda kabul ettiler. Mart sonunda da, Batı Trakya Komisyonu, hazırladığı raporunda “İzmir ve arka bölgesinin Yunanlılara verilmesi”ni tavsiye etti. Amerikalı uzmanlar ise, Yunanlıların ileri sürdükleri rakamların gerçek duruma aykırı olduğunu, Yunanistan’ın istediği topraklarda Türklerin çoğunlukta bulunduklarını bizzat kendileri araştırma yaparak ispat ederler. Ermeni iddialarında olduğu gibi, bu yerlerin Türkiye’den ayrılmasına karşı olduklarını açıklarlar. Amerikan misyonerleri ve bütün şirketleri ile İngiliz ticari kurumları da bu görüşü desteklerler.
Paris’te, dört büyükler, İngiltere’nin yönlendirmesiyle adım adım Yunanistan’ı İzmir’e taşıyorlardı. Buna İtalya ve bazan da ABD karşı çıkar. Ama etkili olamazlar. İtalya maslahatgüzarı (elçi vekili) Preziosi, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’u sıkıştırır. Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmalarının men edilmesini ister. Ancak Lord Curzon, bu ricaya olumsuz cevap verir. İtalya, Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmalarını önleyemeyince 24 Nisan günü Paris’i terk ettiler. 05 Mayıs’a kadar toplantılara katılmadılar.
Paris’te, 21 Nisan günü, Fransa Başbakanı Clemenceau, Türkiye’yi mandaterliklere bölen yeni bir şema teklifinde bulundu. Bu toplantıda İtalya dışlandı.
Bu toplantıda Clemenceau, Türkiye’yi mandaterliklere bölen ve yeni bir şemayı ihtiva eden bir haritayı ortaya çıkardı; bu haritada İtalya’ya İzmir bölgesindeki Yunan mandasından başka muazzam bir parçanın mandaterliği sağlanıyordu.
Nisan ortalarında Lloyd George, Clemenceau’nun da onayı ile İtalya’yı Adriyatik’teki isteklerinden vazgeçirmek için bir plan hazırlar. Buna göre İtalya, Anadolu’nun Ermenistan, İstanbul ve Ege’deki Yunan mandaları dışında kalan kısmında manda alacaktır. Wilson, İtalyanlara pay vermeye karşı çıkar. Lloyd George, “Manda yerine nüfuz bölgesi verelim” diye uzlaşma arar. Wilson “İtalya bu işlerde tecrübesiz” gerekçesiyle buna da yanaşmaz. Sonunda On iki Adalar’ın İtalya’ya verilmesi, bu devletin Anadolu’da arzuladığı limanların ise açık şehir yapılması kararlaştırılır. İtalya bunu reddeder ve toplantılardan ayrılır. Lloyd George, İtalya’nın sıkıntılarını gidermek amacıyla Antalya ve civarındaki arazinin bu devletin mandaterliğine verilmesini teklif etti. İtalyanlar, kendi istekleri yerine Yunan isteklerinin kabul edilmesi karşısında Paris’i terk ettiler. İtalyanlar, Paris’i terk edince, Üçler Konseyi, Yunanlıların İzmir’e asker çıkarma kararını hızlandırdı.

İZMİR İLE İLGİLİ YAYINLAR

İtalyanlar ve Yunanlılar arasında paylaşılamayan İzmir konusunda basın yoluyla da yoğun propagandaya girişildi. Topraklarımızda yayınlanan Anadolu, Köylü, Toros, Patris, Duygu ve dışarıda yayınlanan The Times, Le Temps gazeteleri bu konuda değişik yayınlar yapmışlardır.
İzmir’de yayınlanan Türk gazeteleri, İzmir’in Yunanlılara verilmemesi için sürekli yayın yapıyorlardı. İzmir’deki Rum gazeteciler, buna bir çare bulmakta gecikmediler. Ocak ayı ortalarında İzmirli Rumlar, Türk gazetelerini susturmak için ortak cemiyet kurmayı teklif ettiler.
Venizelos, İzmir Rumlarının devam eden gürültülü nümayişlerinden memnun görünüyordu. Türker’in Yunan saldırısına karşı koyması ve bunun reaksiyonu işlerini bozabilirdi. İzmir Türklerinin Yunan hâkimiyetini –zahiren olsun- hazmedebilir görünmesinin İtilaf devletlerince anlaşılması, işine pek yarıyordu.
Yunan yazarı Rodas’a göre Yunan Başvekili bunları Rumlara anlatmak için Sakız Adası Valisi Papa Zafirepulos’u gizlice İzmir’e gönderdi. Yunanlı valinin telkini üzerine maksatları için en kestirme yol olarak basını ele almaya karar verdiler ve hemen işe başladılar. İzmir’de çıkan gazetelerin sahiplerini Köylü gazetesi idarehanesine toplantıya çağırdılar.
Anadolu gazetesi başyazarı Haydar Rüştü, konuşmaları şöyle anlattı:
“Türk, Rum gazeteciler cemiyet kurulmak isteniliyor, Türk ve Rumların iyi geçinmeleri, müşterek bir fikir hayatı yaşamalarının temeli atılabilmek için gazeteciler arasında mütareke teklif olunuyor.”
İzmir’deki Türk gazeteciler, Rum gazetecilerin bu oyununa gelmediler. Yayınlarına devam ettiler. Bu yayınlardan biri 23 Ocak’ta tekrar edildi. İzmir’de yayınlanan Anadolu Gazetesi, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceğini yazdı.
Bundan sonradır ki, kaygı ve heyecan büsbütün arttı. Manisalılar, Sadaret Makamı’na ve öteki ilgililere başvurarak durum hakkında bilgi istediler, fakat kendilerine cevap verilmedi. Bunun üzerine onlar Aydın ilinin kolayca Yunanlılara bırakılamayacağını aynı makamlara bildirdiler. İzmir’de ise bu yüzden çıkan karışıklıkları önlemeğe inzibat kuvvetleri kâfi gelmedi. Bu sebeple Konya’daki 23’üncü Tümen’in buraya nakli düşünüldü, fakat buna da İngilizler izin vermedi.
01 Şubat günü ise İzmir’de yayınlanan Köylü Gazetesi değişik bir yayın yaptı. Köylü gazetesi, Rum gazeteleri hakkında atıp tutmakla beraber Yunan lehinde yazı yayınladı.
Gazete haberi şöyledir:
“Yunanistan ile Türkiye münasebetlerini muhakeme ederken asıl Yunanlıların münevver ve akıllı kısmı ile buradaki Rumların karıştırıcı örneklerini birbirinden ayırmak gerekir. Yunanistan’dan gelen zevatın doğru olarak işittiğimize göre oradaki akıllılar hiç de buradaki yaygaracı Rum gazetecilerimiz gibi düşünmüyorlarmış.. Bunların zamirinde bir Türk-Yunan kardeşliği esas teşkil eylemekte imiş... Ne doğru, takdire değer yüksek ve insani emel.”
Rum gazeteleri de yeni bir yayın politikası düzenlediler. Gazeteciler arasında ortak bir cemiyet kuramayınca, olumlu yazılarla birlikte yaşanılması gereğini ortaya koymaya başladılar. İşte bu yayınlardan birini Şubat ayı içinde İzmir’de Rumca çıkan Toros gazetesi gerçekleştirdi. “Hayat Ortaklığı” başlığı altında yazılan bir yazıda, Türk ve Yunanlıların birlikte hareket etmelerini yazdı. Yazı şöyledir:
“Yunan-Türk basını, memleketin idare şekli ile gelecekten hangi unsurun hâkim kalacağı meselesi ile uğraşmayıp bütün dikkatlerini halkın hukukunun korunmasına bağlamalıdırlar. Bu memleketin meşru evlatları Yunanlılarla Türklerdir. Medeniyet ve ilerleme yolunda birlikte hareket etmek zorundadır.”
İzmir’de yayınlanan bir diğer Rum gazetesi olan Patris de, Toros gazetesinin yayınını destekledi. Patris gazetesi, “Basının Görevi” başlıklı başyazısında Toros gazetesinin açıklamalarını tekrarladıktan sonra Yunanlılarla Türkleri birbirine yaklaştırmalıyız demiştir.
“Talihimizin kuvvetli devletlerin verecekleri karara bağlı olduğunu ve bunların verecekleri kararı ne bizim ve ne de Türklerin bir kelimesini bile değiştiremeyeceğimiz dikkat nazarına alınırsa biz ve Türkler şimdiden bu kararı iyi karşılamak zorunda bulunduğumuzu anlarız. İki unsur arasında ekilen nifak tohumunun ortadan kaldırılması için gerek Türk ve gerek Yunan basını, olanca nüfuz ve kuvvetini kullanarak iki unsuru birbirine yaklaştırmak için acele etmeliyiz.
Türk arkadaşlarımızın anlayış göstereceklerini ve millî gayretlerini bildiğimizden hem Yunanlılara ve hem de Türklere hizmet etmiş olmak için bizimle beraber çalışacakları kanaatini besliyoruz.”
Rum gazetelerinin, İzmir’de Türklerle Yunanlıların birlikte yaşamaları konusundaki yayınları üzerine bu Rum propagandasını İzmir’de yayınlanan Duygu gazetesi bozdu. Duygu gazetesi 04 Şubat günlü yayınında, Yunanlı gazetelerin başyazılarını tercüme ederek altına eklediği fıkrada “Hayır, burası Yunanistan olamaz...” diye yazmıştır.
Duygu gazetesinde yayınlanan tercümelere eklenen fıkra şöyledir: “Memleketimi Yunan’a peşkeş çekmek isteyen gazetelerle asla!... Ağzındaki baklayı çıkar, ne demek istiyorsunuz? Burası Yunanistan olacağı için Türklerin Rumlarla beraber yaşamaları lüzumundan mı? Hayır, burası Yunanistan olamaz, aydınlarımızdan size aldanacak kimse kalmadı. Aldana, aldana hep usta olduk.”
14 Mart günü, İzmir’deki Türk ve Rum gazetelerinin propagandalarına Times gazetesi de katıldı. Gazetede Türkleri kötü gösteren bir kampanya başlatıldı.
İngiliz basınında, Anadolu Ege kıyılarının Yunanistan’a peşkeş çekilmesinin bir hazırlığı olarak, İzmir bölgesiyle ilgili olarak bir “barbar Türk” kampanyası açıldı. Times gazetesi ciltlerine bakınca, kampanyanın 14 Mart’ta başladığı görülüyor. Türklerin bu bölgede tedhiş yaptıkları, Rumları yok etmek için gizli planlar hazırlandığı haberleri gazeteyi kaplamaktadır. Bu sırada, İngiliz akademik çevrelerinin de, Roland M. Burrows’un şahsında, Yunanistan ve Rumlardan yana mektuplarla kampanyaya katıldığını görüyoruz.
René Puaux, Le Temps gazetesinde 27 Mart günü “İzmir Görüşmeleri” başlığı altında yazılar yazdı. O günkü şartlarda İzmir’deki Türk gerçeğini kabul eden Puaux, doğru ve tarafsız bir habercilik yapmıştır.
Avrupa gazetelerine göre o devre ait verilen haberler çok manalıdır. Bu cümleden olarak René Puaux “İzmir görüşmeleri” başlığı altında şunları yazmaktadır: “İzmir’in gelecekteki kaderi... Büyük Devletleri ilgilendiriyorsa, Yunanlıları da coşkun heyecanlara götürmekte ve Türkiye’yi üzüntü ve ıstıraba sürüklemektedir; pek tabii olarak da bizzat İzmirlileri şiddetle müteessir etmektedir. .. Türk (Hürriyet ve İtilaf) Partisi (Progre’s Libéral) şunları söylüyor: “Her istediğinizi yapacağız, yeter ki sahil vilâyetlerini Yunanistan’a vermeyesiniz...” İzmirli Rumlar da şöyle diyorlar: “Yunanistan’a katılmayı kati olarak bittabi istiyoruz. Bu bizim üzerinde yüzyıllarca durduğumuz arzumuzdur, hem de kesin bir arzumuzdur.” Ermeni Cemaati Rum unsur ile bu hususta tam bir mutabakat halindedir... Küçük İtalyan Kolonisi Roma’dan gönderilen filmlerle propaganda yapıyor... Neticede vakalar çıkıyor...”
Yine 27 Mart günü Times gazetesinde, “Bir İzmir Sakini” imzasıyla yayınlanan mektupta, Yunanistan’ın başarılı olamayacağı iddia edildi.
“Bir İzmir Sakini” imzalı mektupta, Yunanistan’ın Küçük Asya’nın gelişmesini sağlayamayacağı, üstelik bölgede Rum çoğunluğunun var olduğunun kesinlikle söylenemeyeceği, fakat Türk egemenliğinin de mutlaka büyük devletlerden birinin korumasıyla sınırlandırılması gerektiği savunuluyordu.
İzmir’de yaşayan bir kişinin mektubu ise 09 Nisan günü The Times gazetesinde yayınlandı. Bu kişi Yunan hâkimiyetinin uygun olmayacağını, ancak İngiliz ve Fransız gözetiminde bir yönetimin uygun olacağını açıklamıştır.
“İzmir’de yaşayan Britanya, Fransız ve İtalyan çoğunluğu...ve Ortodoks reaya (Hristiyan Osmanlı vatandaşı) cemaatinin küçümsenmeyecek bir kısmı (bir Helen idaresine güvenememektedirler)...; İzmir’de yaşayan bu halkın büyük bir kısmı Avrupa’nın vasiliği altında Osmanlı kalmak istemektedirler... Türkleri müdafaa etmemekteyim; fakat bir Yunan himayesinin memleketi barışa kavuşturması şöyle dursun, düşmanlığı yeniden alevleyeceğini, söndürülmesi yıllar sürebilecek bir galeyanı mucip olarak ihtilâf meşalesini tutuşturacağını görmezden gelemeyiz.”
Yayınlarda görüldüğü gibi pek çok Hıristiyanlar dahi İzmir’in Yunanistan’a bırakılmasını uygun görmemektedirler.

İTALYANLAR AÇISINDAN İZMİR

Galip devletlerden İtalya, Anadolu topraklarından önemli merkezleri almak istiyordu. İngiltere ve Fransa, İtalya’nın yayılımcı politikası karşısında bütün isteklerini kabul etmiyorlardı. Bunlardan kendi menfaatlerine ters gelmeyecek bölgeleri kabul ediyorlardı. Bu bölgelerin başında Antalya geliyordu. Fransa Başbakanı Clemenceau, İtalyanlar’ın Antalya’yı işgal etmek istemesini 03 Ocak 1919 günü kabul etti. İtalyanlar, Antalya’yı hemen işgal etmediler; önce mahallî hükümetten “İtalyan kontrol memuruna bir oda tahsis” edilmesini sağladılar; şehirde bir telsiz istasyonu kurdular; okul açmak üzere, rahibe ve öğretmenler getirdiler; sonra da bazı mahkûmların kaçmalarını sağladılar. Böylece İtalyanlar, Antalya’ya yerleşme zemini buldular. İngilizler ise buna bir türlü evet demek istemiyordu. İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour, 17 Şubat günü, Paris’ten Londra’ya gönderdiği raporunda, İtalyanların Antalya’yı işgal etmek istediklerini bildirdi.
Balfour, İtalyan temsilcisinin kendisini sıkıştırdığını, Antalya’yı işgal etmeden parlamento önüne çıkamayacağını söylediğini kaydediyordu. Balfour’a göre, bu isteği karşılamak konusunda, Yunanlıların İzmir’de benzer bir hak istemeleri dışında hiçbir itiraz göremiyordu. İttihat ve Terakki yurtsever Türkler yanındaki nüfuzunu kesinlikle kırmak gibi bir yararı da olabileceğini belirtiyordu. Bu ifadelere göre, Balfour, İtalya isteğine sıcak bakıyor. Antalya’yı işgal etmelerinin, İttihatçıların yurtsever Türkler arasındaki sevgisini de bitireceği inancında. Yalnız Yunanistan Antalya’ya karşı İzmir’i isteyebilirdi. Bu da zaten Başbakan Lloyd George’un istediği bir sonuçtu. Ama İngiltere Dışişleri Bakanlığı, iki gün sonra Lord Balfour’a verdiği cevapta, İtalyanların Antalya’yı işgal etme fikrine şiddetle karşı çıktı. Bunu da şu başlıklardaki sebeplere dayandırıyordu:
1) Yunanlılara İzmir’i işgal etmeleri için kapı açılmış oluyordu.
2) Fransızlar Kilikya’yı işgal ederlerdi.
3)Allenby’nin askerî durumunu sarsar ve Küçük Asya’da tek komuta ilkesini yok ederdi.
4)Anadolu demiryollarında benzer durumlara yol açardı.
5)İstila edilen yerlerde Türk misillemelerine, dolayısıyla muhasamatın başlamasına yol açabilirdi.
6) Anadolu’nun paylaşılması anlamına gelip, Barış Konferansı’nın kararlarını ön yargılardı.
7) İtalyan işgali, konferansın ilk başta yayımladığı bu konudaki uyarmayla çatışırdı.
İtalya’nın İzmir’deki temsilcisi Cavaliero Manfredi, 23 Şubat günü, İzmir Valisi Nurettin Paşa’ya, Yunanlılar’ın yerine İtalyan denetimini istemeleri için gayret göstermelerini istedi.
İtalya’nın İzmir’deki siyasi temsilcisi Cavaliero Manfredi, Nurettin Paşa’ya, Osmanlı topraklarının “Muavenet mıntıkaları namı altında üç” nüfuz bölgesine ayrıldığını, bu bölgelerin İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından kontrol edileceğini, ancak “Edremit’ten Antalya’ya kadar olan İtalyan muavenet” bölgesi sahillerinin, Rumların bulunmasından dolayı, Yunanistan’ın murakabesine bırakılması için Yunanlıların teşebbüse geçtiklerini, bu hususun gerçekleşmesine İtalyanların da yardım etmekte olduğunu söylemiş ve Osmanlı Hükûmeti eğer Yunan isteklerini önlemek istiyorlarsa, o takdirde İtalyan murakabesine taraftar olduğunu bildirmesi gerektiğini ve bunun Müslüman halk bakımından lüzumlu olduğunu ilave etmişti. Fakat Nurettin Paşa, İtalyanların bu suretle neler elde etmek istediklerini sezdiği için, temsilciye, Osmanlıların amacı, hâkimiyetlerini muhafaza, istiklâllerini devam ettirmek ve bu sebeple de hiçbir devletin murakabesi altına girmemektir demişti.
İtalyanlar, 27 Mart günü, Antalya’dan Burdur’a giden posta arabasının soyulmasını sağladılar. Aynı günün gecesi ise, Antalya’da Hristiyan mahallesinde bir kutu barut patlatıldı. Bu da İtalyanlar tarafından yapılan göstermelik bir asayişsizlik örneği idi. Böylece İtalyanlar, kendi elleriyle yaptıkları olumsuzlukları bahane ederek 28 Mart 1919 günü Antalya’yı işgal ettiler.
İtalyanlar gelişen olayları, güvensizliğe örnek göstererek önce Antalya’daki rahibelerin oturduğu binaya 200 İtalyan askeri yerleştirdiler ve 28 Mart öğleden sonra da 300 kişilik bir denizci birliğiyle şehri işgal ettiler. İtalyanlar işgalden sonra bir beyanname yayınlamış ve işgalin “Antalya ahalisi tarafından vaki olan istida üzerine asayişi korumak için” yapıldığını açıklamışlardı. Bu olupbitti karşısında hükümet, Antalya’daki birliklere, İtalyanların şehri işgale hakları olmadığını, bu bakımdan şehrin terk edilmemesini, fakat silah patlatılmamasına özellikle dikkat edilmesini istemekten başka bir harekette bulunamadı.
Deniz Albay Gıano Aleksandro Antalya’nın İtilaf devletleri namına işgal olunduğunu beyan etti. Antalya’nın işgali üzerine İzmir’deki 17’nci Kolordu Komutanı işgalin Mondros Mütarekesi’ne aykırı bulunduğunu belirterek, İzmir’deki İngiliz, Fransız ve İtalyan mümessillerine protestoda bulundu. Antalya ahalisi de İtilaf hükûmetlerine protesto telgrafı gönderdi.
İtalyanlar, ısrarla istedikleri Antalya’yı işgal ederek, Anadolu üzerinde önemli bir stratejik noktayı ele geçirdiler. Bu işgal olayı, İngiltere’nin Yunan isteklerine daha çok sarılmasına yardımcı oldu. Antalya’ya karşı İzmir öne çıkarıldı. İzmir, İtalyanlar tarafından ısrarla istenen ikinci bir noktadır. Burasını Yunanlılara kaptırmak istememektedir. İngilizler ise, bunu bildikleri için Yunanlılara verilmesini istiyorlardı.
21 Nisan’da Paris’te yapılan toplantıda Fransa Başbakanı Clemenceau, Osmanlı topraklarını mandaterliklere bölen yeni bir düzenleme teklifinde bulundu. Bu toplantıda, ABD Başkanı Wilson, İtalyanlara pay verilmesine karşı çıkar. Yapılan tartışmalardan sonra, 12 Ada İtalya’ya verilir. Anadolu’da verilen limanların ise açık şehir yapılması kararlaştırılır. İtalya bu kararı kabul etmez. Kararı protesto ederek Paris’i terk ettiler.
İtalyanlar, Konya, Antalya ve Marmaris’te kuvvet bulunduruyorlardı. İzmir limanında da bir savaş gemileri bulunuyordu. İzmir’i Yunanistan’a kaptırmak istemiyorlardı. İngiltere ise buna engel olmak ve Yunanistan’ı öne sürmek istiyordu.
İtalyan Hükümeti’nin bu siyasi nümayişi, konferansın, Yunanlılar lehine acele karar vermesine sebep oldu. Paris Barış Konferansı’nı teşkil eden büyük devletler, özellikle İngilizler, İzmir’i İtalyanlara kaptırmak istemiyorlardı. Konferans’ın müzakereleri sırasında İtalyan delegeleriyle Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’un arası açılmıştı. İngiltere Başvekili Lloyd George ve Fransa Başvekili Clemenceau öteden beri Yunanlıların istek ve iddialarını hararetle müdafaa ediyorlar. Türkiye’nin can düşmanı olduklarını her fırsatta göstermekten adeta zevk duyuyorlardı.

YUNANLILAR VE RUMLAR AÇISINDAN İZMİR

Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra, İngilizler Yunanlılara büyük umutlar verince, Yunanlılar ve Osmanlı topraklarında yaşayan Rumlar yoğun propagandalara giriştiler. Ege’de ve İstanbul’da yaşayan Rumlar içeriden, Yunanlılar ise İngilizlerin koltuğu altında şımarık davranışlarda bulunmaya, taşkınlık yapmaya, olay çıkarmaya başladılar. Bunun yanı sıra propagandanın bütün merkezi İzmir’e yönlendirildi. Bunun ilk örneğini, 02 Ocak 1919’da görmekteyiz. Menfi ve zararlı hareketlerinden dolayı Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı Hükûmetince İzmir’den uzaklaştırılan İzmir Metropoliti Chrysostomos, İzmir’e geri döndü.
Metropolit, İzmir’e dönerek bu çevrede bulunan yerli Rumların, bir Yunan işgali için hazırlanmasında eskisinden daha fazla faaliyet göstermeğe başlamıştı. Bir domuz kasabının oğlu olan bu Metropolit, Heybeliada Rum Papaz Okulu’ndan sonra Atina’da öğrenim ve eğitim görerek, gizli maksatlar için yetiştirilmiş ve İzmir’e gönderilmişti. Onun en başta gelen görevi yerli Rumları Türkler aleyhine teşkilatlandırmaktı. İstanbul Patrikhanesi ile İzmir Aya fotini kilisesinin altındaki odada kurulmuş olan gizli bir telsizle de Atina ile bağlantısı vardı.
İngilizlerin bir kısmı Yunanlıların İzmir’i işgallerine karşı çıkarken, diğer bir kısmı da Yunan hamiliği yapmaktaydılar. İngiliz Binbaşı Smith de bunlardan biridir. Smith’in sayesinde Ocak 1919’da, çok üzücü bir olay yaşanmıştır. İngiliz Binbaşı Smith, İzmir’deki Yunan propaganda heyeti üyelerinden Avukat A. Etioeni ile Urla ve Çeşme çevresini dolaştı. Urla’da Kaymakam’a hakaret ederek “Rum Belediye Reisi görmek” istediğini bildirdi.
Binbaşı Smith, İzmir’deki Yunan propaganda heyeti azasından Avukat A. Etioeni olduğu halde Urla ve Çeşme çevresini dolaştı. Savaş zamanında tanıdığı ve kullandığı casuslarla açıktan selamlaştı. Bunlardan tutuklu olanlarını kurtardı. Casus şebekesi içinde çalıştıkları kimseler bu vesile ile öğrenilmiş oldu.
Binbaşı Smith, Urla Kaymakamlık makamına geldi. Odada Kaymakam Tahir Bey’den başka Rumca Meşrutiyet gazetesi sahibi Kosti, Dr. Karanfilidis, Kalazumen Başhekimi Nikolaki Karamanoğlu ve Jandarma Subayı Nuri bulunuyordu. Noter Sabri Bey polis vasıtasıyla çağırıldı ve toplantıda hazır bulunduruldu. Smith, hiçbir başlangıç söze lüzum görmeden doğrudan doğruya Kaymakam’a çıkıştı:
“Sen necisin Kaymakam Bey? Gelirken otomobilim çamur içinde kaldı. Yolların halini görmüyor musun?”
Kaymakam beklemediği bu tarz konuşmadan sıkıldı.
“Efendim, İle yazdımdı da... Nafıa’ya yazdımdı da...”
Eski Konsolos Binbaşı Smith, Kaymakam’ın cevabının sonunu beklemedi:
“Baksanıza, Belediye reisliği açıkmış, burada Rum belediye reisi görmek isterim. Bu çoğunluğun hakkıdır.”
Dedikten sonra İngiliz şivesiyle Türkçe ve mağrur bir eda ile sözlerine devam etti:
“Kazanızda emniyet yoktur, Rumlar bağ, bahçelerine gidemiyorlar, öldürüyorsunuz. İstiyoruz ki teşkilat yapıyor, silahlanıyormuşsunuz!
Türkiye’yi müttefikleriyle yendik. Top ve tüfeklerini aldık. Neyinize güveniyorsunuz. Yaptıklarınız hükûmetinizin programına da aykırıdır. Sizi medeniyete davet ederim. Vahşete(!) devam ederseniz mahvolacaksınız.”
İngiliz Binbaşı Smith’in davranışları, Rumları iyice cesaretlendirdi. Bu olaydan sonra Urla’daki Rumlar boş durmadılar. Her fırsatta, en küçük bir olayda ortalığı birbirine katıyorlardı. 22 Ocak 1919 günü yaşanan bir olay, Rumların ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir. Polis Komiseri Hüseyin Efendi, bir Rum’u suçundan dolayı yakalamak istedi. Sen misin yakalamak isteyen? Bütün Rum evlerinden güvenlik kuvvetleri üzerine yaylım ateş açıldı. Rumlar, Urla’da ayaklandılar. İsyan üç gün devam etti.
İzmir Jandarma Tabur Kumandanı Emir Fikri (Özalp) Bey’in komutasındaki kuvvetlerle İzmir’den bir tabur asker yetişti; asilerle müsademe etti, ihtilali bastırdı.
Rum ölüleri arasında hususi üniformalı cesetler, resmi silahlar bulundu. Ölenlerin şapkalarında “Ya İonia ya peteno” (Ya İyonya ya ölüm) yazılı idi.
Rum basınının ilk zamanlardaki zoraki itidali andıran yazılarından artık eser kalmamıştı. Gazetelerinde şiddetli makaleler, yazılar çıkıyordu.
Urla isyanı üzerine sıkı tahkikat yapıldı. Tecavüzün Rumlar tarafından yapıldığı resmen anlaşıldı.
İçeride bunlar olurken, dışarıda da yeni düzenler hazırlanmaktaydı. Yunanistan Başbakanı Elefteros Venizelos, 03 Şubat günü Paris Barış Konferansı’nda Yunan emellerini Dört Büyüklere açıkladı. Venizelos’un istekleri üzerinde çalışılması için bir komisyona havale edildi
Yunanistan Trakya’nın tamamını ve Meis adasından kuzeye çıkan bir çizginin batısında kalan bütün Türk topraklarını istiyordu. Sadece büyük devletlerin üzerinde emeller beslediği Boğazlar bundan istisna edilmişti. İtalyanlar ise 1915 tarihli Londra ve 1917 tarihli St. Jean de Maurienne gizli anlaşmaları ile bu topraklardan büyük bir kısmının kendilerine bırakılacağını ileri sürdüler. Bu anlaşmazlıkta İngiltere Yunanistan’dan yana çıktı. 1915 Londra Anlaşması’nda sadece Antalya’nın İtalya’ya bırakıldığını, St. Jean de Maurienne Anlaşması’nın ise Rusya onaylamadığından (zira Bolşevik ihtilali olmuştu) yürürlükte olmadığını açıkladı. Bu suretle İtalya ile İngiltere arasında ahenksizlik ve anlaşmazlık başka deyişle miras kavgası hasta ölmeden başlamıştı. Yunanistan’ı Anadolu’yu işgale teşvik için İngiliz ve Fransız temsilcilerinin desteği ve Amerikan temsilcisinin muvafakati ile Yunanistan'a işgale katıldığı takdirde Ayvalık, Soma, Kırkağaç, Alaşehir ve Kuşadası vaat edildi. Sanki Yunanistan Anadolu'’un işgaline katılmadığı fakat Anadolu büyük bir devletin himayesine konulduğu takdirde bu yerler bu büyük devletin işgal bölgesi dışında bırakılacaktı.
Venizelos Yunanistan’a bırakılmasını istediği yerlerdeki Türklerden göçmek arzusunu göstereceklerin gayrimenkullerini Yunan Hükûmeti’nin satın almasını, buna mukabil Osmanlı Hükûmeti de daralacak yeni sınırları içindeki Rumlardan Anadolu’da eline geçecek bölgelere geçmek isteyenlerin gayrimenkullerinin satın almaya zorlanmasını istiyordu ki, bu, ahali mübadelesinden başka bir şey değildi. Ege Türkleri İç Anadolu’ya sürülecekler, yerlerine Anadolu’daki Ortodokslar getirilecekti. Bunun manası, Trakya’da ve Anadolu’da Yunanlıların eline geçecek topraklarımız üzerinde Türk bırakılmayacak demekti.
Elefteros Venizelos, ikinci defa Paris Barış Konferansı karşısına çıkarak Yunan isteklerini anlattı. Bütün Ege adalarını, Trakya ve Batı Anadolu’yu istedi. Sadece Kıbrıs’ı istemedi. Çünkü İngiltere savaş sırasında burayı Yunanistan’a vermeyi vaat etmişti.
Venizelos isteklerinde tarihî ve etnik sebeplere dayanmakta ve Batı Anadolu’daki Rum nüfusunu da on kat fazla göstermekte idi. Oysaki eldeki istatistikler onu yalanlamakta idi. Bu istekler İtalya’nın ve Amerika’nın itirazı ile karşılaştı.
Venizelos’a göre savaş sırasında 800.000 Rum öldürülmüştü. Bununla beraber 1.230.000 Türk’e karşı iki milyon Rum varmış... Amerikan delegesi Westerman istatistiklere göre Türk nüfusunun daha çok olduğunu, İtalya delegesi de, Fransız Sarı Kitabı’na dayanarak halkın % 70’inin Türk ve % 10’unun Rum olduğunu ileri sürdü.
Ege’deki Rumlar, İzmir’in Yunanlılara verileceğinden çok emindiler. Bu duygu ve güvence, Rumların şımarmalarına sebep olmaktaydı. Bu şımarıklık, sadece bir heyecan ve sevinç halinde kalmıyor, sık sık olayların çıkmasına, halkın rahatsız olmasına ve şehrin huzurunun kaçmasına yol açıyordu. İzmir ve çevresinde Rumların gösterileri, tahammül edilmez derecede artması üzerine İzmir Vali Vekili, 27 Şubat günü, bu olaylar ve sebepleri hakkında Sadaret’e bir rapor gönderdi. Vali Vekili Sadaret’e gönderdiği yazıda, “Son zamanlarda vuku bulan Rum nümayişlerinin dahi İtalyan ve Rum menfaatlerinin çarpışmasından kaynaklanmakta olduğunu” belirtti.
Elefteros Venizelos ve özellikle Yunanlılar, İzmir’i alacaklarına inandıkça, istekleri bitmiyordu. Yeni topraklar, yeni istekler birbirini takip ediyordu. Yunanistan, sadece İzmir ve Batı Anadolu’yla yetinmedi. Batı Trakya’yı da istedi. Bunun üzerine konferansta, Mart ayında bir komisyon oluşturuldu ve araştırma yapılarak rapor hazırlattırıldı. Bu rapora göre Doğu ve Batı Trakya’nın Yunanistan’a bırakılması gerektiği hakkında verilen rapor, Yüksek Konsey tarafından reddedildi. 11 Mart günü ise, Trakya hakkında hükmün ilerde Osmanlı ve Bulgar barış görüşmeleri sırasında verilmesine karar verdi.
Dört büyükler, 14 Mart günü Yunanlıların İzmir’e yapacakları çıkartma planını görüştüler. ABD Başkanı Wilson, İngiltere Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Clemenceau, İtalya Başbakanı Orlando, Paris’teki toplantıda bu plânı kabul ettiler.
Rumlar, 16 Mart günü edepsizce bir cüret gösterdiler. Türkiye’deki Rum topluluğu İstanbul’daki Patrikhane’nin aracılığıyla Osmanlı Hükûmetiyle ilişkilerini kestiğini ve vatandaşlık sorumluluklarını reddettiklerini bildirdiler. Yine aynı gün, bütün Rum kiliselerinde ve gazetelerinde, Yunanistan’a bağlanmak isteğini dile getiren bir muhtıraya bütün Rumların imza koymaları gereği bildirildi.
Sadrazam Damat Ferit Paşa, Rumların yaptıkları olaylar ve kışkırtıcı faaliyetleri karşısında, 18 Mart günü Amiral Calthorpe’u ziyaret etti. Sadrazam, Edirne ve İstanbul’daki Rum davranışları ve yapmakta oldukları propagandalar sonucunda karışıklık çıkabileceği ihtimalini açıkladı. Buna karşı İngiliz desteğini istedi.
Paris Barış Konferansı’nın Batı Trakya Komisyonu, 30 Mart tarihli raporunda “İzmir ve arka bölgesinin Yunanlılara verilmesi”ni tavsiye etti. Amerikalı uzmanlar ise, Yunanlıların ileri sürdükleri rakamların gerçek duruma aykırı olduğunu, Yunanistan’ın istediği topraklarda Türklerin çoğunlukta bulunduklarını bizzat kendileri araştırma yaparak ispat ederler. Ermeni iddialarında olduğu gibi, bu yerlerin Türkiye’den ayrılmasına karşı olduklarını açıklarlar. Amerikan misyonerleri ve bütün şirketleri ile İngiliz ticari kurumları da bu görüşü desteklerler.
Paris’teki komisyonlar, İngilizlerin baskısıyla Yunan isteklerine uygun raporlar hazırlamaktaydı. Bunlardan biri de, Yunanlılara ait arazi meselesini incelemek için kurulan komisyondu. Bu komisyon, 30 Mart günü, İzmir bölgesinin Yunanistan’a verilmesini teklif etti ve üst makamlara rapor ettiler.
Yunanistan’ın arazi isteklerini incelemekle görevli komisyon raporunda, İtalyan üyelerinin itirazları karşısında “İzmir’in ve arka bölgesi”nin Yunanistan’a verilmesini kabul ve tavsiye etmiştir.
İzmir’de oturan Avrupa kolonisi, İstanbul İngiliz Yüksek Komiserliği bu delice kararın doğuracağı tehlikeler üzerine dikkati çektiler. Gerçekten de İngilizlerin bir bölümü olumlu yaklaşırken, diğer bir bölümü de geleceği görerek, Yunanlıların bu işin altından kalkamayacaklarını söylemekteydiler. İşte İstanbul’daki İngiliz görevliler, bu grupta yer alıyorlardı. Amiral Richard Webb, Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri halinde olabilecekleri görebilen İngiliz subaylardandır. İşte bu sebeple Amiral Webb, 01 Nisan günü, Yüzbaşı Mavroudis’in İzmir, Urla, Manisa’da Kızılhaç istasyonları kurma isteğine olumsuz cevap verdi.
“Teklif edilen bu yeni tesislerle Türk Hükûmetini şaşırtmaklığımız bir tarafa, Aydın İli’ndeki çok perişan duruma ve halkın hiddet ve heyecanının her an tutuşabilir hâlde bulunduğuna ekselansınızın ciddi surette dikkatlerini çekmek ve ayrıca başka tahriklere sebep olacağı düşünülebilen herhangi bir hareketten sakınılması için son derece dikkatli olmaları hususunda bu misyonlara bağlı bulunan bütün memur ve subaylara talimat vermeyi de zatıalinize tavsiye etmek isterim; aynı zamanda da haksız yere propaganda telakki edilebilecek hususlardan sakınılması üzerinde de şiddetli ısrarda bulunmaktan kendimi alamam.”
Yunanlılar ve Anadolu’da yaşayan Rumlar, her fırsatta Türklerle birlikte yaşamanın güzelliklerinden ve gereğinden bahseden propagandalarının yanı sıra, Türkler hakkında olumsuz propagandalara da yer vermekteydiler. Bu propagandalardan birini E. Venizelos, Paris’te uyguladı. Venizelos, Aydın’da oturan Rumlara yapılan Türk vahşetini (!) 12 Nisan günü Clemenceau’ya şikayet etti.
Venizelos, “Aydın İli’nde oturan Rum halkına yapılan iddialı, ispatlı Türk vahşetlerine ve İzmir Rum teşkilatına karşı mahallî Müttefikler tarafından kabullenilen ve yine şüphe uyandıran hareketlere karşı” Clemenceau’ya bir nota vererek protesto etti.
Yunanistan, sözlü ve yazılı propagandalarını uygulamaya koyarak, olabilecek tepkileri ölçmeye kalkıştı. Kimseye danışmadan ve hiçbir makamdan izin almadan Averoff’daki askerler, 12 Nisan günü gezinti yapmak üzere İzmir’de, Kordon’a çıktılar ve yerli Rumlar tarafından büyük gösterilerle karşılandılar.
Nurettin Paşa’nın uzaklaşmasından sonra, Kolordu’ya vekâlet etmekte olan Askerlik Dairesi Başkanı Süleyman Fethi, karaya çıkan Yunan askerlerinin komutanını çağırtarak bu hareketin manasını sormuş, Yunan subayı da ona sadece, “Devriye dolaşıyoruz” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Süleyman Fethi Bey, hemen gemilerine dönmelerini, aksi takdirde meydana gelecek olaylardan sorumluluk kabul edemeyeceğini bu subaya ihtar etti. Subayın bu tebliği kendi amirlerine bildireceğini söyleyerek çekilmesinden sonra Süleyman Fethi Bey, çok endişe verici olan bu hali Harbiye Nezareti’ne bildirdi.
Üç büyükler (ABD, İngiltere, Fransa) İtalya’nın bir kuvvet gösterisinden etkileneceğini umarak 02 Mayıs günü İzmir’e savaş gemileri yollamaya karar vermişlerdir. Daha sonra İzmir bölgesine çıkarılacak Yunan askerlerinin, İtalyanların bölge üzerindeki taleplerine fiilen son vereceğini hesaplamışlardı. Dörtler Konseyi’ne Yunan kuvvetlerinin hazır olur olmaz Kavala’dan hareket etmeleri ve İtalyan birliklerinin de müttefik kuvvetlerinin katılmaları kararlaştırıldı.
Bu konuda Churchill şöyle yazmaktadır: “Venizelos’un İzmir’e en büyük dört kuvvetin vekili sıfatıyla gittiğini söyleyerek kendini savunmağa hakkı olabilir, ama muhakkak ki yüzmeye giden bir kaz kadar hevesli gitmişti. ...”
E. Venizelos, aynı gün, bir Yunan gemisinin gönderilmesini Lloyd George’dan rica etti. Lloyd George da “Müttefik Devletlerin gemileri ve müşterek kuvvetleri gelinceye kadar beklemesini” söyledi.

İNGİLİZLER VE İZMİR

Lord Curzon, İzmir’in Yunanlılara verilmesini istememesine karşılık, Türklerin de İstanbul’dan çıkarılmalarını savunmaktaydı. Bunu İngiltere Hükûmetine teklif etti. Ancak, hükûmet bu teklifi kabul etmedi. Lord Curzon, 07 Ocak günü, “Türklerin İstanbul’dan çıkarılması” hakkındaki teklifinin kabul edilmeyişini şiddetle protesto etti.
Yunan taraftarı olan eski konsolos Binbaşı Smith, Ocak ayında İzmir’e geldi. Gelir gelmez de Hristiyan mahpusları serbest bıraktırdı.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı, 16 Ocak 1919 günü İngiliz görevlilerini uyardı. Osmanlı Devleti ile yapılan mütareke konusunda açıklama ve uyarılarda bulundu. “Mütarekenin uygulanmasını sağlama sorumluluğu tek başına İngiltere Krallık Hükûmetine ait olacaktır. Bu maksatla gerekli görülecek böyle bir askerî hareketin yürütülmesine İngiltere, müttefiklerine sormaksızın her zaman yetkilidir” emrini verdi. İngiltere Savaş Bakanlığı, 02 Şubat günlü yazısında da, Avrupa Türkiye’sinden Fransa’nın, Asya Türkiye’sinden de İngiltere’nin sorumlu olduğunu yazdı.
Yunanlıların İzmir’e çıkmasının ateşli savunucularından olan İngiltere Başbakanı Lloyd George, Anadolu’da manda almak isteyen Amerika’yı, kuvvetleriyle burada görmek istiyordu. Bu amaçla Lloyd George, 30 Ocak günü, Paris’te, ABD Başkanı Wilson’dan Türkiye’ye asker göndermesini ve manda kabul etmesini rica etti. Lloyd George, hem bir an önce paylaşımı bitirmek istiyordu, hem de ABD’yi bu bölgeye çekmek istiyordu.
Yunanlıların İzmir’e çıkmasına karşı olan Kontramiral Richard Webb, 14 Şubat günlü raporunda, Yunanlılardan şikâyet ederek yaptıkları rezaletleri anlattı.
“Yunan askerleri rezalet çıkarıyorlar... Doğu Demiryolu boyunca... köylere girerek istediklerini alıyorlar. Kadınlara sataşıyorlar ve fırsatını buldukları bir sırada minaredeki müezzine ateş ederek eğlendikleri de tespit ve iddia ediliyor. Bizzat İstanbul’da da hareket tarzları hiç de arzu edilir bir şekilde değildir... Hali hazırda Türklerle Rumlar arasında karışıklık çıkarmak için yeteri kadar fırsata sahip bulunuyorlar... Öyle sanıyorum ki, bunların Trakya’da yerleştirilmeleri hiç değilse bugün için lüzumsuzdur.”
Yunanlıların İzmir’e çıkmalarını sadece Amiral Webb değil, İzmir İngiliz Ticaret Odası da bu fikre karşıdır. Ticaret Odası yöneticileri, 14 Şubat günü, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne sunduğu raporunda, İzmir’de yönetimin İngiliz, Fransız veya ABD’ye verilmesi gerektiğini açıkladı.
İzmir İngiliz Ticaret Odası, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne sunduğu raporunda, bölge yönetiminin Türklere bırakmanın “cinayet” olacağını öne sürmekle birlikte, kurulacak yönetimin bütün unsurlara güven verecek bir yönetim olması gerektiğini, İtalyan olamayacağını, çünkü Rumların onlardan nefret ettiğini, Rum olamayacağını, çünkü Türklerin onlardan nefret ettiğini belirtiyordu. Bu durumda mandanın İngiliz, Fransız ya da Amerikan olması gerekiyordu. İzmir’de çoğunluk Hristiyan’dı ama Rum değildi. Rumlar her halde 1/3’ten fazla değildi. İl nüfus ve arazi çoğunluğu Türklerdeydi. İlin Yunanlılarca yönetilmesi büyük bir orduyu gerektirir ve Makedonya ve Girit şartları na yol açardı.
İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour, 17 Şubat günü, Paris’ten Londra’ya gönderdiği raporunda, İtalyanları Antalya’yı işgal etmek istediklerini bildirdi.
Balfour, Paris’ten Londra’ya gönderdiği raporunda, İtalyan temsilcisinin kendisini sıkıştırdığını, Antalya’yı işgal etmeden parlamento önüne çıkamayacağını söylediğini kaydediyordu. Balfour’a göre, bu isteği karşılamak konusunda, Yunanlıların İzmir’de benzer bir hak istemeleri dışında hiçbir itiraz göremiyordu. İttihat ve Terakki yurtsever Türkler yanındaki nüfuzunu kesinlikle kırmak gibi bir yararı da olabileceğini belirtiyordu. İngiltere Dış İşleri Bakanlığı, 19 Şubat’ta, Balfour’a, İtalyanların Antalya’yı işgal etmeleri teklifine karşı olumsuz cevap verdi.
Osmanlı Hükûmeti 19 Şubat günü, tarafsız beş ülkeden bağımsız hâkim istedi. Bunun ne anlama geldiğini bilen İngilizler, Osmanlı Hükûmeti’nin bu girişimini engellemeye çalıştılar.
İngilizler, Türk girişiminin anlamını hemen kavradılar. Paniğe kapıldılar. Telaş içinde, Türk girişimini daha kaynağında boğmaya kalkıştılar. İstanbul’daki İngiliz sansür memuru, Danimarka Elçiliği’nin Türk notasını Kopenhag’a ileten telgrafına el koymaya kalkışmıştır. Yetişememiştir. Sansür memurunun az gecikmesi yüzünden telgraf çekilir. Ama sansürcüler bunun peşini bırakmadılar. Hemen Londra’yı ararlar. Albay Wright, İngiltere Dış İşleri’ni telefonla bulur. Kopenhag’a çekilen telgrafı bildirir. Yetkilileri uyarır.
İzmir’de bulunan İtilaf Komiserleri, 20 Şubat günü, Vali Nurettin Paşa’dan polis ve jandarmanın takviye edilmesini teklif ettiler.
İzmir’de bulunan müttefik devletler delegelerinin İtilaf komiserleri vasıtasıyla polis ve jandarmanın takviyesini teklif etmeleri üzerine Vali Nurettin Paşa: “...Eğer... Yunan siyasî temsilcisi (Mavroudis) ile Kızılhaç’ın ve denizcilerinin ve diğer Yunanlı kışkırtıcıların tahrik ve propagandalarına imkân bırakılmayacak olursa hiçbir fiili yardıma ihtiyaç kalmayacaktır” diye cevap verdi.
General Milne, İzmir’deki Ian Smith’in, Yunan isteklerinin Türkler arasında yarattığı huzursuzluk hakkındaki raporunu 20 Şubat 1919 tarihinde Londra’ya gönderdi.
“Yunan isteklerinin Türkler arasında mevcut huzursuzluğu genişlettiğini Türk köylerine silah dağıtılması ile de gerçekleşmektedir... Smith, Yunan işgali gerçekleştiği takdirde Türklerin ayaklanacakları mütalaasındadır. Rumlar olsun, Türkler olsun İtalyan işgaline aynı surette mukavemet edeceklerdir.”
25 Şubat tarihinde ise, Rum dostu İngiliz’in, bir başka İngiliz’i Türk dostu olmasıyla şikâyet ettiğini görmekteyiz. Midilli’de Rum dostu olan konsolos vekili Mr. W. Lewis Baily, hazırladığı raporunda, Binbaşı Dixon’un Türk dostu İngilizlerle işbirliği yaptığını bildirdi.
Mr. Lewis Baily verdiği raporda: “Binbaşı Dixon’un çok zayıf bir insan olduğunu, fakat İzmir’in doğma büyüme İngiliz asıllı kişileri tarafından etrafı sarılmış bulunduğunu... bu yerli İngilizlerin ise Türklerle el ele verdiklerini....; bunların Rumlarla devamlı olarak ticari rekabet halinde bulunduklarını...; İtalyanların ise kendi menfaatleri uğruna Türklerle işbirliği ettiklerini, Türklerin bu durumdan her gün biraz daha cesaret kazandıklarını... Bu durumun böylece devamına müsaade edilecek olduğu takdirde İzmir davasının çözülmesi güç bir iş haline geleceğini kan dökülmesi tehlikesinin baş göstereceğini” anlattıktan sonra, “dostlarımızı ve ticaretimizi kaybetmek rizikosuna düşeceğiz” demektedir.
Amiral Richard Webb, 09 Mart’ta Dışişleri Müsteşar yardımcısı Sir William Tyrell’e yazdığı mektupta, Yunanlıları Anadolu dışında tutmayı önerdi.
Richard Webb, Dışişleri Müsteşar yardımcısı Sir William Tyrell’e yazdığı mektupta, Çatalca hatlarına kadar Trakya’yı Yunanlılara vererek onları Anadolu’nun dışında tutmayı sağlık veriyordu. Böylece hem Türkler Avrupa’dan çıkarılmış, hem de Anadolu bütün kalmış oluyordu ki, bu da denetimi kolaylaştırırdı. Curzon, bu mektuba yazdığı mütalâada, Webb’in görüşlerini doğru bulmuş, bunların kendisinin Paris’e ve başka yerlere yazılı olarak anlattıklarının aynısı olduğunu, zaten bunların bu konuda bilgisi olan herkesin görüşleri olduğunu açıkladı.
Yunanlılar İzmir konusunda çalışmalarını ilerletmişlerdi. Açıktan açığa yaptıkları faaliyetler saklanamaz olmuştu. Ama İzmir Valisi Nurettin Paşa, bu çalışmaların önündeki bir engel olarak İzmir’de bulunuyordu. İngilizler, Yunanlıların önünü açmak için valinin işine son vermekte gecikmediler. 11 Mart 1919 tarihinde, İngilizlerin isteği üzerine, Nurettin Paşa’nın İzmir Valiliği sona erdi. Yerine (Kambur) İzzet İzmir Valisi oldu. İzmir’in yeni valisi İzzet Bey, daha önce Evkaf ve Dâhiliye Nazırlığı (İç İşleri Bakanlığı) görevlerinde bulunan, Saray’ın ve İngilizlerin aleti olmak dışında bir niteliği bulunmayan biri idi.
Yunanlılar boş durmak istemiyordu. Sürekli bir ileri adım atıp, bir karışıklık çıkarıp tansiyonu artırmaktaydılar. 24 Mart günü, Kızılhaç görevlilerini ileri sürdüler. Bir Yunan Kızılhaç misyonu, Gelibolu’da bir Yunan Torpidobotu’ndan karaya çıktı.
Bu çıkışta bayraklar taşındı... 200 kişilik bir alay tertip edildi... Bu kalabalık Türk polisi ile çatıştı. Bunun üzerine General Thwaites Foreign Office’e şu fikri verdi: “Yunanlılarla Türkler arasındaki ihtilafları körükleyecek... tertipli hareketlerden kaçınması hususunda Yunan Hükûmeti katında tesir yapmak çok iyi olabilir.”
Yüzbaşı Mavroudis, Gelibolu’daki olaydan iki gün sonra, 26 Mart günü, İstanbul’da Yüksek Komiser vasıtasıyla İzmir, Urla, Manisa ve Makri’de Kızılhaç istasyonları kurulmasına müsaade edilmesi isteğinde bulundu. Amiral Richard Webb, Yüzbaşı Mavroudis’in bu isteğine 01 Nisan günü olumsuz cevap verdi. Amiral Webb, Yunan isteklerinin nereye kadar devam edeceğini ve sonuçlarını tahmin edebiliyordu.
“Teklif edilen bu yeni tesislerle Türk Hükûmetini şaşırtmaklığımız bir tarafa, Aydın İli’ndeki çok perişan duruma ve halkın hiddet ve heyecanının her an tutuşabilir halde bulunduğuna ekselansınızın ciddi surette dikkatlerini çekmek ve ayrıca başka tahriklere sebep olacağı düşünülebilen herhangi bir hareketten sakınılması için son derece dikkatli olmaları hususunda bu misyonlara bağlı bulunan bütün memur ve subaylara talimat vermeyi de zatıâlinize tavsiye etmek isterim; aynı zamanda da haksız yere propaganda telakki edilebilecek hususlardan sakınılması üzerinde de şiddetli ısrarda bulunmaktan kendimi alamam.”
Yunanlıların İzmir’e çıkmaları halinde olabilecek olayları tahmin edebilen, olumsuzlukları görebilen sadece Amiral Webb değildi. Onun gibi düşünen bir diğer İngiliz, İstanbul’daki İngiltere Yüksek Komiseri Sir Somerset Arthur Gough Calthorpe idi. Calthorpe raporunda, “Helen İmparatorluğu’nun Ege Denizi’nin doğu sahiline kadar uzamayacağını ciddi bir şekilde ümit ediyorum. Zira böyle bir hareket, taraftarlarına saadet ve refah değil tam tersini” getirir, dedi.
Yunanlıların arazi meselesini tetkik eden komisyonun İzmir bölgesini Yunanlılara verdiği kararından haberi olmayan Amiral Calthorpe 03 Nisan tarihli raporda şunları yazıyordu: “... Ümit etmek isterim ki... Helen Krallığı Ege Denizi’nin doğu kıyılarına yayılmayacaktır. Bu ümidimiz geçmişteki zulüm idaresinden kurtulmak emellerine duyduğumuz sempatinin şiddetinin eksikliğinden değil, ama bu hareketin ilgili taraflardan hiç birisinin mutluluğuna hizmet edeceğine inanmış belki bunun tam tersine inanmış olmamızdandır.”
İzmir ve çevresi, yani Aydın Vilayeti Rum tedhişi ile çalkalanmağa başladı. Rumların yaptıkları olaylar, soygunlar, hakaret dolu tahrikler artık gizlenemeyecek kadar ileri seviyelere ulaşmıştı. Bu kötü durumdan İngilizler dahi rahatsız olmuşlardı. Bu sebeple İngiltere Savaş Bakanlığı, 03 Nisan günü, Paris’teki temsilcilerine bir tel gönderdi. Londra’nın verdiği yeni talimata göre, genel karargâh ve alay karargâhlarında tam yürütme yetkilerine sahip İngiliz subayları bulunan bir Türk Tümeni, asayişi korumak üzere Aydın iline gönderileceğini; bu konuda Yunan Hükûmetine bilgi verilmesini ve yerli Rumların karışıklığa yol açmamaları için öğütlenmelerini, bildirdi.
Bu günlerde İtalyanlar, yerlerinde duramıyorlardı. Çünkü Yunanlıların İzmir’e çıkma isteğini engelleyememişlerdi. İngiltere bunu açıkça desteklemekteydi. Ne yaptılarsa İngilizleri bu düşüncelerinden caydıramamışlardı. 04 Nisan günü, İtalya maslahatgüzarı Preziosi, Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmalarının men edilmesi için İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a ricada bulundu. Lord Curzon, Preziosi’nin ricasına olumsuz cevap verdi.
Yine 04 Nisan günü, İngiltere Genelkurmay Başkanı Henry Wilson, Başbakan Lloyd George’a yazdığı mektubunda, ilginç bir teklifte bulundu: “Türkiye’den askerlerimizi çekelim.”
İmparatorluk Genelkurmay Başkanı Henry Wilson, Lloyd George’a yazdığı mektubunda; “Bu sahne elerden bütün kuvvetlerimizi çekelim. Merkezî Avrupa’da, Balkanlarda vukuu yakın olan keşmekeş ve kargaşalıklara askerî mahiyette hiçbir müdahalede bulunmayalım” diye teklif etti. “Güney Doğu Avrupa ve Türkiye Asya’sındaki duruma ait” ek bir mektupta da şöyle deniliyordu: “..8)Yunanistan’ın kuvvetlerini Anadolu’ya ve Trakya’ya yaymak cesaretini göstermesi halinde maruz kalacağı tehlike ortada iken Mösyö Venizelos askerî durumun realitesini anlayarak hareket etmekten ziyade emellerinin kuvveden fiile çıkacağını sandığı için askerlerin terhisine başlanması emrini vermiş bulunuyor... 11)Duruma tesir edebilecek tedbirleri hâlâ alabiliriz... Kışkırtıcı Rum isteklerine karşı teslimiyet göstermemeli.” Doğru söze ne denir? İngiltere Genelkurmay Başkanı, iyi bir asker olarak, olayların nerelere sürüklenebileceğini tahmin ediyor. Yunanlıların ve Rumların neyi nasıl yapabileceğini çok iyi gözlemlemiş. Ama diğer İngiliz yetkililer, generali dinlemiyor, daha doğrusu dinlemek istemiyorlar. Onlar, İngiltere’nin yüksek menfaatlerini, Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesinde buluyorlardı.
Bölge Kontrol Subayı Yarbay Ian Smith, 07 Nisan 1919 günü İzmir raporunda, yeni İzmir Valisi İzzet Bey’in çalışmalarını bildirdi.
Ian Smith’in raporu özetle şöyledir: “Yeni Vali İzzet Bey, milliyet farkı gözetmeksizin iyi huylu gönüllülerin (Jandarma kütüğüne) kaydını ve savaş esnasında vazgeçilmiş olan köylü karakol (silahlı köylüler) sisteminin yeniden tesisini teklif etmektedir. Vali ‘İzmir Müdafaai Hukuku Osmaniye Cemiyeti’nin feshine taraftar olmakla beraber Rum isteklerinin tesiri altında Türklerde mevcut duygululuk yüzünden’ buna cesaret edememektedir.”
Yunanistan Başbakanı Elefteros Venizelos, 08 Nisan günü Mallet ile bir görüşme yaptı. Venizelos, daha fazla bekleyememektedir. Bir an önce Anadolu topraklarına çıkmak isteğini Mallet’e bildirir. Venizelos, bu görüşmede, İngiliz subaylarının komutasında Yunan askerî birliklerini derhal İzmir ve Bandırma’ya göndermeyi teklif etti.
Lord Balfour, 11 Nisan günü, Paris’ten gönderdiği tel ile Londra’yı uyarır. Aydın iline bir Türk tümeninin gönderilmesinin sakıncalarını bildirir. Konferans, bu vilayetin Yunanistan’a bağlanmasını kararlaştırması halinde, bu ile gönderilen bu Türk tümeninin kendilerine zorluklar çıkaracağını yazdı.
İngiliz Sir Harold Nicolson, hatıra defterinin 14 Nisan 1919 günkü sayfasına çok önemli şu notu düşmüştür: “...İzmir’i alamazlarsa Venizelos iktidardan düşecektir.”
Lord Curzon, 22 Nisan günü, Paris’teki Balfour’a gönderdiği cevap telinde, Yunanlıların niyetlerine İngilizlerin alet olmamaları gerektiğini bildirdi.
Lord Curzon, Yunanlıların Aydın ilinin büyük bir bölümünü ele geçirmek niyetinde olduklarının açık olduğunu açıkladı. Fakat bu işin ahlaksızlığına İngiliz subaylarını ve hükûmetini karıştırmak istediklerini; Anadolu’nun uzak olmayan bir tarihte sahne olacağı patlamaya İngilizlerin karışmaktan çekineceğini umduğunu belirtti. Müthiş bir Türk düşmanı olan Lord Curzon, Anadolu macerasının nasıl gelişeceğini görebiliyor. Yunanistan’ın, İngiliz yetkilileri, kendi emellerine alet etmesinden rahatsız olmaktadır. Türkleri sevmese de, Yunanlıların Türklere karşı başarılı olamayacağını biliyordu.
Amiral SAG. Calthorpe, 29 Nisan tarihli raporunda, Dixon’un uyarılarını Londra’ya bildirdi. Dixon’un istihbaratı, “İzmir ve ili Yunanlılara geçerse... Türklerin Yunanlıları toptan katle teşebbüs edecekleri” şeklindedir.
Calthorpe, bu bilgiyi verirken şunları da sözlerine eklemişti: “Görüşünün layık olduğu önem ve değerle karşılanması gerekir; çünkü mahalli cemaatin her bölümünün duyguları hakkındaki bilgisi sağlam ve güvene şayandır...”


TÜRKLER VE İZMİR

Padişah ve Osmanlı Hükûmeti, İngiliz dostu olduklarını İngiliz görevlilerine inandırmak için çaba harcıyorlardı. İngiliz mandasını kabul ettirebilmek için her çareye başvuruyorlardı. Padişah Vahdettin’in İngiliz dostu olduğunu, 10 Ocak 1919 tarihinde İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Balfour’a bildirildi.
Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Osmaniyesi, 22 Ocak 1919’da İstanbul’da bir toplantı yaptı. Cemiyet, bu toplantıda bazı önemli kararlar aldı. Bu kararlarda “Trakya parçalanmaz bir bütündür, Trakya’nın gerçek sahipleri, ahalisinin yüzde yetmiş beşinden fazlasını teşkil eden Türklerdir. Şüphe edilirse Wilson Prensipleri’ne göre plebisit” de yapılabilir denildi. Türkler, Wilson Prensipleri’ne güveniyorlardı. Sonucuna da inanıyorlardı. Ama karşımızdakiler bu prensiplere uymuyorlardı.
Sadrazam (Başbakan) Tevfik Paşa “Wilson İlkeleri”ne uyulmadığı konusundaki Osmanlı Hükûmeti’nin kendi meşru haklarını savunan barış notasını 12 Şubat 1919 tarihinde İngiltere, Fransa, İtalya, ABD Yüksek Komiserlikleri’ne bir muhtıra ile verdi.
İzmir ve çevresi Rumların çıkardığı olaylardan rahatsızdı. Yunan askerlerinin İzmir’e çıkacağı dedikoduları günden güne yayılmakta, halk arasında telâş ve heyecana sebep oluyordu. Rumların çalışmalarını yakından izleyen İzmir Valisi Nurettin Paşa, Harbiye Nezareti’ne (Savunma Bakanlığı’na) 22 Şubat günü bir yazı göndererek, “kaynaşma halindeki kamuoyunu aydınlatmak ve söylentileri yalanlamak üzere gerçek durumun” bildirilmesini istedi.
Harbiye Nezareti, bir gün sonra, İzmir Valisi Nurettin Paşa’ya verdiği cevapta, çıkan haberlerin uydurma olduğu, bu suretle Müslüman halkı korkutarak yerlerini terke mecbur etmek ve “Bazı bölgelerde Hristiyan çoğunluğunu” sağlamak amacı güdüldüğü bildirildi.
Gerek Harbiye Nezareti ve gerekse hükümet, Yunanlıların İzmir’e asker çıkaracağına inanmak istemiyordu. Bu konuda kendisine gelen raporlara da itibar etmiyordu. Hâlbuki İtalyanlar önemli günün yaklaştığına inanıyorlardı. Bunu önlemek için de yoğun bir şekilde çalışmaktaydılar. Hem konferansta, hem İngilizler üzerinde yoğun baskılar kurarak Yunanistan’ın İzmir’i işgalini önlemeye çalıştılar.
Ortada bir gerçek vardı: İzmir’in işgal edileceği. İtalyanlar, Yunanlıları istemiyordu. Onları Türklerin de istemediğini biliyorlardı. Yunan emelini engellemek için yeni bir teklif ile İzmir Valisi’ne geldiler. İtalya’nın İzmir’deki temsilcisi Cavaliero Manfredi, 23 Şubat günü, İzmir Valisi Nurettin Paşa’ya, Yunanlıların yerine İtalyan denetimini istemeleri için gayret göstermelerini istedi.
İtalya’nın İzmir’deki siyasi temsilcisi Cavaliero Manfredi, Nurettin Paşa’ya, Osmanlı topraklarının “Muavenet mıntıkaları namı altında üç” nüfuz bölgesine ayrıldığını, bu bölgelerin İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından kontrol edileceğini, ancak “Edremit’ten Antalya’ya kadar olan İtalyan yardım” bölgesi sahillerinin, Rumların bulunmasından dolayı, Yunanistan’ın murakabesine bırakılması için Yunanlıların teşebbüse geçtiklerini, bu hususun gerçekleşmesine İtalyanların da yardım etmekte olduğunu söylemiş ve Osmanlı Hükûmeti eğer Yunan isteklerini önlemek istiyorlarsa, o takdirde İtalyan gözetimine taraftar olduğunu bildirmesi gerektiğini ve bunun Müslüman halk bakımından lüzumlu olduğunu ilave etmişti. Fakat Nurettin Paşa, İtalyanların bu suretle neler elde etmek istediklerini sezdiği için, temsilciye, Osmanlıların amacı, hâkimiyetlerini muhafaza, istiklallerini devam ettirmek ve bu sebeple de hiçbir devletin murakabesi altına girmemektir, demişti.
Rumlar, gün geçtikçe, İzmir ve çevresinde yaptıkları tedhiş hareketleri artmaktaydı. Halkı ve yöneticileri rahatsız etmekteydi. Rumların gösterilerinin artması ve çevreyi huzursuz edecek seviyeye gelmesi üzerine İzmir Vali Vekili Süleyman Fethi Bey, 27 Şubat’ta, yapılan bu olaylar ve sebepleri hakkında Sadaret Makamı’na bir yazı gönderdi. Sadaret’e gönderilen yazıda, “Son zamanlarda vuku bulan Rum nümayişlerinin dahi İtalyan ve Rum menfaatlerinin çarpışmasından kaynaklanmakta olduğu” belirtildi.
Osmanlı Hükûmeti, işgalci İtilaf devletleri karşısında nasıl bir siyaset uygulamaktaydı? Bu açık olarak İngiliz mandasını istemekten başka bir şey değildi. Padişah ve hükûmet üyelerinin tamamı bu temel amaca kavuşabilmek, İngilizleri ikna edebilmek için çalışıyorlardı. Ancak İngilizler, bu konuda fazla yumuşamıyorlardı. Osmanlı yöneticilerine karşı oldukça sert ve aşağılayıcı davranıyorlardı. Buna bir örnek, Hariciye Nazırı Yusuf Franko Paşa’nın 01 Mart günü, Amiral Richard Webb’i ziyaret ettiği gün yaşanmıştır. Franko Paşa, Hariciye Nezareti’ne yazılan yazıların dilinin daha hoş görülü ya da yumuşak (indulgent) olmasını istirham etti.

Amiral Webb, İngiltere Hükûmeti’nin ve halkının duygularını tam olarak yansıtmasının görevinin gereği gibi yerine getirmesi için şart olduğunu belirterek aradaki mesafeyi sürdürdü.
İngilizler, İzmir Valisi Nurettin Paşa’yı, Yunan ve Rum istekleri önünde bir engel olarak görüyorlardı. Bu sebeple, İzmir’in işgali için gittikçe daha açıkça görülmekte olan Yunan hazırlıklarına karşı Türk savunmasını zayıflatmak için Nurettin Paşa’nın değiştirilmesini istediler. Nurettin Paşa’nın yerine (Kambur) İzzet getirildi.
İzmir’de vatansever insanlarımız da bilinmezliğin etkisindeydiler. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği haberleri yayıldıkça, hiçbir şey yapamamanın çaresizliği içindeydiler. 13 Mart 1919 tarihinde, İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti namına İzmir Tiyatrosu’nda bir miting yapıldı.
İttihat ve Terakki ve Türk Ocağı’nın yardımı ile Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti namına İzmir Tiyatrosu’nda bir miting yapıldı. Söylenen nutukta İzmir’in Türk olduğu ve Türk kalacağı iddia ve bunun aksine ortaya atılan fikirlere hücum olunuyordu. Nutuk şiddetle alkışlandı, bunalmış Türk ruhlarında yeni bir ümit ve çalışma hevesi uyandı.
Kabul edilen üç maddelik muhtıra Hacı Hasanzade Dr. Ethem Bey ile birkaç arkadaş tarafından İzmir’deki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerika siyasi temsilcilerine iletildi. Muhtırada:
1-Ege Bölgesi Türkleri nüfus, emlâk ve arazi itibarıyla üstün bir ekseriyet teşkil ettiklerinden Wilson prensiplerinin 12. maddesine göre buraları yabancı hâkimiyeti altına konulamaz.
2-Buralardan Türk hâkimiyetinin kaldırılması Avam Cemiyeti’ni teşkil eden soylu ve adil büyük devletlerin siyasetlerinden beklenilmektedir.
3-İleride, insani mefkûrelerle cihazlandırılacak medeni bir heyet meydana getirmek için Türkler, memleketlerinde kendi hâkimiyetlerinden başkasının hükümran olmasına tahammül edemezler” deniliyordu.
İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti, birkaç gün sonra kongresini yaptı. Kongre’de büyük devletlere gönderilmek üzere bir muhtıra kabul edildi. Padişah’a da bir heyet gönderildi.
“Ege’nin bütün Müftü ve Belediye Reisleri ile her kazadan iki ve livalardan üç delegenin“ katılması ile 17 Mart 1919’da açılan bu kongrede dikkati çeken noktalardan birisi, din adamlarının çokluğu idi. Bu kongrenin kâtipliğini de yapmış olan Cami Bey, Wilson prensiplerini açıklamış; bu prensiplere sadakat gösterildiği takdirde İzmir’in işgal edilemeyeceğini savunmuş; buna rağmen İzmir işgal edilirse Türk milletinin bunu kabul etmemek için her çareye başvuracağını belirttikten sonra; bir işgal ihtimalinin İtilaf devletleri katında hemen protesto edilmesini ve bir “Redd-i İlhak Cemiyeti”nin kurulmasını teklif etti ve bu teklif kabul olundu. Çünkü bu kongreye katılanlar arasında her çeşit fedakârlığı göze almış olanlar pek çoktu. Bunlardan birisi olan Denizli Müftüsü Hulusi Efendi, kongreye başkanlık etmekte olan Nurettin Paşa’ya, Denizli’de, gerekli teşkilatı hemen kurabileceğini, halkın asker, para ve yiyecek hususunda yardımda bulunacağını, İzmir’in işgaline silahla karşı konulacağını, ancak bu işleri organize edecek bir komutana ihtiyaç bulunduğunu söylemiş ve Paşa’dan Denizli’ye gelerek işleri de ele almasını bile rica etmişti. Paşa’nın İzmir’e hiçbir düşmanın çıkmasına izin verilmeyeceği cevabına karşı ise Müftü Hulusi Efendi, sizi İzmir’den uzaklaştırabilirler demişti. 17 Mart günü başlayan kongre, üç günlük çalışmadan sonra 19 Mart 1919 günü sona ermiştir.
Celâl Bayar da bu kongreyi şöyle anlatmaktadır:
Küçük Asya’yı elde etmek için Yunanlıların geniş ölçüde çalışmaları, İzmir vatanseverlerinin gayretini tahrik, memleketini müdafaaya sevk ediyordu. Hiç kimse yapılanı kâfi görmüyordu. İçte ve dışta davamızı duyurmak ve savunmak lazımdı. Bu maksatla Vali Nurettin Paşa’nın muvafakat ve yardımıyla İzmir, Aydın, Denizli, Muğla, Manisa ve Balıkesir illerini temsil edecek delegelerden İzmir’de bir kongrenin toplanması kararlaştı. Ege’nin bütün müftü ve belediye reisleriyle her kazadan iki ve livalardan üç delege İzmir’e geldiler. Millî Kütüphane’nin Beyler Sokağı’ndaki sinemasında toplandılar..
Kongre umumi kâtipliğine Cami Bey’i, reisliğe İzmir Belediye Reisi Hacı Hasan Paşa’yı, ikinci reisliğe Balıkesir Belediye Reisi Hafız Mehmet Emin, üyeliklere Manisa Belediye Reisi Bahri, Aydın Belediye Reisi Emin, Denizli Belediye Reisi Hacı Tevfik ve Muğla Belediye Reisi Ragıp Beyleri seçti. Cemiyetin umumi heyette okunan raporunu incelemek üzere ayrıca encümenler seçildi. İttihat ve Terakki organı olan bizim gazeteler Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’ni ve kongreyi, başarılar dileğiyle selâmlıyorlar. İtalyan ve Yunan siyasi ihtiraslarını söndürmek lüzumundan bahsediyorlardı.
Rumlar, sadece İzmir ve çevresinde değil, İstanbul ve Trakya taraflarında da taşkınlık içindeydiler. Bu hareketler o kadar yaygınlaştı ki, bu tür haberlere kulaklarını kapayan Sadrazam Damat Ferit Paşa dahi sonunda huzursuz oldu. Damat Ferit Paşa, 18 Mart günü, Amiral Calthorpe’u ziyaret ederek, Edirne ve İstanbul’daki Rum davranışları ve yapmakta oldukları propagandalar sonucunda karışıklık ihtimaline karşı İngiliz desteği istedi. Sadrazam sadece karışıklık çıkmamasını istiyordu. Rumların yaptıkları karışıklık sayılmıyordu.
İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti’nce toplanan Kongre’nin temsilcileri 19 Mart günü İstanbul’a geldiler. İzmir’den gelen bu temsilcileri kabul eden Padişah, “ilk fırsatta İzmir’e geleceğini (!)” vadetti.
Rumlar, yaptıkları hareketlerin kontrolünü kaybetmeye başladılar. Türkler’e karşı hem birlikte yaşayalım diyorlar, hem de olmadık kötülükleri yapmaktan geri durmuyorlardı. Soygun, cinayet, tedhiş hareketleri çoğalmaktaydı. Çatalca Mutasarrıflığı, 03 Nisan’da Dahiliye Nezareti’ne yazdığı yazıda, Yunanlıların Çatalca ve Hadımköy’ünde, kuvvetlerini arttırdıkları, Keşan’da soygunculuk ve katliam yaptıklarını bildirdi.
57’nci Tümen Komutanı Şefik Bey, 07 Nisan günü Antalya’nın 25 km. kuzeyinde bulunan Bademağacı’na geldi. Burada bulunan ve Ordu’ya ait depodaki bütün mühimmatı Burdur’un Çeltikçi Köyü’ne taşıttı. Bu tedbir, yerinde bir davranıştır. Şefik Bey gelecek günlerin nasıl geçeceğini bilmektedir.
Şehzade Abdürrahim Efendi’nin maiyetine Yüzbaşı Diyarbekirli Ekrem’in Komutasında Mızraklı Süvari Bölüğü memur edildi. Şehzade Abdürrahim Efendi’nin başkanlığındaki “Heyeti Nasıha (Nasihat/Öğüt) Heyeti” 26 Nisan günü İzmir’e geldi. Bu heyet Osmanlı Rumlarını Türklerle uzlaştırmak için teşebbüslerde bulundu.
Sanki olayları Türkler çıkarıyormuş gibi Rumlarla Türkler arasında barış sağlamaya çalışıyorlar. İzmir, göz göre göre Yunanlılara peşkeş çekilmektedir. Rumlar bunun heyecanı ile durmadan uygunsuz davranışlarda bulunuyorlar. Daha da ileri giderek soygun ve cinayet işlemektedirler. Bütün bunlar olurken Babıali uyumaktadır. Nasihat Heyeti’nin yaptığı işleri görünce, diğer büyüklerin de uyuduklarını görmekteyiz.

İZMİR’İN İŞGALİNE KARAR VERİLDİ

İngiltere Başbakanı zamanın geçmekte olduğunu, bir an önce karar vererek Yunanlıların İzmir’e çıkmasına karar verilmesini istiyordu. Lloyd George bu amaçla 03 Mayıs’ta Üçler Konseyi’nde konuyu gündeme getirdi. İtalyanlar konferanstan çekildikleri için, onlar hakkındaki şüphelerini ileri sürdü. Lloyd George, İtalyanların, doğudaki hareketlerinden şüphelendiğini, gizlice yapacakları bir saldırı ile Anadolu’da gerekli yerleri zaptedebileceklerini, böyle bir harekete başvurmalarına imkân kalmadan ve Konferans’a dönmelerinden önce İzmir’in işgal hakkının Yunanlılara tanınmasını teklif etti.

Üçler Şûrası’nın 05 Mayıs günlü toplantısında, İngiltere Genelkurmay Başkanı General Wilson, askerî kıtalarla gemilerin hareketlerini işaret eden haritaları ortaya çıkardı. İngiltere Başbakanı Lloyd George, yaptığı konuşmada İtalyanlardan kuşkulandığını ima ederek İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini tekrar gündeme getirdi.
General Wilson haritaları ortaya koyduğu zaman Lloyd George “Doğu’da İtalyan hareketlerinin son derece şüpheli olduğunu... İtalyanların 1911 senesinde askeri kuvvetlerini Trablus’a fevkalade gizli sevkettiğini hatırladığını, şimdi de Anadolu’ya buna benzer bir tarzda askerî sevkiyatta bulunacağı hususunda vesveseler beslediğini günün birinde İtalyanların Anadolu’yu zaptetmiş olduklarının görülebileceğini ve bir defa işgal ettikleri yerlerden dışarı atılmalarının güç olacağını söyledi. Türkiye’ye ait mandaterlikler meselesinin bir komisyon gönderilmesi kararı yüzünden şimdi halledilmesi mümkün olamayacağı için işgal kuvvetlerinin yeniden tevziine ait ilk teklife yeniden dönmeyi düşünmekte idi. Birleşik Amerika Devletleri askerleri İstanbul’a göndermeli ve Ermenistan için kıtalar hazırlanmalı idi... Yurttaşları hâlihazırda katledilmekte olduklarından dolayı Yunanlıların İzmir’i işgal etmelerine müsaade edilmeliydi... orada onlara yardım edecek başka bir kimse olmayacaktı...(o) Türkiye’de işgal kuvvetleri meselesini İtalyanların Paris’e dönmelerinden önce... hatta mümkünse o gün öğleden sonra... halledilmesini istiyordu; ... eğer bu iş (onlarla) görüşülecekse görüşmelere katılacaktı.”
İngiltere Başbakanı Lloyd George, Üçler Konseyi’nin 06 Mayıs toplantısında, Anadolu’da bir İtalyan olupbittisine göz yumulmamasını söyledikten sonra “Türkiye’deki Rumları korumak için Venizelos’a, İzmir’e 2-3 tümen çıkarmak müsaadesi verilmelidir” dedi.
Lloyd George’un bu teklifi Fransa ile Amerika tarafından hemen kabul olundu. Aynı gün öğleden sonraki oturumda askerî uzmanlar, aldıkları bir kararla İzmir’e asker çıkarılması işinin “mütareke şartlarına uygun olup olmadığını bilmediklerini ve çıkartma olayından” İtalya ve Türkiye Hükûmetleri’ne haber verileceğini tahmin ettiklerini belirttiler ise de bu uyarma, özellikle Lloyd George tarafından reddedildiği için dikkate alınmadı.
Müttefik Devletlerin generalleri, “Yüksek Şûra”nın kararlarını 06 Mayıs günü Elefteros Venizelos ile görüştüler.
Öğleden sonra müttefik generaller, “Yunan kıtalarının derhal İzmir’e gönderilerek bu şehrin sırf Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmeleri” hakkındaki “Yüksek Şûra”nın kararı üzerinde Venizelos’la görüştüler ve şu kanaate vardılar: “Böyle bir hareketin mütareke şartlarıyla karşılanıp karşılanmayacağına emin bulunmadıkları cihetle İtalya ve Türkiye Hükûmetleri keyfiyetten haberdar edilmeliydi.”
Aynı gün, Paris Barış Konferansı, Yunanistan’ın İzmir’e asker göndermesine karar verdi.
Paris Barış Komisyonu’na katılan İngiliz, Fransız ve İtalya devlet adamları Yunanistan’ın İzmir’deki Rumları korumaları bahanesiyle İzmir’i derhal işgal etmelerine karar verdiler. Lloyd George İzmir Körfezi’ne bir filo gönderilmesini ve askerlerin muhtemel bir ayaklanmada Rumları korumak üzere gemilerde hazır bekletilmesini önermişti. Woodrow Wilson askerlerin gemilerde uygun şartlarla kalamayacakları gerekçesiyle doğrudan doğruya karaya çıkarılmamaları için ne sebepler bulunduğunu sordu. Lloyd George bu fikri kabul etti, bu suretle danışıklı plân uygulandı.
Paris Barış Konferansı’nda, İzmir’in Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmesi kararlaştırılınca, 07 Mayıs günü E. Venizelos zirve toplantısına davet edildi. Yapılacak harekâtın genel planı konusunda bilgi vermesi istendi.
Konsey, 07 Mayıs 1919’da durumu Venizelos ile tartıştı, kendisinden Yunanlıların bu iş için ne kadar kuvvet ayırabileceğini ve İzmir civarındaki Türk kuvvetinin ne kadar olduğunu sordu. Fakat Venizelos onlar kadar endişeli görünmüyordu. Çünkü o, Mondros Mütarekesi gereğince Müttefikler’in herhangi bir bölgeyi işgal yetkileri olduğunu, Yunanlılar da ittifaka dâhil bulunduğuna göre Türk kuvvetlerinin bu çıkarmaya engel olmağa hakları bulunmadığını açıkladı.
Venizelos, “30.000 İzmirli Rum’un (?) İzmir şehrinde Türkler tarafından tehdit edildiklerini” iddia ettiği zaman, Başkan Wilson, bunun “Onları himaye için kuvvetli bir sebep teşkil ettiğini” kabul etti. Yunan kıtalarının bir Yunanlı’nın kumandası altında “bir müttefik kuvveti teşkil ettiği” kararı verildi.
Venizelos bu toplantıda iki ya da üç tümeni hemen İzmir’e gönderebilecek durumda olduklarını belirtti. İzmir’deki Rumların karaya çıkacak Yunan askerlerine yardımcı olmalarını, işgal konusunda gizliliğin korunması ve ancak son dakikada Türklere haber verilmesi halinde ciddî bir direnişin de yapılamayacağını sözlerine ekledi. İşgalin planlanmasına ilişkin ayrıntıya kadar toplantılar 12 Mayıs’a kadar sürmüştü. Harekâtın en küçük noktalara kadar planlanmasından sonra durum bir emrivakii andırır biçimde İtalya’ya bildirilmiş, onlar da durumu kabulden başka bir çare görememişlerdir.
Kararın alınmasından sonra Venizelos Atina’ya şu telgrafı çekmiştir: “Yüksek Konsey’in bugünkü toplantısında hazır beklemekte olan Yunan çıkarma kuvvetlerinin derhal İzmir’e hareket etmeleri konusunda karar aldığı şu anda bana bildirildi. Karar ittifakla alınmıştır. Yaşasın millet.” Haber, Çarşamba günü bütün Atina’ya yayılmış, gösteriler yapılmaya başlanmıştı.
Venizelos Türklere durumun ancak karaya asker çıkarmadan az önce bildirilmesini teklif etti; çünkü Türkleri çok iyi tanıyordu. Kendilerine uyarmada bulunulmadığı takdirde olaylara hemen takaddüm eden devre hariç, hiçbir mukavemette bulunmayacaklardı, öyle sanmakta idi, mamafih ne de olsa az çok tehlikenin gene de mevcut olduğunu söyledi. Wilson ona hak verdi: “Gizliliğin büyük önemi konusunda Amiral Calthorpe uyarılmalıydı.”
Amiral Calthorpe, Yunanlıların İzmir’e çıkacağı konusunda bilgi almıştı. Bu bilgiyi İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour’a bildirdi. İngiltere Dış İşleri Bakanlığı’na bildirdi. “Son derece gizli: Üçler Meclisi İzmir’e bir Yunan kuvveti göndermeyi kararlaştırdı. İlk kısım bir fırka olacak, onu iki fırka daha takip edecek. Bilhassa şimdi tam bir gizliliğin muhafaza edilmesi konusunda bu Meclis çok endişelidir. Meselenin deniz safhası hakkında Amirallik Dairesi size talimat gönderecektir.”
10 Mayıs günü ise Üçler Konseyi’nde, Yunanistan’ın İzmir’i nasıl işgal edileceği Lloyd George, Clemenceau ve –kendi uzmanlarının, ABD’li şirketlerin, misyonerlerin aksine hareket eden- Başkan Wilson tarafından kesin bir karara bağlandı. Yapılan görüşmelerde, Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmaları ele alındı. Venizelos harekâttan 12 saat önce haber verilmesini istemesine rağmen mütareke hükümlerine göre 36 saat önceden Türklerin haberdar edilmesine karar verildi.
10 Mayıs’taki son görüşmede Venizelos, nasıl; “Türklere karaya asker çıkarmadan ancak 12 saat önce haber verilmesine ehemmiyet vermişse öylece Amiral Calthorpe’un özellikle müttefiklerin Ege Orduları Başkomutanı sıfatıyla, İzmir’e gitmesinin önemi üzerinde durmaktadır... İstihkâmların müttefik kuvvetlere teslimi mütareke hükümlerince harekâtın icrasından 36 saat önce Türklerden istenecekti, müttefik kuvvetlerinin nasıl olmak üzere olduklarını da 24 saat sonra bildirilecekti. “Buna göre şu kararlara varıldı:
1-12 Mayıs’ta (Orlando) yapılacak harekâttan haberdar edilecek, o da İzmir’de Amiral Calthorpe’un emrine bir İtalyan bahriye subayı tayin edecek.
2-Deniz Yüzbaşısı Fuller Amiral Calthorpe’a talimat verebilmesi için Britanya Amirallik Dairesi ile irtibat kuracak:
a) İtalyan gemilerinin İzmir’de bulunuşu bakımından Amiral Calthorpe’un İzmir’de bütün askerî hareketlerde, yani bu hareketlerin başında ve devamı sırasında hazır olması çok arzuya şayandır; ...
c) Sforza’ya 12 Mayıs öğleden sonra bilgi verilecek.
D) Amiral Calthorpe Türklere yapılacak aşağıdaki tebliğleri Amiral ile birlikte tertip ve tanzim edecek:
ı)Yunan kıtalarının İzmir’e çıkmaları mukarrer zamandan 36 saat önce İzmir istihkâmlarının müttefik müfrezelerine teslim edilmesi gerektiği İstanbul Türklerine tebliğ edilecek.
ıı) Müttefik kıtalarının, Yunan kıtalarının İzmir’e çıkmaları mukarrer olan zamandan 12 saat önce, mütareke hükümleri ile uygun olarak İzmir’e girecekleri ve buna, İzmir civarında vukuu bildirilen karışıklıklardan dolayı karar verilmiş olduğu İstanbul Türklerine bildirilecek, istihkâmları teslim almak üzere karaya çıkacak müfreze tamamıyla Fransızlardan mürekkep olacak ve böylece milliyetler arasındaki anlaşmazlık önlenecektir...”
İngiltere Genelkurmay Başkanı General Wilson, 10 Mayıs 1919 tarihli hatıra defterine, üç devlet adamının, Venizelos’un emellerine alet olduklarını kaydetti.
General Wilson 10 Mayıs’ta bu hususta hatıra defterine şunları kaydediyordu: “Bütün bunlar çılgınca ve kötü şeyler... Venizelos bu üç smokinliyi (yani devlet adamını) kendi emellerine alet etmektedir... Bliss, Le Bon, Fuller ve ben... saçma bir iş yapmakta olduğumuzda ittifak etmiş bulunuyoruz.”
11 Mayıs günü ise Amerika zırhlısı Arizona ile Dyer, Gregory, Luce ve Manley adlı dört destroyer İzmir limanına girdi.
İzmir hiç boş durmuyordu. Gelenler, gidenler... Her biri özel görevlerle gelip, İzmir’i işgale hazırlıyorlardı. Bugünlerde İzmir’e gelen bir İngiliz temsilcisi, verdiği emirle askerlerimizin silahları ve cephaneleri sandıklandı. Alaylarda sadece dörder makineli tüfek bırakıldı. Sandıklanan silahlar da istasyonlara gönderildi. 56’ncı Tümen ise hiçbir topunu İngilizlere teslim etmedi. Ayrıca bütün cephanelerini de liman girişindeki Yenikale’de depo ettiler. Hâlbuki İstanbul’dan gelen emirde de Tümen’de yalnız iki bin silah bırakılarak, kalan silahlar İngilizlere teslim edilmek üzere sandıklanıp istasyonlara sevk edilecekti.
Yunan Başbakanı Elefteros Venizelos, Selânik’teki Genel Karargâha “gayet acele” gönderdiği telgrafında İzmir müjdesini verdi.
Venizelos, 12 Mayıs tarihli telgrafında şöyle diyordu:
“Konferansın yüksek meclisi, bugünkü toplantısında ve bu anda, bildirdiğim askerî kuvvetlerin derhal İzmir’e gönderilmesine karar verdiğini tebliğ etti.
Yaşasın millet!”
Bu telgraf üzerine, Yunan Başkumandanı Leonidyas Paraskevepulos, Demirlarisa Tümeni’ni İzmir’e doğru yola çıkarttı.
Amiral Calthorpe, aynı gün, meslektaşları Defrance ile Sforza’ya, Yunanlıların İzmir’e asker çıkaracaklarını bildirdikten sonra Amiral gemisi İron Duke zırhlısı ile İzmir’e hareket etti.
Amiral Calthorpe, İstanbul’da Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserlerini İngiltere Elçiliği’ne davet edip Paris Barış Konferansı’ndan gelen talimatı kendilerine bildirdi. Aralarında, Yunanlılar hesabına İzmir’in işgalinin ne suretle yapılabileceği müzakere konusu oldu.
İtalya Yüksek Komiseri ve eski Dış İşleri Bakanı Comte Sforza bu karardan endişe gösterdi. Yunanlıların İzmir’de karaya çıkmalarından doğacak neticeden korktuğunu açıkladı.
“Harpsiz dahi kanlı bir hareket yapıldığı zaman, bu hareket, açıktan işin iç yüzünü göremeyenlere kesin bir başarı gibi görünürse de, kendisine karşı hareket edilen milleti, ölüm derecesinde yaralar” dedi. Comte Sforza’ya göre Yunanistan, İzmir’e bayrağını diktiği günden itibaren sükût etmiş olacaktı.
İngiltere Elçiliği’nde toplanan yüksek komiserler, İzmir’in işgaline ait kararın uygulanmasını Amiral Calthorpe’a bırakmışlardı.

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın müzakeresi sırasında delegelerimiz İstanbul ve İzmir’e Yunan asker ve donanmasının getirilmemesini ısrarla istemişlerdi.
Bu istek üzerine Amiral, baş delegemiz Rauf Orbay’a verdiği gizli mektupta, “İstanbul ve İzmir’e Yunan askeri gönderilmesinden sakınılmasını, önemini açıklayarak hükûmetine yazdığını” bildirmiştir.
Bu yazıdan tabii tam bir taahhüt manası çıkarılamaz. Ancak, Amiral’in şahsı için moral bir taahhüt vardır. Ne garip siyaset cilvesidir ki, amiral cenapları buna rağmen İzmir’in Yunan asker ve donanması tarafından işgalini sağlamak görevini üzerine almakta tereddüt dahi göstermemiştir, hemen amiral gemisi ile İzmir’e gitmişti.
Fransa Başbakanı Clemenceau, İtalya Başbakanı Orlando’nun katıldığı 12 Mayıs tarihli Konsey toplantısında, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceğini açıkladı. Clemenceau, Orlando’yu teskine çalıştı ve İtalyanlar da İzmir’in işgali kararına katıldılar.
Clemenceau, Orlando’nun da katıldığı toplantıda demişti ki: “Yunanlılar İzmir’e asker çıkarmaları için bizden izin istediler, biz de buna razı olduk. Ortada İzmir’le ilgili bir bölünme yoktur, fakat biz yakın zamanlarda eşine bir hayli rastlanan insan kırımından Yunanlıların ırkdaşlarını koruyabilmelerini istiyorduk.” Wilson bunu şöyle tashih etmekte (düzeltmekte) idi; “...asıl telkin Yunanlılardan gelmiş değildi. Yunan kıtalarının karaya çıkmalarını Yüksek Şûra insan kırımını önlemek için telkin etti...” Sonhino ile istişare eden Orlando öğleden sonra onayını vermekle beraber “Büyük Devletlere ait kıtaların İzmir’in akıbetine ait nihai karara kadar kıyıda tutulmalarını” teklif etti. Üçler, müttefik işgal kuvvetlerinin sayıca birbirlerinden nispetsiz ölçüde farklı oluşlarından dolayı bu teklifi reddettiler. Bay Stannard Baker bütün bu işlerin Konferans’ın en kepazece entrikası olduğunu söyleyerek: “Çok kirli bir iş, fakat İtalyan planı önlenilmiştir.” demektedir.
Konu ile ilgili batılıların çoğunluğu, Amerikan misyonerleri, Amerika tütün şirketleri, Fresfield ve Withatl gibi büyük İngiliz ticaret müesseselerinin muhalefetine rağmen üç büyükler (Lloyd George, Clemenceau, Wilson), bu hava içinde kabul ettiler; yani Harold Nicolson’un dediği gibi “Bu cahil ve sorumsuz adamlar” Ortadoğu’yu bir pasta böler gibi parçalamağa başladılar.
ABD Başkanı Woodrow Wilson, 13 Mayıs’ta Dörtler Konseyi’nde yaptığı konuşmada Aydın’ın Yunanistan’a verilmesini istedi.
“İtalya’ya Anadolu’nun güneyinde bir bölge veriyoruz. Yunanistan da On iki Adalar ve uzmanlarımızın üzerinde anlaşmaya vardıkları... topraklarla birlikte, İzmir’in bütününü alacaktır. Aydın’ın geri kalan kısmını ise, Milletler Cemiyeti adına Yunanistan’ın yönetimine bırakmayı öneriyorum.”
Oysa daha bir gün önce Üç Büyükler İtalyan delegesi Orlando’ya İzmir işgalinin geçici olduğunu, Barış Antlaşması hükümlerini etkilemeyeceğini bildirmişlerdir.
İzmir işgalini planlayan ve yönetecek olan Amiral Calthorpe, 13 Mayıs günü öğleden sonra Inon Duke zırhlısıyla İzmir’e geldi. Hemen Albay Fitzmaurice, Tümamiral Fransız Duvauroux, İtalyan Yüzbaşısı Magliano, Amerikalı Komutan Dayton ve Yunan deniz subayı Mavroudis ile bir toplantı yaparak bazı kararlar aldı. Bu kararlara göre Foça topçu birliğinin Fransızlar, Karaburun’un İtalyanlar, Kösten adasının İngilizler ve Sancakkale’nin Yunanlılar tarafından işgali gerekiyordu. Bütün bu yerler eşit sayıda kuvvetler tarafından yani yüz yirmişer kişi tarafından işgal olunacaktı. Bu toplantıda İzmir’in 15 Mayıs 1919’da bir Yunan tümeni tarafından işgal edileceği de görüşüldü. Hatta bu işgalin 14 Mayıs’ta İngiliz, Fransız ve İtalyan birlikleri tarafından yapılmasını ve 15 Mayıs’ta Yunanlılara teslim edilmesini ileri sürenler oldu ise de bu teklif kabul olunmadı.
13 Mayıs günü gelişen olaylar şöyledir: İtalyanlar Kuşadası’nı işgal ettiler. Paris Barış Konferansı’nın kararı olmadan, iç bölgeye doğru da ilerlemeye başladılar.
İzmir Metropolithane’de, Yunan deniz yüzbaşısı Mavroudis, İzmir’in Yunan birlikleri tarafından işgal edileceğini müjdeledi ve Venizelos’un mesajı Rumlar tarafından sevinçle karşılandı. Öğle vakti, İzmir’in Yunan askeri tarafından işgal edileceğini Rum halkı bilmiyordu. Büyük haber ancak öğleden sonra saat dörtte, Mavroudis tarafından Metropolithane’nin büyük salonunda müjdelendi.
Saat ikiden beri kavaslar, papazlar, Rum ve Yunanlı gazeteciler, cemaatin bütün azaları ve mahalli heyetleri, Metropolithane’de fevkalade bir toplantıya çağrılmışlardı.
Halk önemli bir durum karşısında olduğunu anlıyor. Ayafotini Kilisesi’nde toplanıyordu. Metropolit Hrisostomos ile Anadolu’nun Başpapazları hürriyet(!) ordularını karşılamak ve takdis (!) etmek mutluluğuna ermek düşüncesiyle, derin bir sevinç içinde idiler.
Metropolithane baştan başa dolmuştu. Herkes sevinçli haberi öğrenmek için, karşıki Yunan Konsoloshanesi’nden Mavroudis’in gelmesini bekliyordu.
Nihayet Yunan Heyeti reisi, Metropolithane’ye gelerek acele salona girdi. Heyecanı pek şiddetli idi. Adeta titriyordu. Yanında duran Metropolit Hrisostomos ağlıyordu. Mavroudis, Venizelos’un beyannamesini okumaya başladı. Daha ilk kelimesi salonun içinde ve dışında, “Zito, zito” sesleriyle karşılandı. Orada bulunanlar birbirlerini kucaklıyorlardı. Sevinç son haddini bulmuştu. Venizelos, beyannamesinde özet olarak şöyle diyordu:
“Yunanistan İzmir’i işgal etmek üzere Barış Konferansı tarafından memur edildi. Milletimiz, idrak ederler ki bu karar, konferansı idare edenlerin vicdanında Enosis’in, İzmir’in Yunanistan’a ilhakının yer bulmasından sonra verilmiştir.
Balkan Harbi’ne kadar aynı boyunduruk altında esir bulunduğum için bugün küçük Asyalı Rum kalplerinin ne derece sevinç duygularıyla dolu olacağını iyice hissediyorum. Duyguların açığa vurulmasını önleyecek değilim. Fakat bu gösteri ahali arasında, vatandaş unsurların, hiçbirine karşı husumet ve hareket mahiyetini almayacağına eminim. Aksine olarak fazla sevinç, nümayiş diğer unsurlara karşı kardeşlik hisleri göstermekle müteradif olmalıdır (bir manada) görülmelidir.
Bu unsurlara anlatılmalıdır ki; Biz diğerlerinin zararına, kendi üstünlüğümüzü ve zorbalığımızı yerleştirmek için bir boyunduruğun (!) kaldırılmasını kutlamıyoruz. Yunan hürriyetiyle cins ve mezhep farkı olmadan eşitlik ve adalet bahşedeceğiz.
Umum unsurlara karşı bu itimat emniyeti telkin etmekle yalnız millî cevherimize sadık kalmayacağız, fakat yüksek millî menfaatlerimize de mükemmel surette hizmet etmiş olacağız. İtalyan unsuruna bilhassa hususi dikkat gösterilmelidir. İzmir’in Yunan işgali hususunda İtalya’nın da diğer müttefiklere katılması, nazari dikkate alınmalıdır.
Yunanlı Küçük Asya’da ricamın faydasız kalmayacağını ve İzmir’i kendine ‘ihya-yı millî İncilini’ getirmek suretiyle yakında ziyaret edebileceğini ümit ederim. Elefteros Venizelos.”
İzmir’de Kadifekale istihkâmına ve Çandarlı’ya bir miktar Yunan müfrezesi çıkarıldı.
ABD Başkanı Woodrow Wilson, 14 Mayıs’ta İzmir ve civarının Yunanlılara bırakılmasını istedi. Wilson, bu bölgenin Yunanistan’a katılmasını önermiş ve bunu kabul ettirmiştir. Wilson: “İzmir ile civarının Yunan Komisyonu raporunda önerildiği gibi, Yunanistan’ın tam egemenliği altında birleştirilmesini, ayrıca Mösyö Venizelos’un istediği toprakların da Yunanistan mandasına bırakılmasını... dağların Batıya eğik yüzünü de kapsamak üzere... bütün bölgenin Yunan mandasına bırakılmasını” istemiş, öteki iki büyükler bunu sakıncalı bulmuşlar, hatta Yunanlıların bölgeyi yönetme yetenekleri olmadığından söz ettiler.
İngiltere Başbakanı Lloyd George ise, aynı gün, Konsey’e yeni bir manda planı sundu. Buna göre, İstanbul ve Ermenistan Amerika mandasına girecektir. İzmir, Ayvalık, On iki Adalar ve Meis Adası üzerinde tam bir Yunan egemenliği sağlanacaktır. İzmir bölgesi Yunan mandası olacaktır. İtalyanlar Güney sahilinde manda alacaktır. Anadolu’nun geri kalan kısmında kurulacak yeni Türk Devleti de Fransız mandasına konulacaktır.
Wilson ise, Kuzey Anadolu’da gerçek bir Fransız mandası altında bir Türk Devleti kurma görüşünü savunur. Güney Anadolu’da İtalya ve Fransa’yı birbirine karıştırma yerine, bu iki devletin Türk başkentinde danışmanlar bulundurmasını önerir. Wilson’a göre, Güney Anadolu başkenti Konya olmak üzere seçimle gelen bir genel valinin yönetiminde kendi kendini yöneten bir birim haline getirilebilir. Bunun üzerine Lloyd George, şu öneriyi yapar: Bütün Türkiye üzerine egemen olarak Sultan İstanbul’da kalsın. Anadolu Fransa, İtalya ve Yunanistan denetiminde bölgelere ayrılsın. Sultan, İstanbul’da ABD kontrolüne konulsun...
Dört Büyükler, uzun tartışmalardan sonra Anadolu’yu paylaşmakta anlaştılar. ABD de İstanbul ve Ermenistan mandalarını şimdilik kabul eder. Ne var ki, İzmir’in Yunanlılarca işgalinden bir gün önce alınan bu karar uzun ömürlü olmaz. İtalyanlar, paylaşmayı beklemeden, Anadolu’daki işgal bölgelerini genişletmeye koyulurlar.

İŞGALDEN ÖNCE İZMİR

Albay Kâzım (Özalp) Bey, 14 Mayıs günü Ali Nadir Paşa’ya, İzmir’in Yunanlılar tarafından bu gece işgal edilip edilmeyeceğini sordu.
O gün İzmir’de bulunan Kâzım Bey, gelişmeleri şöyle anlatmaktadır:
“Hükûmet karşısında bir kahveye uğramıştım. Beni birkaç subaydan başka İzmir’de tanıyan yoktu. Kahvede iken eski tanıdık bir subay geldi. Yunanlıların bu gece İzmir’i işgal edeceklerini kati olarak söyledi. Vaktiyle, Nadir Paşa’nın kurmaylığında bulunmuştum. Gidip kendisine sordum. “Hayır, yalnız boğazlarda olduğu gibi, bazı tabyalar, İtilaf devletleriyle müşterek olarak işgal edileceklerdir. Resmî malumat bundan ibarettir.” cevabını verdi. Kurmay Başkanı’na sordum. O da aynı cevabı verdi. Geldim, döndüm, tanıdık subaya işi anlattım. İnanamadı: “Muvaffak Bey ecnebilerle görüşmüş, kendileri söylemişler. Bu akşam 8’de veya yarın sabah Yunan askeri mutlaka İzmir’e çıkacaktır, diye ısrar etti. Rivayetler her tarafta şayi olmuştu. Münevver sınıf endişe içinde idi. Kahve önünde toplananlar gittikçe artıyordu. Nihayet içlerinden birisi “Bu böyle olmaz, haydi şu mektebe gidelim, konuşalım, sonra hükûmete kati bir müracaatta bulunalım” dedi. Hükûmet yanındaki idadi mektebinde toplandık.
Amiral Somerset Arthur Gough Calthorpe, İzmir’de amiral gemisinde İtilaf devletleri komutanları ile saat dokuzda bir toplantı yaptı.
Toplantıya Fransız, Amerikan, İtalyan ve Yunan filolarının komutanları katıldı. Aralarında işgalin planını yaptılar. “İzmir istihkâmlarının İtilaf devletleri müfrezelerince işgal edilmesini, bunun için Karaburun ve Uzunada’nın İngiliz, Urla ile Eski ve Yeni Foçalar’ın Fransız; Yeni Kale istihkâmlarının da Yunan kıtaları tarafından işgalini ve 1’inci Yunan Tümeni’nin 15 Mayıs 1919 sabahı erkenden İzmir’e çıkarılmasını” kararlaştırdılar.
Ayrıca, Amiral Calthorpe’un İzmir vilayetine bir nota vererek askeri üslerin teslimine ait teklifleri kabul edilmezse, zor kullanacaklarının ifadesi suretiyle, Türklerin korkutulması, istedikleri olduktan sonra, yine Calthorpe’un ikinci notasıyla Yunan askerinin 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir’e çıkacağının valiye bildirilmesi kararlaştırıldı.
Amiral Calthorpe’un, İzmir Temsilcisi James Morgan ve Yarbay Ian Smith, 14 Mayıs’ta Vali İzzet Paşa’ya, “İzmir istihkâmları ile çevresi ve savunma tertipleri bulunan arazi, Mondros Anlaşması’nın 7. maddesi gereğince bugün öğleden sonra İtilaf devletleri’nce işgal edilecektir” ve ertesi sabah saat 7’den itibaren İzmir’in işgal edeceğini bildirdiler.
Ian Smith ve Morgan, işgal notasını verip Vali Konağı’ndan çıkarken, milliyetçi bir subay, İngilizlere şunları söyler:
“Sizlere bildirmek isterim ki, biz büyük bir milletiz ve henüz ölmedik. Uykuda gibi görünebiliriz, fakat uyanacağız. İngiltere büyük bir İslâm devletidir. Büyük devlet olarak İzmir’in Yunanistan’a verilmesini önleyebilirdi. Şunu bilmenizi isterim ki, biz olsa olsa büyük bir devletin hükmü altında kalabiliriz. Şimdi yaptığınıza dayanamayız. Daha ölmedik. Ölebiliriz, başkaları da ölebilir.”
Vali İzzet İzmir’e yalnız Yunan askeri çıkacağı notasını Calthorpe’dan alınca yıldırımla vurulmuşa döner, gözyaşlarını tutamaz. “Hiç değilse işgali yalnız Yunan birlikleri yapmasın” der. Cevap “Paris’in (Barış Konferansı’nın) emri... İmkânsız” olur. Hiç değilse, İtilaf devletlerine ait iki üç yüz denizci, Müslüman halka moral vermek ve Yunanistan’a kesin bir ilhakın söz konusu olmadığını belirtmek için karaya çıkartılsın. Cevap yine “İmkânsız” olur.
İzmir Valisi İzzet Bey, 14 Mayıs 1919 tarihli Islahat gazetesindeki demeciyle yalan beyanda bulunup halkı avutmaya kalkıştı.
İzmir Türkleri, birkaç günden beri İtilâf donanmasının limanda çoğalmasından, karaya çıkarılan askeri müfrezelerle konsoloshane, yabancı banka, postane gibi kurullarının muhafaza altına alınmasından, durumun değiştiğini anlıyor ve şiddetli bir heyecan içinde gerçeği öğrenmek istiyordu. Vali İzzet Bey de 14 Mayıs 1919 ve 133 sayılı Islahat gazetesindeki demeciyle halkı avutmaya yelteniyordu.
Vali, gazete muhabirini, “Yine beni söyletmeye geldiniz” sözleriyle (gülerek) karşıladıktan sonra sorduğu “Memleketimizin umumi ahvali ve siyaseti hakkında birçok şayialar işitiyoruz. Bunlar ne dereceye kadar doğru veya yanlıştır.” Sorusuna aynen şu cevabı verdi:

“Sorduğunuz şeyler umumi siyasetimizi ilgilendirir ki, henüz Avrupa’nın bu bapta kararları malum değildir. Mamafih, söz olarak zannediyorum ki, bu memleket halkını bugün endişeye sevk eden durumlar Sulh Konferansı’nda görüşülmeyecektir!
-Bu sizin kendi açıklamanız mıdır efendim?
-Hayır, bazı gözle görünür, akılla düşünür ve delilden mana çıkarışımdır. Siyasi kanaatimi takviye etmektedir.
-O halde efendim, bu gibi şayialar nereden ve ne maksatla çıkıyor?
-Bunların nereden çıktıklarını bilmiyorum. Şüphesiz maksatları bu gibi şayiaları kötü niyetli, havsalaları hayalet ile dolu bir takım saf gönüllüleri heyecana getirmektir.
Dünyanın geleceğini tanzim ile uğraşan Sulh Konferansı, kendi kararlarını gayet gizli tutmakta iken, bu havadisleri doğru olmak üzere kabul etmek, pek basit düşüncelere has bir mütalâadır. Herhâlde Barış Konferansı’nın sonuç kararları gayet adilâne (!) olacaktır.
Bu arada Muğla ve sahillerinin İtalyanlar tarafından işgali görülüyor. Vali, “Bunların da endişeye mahal olacak bir mahiyette olmadığını” temin ediyor. Fakat gazeteci emin değil, Valiye:
“Devletimizin Barış Konferansı’ndaki bugünkü siyasi vaziyeti nasıldır efendim?” demekten kendini alamıyor. Vali bunu da cevapsız bırakmıyor:
“Katiyen bu dakikaya kadar, devletimizin menfaatlerine aykırı Avrupa’ca hiçbir karar olmadığı gibi, ortaya çıkacak kararın aksi olacağına dair de bir emare mevcut değildir. Bilakis, memnuniyeti mucip birçok emareler vardır.”
Bu beyanatın karşısında insan muhakemesini kaybediyor. Ayafotini Kilisesi’nin yanındaki Rum Metropolithane’si, il konağına yakındı. Ve nihayet valinin bulunduğu İzmir şehrinde idi. Burada tantanalı toplantılardan ve okunan Venizelos’un mesajından valinin neden haberi olmazdı?
Vice Amiral Richard Webb, 14 Mayıs günü İstanbul’da saat 11.00’de Babıâli’ye verdiği nota ile Yunanlılar hesabına İzmir’in işgal edileceğini bildirdi. Amiral Richard Webb’in İstanbul Hükûmeti’ne verdiği nota metni şöyledir:
“1-Paris’te toplanan Yüce Meclis’ten aldığı emre göre hareket eden ve bugün İzmir sularındaki Müttefik Devletler deniz kuvvetleri amirallerinin en kıdemlisi olan Amiral Calthorpe’dan aldığım talimat üzerine; İzmir kalelerinin bundan böyle Müttefik Devletler müfrezelerine teslim edileceğini bildirmek vazifesiyle mükellefim.
2-Buna göre lazım olan emirlerin verilmesini rica ederim.
3-İzmir civarında şimdiki vaziyet ve Mütareke hükümleri icabıyla bu işgal hareketine teşebbüs olunduğunu ilaveten beyan eylemekliğim, aldığım talimat iktizasındandır.
İzmir’de Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, Amiral Calthorpe’un notasını almadan önce, Harbiye Nezareti’ne gönderdiği telgrafı ile halk arasında İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği söylentileri dolaştığını bildirip, talimat istedi.
İzmir’deki Kolordu da harekete geçmiş, henüz Amiral Calthorpe’un notasını almadan Hariciye Nazırlığı’na telgraf çekip talimat istemişti. Telgrafında:
“Halk arasında şayialara göre İzmir’in Yunan veya İtalyan kıtaları tarafından işgal edileceği yahut Yunanistan’dan daha önce İzmir’e getirilmiş olan Kızılhaç ekiplerinin el altından yerli Rumlardan teşkil edip silahlandırdığı kuvvetler tarafından işgal altına alınacağı ihtimalini” bildiriyor. “Yukarda belirtilen üç şıktan herhangi birinin tahakkuku halinde kolorduca yapılmak lâzım geleceğini” soruyor, “Kendisine emir verilmesini” istiyordu. Kolordu Kumandanı bu telgrafına cevap gelmeden, Amiral Calthorpe’un birinci notasını almıştı. Bunun üzerine bizzat telgraf makinesi başına giderek Harbiye Nazırı Şakir Paşa ile görüştü, durumu anlatıp talimat istedi. Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın verdiği cevap şu idi:
“İşgal vukuuna dair Babıali’ye verilmiş bir malumat yoktur. Amiralin bu teklifi Mütareke şartları hükümleri icabından olmakla, muvafakat edilmesi lüzumu tabiidir.”
Kolordu Kumandanı ayrıca, Bu işgalin, yani İtilaf devletleri tarafından yapılacak işgalin muvakkat bir mahiyeti haiz olduğu; bunun Yunan işgaline müncer olacağı (koyacağı) hakkındaki ısrarlı şayialar üzerine Şakir Paşa’nın dikkatini çekti. Şakir Paşa, buna da:
“Bu gibi şayialara ehemmiyet vermeyiniz” cevabını verdi. Hâlbuki bu sırada bütün dünya Yunanlıların İzmir’i işgal edeceklerini biliyordu.
İzmir’de, akşama doğru İngiliz ve Fransız deniz askeri müfrezeleri karaya çıkarıldı. Bunlar, bankaları, konsoloslukları, postaneleri emniyet altına aldılar.
Amiral S. Arthur G. Calthorpe, işgal planı gereğince, 14Mayıs 1919 günü saat 11.30’da, ikinci notayı İzmir Valisi’ne verdi.
Amiral Calthorpe’un notası şöyledir:
“Ateşkes şartlarının 7. maddesine uygun olarak İtilaf devletleri’nin kararıyla, İzmir’in Yunan kıtaları tarafından işgal edileceğini, işgal kuvvetlerinin 15 Mayıs 1919 sabahı saat 8.00’den itibaren karaya ihraç olunacağını ve bunu temin etmek için de, sabah 7.00’den itibaren iskelenin Yunan deniz müfrezeleri tarafından işgal edileceğini ve her türlü üzücü olaylara mani olmak için ihraç iskeleleri civarında Pasaport ve Punta (Alsancak) Karakollarındaki müfrezelerden başka bütün kıtaların ve kurumların bulundukları garnizonlarda toplu bir halde bulundurarak Yunan İşgal Kuvvetleri Komutanı’nın vereceği emre uymasını ve dışarı ile haberleşmeyi men eylemek üzere telgrafhanenin İngilizler tarafından işgal edilmek üzere olduğunu, ...” anlattıktan sonra, tehdit makamında: “Limandaki kuvvetli İtilaf donanmasının işgal sırasında sükûn ve asayişin temininde en etkin yaptırıcı olacağını” bildirdi.
İzmir Valisi İzzet Bey, öğle zamanı İzmir telgrafhanesinden Sadrazamı aramış, akşam saat 8.00’de konuşmak için kendisinden randevu almıştı. Akşamüzeri telgraf başında saatlerce beklediği halde, Ferit Paşa’dan bir cevap çıkmamıştı. Bu kadar önemli bir meselede vali talimatsız bırakılmıştı.
Amiral Richard Webb, saat 12.40’ta Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı tekrar ziyaret etti. Damat Ferit Paşa, İzmir’deki eylemin kendisine başka felaketlerin ve İmparatorluğun son parçalanışının başlangıcı gibi göründüğünü ve ancak Padişah’la şahsi ilişkileri ve saygılı sevgisinin sonucu olarak istifa etmediğini söyledi. Webb’in tahminine göre işgalin gerçekte Yunanlılarca yapılacağını öğrenir öğrenmez istifa etmesi pek muhtemeldi. Bu durumda kimin sadarete geleceğini bilmediğini yazan Webb, Yunan Yüksek Komiseri’ne her türlü gösterinin önlenmesinin tembih edilmesini uygun görüyor. Fakat buna rağmen, esef verici sonuçlar doğurabilecek bazı gösterilerin yine de yapılacağından korkuyordu.
Amiral Calthorpe, akşam 17’nci Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya bir nota vererek İzmir’in işgalinin Yunanlılar tarafından 15 Mayıs’ta yapılacağını bildirdi.
Amiral Calthorpe’un verdiği nota şöyledir:
14 Mayıs 1919. Ekselans,
1-Müttefik Devletleri Hükûmetleri ile Türkiye arasında yapılan mütarekenin 7. Maddesine dayanılarak İzmir’in Yunan askerleri tarafından işgaline karar verilmiş olduğunu tebliğe memurum.
2-İş bu karar Osmanlı Hükûmetine bildirilmiştir.
3- Bu askerî kafilenin yarın 15 Mayıs’ta mahallî saat ile 8’de İzmir’e varması beklenmektedir. Karaya asker çıkarılması derhal başlayacaktır. Yunan deniz müfrezesi rıhtım ile rıhtımın yanaşılacak kısımlarını ihraç hazırlığı için işgal edecektir.
4- Türk kıtalarının; yarın sabah Yunan askeri makamlarının kendilerini ilgilendiren isteklerini bildirinceye kadar kışlalarında kalmalarını, çıkması muhtemel esef verici bir hadiseyi önlemek maksadıyla dilerim. Gümrük ile Punta yakınlarına yerleştirilmiş olan Türk kıtaları, saat yedide merkezî kışlada toplanmış bulunacaklardır.
5-Bu yolda çıkacak bir vakanın İzmir’le etraf sancak ve kazalarında heyecan ve asayişsizlik yaratabileceğini ekselansları pekiyi bilirler; binaenaleyh sükûnu devam ettirmek için idareniz altında bulunan bütün vasıtaları kullanmanız mutlak lüzumu üzerinde kemal-i ehemmiyet ve ısrar ile durmaktayım. Telgrafhane, memleket içine heyecanı mucip mahiyette haberlerin gönderilmesini önlemek maksadı ile yarın sabah erkenden Britanya askerleri tarafından işgal edilmiş bulunacaktır. Türkçe resmî telgraflar sansür memuruna teslim edildiği takdirde Hükûmet’e gönderilmekten men edilmeyecektir.
6- Şimdi limanda bulunan kudretli Müttefik Devletler donanmasının ayak bağına güvenim vardır.”
İzmir’de Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, Harbiye Nazırı ile telefon konuşması yaparak bir direktif isteyince “işgal için Babıali’ye bir bilgi gelmemiştir. Amiral’in bu teklifi, anlaşma hükümlerine uygun olduğundan kabul edilecektir” karşılığını aldı. Ali Nadir Paşa, Yunan işgali ihtimalinden de söz etti ise de, bu söylentilere önem verilmemesi ihtarı ile karşılaştı.
17’nci Kolordu Komutanı Nadir Paşa, İzmir çevresindeki askerî birliklere işgal haberini ve istihkâmların Müttefik kuvvetlere teslim edilmesi emrini verdi.
Nadir Paşa’nın birliklerine verdiği ilk emir özet olarak şöyleydi:
“İzmir Müstahkem Mevki Tahkimat Bölgesi bugün öğleden sonra İtilaf devletleri kıtaları tarafından işgal olunacak; toplar ve diğer her türlü savaş gereçleri bu kıtalara teslim edilecektir. Bölgedeki komutanlar, subaylar ve erler, bölge dışında ve gerilerinde toplanacaklar ve Kolordu’ca verilecek emirlere göre hareket edeceklerdir. İşgal sırasında katiyen karşı konulmayacak, işgal birliklerine gereken kolaylıklar gösterilecektir.”
Bunun üzerine subay ve erler kışlalarına çekildiler.
İzmirliler, işgal haberleri üzerine alınacak tedbirleri konuşmak üzere İzmir Türkocağı’nda toplandılar. İzmir gençleri, olup bitenleri tam olarak bilmemekle beraber bir felaket karşısında olduklarını anlamışlardı. Çare bulmak için Türkocağı’nda toplandılar.
İçlerinde hükûmetin politikasını tutan Hürriyet ve İtilaâf Partililer de vardı. Söz uzadı ve ayağa düştü. Son tedbir olarak hükûmetin ne düşündüğünü öğrenmeye karar verdiler. Aralarından ayırdıkları bir heyeti valiye gönderdiler.
Vali İzzet Bey, halkın işe karışmasından memnun değildi. Heyeti soğuk karşıladı:
“Her şeyi Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya yazdım, cevap bekliyorum.”
Dedi. Vali’nin bu sözü doğru idi.
Heyet beklediği cevabı alamadan Ocağa döndü. Müzakere yeniden hararetlendi. Bu defa:
“Protesto edilmesi, Amerika mümessiline müracaat olunacak, Amerika veyahut İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından İzmir’in işgalinin istenilmesi.” Teklif edildi.
Hamiyetli bir genç:
“Efendiler! Silahtan başka bir müdafaa edecek vasıta yoktur.”
Diye gürledi. Hürriyet ve İtilaf azaları da söz aldılar. Bunlardan Müsavat gazetesi Müdürü Avukat Sadık Bey, bu teklife karşı:
“Olmaz, memleketi yangına veririz.”
Dedi. Hürriyet ve İtilaf Partisi İdare Heyeti’nden Salepçioğlu Niyazi Bey isminde biri de atıldı:
“Burası bir İttihat Ocağı’dır. İttihatçılar bizi de yakmak istiyorlar!”
Dedi. Ocak’ta toplananlar bir neticeye varamıyorlardı. Müzakereler, partilerle alâkası olmadığı için, lisede devama karar verildi. Burada da anlaşamamışlardı.
Yedek subaylar, İttihat ve Terakki mensuplarından ve vatanını seven bir kısım halk, kendiliklerinden Kolordu Komutanı Nadir Paşa’ya başvurdu. Silah ve cephane istedi. Nadir Paşa:
“Harbiye Nezareti’nden emir almadığı için yapamayacağını, silahlı kimse görürse yakalayıp divan-ı harbe vereceğini”, kesin olarak söyledi. Kolordu’dan ümit kalmadı. Vakit ilerliyordu. Akşam saat 21.00’i buldu. Ne yapılacağı henüz tayin edilememişti. Nihayet, bir beyanname bastırılarak Türk mahallelerine dağıtılmasına, Türklerin Musevi Mezarlığı’nda (Bahribaba Parkı) bir mitinge çağrılmasına, bir heyetin de İzmir’deki İtilaf devletleri mümessillerine gönderilmesine karar verildi. Beyanname Anadolu Matbaası’nda basıldı.
Rum Metropoliti, saat 16.00’da, Elefteros Venizelos’un mesajını okudu. Mesajda, Paris Barış Konferansı’nın İzmir’i Yunanistan’a bıraktığı haberi veriliyordu.
İşgale karşı çıkmak için İzmir’de bir “Reddi İlhak Heyeti” kuruldu. Reddi İlhak Heyeti, İzmir’in ve çevresinin Yunanlılar tarafından işgal edileceğini bütün Belediye Başkanlıkları’na bildirdi.
Resmî makamlardan umut kesilmişti. Vali İzzet Bey ve 17’nci Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa, İzmir’de yayınlanan gazetelere tekzip göndermekten başka bir şey yapmıyorlardı. Çaresizlik ortalığı kaplamıştı. Konak Meydanı’nda ne yapacağını bilmeyen binlerce insan oradan oraya çırpınırcasına koşuşuyorlardı. İşte bu sırada Mustafa Necati Bey’in teklifiyle Sultani salonunda bir toplantı yapıp karar almayı yeğleyenler oraya doğru gitmeye başladılar. .. Alınan tek karar “Müdafaai Vatan Komitesi”nin adının “İlhak-ı Red Heyeti Milliyesi” biçiminde değiştirilmesi oldu.
Bu cemiyet, hemen hemen bütün Batı Anadolu’ya yayılarak, İzmir etrafındaki millî cepheleri vücuda getirmiş ve “Müdafaai Hukuk” unvanını alıncaya kadar Batı Anadolu’da Millî Hareket’in yayılma ve takviyesinde başlıca unsur olmuştur. Heyetin teşekkülünden sonra ilk iş olarak, ... “Reddi İlhak Heyeti” imzalı bir beyanname yazıldı. Bu beyanname İzmir’de dağıtıldı ve telgraflarla da Anadolu içerisine duyuruldu. ... Halk kaynama içinde idi.
“Bilumum il, sancak, kaza, nahiye Belediye Riyasetleri’ne
İzmir ve havalisi Yunan’a ilhak ediliyor. İşgal başladı. İzmir ve çevresi kâmilen ayakta ve heyecanda. İzmir’in, son ve tarihi gününü yaşıyor. Son imdadımız sizin göstereceğiniz yardıma bağlıdır. Mitingli telgraflarla her yere başvurunuz. Ve vatan ordusuna iltihaka hazırlanınız.
Vakar ve sükûnetinizi son derece muhafaza ederek kimsenin incinmemesini itina ve dikkat olunması.
14.05.1919
İlhakı Red Heyeti Milliyesi.”

İzmir Müdafaai Hukuku Osmaniye adıyla kurulup Reddi İlhak adını alan cemiyet, gece parkta yaptıkları toplantıda halkı İzmir savunmasına çağıran bir mitinge davet ettiler. Durumu telgrafla Anadolu’ya bildirdiler. Fakat ertesi gün Yunanlılar İzmir’i işgal edince bu teşebbüs yerine getirilemedi.
Reddi İlhak’ın dağıttığı bildiri şöyledir:

“Ey bedbaht Türk!
Wilson prensipleri insanlık unvanı altında senin hakkın gasp ve namusun katlediliyor. Buralarda Rum’un çok ve Türklerin Yunan ilhakını memnuniyetle kabul edecekleri söylendi. Bunun sonucu olarak güzel memleketimiz Yunan’a verildi. Şimdi sana soruyoruz:
Yunan hâkimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster. Tekmil kardeşlerin maşatlıktadır. Orada yüz binlerce toplan ve üstün çoğunluğunu orada bütün dünyaya göster. Burada Zengin, fakir, âlim, cahil yok. Fakat Yunan hâkimiyetini istemeyen bir çoğunluk olduğunu ilan ve ispat et. Bu sana düşen en büyük vazifedir. Geri kalma. Hüsran ve nikbet fayda vermez. Binlerle, yüz binlerle Maşatlığa koş ve Heyet-i Milliye’nin emrine itaat et.
15 Mayıs 1919
İlhakı Red Heyeti Milliyesi.”

Minarelerden yükselen tekbir sesleri arasında talihsiz halk bölük, bölük geldi. Bahribaba Parkı’nı doldurdu.
Ne yapacaklardı?
Yer, yer yanan ateşler etrafında birikmiş insan kümeleri verilecek emri bekliyordu. Hükûmetin emri malum ve kati idi: Dağıtmak! Vakit biraz ilerleyince, Belediye Reisi Hacı Hasan Paşa, Müftü Rahmetullah Efendi ve diğer iki kişiden kurulmuş bit heyet, İtilaf devletleri gemilerine gönderildi. Bunlar, İzmir mutlaka işgal edilecekse, İtilaf devletleri tarafından yapılmasını isteyecekler; alacakları cevabı halka bildireceklerdi.
Vakit hayli ilerledi; heyetten bir ses çıkmadı. Başka ne yapılabilirdi. Bir türlü tayin edilemiyor, tekbirler ve davullarla halk heyecandan heyecana sürükleniyordu.
17’nci Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, gece bütün subayları evlerinden getirerek kışlada topladı.
İzmir Belediye Reisi Hacı Hasan Paşa, gece, çevredeki şehir ve kasabalara her şeyi anlatan “İzmir elden gidiyor. Reddi İlhak” metinli kısa telgrafı, İzmir ve bütün memleketin uğramakta olduğu millî felaketi en veciz ve olgun kelimelerle yayıyordu.
İzmir Posta Telgraf Başmüdür Vekili Naşit Bey, “Birkaç saate kadar Yunan ordusunun şehri işgal edeceğini Maliye Müfettişi Muvaffak Bey’den” haber aldım diye bilgi veren ve bu durum karşısında ne yapılması gerekir diye soran bir telgrafı İstanbul’a gönderdi.
Bu telgraf 15 Mayıs sabahının erken saatlerinde Sadrazam’a ve Dâhiliye Nazırı’na sunulduğu vakit her ikisi de bu habere inanmadılar, hatta “kışkırtıcı ve heyecan verici haberler yayan müfettiş Muvaffak Bey’in hemen tutuklanarak İstanbul’a” gönderilmesi için İzmir Valisi’ne bir telgraf çekilmesini emrettiler.
Reddi İlhak Heyeti’nin beyannamesi, gece, Anadolu Matbaası’nda basılırken, Yunan Kuvvetleri Komutanı Topçu Albayı Zafiryo’nun İzmir’in işgali beyannamesi de aynı saatlerde Amaltilya gazetesi matbaasında hazırlanıyordu.



ADIM ADIM İZMİR’İN İŞGALİ

15 Mayıs 1919 günü sabah saat 6.00 sularında, Reddi İlhak miting heyeti, İzmir Valisi İzzet Bey’i ziyaret etti. Vali kararları okuduktan sonra, heyete aynen şunları söyledi:
“Teşebbüsünüz pek yerindedir. Heyetin kararlarını konsoloslara bildirmenizde fayda vardır.” Dedi:
“Yalnız, ben dün akşam İngiliz Amirali ile uzun boylu konuştum. Delil ile anlama, bir şeyin içinden kelimeler çıkarmam, idrak etmem, anlamam, İzmir’in katiyen işgal edilmeyeceği merkezindedir. Belki buraya da –İstanbul’da olduğu gibi- muhtelif polis kolları çıkarılabilir. Belki de bunların arasında Yunanlı polisleri de bulunur. Bunun sebebi, bilhassa İttihatçıların azınlıklar hakkında son günlerdeki tedbirleridir! Fakat katiyetle söyleyebilirim ki, İzmir’e bir tek Yunan askeri çıkmayacaktır.”
Vali odasının uzak bir köşesinde, konuşulanları dinleyen Muvaffak Menemencioğlu ayağa kalktı ve sordu:
“Acaba Vali Beyefendi’nin, dün akşam, Yunan Heyeti Reisi Albay Mavroudis’in, Metropolithane’deki nutkundan haberi yok mu?”
İzzet Bey birden şaşaladı. Bu nutku pekâlâ biliyordu. İskemlenin üstünde kambur vücudu ile sağa sola döndü.
Hiddetle, “Hayır, haberim yok.” dedi.
Muvaffak Bey Metropolithane’deki toplantıyı anlattı. Ve Mavroudis’in, bugün İzmir’e 20.000 kişilik bir kuvvet çıkaracağını, şehirde Yunan Kralı Majeste Aleksandr namına örfi idare ilan edeceğini ilave etti. İzzet Bey artık inkârdan vazgeçti:
“Ben ne yapabilirim? Dün sabahtan beri makine başında Sadrazam’ı, Dâhiliye Nazırı’nı arıyorum. Vaziyeti bildirerek talimat istiyorum, gördüğüm mukabele tam bir sükûttan ibaret oluyor.”
Dedi. Vali bu suretle dert yanmakta haksız değildi. Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya İtalyan kaynaklarından öğrenilerek, İzmir’in işgal olunmak ihtimali söylendiği zaman, “Ben, İngiliz Fevkalade Komiserliği’nden teminat aldım.” diye bu habere inanmamıştı. İşgal, ‘emrivaki’ olunca da şaşırmıştı.
İzmir Hükûmet Konağı’ndaki Valinin odası denize karşıdır. Burada körfezin büyük bir kısmı görünür. Muvaffak Bey, bu sırada pencereye yaklaştı. Kaleyi henüz geçmiş olan torpidolar, nakliye gemileri birden bire gözlerini kararttı. Feryat edercesine bağırdı:
“Vali Beyefendinin ne kadar doğru söylediğini anlamak isteyenler, lütfen pencereye gelsinler.”
Bütün heyet azası birden, Muvaffak Bey’in etrafını sardı. İzzet Bey yan odaya kaçarken, şiddetli bir buhran eseri olarak, bulunduğu yere yıkıldı. Bu manzara karşısında herkes elemli gözyaşı döküyordu.
İzmir’de yayınlanan Köylü gazetesi, İzmir Valisi İzzet Bey’in, Yunanlıların İzmir’i işgal edeceği haberini yalanlayan bildirisini yayınladı. Gazete İzmir’de dağıtılmaya başlandığı sırada Yunan askerleri İzmir’e çıkmaya başlamışlardı.
İngiliz ve Yunan torpidoları ve Yunan nakliye gemileri İzmir limanına girdiler. Sabah erkenden iki büyük ve iki küçük, dört Yunan vapuru, başlarında bir İngiliz torpidosu ve yanlarında da birkaç Yunan torpidosu olduğu halde limana girdiler. 10 mil kadar geride de on iki kadar nakliye gemisinin geldikleri görüldü.
Yunan kuvvetleri İzmir’e çıktı. Yunan askerleri, Rumların çılgın tezahüratları içinde İzmir’e çıktılar. Bunları İzmir Metropoliti Hrisostomos takdis etti. Bununla Türkleri tahkir etmeye başladılar. Kumandanlar, memurlar, subaylar ve halk sokaklarda elleri yukarı doğru kaldırarak “Zito Venizelos” diye zorla bağırtılıyordu. Bağırmayanlar da süngülenerek şehit ediliyordu. Gazeteci Hasan Tahsin Bey ve diğerleri, tahkirlere dayanamayarak millî şereflerini müdafaa için şehit olmuşlardır. İzmir Askerlik Dairesi Başkanı olarak bulunan Erkânıharp Miralayı Süleyman Fethi Bey’e de, süngü tehditleri altında, kalpağını çıkararak “Zito Venizelos” diye bağırmasını emrettiklerinde Süleyman Fethi Bey:
“-Ben Türk zabitiyim, yaşasın Türk Milleti diye bağırırım!”
Cevabını vermiş ve şehit olmuştu.
Sabah saat 8’de ilk kıtalar karaya çıktığı zaman, ondan önce ayın 13’ünde Zafiriov tarafından kaleme alınan: “Askerlerin dini inanışlara, adap ve geleneklere saygılı davranacağına herkes emin olsun!” mealindeki tebliğ okundu, ama bu tebliğe riayet edecek yerde Metropolit Chrysostomos’un askerleri takdis etmesi çok elim tesir yaptı. Askerler evvel emirde sevinçlerinden zıplayıp sıçradıktan sonra şehir sokaklarında yürüyüşe geçtiler: “Askeri, sivil ve dini Yunan makamlarınca kalabalığı teskin etmeye teşebbüs bile edilmedi. Askerlerin geçtiği yerlerde yığılı olan Rum kalabalığı Türk halkının öfkesini tahrik edecek tavırlar takındılar.” (Bristol Raporu) Eğer zayıf müttefik kuvvetleri, askerlik bakımından hiçbir mana ifade etmeyen istihkâmların bir gün önceki işgali yerine, bu kuvvetler, Vali İzzet’in Calthorpe’a yazdığı ilk mektupta teklif ettiği gibi polis ve jandarmayı takviyede kullanılmış olsaydı, belki de, bu halin önüne geçmek mümkün olabilirdi. Hülâsa işin sonu felaket oldu. “Hukuku Beşer” gazetesinin yazı işleri müdürü Osman Nevres (takma adı: Hasan Tahsin Recep)’in, Yunan Efzun alayının önünde yürüyen bayraktarı vurmasıyla Türk halkını sarmış olan korkunç öfkenin boşalması için verilen işaret oldu. Şimdi artık görülmemiş zalimane bir mücadele başlayacaktı. Tek suçları sırf feslerini başlarından çıkarmayıp “yaşasın Venizelos” dememek olan pek çok Türk öldürüldü. Yağma ve insan kırımı ertesi gün de devam etti. Telgraf yasağına rağmen haber bütün Türkiye’ye bir şimşek hızıyla yayıldı.
İzmir hapishaneleri erken saatlerde boşaltılarak tutuklular salıverildi. Sabah erkenden mülkiye hapishanesi boşanarak mahpuslar dışarı kaçtılar. Askerî hapishanesindeki mevkuflar da boşanmak istediklerinden, 174’üncü Alay’dan sürülen birkaç asker, askerî hapishanenin etrafını sarmış ve kapıyı kırmakla meşgul mahpuslara karşı silaha davranarak ateş etmekle tehdit ediyorlardı. Civarda toplanan ahali de, bir taraftan askerî eşya ve teçhizat ambarını yağma etmekte idiler.
Yunan askerleri, İzmir rıhtımına ayak basmaya başladıkları an, İzmir Redd-i İlhak Heyeti ve Belediye yurdun her tarafına işgalin başladığını haber verdiler.
İzmir’in işgali sırasında ilk kurşun atıldı. Yunanlılar, İzmir’in işgalini kutlamak için bir efsun bölüğü, Kremer-Splandit Palas Oteli önünde millî oyunlar oynadı. Gösteri, şenlik, heyecan son haddine varmıştı. Efsunlar Karantina’ya (Yalılar’a) doğru ilerlemek için emir aldıkları zaman, Rumlar da efsunların yanlarında, arkalarında beraber yürüyorlardı.
Bu suretle efsunların bir kol başı, önünde Yunan bayrağıyla, kışla önünden geçti. Köşeyi, kıvrılarak Karantina’ya giden tramvay hattının bulunduğu yola geldi. İşte tam bu sırada bir silah sesi işitildi. Ortalık karıştı. ...
... Silahı bir Türk vatanseveri atmıştı. Bu memleketi haksız olarak silah kuvvetiyle istila ve gasp etmek isteyen düşmanlara karşı o memleket çocuklarının silahla mukabelesinden daha tabii ne olabilirdi? İzmirli Aziz Efendi, her Türk’ün uyması gereken fedakârlık, kahramanlık ve vatanseverlik örneği vermiştir.
Atılan silah sesi ve bayrağı taşıyan Yunanlının yere serilmesi üzerine, Yunan kuvvetleri ‘yüz geri’ ederek dağılırcasına kaçmışlar; kısa bir süre sonra toplanmışlardır.
Yunan Efsun Alayları, silah sesinden sonra, katliama ve yağmaya başladılar. Yunanlılar, devlet kasalarından 231.426 lira, halktan ve subaylardan da 127.882 lira yağmaladılar.
Kışlaya, Hükûmet Konağı’na ve civarda kaçmak fırsatını bulamayan toplu halk üzerine ateş açmışlardır. En çok yaralı ve şehit, Ziraat Bankası’nın merdivenlerine sığınan halk arasında olmuştur. Kemeraltı, Beyler Sokağı semtleri bu vaka üzerine bir ana baba günü manzarası içine düşmüştür. Yunanlı askerlerle peşleri sıra giden kadınlı erkekli Rum kalabalığın pek zayıf ve çok hafif bir mukabele gördükleri için, cüretleri artmıştı.
Kışlaya karşı bir makineli tüfeğin yardımıyla ateş açıldı. Kışladan hiçbir mukabele olmadı. Birkaç defa beyaz teslim bayrağı çekilmesi üzerine, yarım saat kadar devam eden ateş kesildi.
Kışladaki erlerin çoğu, gece yarısından beri, silahları ile gruplar halinde İzmir’i terk etmişlerdi. Yalnız subaylar, kumandanlarının emrine uyarak kışlada kalmışlardı.
Kumandan Nadir Paşa, bütün maiyetini toplamış, kışlanın salon ve merdivenlerine sıralamış, düşmana teslim olmak için hazır bir durumda idi. Nizamiye kapısından, elinde beyaz bayrağı ile evvela çıkan kendisi oldu. Hemen Yunanlı bir teğmenin hücumuna uğradı. Küfürle karışık birkaç tokat yedi.
Enerjiden mahrum, pörsümüş, biçare bir kumandanın emri ile esir kafilesi haline gelen kahraman ordumuzun şerefli mensupları, elleri yukarıda, başları açık. Birinci Kordon’a, Yunan askerlerinin süngüleri ortasında, ‘zito’ feryatları arasında, cebri yürüyüşe geçirildi.
Başlarında Nadir Paşa, elindeki zillet alâmeti beyaz bayrağı ile göze çarpıyordu. Artık tezyif (değersiz gösterme), tahkir (aşağılama), yağma ve ölüm serbestçe hüküm sürmeye başlamıştı.
Bu esir kafilesi içinde Albay Süleyman Fethi Bey de bulunuyordu. Herkesin hürmetini kazanmış, faziletli bir askerdi. ... ‘Zito Venizelos’ diye bağırması için zorlandı. Ve:
“Bir Türk askeri ancak, milletin büyüklerine, ihtiram için elini kaldırır ve ağzını açar.”
Şeklinde verdiği ret cevabı üzerine süngülendi. Birkaç gün sonra Yunan hastanesinde hayata veda etti.
Kışladaki subay ve askerler ikişerli sıra yapılarak rıhtıma götürüldüler. Rumlar, vahşice bu askerlere saldırdılar. Ancak yağan yağmur, pek çoğunun hayatını kurtardı.
Subaylar ikişer yapılarak rıhtıma götürülmek üzere bir bölük süngü takmış Yunanlı ile sarılıyor. Kışladan dışarı çıkarılır çıkarılmaz binlerce yerli Rum bu kafilenin etrafını alıyor ve muhafızlar arasında yürüyen subay ve erlere sopalarla, taşlarla, demirlerle kudurmuşçasına saldırıyorlar. İlk ağızda Kolordu Başhekimi Yarbay Şükrü ile Kolordu Karargâhından bir kurmay subay ve on beş subayla altı er bu saldırganlar tarafından öldürülerek cesetleri rıhtım boyunda sürüklenip denize atılıyor. Birçokları da kafalarından ve diğer yerlerinden ağır ve hafif yaralanıyorlar.
Yürüyüş kafilesinden ayağı kayıp düşenler veyahut dipçik darbesinden sendeleyenler mutlaka, mutlaka süngülenip öldürülmüşler ve ara sıra elleri yukarı kaldırtılarak “Zito Venizelos!” diye bağırtılmışlardır.
Nihayet Tanrı imdada yetişiyor. Ve öldürülmeyenleri kurtarıyor. Ansızın gökten bir yağmur sağanağı boşanıyor. Bu yağmur o kadar şiddetlidir ki kafileyi tamamıyla yok etmek üzere saldırışlarını ve kuduzluklarını arttıran sopalı, demirli, bıçaklı Rumlar, yağmurdan ıslanmamak için saçaklar altına ve dükkânlar içine çekiliyor. Kafile muhafızları da ıslanmamak için kafileyi koşar adımla yürütüyor. Yağmurdan sokak tenhalaşıyor, boşalıyor. Kafile, Pasaport dairesinin önünden geçerken oraya yanaşmış olan Leon adlı Yunan torpidosu efradı, eğlence için kafilenin üzerine ateş açıyorlar. Burada da beş, on kişi şehit oluyor. Bu torpidonun hemen yanında bulunan İngiliz torpidolarındaki subaylar, İngiliz neferlerine, bu namussuzca kasaplığı seyrettirmemek için, güvertede bulunan erleri içeri kamaralara kapatıyorlar. Belki de İngiltere’nin himayesindeki Rum kasaplığını İngiliz halkından gizlemek için Fransız subayları ile polisleri dahi bu kasaplığı kayıtsızca seyrediyorlar. Yalnız şu farkla ki İngilizler, seyrederken gülüyorlar ve sevinçlidirler. Fransızlarla İtalyanlar kayıtsız ve tarafsızdır.
Yunanlılar ve Rumlar, Hükûmet Konağı’ndaki memurlara ateş açtılar. Vali, Yunan komutanı tarafından kurtarıldı.
Bütün memurlar, Yunan işgal kuvvetleri kumandanının beyannamesindeki teminata inanarak görevleri başında bulunuyorlardı. Yunanlılar, hükümet binasının tam karşısındaki askerî otelden üzerlerine ateş açtı. Memurlar, binanın nispeten ateşten korunan kısmında ve valinin emrinde toplandı. Buradan da beyaz bir çarşaf, teslim işareti olmak üzere sokağa uzatıldı. Fakat iltifat eden olmadı. Binanın alt katından da tüfek sesleri işitiliyordu.
Hükûmet Konağı istila ediliyordu. Yukarıya birinci kata çıkan Yunan askerleri valinin odasına alındı. İzzet Bey bunlara, “Ben valiyim. Bana ilişmeyiniz” tarzında dil döktü, yalvardı. Türkçe ve Rumca ağır küfürlerle ellerin yukarı kaldırılması ve herkesin aşağı inmesi emrolundu. Merdivenlerde süngüye davranan Yunan askerinin arasından geçen büyük küçük rütbede her sınıftan memurlar hücuma uğradılar. Alt katta sivil Rum ahalinin de iştirakiyle, memurların bir kısmı dipçik ve odunlarla dövüldü. .. Jandarma subaylarının üniformaları söküldü. Hepsi başı açık, Rumların ve süngülü Yunan askerlerinin hakaret çemberi içinde sokağa çıkarıldı. Kordon istikametinde, böylece cebri olarak yürüyüşe geçirildi. Osmanlı saltanat idaresinin valisi hayatını kurtarmak için yanındaki oğluna:
Seyfi oğlum, “Zito bağır, zito bağır” diye sık sık ihtarda bulundu. Bu minval üzerine bir müddet yol aldıktan sonra aziz dostu, Türk vatanını istilaya memur olan Yunan mümessili imdadına yetişti. Kendisini ve oğlunu otomobiline alıp götürdü. Talihsiz memurlar, kafile halinde hazin mukadderatlarıyla baş başa bırakıldı.
Osmanlı Hükûmeti, sabah saat 10.00’da Amiral Richard Webb’in verdiği notaya cevap vermek için toplandı.
Damat Ferit Paşa, 15 Mayıs 1919 sabahı, saat 10.00’da, Amiral Webb’in verdiği notaya cevap hazırlamak üzere Sadrazam Dairesi’ne geldiği zaman –davet olunmalarına rağmen- nazırlardan kimse hazır değildi. Paşa, yanına ilk gelen Maarif Nazırı Ali Kemal Bey’e:
“Maşallah Beyefendi, sabahtan beri telefonla hepinizi arıyorum, kimseyi bulmak mümkün değil.” Dedi. Ali Kemal Bey de:
“Efendimiz, üniversiteye gitmiştim. Şimdi daireye gelince, emirlerinizi’ aldım, geldim.”
Cevabını verdi. Sadrazam da:
“Evet! Evet! Haberim var. Şeyhislam Efendi Hazretleri vesaire parti müzakeresinde imişler. Tabii siz de orada idiniz. Başımıza ateşler yağıyor, müzakere edecek kimse bulamıyorum.”
Cevabını verdi. Bu konuşma bize, memleketin ölüm haline geldiği zaman da, devleti idare edenlerin perişan durumunu göstermeye kâfidir sanırım.
Nihayet Sadrazam’ın beklediği nazırlar birer, ikişer geldiler, toplantı olabildi. Paris Barış Konferansı’nın kararı ile Müttefik Devletler namına verilen notanın cevabı hazırlandı.
Bu cevabî notanın özü şunlardan ibaretti:
“İzmir’de halen böyle bir tedbiri haklı gösterecek hiçbir sebep yoktur. Osmanlı Hükümeti’nin askerlerimizi çoğaltmak hususundaki tekrar edilen talebi kabul buyurulmuş olsaydı İzmir’de asayiş Hükûmet-i daha mükemmel bir halde temin edilmiş olurdu.
Asya kıtasındaki İzmir’in tarih, coğrafya ve mevcut ırkların nispetleri bakımından, Avrupai Yunanistan’la hiçbir münasebeti yoktur. Hükûmet, İzmir’in İtilaf devletleri tarafından işgali hakkındaki Paris Konferansı kararlarına muhalefet etmez. Zira ne hükümet ve ne de ‘Osmanlı milleti’ en mühim şehirlerden birisinin işgalinin kati bir mahiyeti sahip olmasını, bir an için bile tasavvur edemez.”
Nota şu sözlerle sona eriyordu:
“Yüce Hükûmetimiz, büyük İtilaf devletleri hakkındaki saygı duyguları gereğince, bu büyük devletlerin arzuları karşısında boyun eğer.”
Bu nota, ufak bir münakaşadan sonra, Sadrazam’ın emrine uyularak aynen kabul edildi.15 Mayıs günü İstanbul’daki İtilaf devletleri Yüksek Komiserliği’ne verildi.
Menteşe Sancağı ahalisi, Saray’a gönderdikleri telgraf ile bir yabancı devletin kuvvetlerinin merkez ve çevresini işgal ettiğini, Gümrük İdaresi’ne kendi bayraklarını çekmekte olduklarını ve İzmir’in de bir başka devlet tarafından işgal edileceğini bildirdiler.
Saray Başkâtibi Ali Fuat Türkgeldi’nin bu telgraf ile ilgili hatırası şöyledir:
Padişah hemen bir otomobile binip Babıali’ye giderek telgrafı Sadrazam’a götürmemi ve Menteşe sancağını işgal eden devlet kimdir? İzmir’i işgal edecekleri haber alınanlar Yunanlılar mıdır? Bu bilgilerin araştırılmasını emrettiklerinden saat dört raddelerinde Babıali’ye gittim. Bakanlar Kurulu toplantı durumunda olup Sadrazam dinlenme odasında henüz öğle yemeğini yiyordu. Karşısında Maarif Nazırı Ali Kemal Bey oturuyordu. Telgrafı göstererek durumu açıkladım. Kendisi meyus bir tavır ile “Sitvation une des plus oritiques” dedikten sonra İngiliz temsilcisinin bu gün İzmir’in işgal edileceğini haber verdiğini, ardından Aydın Valisi’nden de iki telgraf gelip İzmir’in işgal olunacağı İngiliz Amirali Calthorpe tarafından tebliğ edildiği gibi işgalin Yunan askeri kuvvetlerince vuku bulacağı ve bu da Paris Konferansı’nın kararı gereğinden bulunduğunu ve keyfiyetin mümessilleri tarafından ikinci bir nota ile Babıali’ye tebliğ edileceği ayrıca bildirilmiş olduğu beyan ve işgalin hiç olmazsa Yunanlılar tarafından vuku bulmayıp büyük devletler tarafından icrası için devletçe bulunulması yolunda bir takım siyasi düşünce öne sürüldüğü halde yerel durum hakkında malûmat verilmediğini ve ahali tarafından bir çok feryat telgrafları alındığından mahallin ahvaline ve ahalinin vaziyetine dair kendisinden malumat talep olunduğunu ve şu hale nazaran Menteşe sancağını işgal edenler de İtalyanlar olacağını ve temsilciler tarafından henüz Babıali’ye ikinci bir nota verilmediğini ve bu babda gelen telgrafların suretlerini Padişah katına takdim edilmek üzere ihraç ettirerek bana bırakacağını bildirdi. Bir müddet beklemeden sonra telgrafları alıp Saray’a geri dönerek durumu Padişah’a arz ettim.

Winston Churchill, Yunan kuvvetlerinin İzmir’e çıktığını duyduğu zaman, “... yeni tehlikelere yol açacak bu vahşi hareketin basiretsizliğini bağışlamak imkânsızdı.” dedi.
Winston Churchill, bu konuda şunları yazmıştır:
“... İngiliz Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları’nın ciddî ihtar ve protestolarına rağmen, savaş gemilerinin ateşi ile korunan yirmi bin Yunan askeri İzmir’de karaya çıktı. Bunlar çok sayıda Türk’ü öldürdüler, şehri işgal ettiler, acele İzmir-Aydın demiryoluna ilerlediler. Türk askerleri, çeteleri ve Aydın’ın sivil halkı ile kanlı çarpışmalar yaptılar ve Anadolu’da istila ve işgal standartlarını uyguladılar.
Paris’te nefis bir öğleden sonra bu feci olayı duyduğum andaki şaşkınlık ve dehşet hissini gayet iyi hatırlıyorum. Muhakkak ki şahsî fikirlerime, bu olayın İngiliz Genelkurmayı’nda ya Türklere karşı sempatik bir eğilim olduğunu kabul etsek dahi, kuvvetlerimizin tükenmekte olduğu bir devrede daha nice yeni tehlikelere yol açacak bu vahşi hareketin basiretsizliğini bağışlamak imkânsızdı.”
İzmir Kordon’da, bir papaz, taşkınlık yapan Rum ve Yunanlıları, “Türkleri öldürme”ye teşvik etti.
Aydın Valisi Ahmet İzzet Bey, sabah 5.30’da Amiral Calthorpe’a gönderdiği bir yazı ile işgal olayını protesto etti.
Yunanistan Başbakanı Elefteros Venizelos, İzmir’e çıkan Yunan kıtalarına yeni bir kutlama mesajı gönderdi.
Elefteros Venizelos’un mesajı kısaca şöyledir:
“Büyük devletler İzmir’i, bu şehirde asayişi temine memur bulunan Yunan kıtalarıyla işgale karar vermişlerdir. Millî ordumuzun uzun tarihinde, tümenlerinden birine sizinki kadar şerefle dolu bir görev, pek az verilmiştir.
... Millî emellerimizin büyük ölçüde tahakkuku bütün yabancı unsurlara ve özellikle bunlar içinde en çok olan Türk unsuruna karşı telkin edeceğiniz itimada bağlıdır. Milletin dilekleri sizinle beraber.”
İzmir’in işgali üzerine Ödemiş Kaymakamı Bekir Sami (Baran) Bey, İçişleri Bakanlığı’na, yeterli kudret ve imanımız var, dediği zaman, Bakanlık müsteşarı Rum Timolyon, emri Vali’den alınız dedi.
İzmir’in işgalinden sonra Ödemiş Kaymakamı Bekir Sami (Baran) Bey, İçişleri Bakanlığı’na bir telgraf çekerek “Yunanlılar İzmir’i işgal ettiler. Kâfi kudret ve imanımız vardır. Emrinizi makine başında bekliyorum.” Dediği vakit telgrafına, İç İşleri Bakanlığı Müsteşarı Timolyon (Rum) cevap vermiş ve “Talimatı Vali’den alınız” demişti. Talimat alacak Vali de, İzmir’in Yunan emri altındaki valisi olan Kambur İzzet’tir. Bunun manası nedir? Millî Mücadele’yi kendi mıntıkasında kurmak için ileriye atılan Türk Kaymakamı’na Kirya Timolyon imzasıyla cevap veriliyor ve Kirya Kambur İzzet’ten talimat alması emri verebiliyor. Bunun üzerine Ödemiş Kaymakamı Dahiliye Nazırı’na (İç İşleri Bakanı’na) ikinci bir telgraf çekerek, “Ben Timolyon adında bir müsteşar tanımıyorum; sizin imzanızla emir bekliyorum.” dedi ise de Nazır (Bakan)’dan gelen cevap da aynı mealde idi. Fakat bu cevap vatansever kaymakamı doyurmadı; bu sebeple o, Saray’a başvurdu, fakat Saray’dan değil Sadrazam’dan cevap aldı. Bu cevap da rahatlatıcı değildi.
Denizli Mutasarrıfı İzmir’in işgal edildiğini Dâhiliye Nezareti’ne bildirdi. Sabah namazından sonra büyük bir miting düzenlediler.
Denizli Mutasarrıfı Faik Bey, İzmir’in işgal haberini alır almaz Denizli Askerlik Şubesi Başkanı Tevfik Bey’i, Müftü Ahmet Hulusi Efendi’yi, Belediye Başkanı Hacı Tevfik Bey’i ve eşraftan bazı kimseleri yanına çağırarak, İzmir’den gelen telgrafı okudu. Mutasarrıf ve beraberindekiler, işgal haberini Konya yoluyla Dâhiliye Nezareti’ne de bildirdiler. Daha sonra bu heyet, halkı korku ve telaşa düşürmemek ve İzmir’de olup bitenleri haber vermek için Belediye dairesi önünde umumî bir miting tertibine karar verdi. 15 Mayıs 1919 sabahının çok erken saatlerinde Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin görevlendirdiği Belediye tellalı Deli Mahmut ve parayla tutulan diğer tellâllar çarşı ve mahalleleri dolaşarak, “Allah’ını, dinini, vatanını sevenlerin” Müftülük dairesi önünde toplanmasını söylediler. Aynı zamanda cami imamlarına da haber gönderilerek sabah namazını kıldıktan sonra cemaatle birlikte Belediye dairesi önüne gelmeleri istendi.
... Tekbirler getirilerek Belediye meydanlığına gelindi. Yerli Rum ve Ermeni erkeklerinden çoğunun orada hazır oldukları görülüyordu. Şehre yakın köylerden de gelenler vardı. Polis ve jandarma emniyeti temin ediyordu. Bu anda halkta heyecan büyüktü. Mutasarrıf, Belediye Reisi ve bazı eşraf Belediye balkonunda ayakta yer aldılar. Çalınan trampetler, halkı sükûnete davet etti. Müftü Ahmet Hulusi Efendi, heyecanlı ve yüksek sesle şu hitabede bulundu:
“Ey ahali! Muhterem hemşehrilerim! Bu sabah İzmir’i Yunan askeri işgal etmiştir. Bu işgale muhalefet ve düşmanın taarruzuna mukabele etmek lazımdır. İşgal edilen memleket halkının silaha sarılması farz-ı ayn, uzak memleketler halkının silaha sarılması farz-ı kifayedir. Fetva veriyorum, silah ve cephane azlığı veya yokluğu hiçbir zaman mücadeleye mani teşkil etmez. Elinizde hiçbir silahınız olmasa dahi, üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiili mukabelede bulununuz. Biz birçok ülkelere hükmetmiş Fatihlerin torunlarıyız...”
Mitingden sonra halk üzgün ve sinirli bir ruh hali içinde dağıldı.
Churchill, Yunanlıların İzmir’e çıkmaları hakkında “...bu vahşi hareketin basiretsizliğini bağışlamak imkânsızdı.” dedi.
“Venizelos’un İzmir’e en büyük dört kuvvetin vekili sıfatıyla gittiğini söyleyerek kendini savunmağa hakkı olabilir, ama muhakkak ki yüzmeye giden bir kaz kadar hevesli gitmişti. Dörtlerin, daha doğrusu Trumvira’nın (çünkü esas yürütücü kuvvet ondaydı) sorumlulukları ne olursa olsun Venizelos’unkiler silinemez. Bir tek onun hareket imkânları vardı. İngiliz Dış İşleri ve Savunma Bakanlıkları’nın ciddi ihtar ve protestolarına rağmen, savaş gemilerinin ateşi ile korunan yirmi bin Yunan askeri İzmir’de karaya çıktı. Bunlar çok sayıda Türk’ü öldürdüler, şehri işgal ettiler, acele İzmir-Aydın demiryoluna ilerlediler. Türk askerleri, çetecileri ve Aydın’ın sivil halkı ile kanlı çarpışmalar yaptılar ve Anadolu’da istila ve işgal standartlarını uyguladılar.
Paris’te nefis bir öğleden sonra bu feci olayı duyduğum andaki şaşkınlık ve dehşet hissini gayet iyi hatırlıyorum. Muhakkak ki şahsi fikirlerime, bu olayın İngiliz Genelkurmay’ın da Türklere karşı sempatik bir eğilim olduğunu kabul etsek dahi, kuvvetlerimizin tükenmekte olduğu bir devrede daha nice yeni tehlikelere yol açacak bu vahşi hareketin basiretsizliğini bağışlamak imkânsızdı.”
Yunanlıların İzmir’e çıkmaları ile birlikte Rum ve Ermeni azınlıkların gizli çalışmaları su yüzüne çıktı.
İzmir’in işgali, o zamana kadar Devlet’in durumunu dikkatle izleyen azınlıklar üzerinde büyük etkiler yaptı. Daha ateşkes günlerinde örgütlenmeye başlayan Rum ve Ermeni azınlıklar, bu olaydan cesaret alarak büyük ölçüde etkinliğe giriştiler. Rum azınlıkların hedefi, Yunan işgalini kolaylaştırmak ve bu etkinliğin mümkün olduğu kadar geniş alanlara yayılmasını sağlamaktı. Yüzlerce yıl İstanbul ve Anadolu’daki Yunan azınlıklarının önderliğini yapan Fener Patrikhanesi bu etkinliğin merkezi oldu. Önceleri gizlice yürüttükleri etkinliği, şimdi açığa, su yüzüne çıkardılar. Osmanlı Hükümeti’nin artık bu çalışmaları önlemek imkânı ve cesareti yoktu. Patrikhane’nin desteği ile kurulan “Yunan Komitesi” ve “Trakya Komitesi” adlı iki örgüt, Trakya’nın işgalinden doğan meseleleri, Yunanistan açısından çözmeye başladı. Bu iki örgüt çeteler kurarak, Trakya’daki Türk direnişini kırmaya uğraşıyorlardı. Ocak 1919’dan beri başlattıkları bu etkinlik, İzmir’in işgali ile iyice yaygınlaştı. Öteden beri Yunan amaçlarının gerçekleşmesinde başrolü oynayan, ancak savaş yıllarında susan “Etniki Eterya (Millî Dernek)” adlı örgüt, Pontus devleti kurulması konusunda ciddi çalışmalara başladı. Kurduğu çetelerle özellikle Trabzon yöresinde büyük ölçüde harekete girişti. “Mavri Mira” ve “Göçmenler Derneği” adlı iki örgüt de, tüm Yunan emellerine hizmet etmekle uğraşıyorlardı. Bütün bu örgütler, İzmir’den çıkıp genişleyen Yunan işgalini her bakımdan destekliyorlar, işgal bölgelerindeki yerli Rumları uyarıyor ve uyandırıyorlardı. Böylece, yerli Rumlar, ya Yunan ordusuna katılıp düzenli asker olarak çalışıyorlar, ya da daha çok çeteler halinde örgütlenip Türkleri yıldırma eylemlerine girişiyorlardı.
Dâhiliye Nazırı (İç İşleri Bakanı) Mehmet Ali Paşa bütün illere birer telgraf göndererek, halkı sükûnete davet etti.
Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Süleyman Şefik Paşa, yayınladığı bir genelge ile askerî birliklerin kendi aralarında şifreli haberleşmelerini yasaklayarak, sadece Bakanlık ile haberleşmeleri gereğini bildirdi.
Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı), bütün birliklere tebliğ edilmek üzere gönderdiği bir yazısında, Türk birlikleri yerlerini terk etmeyecek ve bir olupbitti halinde silahlarından tecrit gibi bir muameleye maruz kalmamaları için toplu bir halde silahları başında daima uyanık bulunacaklarını bildirdi.
Sadrazam Damat Ferit Paşa, Amiral Richard Webb’e bir nota vererek Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmalarını protesto etti.
“Yunan kıtaları İzmir istihkâmlarını işgal edecekleri yerde (14 tarihli nota) İzmir Valisi’nin ... müteaddit telgraflarına göre İzmir şehrine girmiş bulunmaktadır. Osmanlı Hükûmeti İtilaf ordularının bir işgali için Paris Konferansı’nın kararına muhalefette bulunmayacaktır, ama bir Helen işgaline asla razı olmayacaktır... Osmanlı milleti, vaktiyle eski hemşehrilerine göstermiş oldukları alicenapça hareketlere aynı duygularla mukabele görmemelerinden dolayı ümitsizliğe doğru itilmektedir. Binaenaleyh ne Osmanlı Hükûmeti, ne de Osmanlı Milleti İmparatorluğun en önemli şehirlerinden birinin işgalinin kesin bir mahiyet almasını bir an için bile kabul edilemez...”
Osmanlı Hükûmeti, o bölgedeki durumun hiçbir biçimde böyle bir tedbiri haklı kılmadığını duyuruyordu. İki aydır asker sayısının arttırılması için hükümetin üst üste yaptığı talepler kabul edilmiş olsaydı bu vilayetteki sükûn çoktan tam olacaktı.
İstanbul Hükûmeti’nin, Yunanlıların İzmir’i ele geçirdikleri gün memurların yol masraflarını gösteren bir liste konusunu görüşmekte idi. Bu da Hükümet’in tutumunun ne yönde olduğunu ortaya koymakta idi.
İzmir’in işgali üzerine oralarda bulunan Yürük Ali Efe ve Demirci Efe, Binbaşı Hacı Şükrü Bey’le birleşerek millî kuvvetler kurmuşlar ve Ödemiş civarında de Sarı Efe, Edip İsmail Efe, Mestan Efe ve arkadaşları ile diğer bazı kimseler millî kuvvetler meydana getirmişlerdir.
Alemdar gazetesi, İtilaf donanmasının İzmir’e geldiğini, valinin onları memnuniyetle karşıladığını bildirdi.
15 Mayıs sabahı çıkan Alemdar gazetesi, o sırada İzmir kordonlarında akıtılmakta olan Türk kanlarından, Türk onuruna karşı yürütülmekte olan pek ağır saldırıdan habersiz, şu haberi yayınlıyordu:
“İzmir, 12 Mayıs- Birkaç gün içinde limanımıza Fransız, İngiliz, İtalyan ve Amerika’nın büyük ve küçük birçok savaş gemileri geldi. Amiral Bristol bugün İstanbul’a doğru hareket etti. Vali Bey kendilerine kordelalarla süslü güzel bir sepet içinde İzmir’in turfanda ürünlerinden takdim ettiler. Gemi komutanlarıyla valinin sıkı temasta bulunmasına resmî ve gayrı resmiyece olağanüstü önemli sayılıyor. Bu yakınlaşma vilayetin iç siyasetini takviye mahiyetindedir. Yabancılar idare tarzından memnun bulunuyorlar. Ticarî eşyanın bolca yetişmesi fiyatın ucuzlamasıyla sonuçlandığından ahali memnundur. Duygu ve Anadolu gazeteleri tadil edilmiştir. Eşkıyadan bazıları tenkil edildi. Birçokları da teslim olmaktadırlar.”
İzmir’in işgalini öğrenen Burdur Askerlik Şubesi Başkanı İsmail Hakkı Bey, ilgili makamlara gönderdiği telgrafında, Burdurluların işgallere karşı olduğunu bildirdi.
İstanbul Hükûmeti, İzmir’in işgal edileceğini bildiren memuru tutuklamak istedi. İzmir’in işgal edileceği İstanbul’da hükûmete önceden bir Türk memuru tarafından bildirilmiş fakat Osmanlı Hükûmetinin buna tepkisi, memuru tutuklamaya çalışmak olmuştu. Gerçekten İzmir Posta ve Telgraf Başmüdür Vekili Nafiz Bey, “Birkaç saate kadar Yunan Ordusu şehri işgal edeceğini Maliye Müfettişi Muvaffak Bey’den şimdi haber aldığını” bildiren bir telgraf çekmiş, İç İşleri Bakanı ve Başbakan bu habere inanmayıp İzmir Valisi’ne şifreli bir telgrafla “tahrik edici ve heyecan verici yalan ve kötü haberler yayan Müfettiş Muvaffak Bey’in derhal tutuklanarak muhafaza altında İstanbul’a yollanmasını” emretmişlerdir.
Denizli’de oluşan millî galeyandan rahatsız olan Denizli’deki Rumlar, Denizli ve ilçelerinde olup bitenleri tez elden İzmir’deki Yunan ve Rum mahfillerine bildirdiler.
İzmir Rum gazeteleri, Müftü Ahmet Hulusi Efendi hakkında korkunç yazılar yazmaya başladı. Henüz işgalin başlangıcında Denizli’deki Rumlar şehrin işgaline kanaat getirerek Yunan askerine ikram edilmek üzere kuzular hazırladıkları gibi Sarayköy Rumları da biri Tosunlar tarafındaki şose üzerinde, diğeri istasyonda cadde üzerinde zafer takları kurdular.
Dörtler Konseyi, Woodrow Wilson’un İzmir ve çevresinin Yunanistan’a verilmesi konusundaki önerisini kabul ettiler. Toplantıda “Yunanistan yönetemez” görüşüne, Wilson’un şu cevabı verdi:
“Yunanistan’a bugüne kadar modern bir millet gibi davranılmamıştır. Güvenimizi belli ederek, onları her şeyi daha iyi yapmaya teşvik etmiş olacağız.”
Keçiborlular adına Belediye Reisi Ali Bey, Sadaret Makamı’na protesto telgrafı göndererek, “Eğer İzmir’in işgalinde İtilaf devletlerinin oylarının katıldığı doğru ise, bu millet bilmek istiyor. Yoksa Yunanlılar pek çabuk kırılır. Bu millet, bu memleket hiçbir zaman Yunan mezalimine kalamaz, kalmayacaktır” dedi.
Punta, Halkapınar Yunanlılar tarafından işgal edildi.
İzmir’in işgalini öğrenen Yalvaç halkı adına Müftü Hüseyin Efendi, Belediye Reisi Abdullah, İdare Meclisi üyeleri, ulema ve eşrafın imzalarıyla, Sadaret Makamı’na bir protesto telgrafı gönderdiler.

16 MAYIS

İzmir’in işgalini duyan –Hristiyanlar dâhil- Balıkesirliler, protesto için büyük bir toplantı yaptılar.
İzmir’in işgalini duymuş olan Balıkesirliler, Hristiyanlar dâhil, ne yapılması gerektiğini konuşmak üzere 16 Mayıs’ta toplanmış, durumu tartışmış; İzmir olayını protesto etmek ve gerekli savunma tedbirleri almayı düşünmüşlerse de, Hristiyanlar bu karara katılmamışlardı.
Tavas Kaymakamı Ali Rıza Bey, Tavaslıları toplayarak, İzmir’in işgalini bildirdi. Tavas’ta büyük bir protesto mitingi yapıldı.
16 Mayıs Cuma günü Tavas’ta Kaymakam Ali Rıza Bey, tellal vasıtasıyla halkı eski Belediye önüne çağırarak, onlara İzmir’den gelen işgali bildiren telgrafı okudu, ne şekilde davranılması gerektiği konusunda açıklamalarda bulundu. Kaymakam’dan sonra Yarangüme Hâkimiyet-i Milliye Okulu Öğretmeni Mehmet Ali Bey söz aldı ve askerliği süresinde Makedonya’da görmüş olduğu Türklere yapılan zulümlerden bahsederek derhal Yunanlılara karşı harekete geçilmesi gerektiğini söyledi. Mitingin düzenlenmesinde Müftü Cennetzade Tahir Efendi’nin fevkalade hizmeti olmuştur.
Yunanlılar, Urla ve Seferhisar’ı işgal ettiler.
Balıkesirliler, Yunan saldırılarına karşı yapılacak çalışmalar konusunda bir heyet seçti.
Balıkesir’de Maarif Müdürü Sabri, Belediye Reisi, eşraftan Osman, Vehbi vesair hamiyetli zatlar toplanarak milletçe müdafaa çarelerini arıyorlardı. Bunların içinde İttihatçı, bîtaraf ve hatta Hürriyet ve İtilafçı unsurlar bile vardı. Herkes, tanıdığını ve söz geçireceği kimselerden on beş yirmi kişi seçerek bunları silahlandırmak ve böylece dört beş yüz kişilik bir müfreze teşkil edilmeğe karar veriliyor.
Diğer bir arkadaşın ifadesine göre Balıkesir’de eski hükümet konağı karşısında saat kulesi bitişiğinde Okuma yurdu adında bir bina vardı. Oraya memleket eşrafı, birbirlerine haber salmak suretiyle toplandı. Fakat Hristiyanlarla İtilafçı Türkler de gelmişlerdi. İzmir’in işgaline karşı alınacak durum görüşüldü. İlk olarak protesto edilmek ve müdafaa lazımsa karar vermek ödevleriyle yedi kişilik bir heyet seçildi. Hristiyanlar, protestoya ve müdafaaya iltihak etmeyecekleri kararını verdiler. Bu iş Mayıs’ın 16’ncı günü yapılıyor. Türkler Hristiyanlardan ayrı bir toplantı yapmak için ertesi günü Alacamescit Camii’nde mevlit okunacağını ilân ediyorlar.
İzmir’in işgalinden dolayı Ankara’nın ilçelerinden Keskin, Kalecik ve Ayaş’tan protesto telgrafları gönderildi.
Kastamonu, Bayramiç ve Seydişehir’de İzmir’in işgalini protesto etmek amacıyla büyük mitingler düzenlendi. Heyecanlı konuşmalar yapıldı.
İzmir’in işgalini protesto etmek amacıyla, Erzurum’da büyük bir toplantı yapıldı. Toplantı sonunda Padişah’a, hükümete, yabancı devlet temsilcilerine çekilen telgraflarla ve sert bir dil ile olay protesto edildi.
Acıpayam’da Müftü Hasan Efendi ve Sarayköy’de Müftü Ahmet Şükrü Efendilerin önderliğinde protesto mitingleri düzenlendi. Mitingden sonra Sadaret (Başbakanlık) Makamı’na protesto telgrafları çekildi.
Sadrazam Damat Ferit Paşa Hükûmeti istifa etti. Padişah, istifayı kabul ederek, yeni hükümeti kurma görevini yeniden Damat Ferit Paşa’ya verdi.
İstifanamede, 5 yıllık bir kötü yönetimin acı sonuçlarını “imkân dairesinde” düzeltmek için görev aldığı, “sırf vicdanımıza ve içtihadımıza” uygun olarak gerekli sayılan her türlü tedbir alındığı halde, İtilaf’ın İzmir için verdiği son kararın devlet ve millet muhafazasını çalışmasının ruhu bilen hükümeti müşkül bir mevkie koyduğu için istifa edildiği yazılıydı.
Konya’daki İtalyan Temsilcisi, İngiliz Temsilcisi ile birlikte Konya Valisi’ne giderek, İzmir’in işgali sebebiyle Müslümanların gösterdiği heyecandan, Konya’daki Hristiyan halkın endişelendiğini ve bu yüzden kendilerine başvurduklarını bildirdi. Aldıkları teminata rağmen, bir olay çıktığı takdirde “zecrî tedbirlere” girişeceklerini söyleyerek hem tehditte bulunmuş, hem de hükümetin işlerine karışmışlardır.
Yunanlılar, bütün yönleriyle İzmir’de idareyi ele aldılar.
Yunanlılar, İzmir’de askerî kuvvetlerimizi uzaklaştırmayı; mülkî idareyi kendilerine bağlı ve her emirlerini yerine getirecek vasıfta olmakla beraber, şeklen mevcut imiş gibi göstermeyi menfaatlerine uygun buluyorlar ve böyle bir politika takip ediyorlardı.
Mülkî idareye gelince: İzmir’de hâkimiyetimizin ve hükümetin ismi var, cismi yoktu. Vali’nin, polis müdürünün, jandarma kumandanının yetki ve yönetiminin sınırı, masalarının başından ileri geçemiyordu. Polis ve jandarma da dağılmıştı.
Bütün karakollar, doğrudan doğruya Yunanlıların elinde ve idaresinde bulunuyordu. Hükûmet Konağı’nın alt katındaki salonda bile bir Yunan askeri müfrezesi bulundurulmakta idi.
Vilayet Konağı o an için müstesna, hemen bütün resmî binalara Yunan bandırası çekilmişti. Çarşı, Pazar, her taraf Yunan bayraklarıyla dolmuştu. Yalnız limanda demirli bulunan Hızır Reis gambotunda sancağımız dalgalanıyordu.
Ayafotini Kilisesi, Avcılar Kulübü ve Yunan Konsoloshanesi vilayetin idare merkezi haline gelmişti.
İdarede Yunan kanunları hâkimdi. Tatbikatı da Yunan vali ve silahlı kuvvetleri tarafından icra olunuyordu..
Mahkemelerimiz yerine şehirde sıkıyönetim ilan olunduğu için Yunan askerî mahkemeleri faaliyette bulunuyordu.
Milliyetçiliği reddeden Hürriyet ve İtilaf Partisi, İzmir’in işgali konusunda önderliği kimseye kaptırmayarak bir genelge yayınladı.
Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin yayımladığı genelgede, “azim bir teessüf” dile getiriliyor, bütün şubelerden alınan protesto tellerinden söz ediliyor ve başkalarına saldırı biçimini almamak üzere, hak istemek konusunda “tezahürat ve millî arzunun” hak elde edilene kadar süreceğine olan inanç belirtilip, partinin her türlü “teşebbüsat-ı meşruada” bulunduğu duyuruluyordu.
Harbiye Nazırı adına Cevat imzasıyla gönderilen genelgede, İzmir’e ve diğer sahil kasabalarına İngiliz, İtalyan, Fransız ve Yunan kıtalarının çıkartılması münasebetiyle şöyle bir emir verdi: “Bu vaziyet muvahacesinde alelumum kıtalarımızın yerlerini terketmeyerek yerlerinde kalmaları ve bir emrivaki gibi silahlarından tecrit gibi bir muameleye maruz kalmamaları için kıtanın toplu, silah başında zapturaptı yerinde bir halde bulundurulması en küçük müsellah kıtanın dahi bu yolda hareket etmesi için alelumum kumandanlar ve ahzıasker riyasetlerince her kıtaya tebligat ifası rica olunur.”
İzmir’in işgalini öğrenmiş olan 800 kadar Rum, Urla yarımadasındaki Türk köylerine saldırdılar.
Yunanlılara karşı ilk direnme Urla’da meydana geldi. Çünkü İzmir’in işgalini öğrenmiş olan 800 kadar yerli Rum 16 Mayıs sabahı Urla yarımadasındaki Türk köylerine saldırdılar, köylüleri öldürdüler; mallarını yağmaladılar, sonra da Urla kasabasının Müslüman mahallelerini kuşattılar. Bu durum karşısında, Urla’da bulunan 173. Türk Alayı’nın 18’e varan silahlı eri ile Alay Komutanı Kâzım Bey, birkaç jandarmayı da bu birliğe katarak kasabayı savunma tedbirleri aldı. Bundan dolayı aynı gün öğleye doğru başlayan Rum saldırısı püskürtülmüş, fakat gittikçe sayıları artan bu azgın kuvvet karşısında, direnmenin güçlüğü de anlaşılmıştı.
Harbiye Nazırı askerî birlik ve şubelere gönderdiği yazısında silahların terk edilmemesini tavsiye etti.

17 MAYIS

Yunanlılar, Çeşme’yi işgal ettiler.
Balıkesir’de, İzmir’in işgalini protesto etmek ve neler yapılabileceğini görüşmek üzere sadece Türkler bir toplantı yaptılar.
Bir gün önceki toplantıya gelen Hıristiyanlar, karara katılmayınca, bugün sadece Türkler toplanarak 40 kişilik bir heyet seçtiler. İlk adı Redd-i İlhak olan bu heyet hemen faaliyete geçerek üyelerinden bazılarını İstanbul’a gönderdi. Bunlar orada gereklilerle ve bu arada İçişleri Bakanı ile görüştüler. İçişleri Bakanı gazeteci Ali Kemal Bey heyet üyelerine: “Biz size, sizi ayaklandırmaktan men edecek emirler veririz, çünkü baskı altındayız. Siz bize dahi isyan ediniz. Millî müdafaa bir milletin en kudsi hakkıdır” demişti.
İstanbul’da Üniversite öğrencileri ile Yüksek Okullar öğrencileri, İzmir’in işgalini protesto etmek maksadıyla derslere girmediler.
Giresun, Trabzon, Zonguldak, Edremit’te İzmir’in işgalini protesto mitingleri yapıldı.
Denizli’nin Çal ilçesinde İzmir’in işgalini protesto mitingi yapıldı. Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi, İzmir’in işgali üzerine halkı Çarşı Camii’ne toplayarak, düşman istilasına karşı seyirci kalmanın doğru olmadığını söyledi. Belediye önündeki meydanda da Yedek Subay Ahmet Akşit heyecanlı bir konuşma yaptı.
Sadrazam Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etti. Yeni hükümeti kurmakla yine Damat Ferit Paşa görevlendirildi.
Metropolit Hrisostomos, İzmir Valisi İzzet Bey’i evinde ziyaret ederek işe başlamasını, görevine dönmesini bildirdi. İzzet Bey de görevine başladı.
Paris Barış Konferansı İzmir’in işgaline karar vermişti. Burada Osmanlı İdaresi’nin kaldırılmasına dair bir kayıt yoktu. Yunanlıların görünüşü korumak ve konferansın muhtemel sualine cevap verebilmek için kukla bir hükümete ihtiyaçları vardı. Bu sebeple valinin iş başında bulunması lâzımdı, kendileri için İzzet Bey’den daha iyisi bulunamazdı. Metropolit Hrisostomos, Venizelos’un politikasını kolaylaştırmak için İzzet Bey’i evinde ziyaret etti. “Maiyeti ile beraber işe başlaması lazım geleceğini ve kendilerine ilişilmeyeceğini” söyledi. “Valinin yanında İzmir’deki Yunan otoriteleriyle temasını temin etmek için bir Yunan subayının tercüman ve ‘irtibat’ memuru olarak bulundurulacağını,” anlattı. İzzet Bey memnundu. Bunu kendi hesabına bir başarı saydı. İki gün sonra yeniden görevine başladı.
İzmir Valisi İzzet Bey’in ilk işi, halkı uyuşturmak ve “Redd-i İlhak Heyet-i Milliyesi” imzasıyla her tarafa çekilmiş olan telgrafı kıymetten düşürmeye çalışmak oldu.
Vali: “İzmir’de geçen hadiselerin mülhakatta (il ve ilçe gibi yerlerde) mübalağalı olarak anlaşıldığını esas meselenin, İzmir’in Yunan askeri işgali altına alınmasından ibaret olduğunu ve sükûnetin geri dönmesinden herkesin iş ve gücüyle meşgul bulunduğunu.”
Yayınladı. Fakat buna inanan bulunmadı.
Vali İzzet Bey daha sonra Venizelos’un fevkalâde yetkilerle İzmir’e Yüksek Komiser tayin ettiği Giritli hemşerisi ve adamı Aristidi Steryadis’in nüfuz emri altına girdi.
Burdur Askerlik Şubesi Başkanı İsmail Hakkı Bey, halkın isteğine uyarak diğer ileri gelenlerle birlikte İzmir’in işgalini protesto eden bir miting yapılmasını kararlaştırdılar. Ancak Burdur’daki İngiliz temsilcisinin telkinleriyle Burdur Mutasarrıfı halkın toplanmasına izin vermedi.
Amiral Calthorpe, Yunanlıların işgal bölgesinin sınırlarını Barış Konferansı’na sordu.
Paris Barış Konferansı Yunanlıların işgal edeceği bölgeyi sınırlandırmağı unutmuştu. Amiral Calthorpe, Barış Konferansı’nca durumun açıklanmasını istemiş. Konferans’taki ilgililer de 19 Mayıs’ta sadece “İzmir Sancağı ile Ayvalık kazasının” Yunan işgal bölgesi içinde bulunduğu kararını vermişti. Fakat bu karar, Calthorpe’un eline ancak 28 Mayıs’ta varabildi. Onun içindir ki Calthorpe’un İzmir’de vekilliğini yapan Comodore Maurice S. Fitzmaurice’in 21 Mayıs’taki Yunan birliklerinin ileri hareketlerini durdurma çabaları boşa gitmiş ve Venizelos bu boşluktan faydalanarak Rum göçmenlerin İzmir ve Ayvalık bölgelerinde geniş bir alana yerleşmelerini sağlamıştır.
Refi Cevat, Alemdar gazetesinde, İzmir’in işgalinden olumlu görüşlerle bahsetti.
Refi Cevat, Alemdar’da, Yunanlıların, İzmir’i İtilaf devletlerinin “kuvve-i muavinesi” sıfatıyla işgal ettiklerini, işgali aslında Yunanlıların yapmadıklarını, kendilerine “bahşettiğimiz” hakka dayanarak İtilaf devletlerinin yaptıklarını ileri sürüyordu. İzmir’den tamamen ümidi kesmeği “bilüzum” sayıyordu.
İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Ravndal, ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporunda, Yunanlıların İzmir’i işgalinden sonraki bilgileri bildirdi.

İstanbul, 17 Mayıs 1919
Dışişleri Bakanı
Washington
Türk Kabinesi İzmir trajedisi diye adlandırdıkları olay sebebiyle istifa etti. Yeni bir Hürriyet ve İtilaf kabinesinin kurulması bekleniyor. Başkentte İttihat ve Terakki Partisi henüz etkisini göstermedi. İstanbul müttefik polisi güçlendirildi ve mesela Yunan bayraklarının asılmasına karşı bazı yasaklar koydu. Konsolos Chesborough 14 Mayıs’ta İzmir’den İstanbul’a hareket ederken, Arizona zırhlısından Amerikan denizcileri Konsolosluğu korumak ve Amerikan çıkarlarını gözetmek için gönderildiler. Konsolos Chesborough’un bildirdiğine göre Yunan işgalinin gelmesi ihtimali İzmir’de, radikal Rumlar hariç kızgınlık uyandırdı. Aynı duygular İstanbul’da bütün yabancı çevrelerde duyuluyor, Elenler hariç. Bandırma, İzmir ve Megri (Fethiye) bölgesindeki memurlardan Yunan ve İtalyan çıkarmaları iddialarıyla Türkçe protesto telgrafları alıyorum. Gene de İzmir konusunda Barış Konferansı kararı fazla kan akmadan uygulanmışa benziyor. Ravndal, Amerikan Komiseri.
Rauf (Orbay) Bey, yanında İbrahim Süreyya (eski valilerden, Birinci TBMM üyesi), Aydınlı Topçuoğlu Nazmi (sonraları Milletvekili ve Ticaret Vekili-Bakanı), İzmirli Mansurîzade Emin Yüzbaşı Osman (General Osman Tufan) ve bir Teğmen olduğu halde İstanbul’dan çıkmış, İzmir’in işgalinden doğan perişanlık ve siyasi dedikodular arasında Bandırma-Alaşehir yolu ile Ödemiş’e geldi. Buradan 18’inde ayrıldı.

18 MAYIS

Balıkesir’de, Yunan işgallerine ve zulmüne karşı gelenler Alacamescit Camii’nde mevlüt okuttular. Mevlitten sonra yeni bir heyet seçildi.
Burada mevlitten sonra 40 kişilik bir heyet teşkil edilerek bu heyete geniş selahiyetler veriliyor. Ve işi umumileştirmek maksadıyla İtilâfçı unsurları dahi aralarına alıyorlarsa da bunlar işi bozmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Bu heyet bir taraftan İstanbul’un da içyüzünü anlamaya ve propaganda faaliyetine başlıyor. İstanbul’a bir heyet gönderiliyor. Dikkate şayandır ki o zaman Dâhiliye Vekili olan Ali Kemal bu heyete: “Biz size, sizi ayaklandırmaktan men edecek emirler veririz. Çünkü tazyik altındayız. Siz, bize dahi isyan ediniz. Millî Müdafaa, bir milletin en kutsî hakkıdır” diyor. Ve Balıkesir o zaman bu beyanattan istifade etmiş imiş. Sonraları bu kırk kişilik heyet süzüle süzüle 10-12 kişiye iniyor. Bu heyetin ilk adı Reddi İlhak heyetidir. O zaman Balıkesir Mutasarrıfı hâlâ mebus Bay Hilmi’dir.
İstanbul Üniversitesi’nde, profesörler tarafından İzmir’in işgalini protesto toplantısı yapıldı. Toplantıya Doktor Besim Ömer (Akalın) Paşa başkanlık etti.
Doktor Besim Ömer (Akalın) Paşa toplantıya başkanlık etti. Besim Paşa toplantıyı açış konuşmasında, durumun bir felaket olduğunu, bundan herkesin üzüldüğünü ve fakülte profesörleri toplantısının, her fakülte adına bir profesörün konuşacağını ve kurulacak bir kurulun lüzumlu yerlerin lüzumlu yerlerin protesto edilmesini kararlaştırdığını açıkladı. Hukuk Fakültesi adına konuşan Muslihittin Adil (Taylan) Bey: “...İsmini söylemeğe cesaret edemiyorum. Anadolu’nun en güzel bahçesi, saadete açılan penceresi,düşman işgaline geçiyor...” Tıp Fakültesi adına Dr. Akil Muhtar Bey: “...Ortalığı umumî bir cinnet istila etmiş gibi görünüyor. Bunun için bugün milli bir vazife değil, beşeri bir görev gerektiği gündür. Bu kadar kesafet peyda eden zulmet yerine nuru hakikati getirmek lazımdır...” Daha sonra Rıza Tevfik (Bölükbaşı),Yusuf Razi Bey, gençler namına Servet Bey konuştu. İnas Darülfünunu (Kızlar Üniversitesi) adına konuşmacı da dedi ki: “Biz de sizin kadar, belki daha ziyade elemliyiz. Teşebbüsatınıza en kuvvetli bir inanla iştirak ediyor ve hakikati duyurmak istiyoruz:
Kim demiş bir kadın küçük şeydir,
Bir kadın belki en büyük şeydir.”
Daha sonra halktan ve ordudan bir kişi ve ardından da henüz İzmir’den gelmiş olan Ödemişli Hamit Şevket (İnce) Bey söz aldı: “Siz İzmir halkından, zeybeklerinden, hocalarından emin olunuz...”
İzmir’in işgalinde tutuklananlar serbest bırakıldı. Askerler kışlaya nakledildi. İçlerinde evli olanlar Yunan vesikalarıyla aileleri yanına serbest bırakıldı. Bekâr olanlar da kışlada alıkonuldu.
Erzurum’da protesto mitingi düzenlendi. Erzurum’da dükkânlar kapatılmış ve binlerce Erzurumlu mitinge katılmıştır.
Denizli Mutasarrıfı ve eşrafı, İstanbul’daki İtilâf Devletleri temsilcilerine ikinci bir protesto telgrafı çekildi. “Yunan askerlerinin İzmir’i terk etmedikleri takdirde, Denizli halkının İzmir’i müdafaaya hazır olduğu” ifade edildi.
İzmit’te protesto mitingi düzenlendi
Denizliler, İtilaf devletleri temsilcilerine gönderdikleri protesto telgrafında “Yunan askerleri İzmir’i terk etmedikleri takdirde, Denizli halkının İzmir’i müdafaaya hazır olduğu” bildirildi.
L’Human gazetesi, “İzmir’in işgali halka karşı bir suçtur” başlığıyla İzmir’deki katliamları Fransızlara duyurdu.
İzmir’den kaçarak canlarını kurtaran bazı subay ve erler Tire’ye geldiler. Tire Belediye Başkanı ve Askerlik Şubesi Başkanı, bunların Tire’de kalmalarını istemediler.
İzmir’den kendilerini kurtaran yirmi, otuz kadar subay ile bir miktar asker, Tire’ye gelmişler. Münafıklar, bu zavallıların burada kalmasını bile kendileri için, kendi menfaat ve hayatları için tehlikeli görüyorlar. Hatta kendi meslektaşları olan Askerlik Şubesi Reisi de aynı fikirdedir. Kendi meslektaşlarının hemen Tire’den çıkmalarını istiyor. Şube Reisi, Aydın’daki Tümen Komutanı’na çektiği bir telgrafta “Her ne kadar asayiş temin edilmişse de, burada kalan bir kısım asker ve subaylar, memleketin ihtilaline sebebiyet vermek teşebbüsünde bulunduklarını gören memleket halkı, bunların buradan hemen aldırılmalarını ısrarla talep etmekte olduklarından, haklarında yapılacak muamelenin acele haber verilmesi önemle arz olunur” diyor. Yine aynı gün Tire Belediye Reisi Abdülkadir de şu telgrafı çekiyor: “İzmir civarından kaçmış ve Binbaşı Aziz Bey komutasında 25 kadar subayla elli kadar askerden oluşan bir kuvvet vardır. Memleketi ihtilale vermek için buradan hareket etmiyorlar. Müslim ve gayri Müslim bilcümle ahali heyecanlandı. Bunlar hakkında yapılacak muamelenin serian icrası, ahali namına rica olunur.”
Lord Curzon, 18 Mayıs günü, İzmir ve Ayvalık limanları ile bazı yerlerin Yunanistan’ın mutlak hâkimiyetine veren kararı öğrenip de İzmir’de geçen olaylar hakkındaki ilk raporları aldığı zaman, kabinenin diğer üyeleri ile birlikte dehşet ve infial içinde kaldı ve Paris’e gitti.

SONUÇ

Mondros Ateşkes Antlaşması ile başlayan işgallerin en önemlisi, en kanlısı, en yaygını ve Kurtuluş Savaşı’nın sonucu ile eş değerli bir kurtuluşa kavuşan güzel İzmir’imizin işgali burada anlatılmıştır.
Bu süreçte, olaylar karşısında insanların davranışları çok önemlidir. Azınlıkların tamamı, hemen her yerde Yunan askerinden daha acımasız olmuşlardır. Kime karşı? Yıllardır birlikte yaşadığı, komşuluk yaptığı Türklere karşı. Bunlarla işbirliği yapanlar ise ilgi çekicidir. Bunları bu gün için de tanımak zor olmasa gerekir. Bunlar, can güvenliklerini, iş güvenliklerini kurtarabilmek peşindedirler. Hâlbuki bilinen bir gerçek vardır: Kendi soyuna hainlik yapan, başkalarına daha kolay ihanet eder. Bir de gönlü vatan aşkıyla dolup taşan insanlar vardır. Bunlar canlarını korumak yerine, vatanlarını korumak için kurşunların üzerine yürüyen kahraman insanlardır. İşte bu insanların birleşmesiyle Kuvayı Milliye doğmuştur. Bu insanların cesaretleriyle işgalcilere karşı konulmuştur. Mustafa Kemal, bunlara güvenerek Kurtuluş Savaşı’nı kazanmıştır. Kahramanlarımızın ruhları şad olsun.





KAYNAKLAR

Afetinan, Prof. Dr. A., Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri,
Akçakayalıoğlu, Em. Alb. Cihat, Atatürk “Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle”, Genel Kurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1998.
Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele Mutlakiyete Dönüş (1918-1919), Cem Yayınları, İstanbul, 1992.
Altay, Fahrettin, 10 Yıl Savaş ve Sonrası,
Altuğ, Prof. Dr. Yılmaz, Türk Devrim Tarihi Dersleri (1919-1938), 4. Baskı, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1980.
Apak, Rahmi, İstiklâl Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları XXIV. Dizi – Sa. 16, Ankara, 1990.
Arı, Kemal, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Genel Kurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara
Arıburnu, Kemal, Millî Mücadele’de İstanbul Mitingleri, 2. Baskı, Ankara, 1975.
Avcıoğlu, Doğan, Millî Kurtuluş Tarihi 1838 DEN 1995 E, Birinci Kitap, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974.
Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, C. 1, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, C. 1, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, C. 5, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, C. 6, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.
Bayur, Ord. Prof. Yusuf Hikmet, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI.Seri-Sa.20, Ankara, 1973.
Belen, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 542, Ankara, 1983.
Bıyıkoğlu, Tevfik, Atatürk Anadolu’da (1919-1921)-I, 2. Baskı, Kent Basımevi, İstanbul, Ekim 1981
Cebesoy, Ali Fuat, Siyasi Hatıralarım, C. 1.
Çavdar, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara, 1995.
Dumont, Paul, (Çev: Zeki Çelikkol), Mustafa Kemal, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1993.
Duru, Orhan, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, Milliyet Yayınları, İstanbul, Temmuz 1978.
Gönlübol, Prof. Dr. M. - Sar, C., Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası, c. 1, Ankara.
Jaeschke, Gotthard, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Türk Tarih Kurumu Yayınlarından XVI.Dizi-Sa.11, Ankara, 1986.
Karabekir, Kâzım, İstiklal Harbinin Esasları, İstanbul.
Karabekir, Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1969.
Karal, Enver Ziya, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V, İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), Türk Tarih Kurumu Yayınları, XIII. Dizi-Sa.16, Hürriyet İstanbul, 1999.
Kırzıoğlu, Prof. Dr. M. Fahrettin, Bütünüyle Erzurum Kongresi, C. 2, T.C. Ziraat Bankası Armağanı, Kültür Ofset Ltd.Şti, Ankara, 1993.
Köstüklü, Yrd. Doç. Dr. Nuri, Millî Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları
Mango, Andrew, Atatürk
Mumcu, Prof. Dr. Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İnkılap ve Aka Basımevi, İstanbul, 1981.
Onay, Ahmet Talat, Millî Mücadele Yazıları,
Ozankaya, Prof. Dr. Özer, Cumhuriyet Çınarı, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları/ 1711, Ankara, 1997.
Öke, Doç. Dr. M. Kemal, Fatih Yayınevi Matbaası, İstanbul-1986.
Özalp, Kâzım, Millî Mücadele 1919-1922, C. 1
Sakallı, Bayram, Ankara ve Çevresinde Millî Faaliyetler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 863, Ankara, 1988.
Steinhaus, Kurt, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, Sander Yayınları, İstanbul-1973
Şimşir, Bilâl N., Malta Sürgünleri
Tansel, Dr. Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 1, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 2262, Ankara, 1991.
T.C. Başbakanlık, Arşiv Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezalimi II, Anadolu’da Yunan Mezalimi, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları Nu: 30, Ankara, 1996.
Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931)
Türkgeldi, Ali Fuat, Görüp İşittiklerim, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayını, II. Dizi-Sa.15b, Ankara, 1984.
Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye (1908-1980) Tunçay, Mete, Siyasal Tarih (1908-1923)
Ünal, Tahsin Türk Siyasi Tarihi, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1958.
Villalta, Jorge Blanco, Atatürk, Çeviren: Em. Kur. Albay Fatih Özsu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 413, Ankara, 1982.

Orhunlu, Bilge, “Kurtuluş Savaşımızın Başlangıcındaki Amerika Mandası Taraftarları ve Sonrası”, Yeni Hayat, Ocak 1995, C. 1, S. 3
Orhunlu, Bilge, “Emperyalizmin Türkiye’de Sevr Oyunları: Dün Hınçak-Taşnak, Bugün PKK II” Yeni Hayat, Mayıs 1998, S. 41

3. Boyut Lisans Eğitim Ltd. Şti., “Atatürk ve Devrimler” CD’ si

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder